Haber / Yorum / Bildiri

Erdoğan’ın faşizan rejimini yıkmak için yaratılacak ittifakın zorluk ve zorunlulukları

ERDOĞAN her bakımdan zor konumda. Sürekli güç kaybediyor. Ekonomi kötü! Hazine tamtakır. Halk zamlardan ve pahalılıktan, enflasyondan bunalmış durumda, patlamak üzere. Bir de bunlara Kürtlere, komşulara karşı verilen savaşların yükü binmektedir. Dış politikada da Erdoğan tamamen sıkışmış durumda. “Değerli yalnızlık” içinde kıvranıyor. Katar, Azerbaycan dışında yüz veren hiçbir ülke yok gibi. Amerika yüz vermiyor. Son New York seyahatinde Biden kendisini kabul etmedi. Daha ABD’deyken CBS Televizyonu ile yaptığı mülakatta ABD’ye meydan okumaya, ABD Dış İşleri Bakanlığı insan haklarıyla ilgili raporlarını doğru olmamakla itham etmeye kalktı. Türkiye’ye döndüğünde Biden’a söylenmedik söz bırakmadı. Bunlar, bir değişiklik olmazsa, ABD’nin, Biden’ın Erdoğan’ı gözden çıkardığı, üstünü çizdiği anlamına gelmektedir. Erdoğan’ın öfkesi de bundandır.

Bir yandan öbür yana savrulan bir Türkiye

Erdoğan bu öfkeyle Rusya’ya döndü. Kurtuluşu Rusya’dan elde edeceği bir başarıya bağladı. Putin Erdoğan’ı hemen kabul etti. Çünkü Putin O’nu ABD’ye karşı kullanmak, Türkiye benim yanımda diyerek ABD’ye bir “gol” atmak istiyordu. Rusya cephesinde ise Erdoğan’ın umduğunu bulması kolay değildi. Zira Putin tam da Erdoğan’a istediğini dayatma ve yaptırma fırsatı bulmuştu. Suriye, özellikle İdlib konusunda istediğini kabul ettirebilirdi. Çünkü Erdoğan zayıf bir konumdaydı ve Ruslara muhtaç duruma düşmüştü. Pravda gazetesi daha bir gün öncesinden Erdoğan’ı yapılacak bir seçimi kazanamayacak “bir zavallı” diye tarif ediyordu. Erdoğan’ın Putin’le Soçi görüşmesi bir sır oldu. Görülen o ki, Erdoğan İdlib ve Suriye konusunda tamamen çekilmek de dâhil, birçok tavizler vermek zorunda kaldı. Vaktiyle demokratik güçlerin ABD’ye uyup “Suriye’ye girme” ihtarlarını dikkate alsaydı, bugün bunlar başına gelmezdi. Suriye’de ne kadar erken çıkılırsa Türkiye için o kadar iyidir, çıkarınadır. Soçi dönüşü uçakta Suriye’deki “sürecin ekonomik yükü hepimiz için katlanılmaz boyutlara ulaştı” sözü ise bunların hepsinin itirafı gibiydi. 

Putin Erdoğan’ın bir gün yine ABD’ye geri döneceğini, ABD’ye karşı “Rusya kartını” kullanmak istediğini, ABD’nin ve NATO’nun Türkiye’yi kolay kolay bırakmayacağını çok iyi bilmektedir. Ama ABD’ye dönen Erdoğan orada yine umduğunu bulamayıp tekrar Rusya’ya geri döneceğini de bilmektedir. Artık Türkiye daha şimdiden ABD ile Rusya arasında bir ordan bir buraya savrulan bir ülke, bir şamar oğlanı durumuna gelmiştir. Herkes kullanmaya kalkmaktadır. Türkiye’nin bu duruma düşmesinin sorumlusu da Erdoğan’dır. Erdoğan’ın tek adam rejimine son verip Türkiye’yi bu durumdan kurtarmak, Türkiye’yi bölgede barışın savunucu bir ülke durumuna getirmek sol ve demokratik güçlerin önünde duran en acil görevdir.

