Haber / Yorum / Bildiri

Emekli Amirallerin Bildirisi ve Tepkiler

Barış ALPER

Erdoğan için Allah’ın yeni bir lütfu

104 emekli amiral bir bildiri yayınladı. İktidar kanadı, AKP ve MHP, Erdoğan ve Bahçeli hemen saldırıya geçtiler. Mal bulmuş mağrib gibi bildirinin üstüne atıldılar. “Bu bir darbe tehdididir”, “bir muhtıradır”, “milli iradeye saldırıdır”, “hadleri gösterilecektir” diye kamuoyunda bir kampanya başlattılar. Bir yandan ekonomik sıkıntı, iş, aş diyen milyonlar ve sürekli artan korana vaka ve vefat sayıları, diğer yandan eriyen seçmen tabanı karşısında köşeye iyice sıkışmış bunalan Erdoğan ve Cumhur İttifakı için bu “darbe imalı” bildiri onlara “Allahın bir lütfu” gibi geldi. Muhalefete saldırmak, toplumu sindirmek ve kendini “darbe mağduru” göstermek, her gün gerçekleştirdiği sivil darbeleri haklı çıkarmak için eline büyük bir fırsat geçmiş oldu. En azından amiraller yapmış oldukları açıklamayla Erdoğan’a bu fırsatı vermiş gözüküyorlar.

Erdoğan ise amirallere “hadlerini” bildirmekte gecikmedi. Sabaha karşı harekete geçirdiği güvenlik güçlerine 10 amirali tutuklattı. Diğerleri de sıradadırlar. Onların daha şimdiden lojman, koruma gibi kazanılmış haklarının gasp edilerek cezalandırılmasını, rütbelerinin sökülüp emekliliklerinin iptal edilmesini taleb etmeye başladılar. Hukuk ihlal ve darbeleriyle ünlenmiş AKP-MHP iktidarından başka bir şey de beklenmezdi. Hâkimlere verecekleri talimatla büyük bir ihtimalle bu amirallerin çoğu uzun zaman hapiste tutulacaktırlar.

Darbe muhtırası değil, fikir özgürlüğü

Muhalefetten bir kesim iktidarın bu bildiriden bir “darbe bildirisi”, “muhtıra” anlamı çıkarmasına şiddetle karşı gelmekte, bu bildirinin düşünce ve fikir özgürlüğü temelinde ele alınması gerektiğini belirtmekte ve bu bildiriden darbe tehdidi çıkaran iktidarın kendi fiil, karar ve söylemlerine bakması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Özellikle son yıllarda Erdoğan sivil darbe üstüne sivil darbe yapmakta, ne halkın sandıktan çıkmış özgür iradesine, ne de Anayasa’nın açık hükümlerine saygı duymakta, açıkça çiğnemektedir. Kürt illerinde seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp kayyım atamak sivil bir darbedir. AİHM’nin kararlarına uyulur diyen Anayasa hükmüne rağmen Demirtaş ve Kavala’yı serbest bırakmamak, zorla hapiste rehin tutmak bir sivil darbedir. Hapishanelerde binlerce aydın ve politikacının haksız ve hukuksuz tutulması sivil bir darbedir. HDP’yi kapatmaya kalkmak sivil bir darbedir. HDP milletvekilleri için hazırlanan fezlekeler sivil darbedir. Gergerlioğlu’nun vekilliğini düşürmek ve hapse atmak sivil darbedir. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan rektör sivil darbedir. İstanbul Sözleşmesini kaldırmak sivil darbedir. Anayasa Mahkemesi istediğimiz kararı vermiyor, “kaldıralım, kapatalım” demek en hafifinden darbe tehdididir. Bu darbeler sayılınca Erdoğan’ın amirallerin bildirisine neden “can simidi“ gibi sarıldığı anlaşılmaktadır. Kendisi bir “darbeci” olan Erdoğan’ın başkalarını darbeci diye suçlamasının bir amacı da kendi darbelerinin üstünü örtmek içindir.

Liberal aydınlar “muhtıra” değil, ama Erdoğan’a “can simidi”

Başta küçük burjuva sol liberal aydınlar olmak üzere muhalefet cephesinden diğer bir kesim de tam da Erdoğan’a bu “can simidi”ni attıkları ve geçmişte ordudan gelen darbeler çağrışımına yol açtıkları için amirallerin bu bildirisine yine şiddetle karşı gelmekteler, darbe ve darbecilerin her türlüsüne, askerisine ve siviline karşı olduklarını, toplumsal sorunların demokrasiyle çözülmesinden yana olduklarını vurgulamaktadırlar. Ama emekli olan ve yaptırım gücü olmayan bu amirallerin bildirisinin, iktidar ve yandaşlarının yaptıkları gibi eski darbe muhtıralarına benzetilemeyeceği, ancak düşünce ve fikir özgürlüğü çerçevesinde ele alınması gerektiğini belirtmektedirler. Buna rağmen geçmişte çoğu darbeci olan bu yüksek rütbeli amiraller emekli de olsalar fikirlerini beyan ederken geçmişteki toplumun kuyruk acısını hesap etmeleri gerektiğini vurgulamaktadırlar, zira “Bu ülkede herkes fikrini beyan edebilir” sözü bunların bildirisi karşısında hedefini bulmamaktadır. Tersine bu bildiri “Cumhur İttifakını ve AKP’yi pekiştirdi, sağlamlaştırdı, kısa dönemde çatlamasını, fire vermesini engelledi” ve “demokrasi mücadelesini de daha şimdiden zayıflattı, sekteye uğrattı” demektedirler. Amirallerin bunu nasıl hesap edemediklerine şaşmaktadırlar. Ülkenin içinde bulunduğu durum dikkate alındığında “Söylediklerine değil, söyleyenlere bak!” diye vurgu yapmaktadırlar.