Halk Erdoğan’a sırtını dönüyor

Ekonomide, Kürtlerle ilişkide, dış politikada yaşanan bu gelişmeler karşısında halk yığınlarından Erdoğan’a karşı her gün sırtını dönenlerin sayısı artıyor. O’nun yapılacak bir seçimde ne %51’i bulup cumhurbaşkanı seçilme, ne de mecliste salt ve mutlak çoğunluğu elde etme şansı kalmıştır. Daha şimdiden seçim yasalarını değiştirme veya seçimsiz iktidarda kalma opsiyonlarını araştırmakta ve buna göre örgütlenmektedir. Onun iktidarı vermemek için gözü karadır. Erdoğan her ne kadar hızla seçmen tabanını kaybetse de, onu iktidardan göndermek zannedildiği kadar da kolay olmayacaktır, ama bu imkânsız demek de değildir. Bu imkân halk yığınlarını harekete geçirmeyi, Erdoğan karşıtı tüm demokratik güçlerin ittifakını kurmayı gerektirmektedir. Bu başarıldığı ölçüde Erdoğan’ın iktidarı vermemek için kurduğu planlarını boşa çıkartmak mümkün olacaktır. Ama halk yığınlarını harekete geçirmek, Erdoğan karşıtı güçleri demokratik bir ittifakta toplamak da kolay değildir. Çünkü Erdoğan halk yığınlarını Kürt ve PKK düşmanlığı ile esir almıştır. Halk yığınlarını önce bu esaretten kurtarmak gerekmektedir. Bu da kolay değildir, zordur ama olmayacak da demek değildir. Bu sol ve demokratik güçlerin yığınlar arasında çalışmasına bağlıdır.

Son günlerde gerek CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun HDP ile ilgili yaptığı açıklamalar, gerekse HDP Eş Genel Başkanlarının yayınladıkları “Tutum Belgesi” Erdoğan’ın Kürt ve PKK düşmanlığı politikasının püskürtmekte önemli girişimler olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu girişimlerle tavanda ve tabanda geniş ittifaklar için önemli olanaklar da yaratılmış olmaktadır. Bunlar Erdoğan’ın faşizan rejimine son vermek, Türkiye’yi demokratikleştirmek, Kürt sorununu çözmek için yeni ivmeler katacak niteliktedir.

Kılıçdaroğlu’nun açıklaması: Kürt sorununun çözümü TBMM, muhatap HDP

Kılıçdaroğlu kendisiyle yapılan “Bay Kemal ve ittifakları” adlı bir belgeselde Kürt sorunuyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Kılıçdaroğlu’nun açıklaması genel olarak “sorunlu” olmakla ve CHP’nin tekçi, devletçi tutumunu yansıtmakla birlikte, Kürt sorununun çözümü ile ilgili söylediği şu sözleri kamuoyunda hem ilgi topladı, hem de Kürt sorununun artık çözümü için tartışılması gerektiğini bir kez daha ortaya koymuş oldu:

“Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorunu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz. Erdoğan bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var. Parlamentoya gelmiş, dolayısıyla parlamentonun içinde bulunuyor görevini yapıyor. Bu sorun çözülecekse, meşru bir organla, HDP ile çözebiliriz. Bu nedenle HDP ile, Meclis’te olması gerektiğini düşünüyorum.” Kılıçdaroğlu daha sonra yaptığı basın toplantısında da “Bu ülkenin sorunları var mı? Evet, sorunları var. Bu sorunlar kronikleşmiş mi? Evet, kronikleşmiş. Bugüne kadar çözülmemiş mi? Evet, çözülmemiş. Bir sorun varsa bu sorunu çözecek organ hangisi? TBMM. TBMM’den daha büyük bir güç yoktur” diye konuşarak Kürt sorununun çözüm yerinin de TBMM olduğunu açıkça vurgulamış oldu.

Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorunun da muhatapları meşru ve gayrımeşru diye ayırması, meşru olanla konuşur, meşru olmayanla konuşmam tavrı sorunludur. Bu tutumun altında, Erdoğan’ın da yaptığı gibi, HDP ile PKK’yı karşı karşıya getirme, birbirine düşürme, PKK’yı soyutlama anlayışı yapmaktadır. Oysa Kürt Özgürlük Hareketinde aktörleri karşı karşıya getirmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Boşuna uğraşıdır. Bunu şimdiye kadar hemen hemen tüm Türk politikacıları denedi, ama başaramadı. Kılıçdaroğlu da başaramayacaktır. Zira Kürt halkı silahlı gerilla ve sivil politikacısıyla bir bütündür, onların arkasındadır. Ama Türk devleti PKK ile HDP’yi karşı karşıya getirme tutumundan asla vazgeçmez, bunu sürekli deneyecektir. Bu Türk devletinin Kürt direnişini kırmak olan genel politikasının bir parçasıdır. Kılıçdaroğlu’nun da Kürt sorununu mecliste tartışırız derken Anayasa’nın ilk dört maddesini tartışmayız demesi de bu anlayışın bir yansımasıdır. Bu tutumdan vazgeçilmeye başlanması ancak toplumsal bir dönüşümle, zihniyet değişimiyle, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi Kemalizm anlayışının aşılmaya başlamasıyla mümkündür. Diğer yandan Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları uzun yılların mücadelesi sonunda toplumda oluşan birikimin bir yansımasıdır. Toplumda Kürt sorunun demokratik çözüm talepleri yükselmekte, Kürtlere karşı savaşa karşı çıkılmaktadır. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun bu açıklaması, Erdoğan’ın Kürt sorunu yoktur dediği, Bahçeli’nin HDP’nın kapatılması için uğraştığı bir döneme rastlaması da ayrı bir özellik taşımaktadır. Açıklama PKK’den çok Erdoğan’ı ve Bahçeli’yi hedef almaktadır. Bu açıklama aynı zamanda HDP’nin toplumda muhatap alınması anlayışını güçlendirmiş ve Türkiye’nin Kürt sorununu Meslis içinde ve dışında tartışmaya başlamasını kolaylaştırmış, Kürt konusunda toplumda bir dönüşümün önünün açılmasına katkı sağlama olanağı yaratmıştır.  

Kürt sorununda esas muhatap halktır

Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları AKP ve MHP’den, Erdoğan ve Bahçeli’den, Havuz Medyası’ndan kendisine veya CHP’ye gelecek “terörle işbirliği” veya “iltisaklı” saldırılarına karşı bir savunma işlevi de görmektedir. “Siz İmralı ile görüştünüz, biz de HDP ile görüşeceğiz” demesi, CHP açısından Kürt sorununda Erdoğan’ın yarattığı korku dağlarının yıkılmakta olduğunun da bir ifadesidir. Zira Mecliste HDP ile başlayacak görüşme Meslisi İmralı ve Kandil’le de görüşmeye götürecektir. İster meşru, ister “gayrımeşru” olsun Kürt sorununun tüm muhataplarıyla, İmralı’yla, Kandil’le, HDP ile gidip görüşmenin, konuşmanın artık bu ülkede çok normal hale gelmesi gerekmektedir. Kürt sorununda esas muhatap Kürt halkıdır, onun temsilcileridir. Baskı, inkâr ve imhadan kurtulmak isteyen halkın bazı temsilcileri elde silah dağlarda mücadele verir, bazı temsilcileri de siyasi alanda, Meclis’de, bazıları da basın, yayın, kültür alanında mücadele verir. Bunların hepsi muhataptır. Kürt sorununun çözümü için uğraşan devlet ve kurumları, partiler ve politikacılar çözüme katkı sunacak tüm muhataplarla konuşabilmelidir, bu normal hal olmalıdır. CHP, “ben TBMM’de olan partiyi meşru muhatap kabul eder, onunla Mecliste sorunun konuşulmasını ve tartışılmasını isterim” diyor. Bu onun tercihidir ve bu tutumun da Kürt sorunun çözümüne şüphesiz katkısı olacaktır. Zira her sorun gibi özellikle Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorununun TBMM’de tartışılmasının ayrı bir önemi vardır. Çünkü bu konuda yasalar çıkaracak, hukuksal çerçeveler sağlayacak olan organ TBMM’dir. Sorun TBMM’de ne kadar erken tartışmaya başlanırsa, sorunun çözümü de o kadar kolaylaşacaktır. Zira halk yığınları mecliste yapılan tartışmalarla Kürt sorunundaki gerçekleri öğrenme fırsatı bulacak ve sol, devrimci ve demokrat güçlerin yığınlar içinde tartışmalarını kolaylaştıracak, bu yönde bir halk iradesinin oluşmasını sağlayacaktır. Halk yığınlarında Kürt sorunu çözülsün iradesi oluştuktan sonra İmralı ve Kandil’le görüşmeler sıradanlaşacak ve normalleşecektir. Şüphesiz böyle görüşmeler şimdiki mecliste mümkün değildir. Bu Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimi yıkıldıktan, “güçlü” bir parlamenter sisteme geçtikten sonra toplanacak meclisin ilk işi olmalıdır. Kılıçdaroğlu yaptığı açıklamayla yeni meclise Kürt sorununu ele alıp “çözme sorumluluğu” da yüklemiş olmaktadır. Ona bu yükümlülüğü sürekli hatırlatılmalıdır.  

Şurası hiçbir zaman akıldan çıkarılmalıdır ki, her ne kadar CHP Kürt sorununun çözümünden, sorunun TBMM’de tartışılmasından bahsetse de, Kürt sorunundaki genel politikasından vazgeçmiş değildir. CHP hâlâ Osmanlı’dan arta kala halklardan bir Türk milleti ve Türkiye’de bir üniter merkezi Türk devleti yaratmayı savunmaktır. Ama toplumsal gelişmeleri de göz önünde bulundurarak Kürt sorununda bazı adımların atılması gerektiğini de görmektedir. Onun düşündüğü adımlar “halkların kendi kaderlerini belirleme hakkı”na dayalı bir anlayış değildir. CHP Kürt sorununun çözümü konusundaki düşünceleri daha çok Avrupa Birliği AB Kopenhag Kriterleri ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çerçevesinde alınacak kararlardır. Olsun, burada önemli olan CHP’nin veya AKP’nin, MHP’nin veya İYİ Parti’nin ne diyeceğinden çok, Kürt sorununun mecliste tartışılır hale gelmesi ve kamuoyunda yoğun bir tartışmanın yapılmasıdır. Sonunda çözümün yönünü ve boyutunu belirleyecek olan halkların özellikle Türk halkının Kürt sorununa ne kadar sahip çıktığı olacaktır. Bu da sol ve demokratik güçlerin yığınlar içinde çalışmasına bağlıdır.

İmralı ve Kandil: Kürt sorununda çözümün yeri TBMM ve muhatap HDP’dir

Kürt sorununun çözümü konusunda kamuoyunda bir yer ve muhatap tartışması yapılmaktadır. Kürt sorununun çözüm yerinin parlamento ve burada da muhatabın HDP olduğu konusunda İmralı’nın da Kandil’in de tutumu ise çok açıktır. Öcalan parlamentonun önemini daha 2013/14 yıllarındaki çözüm süreci esnasında belirtmiştir. Öcalan o dönem şöyle diyordu:

“Bütün bu anayasal-yasal boyut, yani parlamento boyutu sizin (İmralı Heyeti) işinizdir. AKP’nin de CHP’nin de bütün bunları kendi içinde tartışması lazım. Sizin de onlarla görüşüp tartışmanız gerekir.

“Bir isyanı bitireceğiz. Parlamento karar almadan nasıl olacak?

“En önemli konu parlamento; bu konuya dair çok tartışma yürüttük… Bu aşama yasal-anayasal sürecin öne çıktığı bir aşamadır… Ayrıca parlamentoda Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu kuracaklar, bu da önemlidir.”

“Türkler ‘Apo’yla olmaz’, Kürtler de ‘Apo’suz olmaz’ diyor. İşte bu savaştır, bunu paralel devlet yapıyor… Paralel devlet devrede, ama boşa çıkarabiliriz. Tek taraflı uyduruk demokrasi paketi yerine üzerinde birlikte çalışılmış, düzenlenmiş bir paket olmalı…”

“Burada BDP’nin (bugünkü HDP) rolü çok önemlidir. Birlikte tartışarak uzlaşıp karar alarak cansiperane savunulur, TBMM’de birlikte çıkarılır. İmralı ruhu ve inisiyatifi de budur. Dış güçleri karıştırmadan, biz bize, öz irademizle büyük bir sorumluluk ve ciddiyetle tartışıp kararlaştırıyoruz. Tek taraflı yapmak, paralel devletin tarzıdır.” Öcalan’ın bu sözleri muhatabı da TBMM’nin önemini de hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açıklamaktadır.

Kandil’in tutumu da aynıdır. KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık yaptığı açıklamada muhataplık tartışmasının, anlamsız ve saptırma olduğunu belirtti ve Kürt Halk Önderi Öcalan’ın yıllar önce “Kürt sorununun çözüm yeri Meclis’tir, muhatap HDP’dir” dediğini hatırlattı. Bayık, Öcalan’ın Meclis ve her şeyin yasal olması vurgusunun da altını çizdi. Ayrıca Bayık, Türkiye’de kim Kürt sorununa ilişkin bir çözüm geliştirirse ne kadar eksikleri olsa da adım atmaları için destek verdiklerini belirterek, “Kürt sorununu dile getirenlere cesaret vermeliyiz ki adım atsınlar” dedi… İmralı ve Kandil için çözüm söz konusuysa yapılması gereken her türlü fedakârlık ortada açıktır. 

Şimdi önemli olan Mecliste ve kamuoyunda bu tartışmanın koşullarını yaratmaktır. Bu en başta Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine son vermeyi, güçler ayrılığının işlediği, demokratik hak ve özgürlüklerin gerçekleştiği bir parlamenter sisteme geçmeyi gerektirmektedir. Bunun da nasıl olabileceğini HDP’nin “Tutum Belgesi” veya “Adalete, demokrasiye, barışa çağrı belgesi” göstermektedir.

HDP’nin Tutum Belgesi: Hep Beraber Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı 

Türkiye’nin AKP ve MHP iktidarından, Erdoğan’ın gerici islami faşizan tek adam rejiminden, bir seçimle veya seçimsiz kurtuluşun yolu, Türkler ve Kürtlerin birliğinden, Erdoğan karşıtı Türk muhalefet partilerinin HDP ile oluşturacakları diyalog ve işbirliğinden, ittifaktan geçtiği son dönemlerde kamuoyunda tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı. Hem meclis içinde oluşacak sayısal dengeler hem Erdoğan’a karşı sokakta oluşacak güçlü bir irade bu birlikteliğin zorunluğunu gösteriyordu. Bu zorunluluğu gören birçok Türk aydını muhalefet partilerine zaman geçirmeden Kürtler ve HDP ile birlikteliğin yollarını aramalarını söylüyorlardı. Hatta aydınlar zımnen Millet İttifakı’na HDP’yi aralarına almaları gerektiğini ima ediyorlardı. Türk muhalefet partilerinden Kürtlere ve HDP’ye olan ön yargıların böyle bir açık birlikteliğe karşı hâlâ bir duruşu olduğundan, aydınlar zaman zaman HDP’den de seçimlerde muhalefetin cumhurbaşkanlığı adayını destekleyeceği yönünde bir irade beyan etmesini bekliyorlardı. Sonunda HDP hem kendi tutumunu açıklamak hem kamuoyunun beklentisini cevaplamak için bir deklarasyon yayınlayacağını açıkladı. HDP bu deklarasyonunu 27 Eylül 2021 Pazartesi günü kamuoyuna açıkladı. Denebilir ki, HDP hem kendi konumunu açık olarak deklare etti, hem komuoyunun beklentilerine cevap verdi ve Erdoğan’a karşı mücadeleyi bir üst düzeye yükseltti. 

HDP tabanda yapılan bir dizi toplantılar sonunda çıkan bildirisinde öncelikle yapılması gereken işler, bunlar başarıldıktan sonra yapılcak olanlar ve burada uygulanacak taktikleri açık olarak ortaya konmaktadır. Öncelik, atılacak ilk adım “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen ucube AKP ve MHP iktidarına ve Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine son vermek, demokrasinin önünü açmak olarak belirtilmektedir. Açıklamada şöyle deniyor: “Keyfiliği ve zorbalığı kurumsallaştırıp kalıcılaştırmayı hedefleyen ve yaşadığımız çoklu krizin ve çözümsüzlüğün başlıca kaynağı olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni ve bu sistemi besleyen yapıları değiştirmek istiyoruz. Amacımız, bütün kuvvetleri ve nihai karar yetkisini tek adamda birleştiren bu otoriter ve tekçi sistemin yerine güçlü demokrasinin, çoğulcu demokratik sistemin tesis edilmesini sağlamaktır.” Güçlü demokrasi, çoğulcu demokratik sistem tesis edildikten sonra Kürt sorunundan ekonomik sorunlara, barışçıl dış politikaya, demokratik anayasaya, yargı bağımsızlığından insan haklarına, doğanın korunmasına, kadın ve gençlik haklarına kadar sorunların çözümü ele alınacaktır. Ama bunlar için önce Erdoğan’ın tek adam rejimine son vermek gerekmektedir.

HDP’nin parlamento ve cumhurbakanlığı için seçim taktikleri

HDP seçimlerde nasıl bir taktik uygulayacağını da bildirisinde açık olarak belirtmekte ve önce “Önümüzdeki dönemin ve seçimlerin demokratik cumhuriyetin oluşması açısından, tarihimizin en önemli dönemeçlerinden biri olarak” nitelendirilmekte ve “bu anlamda seçimlerin yeni bir başlangıç, sorunların çözümü için demokratik yolların açılması imkânı olarak da” değerlendirildiği vurgulanmakta ve parlamento seçimleriyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ayrı taktikler uygulanacağını açıklamaktadır. Parlamento seçimleri için en geniş kesimlerin katılımıyla oluşturulacak bir Demokrasi İttifak’ı ile gideceklerini ve herhangi bir ittifak içinde yer alma arayışında olmadıkları vurgulanmakta ve şöyle denmektedir: “Bizler, parlamento seçimleri için ‘Demokrasi İttifakı’ şiarıyla; halklar ve barış ittifakı, kadın dayanışması ve ittifakı, ekoloji ittifakı anlayışı temelinde, toplumsal ve siyasal muhalefet, emek, kadın ve gençlik hareketleri ile en geniş birlikteliği ve ortak mücadele zeminini büyütme ve bu yoldaki güçlü yürüyüşümüzü sürdürme kararlılığındayız. Bunun dışında herhangi bir ittifak içinde yer alma arayışımızın olmadığını açıklıkla vurguluyoruz.” Burada önemli olan HDP’nin güçlü bir şekilde parlamentoya girmesini sağlamak ve onu Millet İttifakı partileri karşısında konumunu güçlendirmektir. İttifak veya işbirliği somut olarak TBMM’de oluşacaktır. HDP TBMM’de ne kadar güçlü olursa hem demokratik bir anayasanın oluşmasında ve Kürt sorununun çözümünde hem de kurulacak hükümetin demokrasiyi uygulamasında etkisi de o kadar büyük olacaktır. HDP “müzakereci bir anlayışla yeni demokratik başlangıcın anahtarı işlevine sahip” bir partidir, “kurucu bir siyasi aktör” konumundadır. Daha şimdiden hiçbir ittifak HDP olmadan istediği hedefe ulaşamayacağını bilmektedir. 

Cumhurbaşkanlığı seçimi için ise HDP şahısları değil, ilkeleri, bu ilkeler ve yöntemler üzerinde müzakere ve mutabakatı öne çıkaran bir politika izleyeceğini açıklamakta ve şöyle demektedir: “Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilkesel buluşmaların gerçekleşmesi, HDP seçmenlerinin ülkenin geleceğinde anahtar bir role sahip olmaları nedeniyle günceldir. İster HDP’li isterse başka bir aday olsun, isimler yerine ilkelerin ve yöntemlerin tartışılmasının gerekli olduğu inancındayız. Çünkü demokratik dönüşüm şahıslar aracılığıyla değil, ilkeler ve yöntemler üzerinde müzakere ve mutabakat yoluyla gerçekleşebilir. Seçilecek Cumhurbaşkanı da rolünü ve işlevini ancak bu zeminde doğru bir şekilde yerine getirebilir.” Böylece HDP kişileri değil ilkeleri öne çıkararak muhalefet partilerini hem Erdoğan’a karşı mücadelede hem de geçilecek parlamenter sistemin güçlü olması için demokrasinin temel ilkelerinde, ülke sorunlarının çözümünde tutarlı tavır sergilemeye zorlamış olmaktadır. Demokrasinin ilkeleri ne kadar ardıcıl savunulursa, geçilecek sistemde de demokrasi o kadar güçlü olur, halkın demokrasi özlemi de o derece yerine getirilmiş olur.

HDP’nin 11 maddelik ilkeleri

HDP bildirgesinde bu ilkeleri 11 madde olarak sıralamakta, böylece hem güçlü parlamenter sistemin, demokratik bir anayasanın ilkelerini tartışmaya açmakta, hem de bu tartışmalarda kendi tutumunu ortaya koymaktadır. Bu ilkeler güçlü demokrasi, tarafsız ve bağımsız yargı, kayyım rejimi değil halk iradesi, kürt sorununda demokratik çözüm, barışçı dış politika, kadına özgürlük ve eşitlik, ekonomide adalet, kamu yönetiminde liyakat, doğaya saygı, gençler için özgür yaşam, demokratik anayasa konularını içermektedir. Bu konular arasında en çok tartışılacak olan Kürt sorunu ve demokratik bir anayasadır. HDP Kürt sorununun demokratik çözümünde “Türkiye’deki bütün toplumsal kesimlerin sorunlarını ve kaygılarını dikkate alan yapıcı bir rol üstlenmeye hazır” olduğunu ve “başta anadili hakkı olmak üzere tüm evrensel kimlik haklarının tanınması için gerekli düzenlemelerin yapılması” gerektiğini belirtmektedir. Sivil, özgürlükçü bir anayasada “farklı kültürlere, kimliklere, inançlara, anadillere ve yaşam tarzlarına saygıya dayalı, eşit yurttaşlığı esas alan” bir anlayışın savunulmasını vurgulamaktadır. Böylece Anayasanın ilk üç maddesini tartışma gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

HDP açıkladığı bu ilkelerin yaşama geçirilmesinden yana tüm toplumsal taraflarla ve siyasi aktörlerle görüşmeye ve müzakere etmeye, birlikte yürümeye, ortak mücadeleye ve ortak yönetime hazır olduğunu ifade etmekte, Türkiye’nin aydınlık geleceğini düşünen tüm kurum, kuruluş ve partileri, tek tek yurttaşları hep beraber sorumluluk almaya, hep beraber demokrasi, hep beraber adalet, hep beraber barış için birlikte yürümeye çağırmaktadır. HDP içine girdiğimiz bu dönemin bir geçiş dönemi olduğunu vurgulamakta ve bu geçiş dönemi ilkeleri ışığında demokrasiyi ve barışı stratejik bir hedefe ve programa dönüştürerek demokratik ve sosyal bir cumhuriyete ulaşılabileceğini belirtmektedir.

Bu “Tutum Belgesi” ile HDP ilkelerini ve yolunu açıkladı. Bu yol ve ilkeler tüm sol ve demokratik güçlerin yıllardır savunduğu politikadır. Şimdi görev bu politikanın hayata geçirilmesidir. Burjuva muhalefeti HDP’nin dillendirdiği ilkeleri ya inkâr etmeye ya da zaten çoğu bizim de düşüncelerimizdir diye küçümsemeye kalkmaktadır. Çünkü onların politikası HDP ile herhangi bir işbirliğine yanaşmamaktır. Onları HDP ile birlikte davranmaya, Türkiye’nin demokrasi ve Kürt sorunları gibi temel sorunlarını çözmeye zorlayacak olan tabandan gelen halkın gücüdür. Şimdi önümüzde duran görev halkın bu baskı gücünü yaratmaktır.

HDP’siz parlamenter sisteme geçme oyunları

Türkiye’nin tüm sorunlarının hızlı çözümü, hızlı kalkınmasının, uluslararası alanda yarışmasının, tek kelimeyle Türkiye’nin uçmasının tek aracı politik idare yöntemi olarak başkanlık veya Türkiye’ye özgü “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olduğu yıllarca propaganda ve halka lanse edildi. Sunulan ve lanse edilen bu sistem aradan üç sene geçmeden bugün iflas ettiği ortaya çıkmıştır. Bu sistemin iflas ettiğini ilan edenlerin başında da, bugün bir zamanlar bu sistemin ardıcıl savunucusu olan AKP ve MHP’liler bulunmaktadır. Gelinen noktada Türk usulü başkanlık sistemi Türkiye’yi ne uçurdu, ne kalkındırdı, ne de tek bir sorununu çözdü. Tersine Türkiye’yi çökertti, uçurumun eşiğine getirdi. Türk parası pul oldu, enflasyon aldı başını gitti, pahalılık halkın belini büktü, kendi halkına, Kürtlere ve komşulara karşı yürüttüğü savaşlarla uluslararası alanda soyutlandı, yalnızlaştı, büyük devletlerin oyuncağı durumuna geldi. İçeride demokrasi, basın ve ifade özgürlüğü, üniversitelerin özerkliği rafa kaldırıldı, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı yok edildi, toplum kutuplaştırıldı ve düşmanlaştırıldı, Kürtlere, işçi ve emekçilere gençlere, kadınlara, aydınlara saldırılar sistematik hale getirildi, toplum susturulmaya, ülkede bir korku imparatorluğu oluşturulmaya çalışıldı, tek adamın, Erdoğan’ın diktatörlüğü oluştu. Her şey onun iki dudağının arasından çıkacak bir çift söze kaldı.

Başkanlık sistemi denen ucube ile Türkiye’nin üç sene içinde vardığı yer burası. Bu sistemden kârlı çıkan tek kişi Erdoğan’dır, onun ailesi ve çevresidir. Hepsi zengin oldu, milyoner değil, üç nesline yetecek milyarder oldu. Paraları, halkın paralarını uçaklarla, gemilerle yurt dışına götürdüler. Türkiye halkı şimdiye kadar yiyen çok politikacı tayfası gördü, ama böylesine, doymak bilmeyeni, para için din, iman tanımayanı, riyakâr, dinini, vicdanını para için kullananı ilk kez yaşıyor. Halk artık Erdoğan’dan, onun başkanlık sisteminden bıktı, ona yüz çevirmeye başladı. Yapılan anketler önümüzdeki ilk seçimde Erdoğan’ın oyların %51’ini alıp başkan olamayacağını, iktidarı kaybedeceğini göstermektedir. İktidarı kaybetmek ise Erdoğan’ın sonudur, yenen paranın, mülkün, yapılan zulmün hesabını vermektir. Kaç aydan beri geceleri Erdoğan’ı kâbuslar basmakta, sağlık durumunun kötüleştiği iç ve dış basında konuşulmaktadır. Erdoğan ise ölmemek, iktidarda kalmak için direnmekte, bir yol aramaktadır.

Parlamenter sisteme geçme planları

Erdoğan kurtuluşunu Türk usulü başkanlık sistemini bırakıp yeniden parlamenter sisteme geçmekte, bu sistemde yeniden başbakan olmakta ve Abdullah Gül’ü de temsili cumhurbaşkanı yapmakta görmektedir. Hatta bunun için Abdullah Gül ile görüştüğü bile Ankara kulislerinde konuşulmaktadır. Yandaş basın ise açıktan açığa Adullah Gül’ün hem Millet, hem Cumhur İttifak’ının ortak adayı olabileceğini dillendirmeye bile çoktan başlamıştır. Her ne kadar Erdoğan “planımızda parlamenter sisteme geçmek yok” dese de, parlamenter sisteme geçmek için Cumhur İttifakı’nda yeni bir anayasa ve seçim kanunu çalışmalarına hız verilmiş durumdadır. Yeni bir anayasa hazırlama çalışmasını önce Bahçeli başlattı. Bunun Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde olduğu apaçık. Sonra AKP kurmayları yeni bir anayasa için çalışmaya başladı. Muhalefet, Millet ittifakı ise uzun zamandan beri güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme geçiş için anayasa çalışmaları yapmaktadır. Hem Cumhur hem de Millet İttifakı’ında bu çalışmalar son aşamasına gelmiş bulunmakta. Sorulan soru bundan sonra ne olabileceğidir. O zaman sormak gerekir: Ne olacak?

Hiçbir ittifakın kendi anayasa taslağını meclisten geçirme olanağı yoktur. Bu durumda Cumhur ve Millet İttifak’ının anlaşması dışlanamayacak bir olanak olarak belirmektedir. Bu mümkündür, çünkü onlar arasında devleti ele geçirme dışında çok büyük farklar yoktur. Hatta Kürt direnişinin ezilmesi konusunda aralarından su sızmaz, ortak hareket ve dayanışma bile vardır. Her iki taraf her zaman masaya oturabilir ve yeni bir anayasa görüşmesi yapabilir. Ve bunlar masaya oturduklarında parlamenter sisteme geçme adına ilkelerden taviz vermeye de hazırdırlar. Onların anlaşmaması için hiçbir neden yoktur. Zira ikisi de cumhuriyetin kuruluş felsefesinde, Türk devletinin “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” konusunda hem fikirdirler, kâğıt üzerinde demokratik hak ve özgürlükler, güçler ayrılığı ve yargı bağımsızlığında anlaşabilirler. Sonra bunları iktidarı ele alan istediği gibi uygular. Anayasanın ilk üç maddesine dokunmazlar. Böylece hem Millet, hem Cumhur İttifakı HDP’nin “baskısından”, Millet İttifakı HDP ile işbirliği yapma zorunluğundan kurtulmuş olur. Böylece HDP’yi soyutlamak, dışlamak da kolaylaşmış olacaktır. Onlar için HDP ile her ilişki kurma zorluğundan kurtulmak, Türk devletini büyük bir tehlikeden kurtarmaktır.

Burjuvazinin oyunları yığınların gücüyle bozulur

Parlamenter bir sistem üzerinde anlaşan Cumhur ve Millet İttifakı temsili cumhurbaşkanı olarak da Abdullah Gül üzerinde anlaşabilirler. Bu yönde kamuoyundan baskı da örgütleyebilirler. Bu nedenle HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde önemli olan şahıslar değil ilkelerdir demesi, özellikle bu ilkelerin müzakeresi üzerinde durmasının anlamı şimdi daha iyi ortaya çıkmaktadır. Hatta onlar seçim arifesinde HDP’yi kapattırarak Kürt oylarının üstüne de oturmayı da planlayabilirler. Millet ittifakı tüm bunları AKP’nin seçimi kazanacağını bile bile yapabilir. Erdoğan için ise söz konusu başkan veya başbakan olmak değil, herhangi bir şekilde iktidardan kalmaktır. Burjuvazi kendi arasındaki ittifakı her zaman demokratik güçlerle, Kürt halkıyla, işçi ve emekçilerle yapılacak birlikteliğe tercih eder. Hele Kürtlere karşı bir ittifak onlar için hayatidir. Bu nedenle sol ve demokratik güçlerin seçim tartışıldıkça ve yaklaştıkça uyanık olmaları gerekmektedir. Daha şimdiden seçimi beklemeden yığınlar arasında HDP’nin açıkladığı ilkeleri tartışmaya açmalı, ilkeler üzerinde anlaşılması konusunda yığınlar harekete geçirilmelidir. Yığınlar kazanılmadan seçimler kazanılamaz, Erdoğan rejimine son verilemez. Osmanlıda, onun takipçisi burjuvazide oyun çoktur. Onların oyunları yığınların kazanılması ve yığınsal çıkışların örgütlenmesiyle bozulabilir. Unutulmamalı ki, sol ve demokratik güçlerin, devrimciler ve komünistlerin gücü yığınsal bağlarındadır.

Bir yanıt yazın