Eklektik bir yaklaşım-Büyükelçi amiral farkı

Bu muhalif sol liberal çevrelerin bu tutumu doğru değildir; eklektik, yüzeysel, düzmantıksal bir yaklaşımdır. Muhakkat bu amirallerin çoğu geçmişte birer darbeci idiler ve bugün de darbe hayallerine sahip olabilirler. Ama bu onların ülkenin bazı sorunları üzerine görüş ve fikir beyanında bulunmalarına engel olamaz. Birincil olan söyleyen değil, söylenenlerdir. Söylenenin söyleyenle bağını kurmaktır, nedenini araştırmaktır. Amirallerin üzerinde durdukları birinci konu Montrö konusudur. Bu konuda bir yıl önce 126 emekli büyükelçi açıklama yaptığında böyle bir yankı uyandırmadı. Ama amirallerinki uyandırdı. Nedeni birinin büyükelçi, diğerinin amiral olması değildir. Nedeni içeriğidir, zaman, koşul ve söylem farkıdır.

Bir sene öce büyükelçiler yapılması planlanan Kanal İstanbul’un Türkiye’nin bir kazanımı olan Montrö anlaşmasını tartşmaya açacağı ve bunun bazı devletlerin çıkarına olacağı konusu işlenmekte ve bu konuda kamuoyu bilgilendirilmekte ve şöyle denmektedir: “Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, Türkiye’ye bütün bu kazanımlarını kaybettirebilecek yaşamsal bir egemenlik ve güvenlik, kısacası gerçek bir beka sorununa yol açacaktır. Türkiye Cumhuriyeti üzerinde çeşitli emelleri olan devletlerin çıkarına hizmet edecek olan Kanal İstanbul’dan vazgeçilmelidir.”

Oysa amiraller bildirilerini yayınlama nedeni artık Montrö üzerine tartışmanın açılmış olması, hatta İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı gibi, Montrö’den de çıkılabileceğinin söylenmiş olmasıdır. Meclis Başkanı Şentop’un, “İstanbul Sözleşmesi gibi Montrö’den de çıkarız” demesi bir dil sürçmesi değil, iktidar çevrelerinde bu konunun telaffuz edildiğinin delilidir. Bu nedenle amirallerin bu konudaki açıklaması daha “sert” ve “tehditkâr”dır, “eylemsel”dir. Amiraller büyükelçiler gibi antlaşmanın önemini belirttikten sonra şöyle diyor: “Bu ve benzeri nedenlerle, Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesi’nin tartışma konusu yapılmasına, masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz.” İki açıklama arasındaki fark çok açıktır. Erdoğan’ı birincisi değil ikincisi kızdırır.

Anayasanın değiştirilemez maddeleri

Büyükelçilerin açıklamasında olmayan, ama amirallerinkinde olan ikinci konu laiklik konusu ve Erdoğan’a bu konuda açık cephe almalarıdır. Amiraller bildirilerinde bu konuda Erdoğan’a “meydan okumaktalar” ve şöyle demekteler: “TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruretidir.

Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz…

Atatürk’ün gösterdiği yolda canla başla çalışan cefakâr Türk Denizcilerimizin yanındayız.”

Amiraller için Anayasanın değişmez maddeler denince laiklik maddesi anlaşılır. Diğer değişmez maddelerle amirallerin Erdoğan’la bir sorunu yoktur, tersine hemfikirdirler. Çünkü bu maddeler “tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek dil” maddeleridir, yani Kürtleri ve diğer halkları inkâr ve imha, zorla asimilasyon maddeleridir. Her biri birer ulusalcı ve Atatürkçü Kemalist olan bu amiraller bu konuda Erdoğan’ın tam destekçileridir. Tam da bu konuda demokrat ve solcular hem amiral ve generallerin, hem de Erdoğan’ın karşısındadırlar. Demokrasi yalnız laiklik sorunu değil aynı zamanda ulusal sorunun çözümüdür, hatta birincil olan ulusal sorunun çözümüdür. Hem laik cumhuriyette hem islam cumhuriyetinde ulusal inkâr ve imha, asimilasyon politikası sürdürülebilir. Ulusal sorunun çözüldüğü demokratik bir cumhuriyette islam ve laiklik tartışması biter, toplum gerçek olarak laiktir, tüm inançlar özgürdür. Hiçbir ulus, hiçbir dil, hiçbir din diğerinden üstün değildir, tam eşit ve özgürdürler.

Ama laiklik konusunda Erdoğan’la ulusalcı ve Atatürkçü amiraller taban tabana zıttır. Bunlar şekli de olsa laikliğin “ardıcıl” savunucularıdır. Laiklik ise Erdoğan’ın nasırıdır, bastın mı, feryadı basar. Onun büyükelçilere değil, amirallere kızmasının ve kükremesinin esas nedeni laiklik konusudaki tutumlarıdır. Zira Erdoğan’ın hedefi Türkiye İslam Cumuriyeti’dir. Hanefi ve Aleviliği yok edip Vahabi bir toplum yaratmaktır. Bunun için yeni bir anayasa yapmayı gündeme getirmektedir. İmam-Hatipleriyle, Ayasofya ile Halifelik tartışmasıyla İslami bir toplum yaratma konusunda büyük mesafeler katetmektedir. Bunu gören amirallerin seslerini yükseltmesi çok doğaldır. Burada yer ve zaman tartışması gereksizdir, tartışmak için koşullar çoktan olgundur. Erdoğan ise, bu gidişe çomak sokmak isteyen herkesi bertaraf etmek için her yola başvurmaya hazırdır. Ama amirallerin kurduğu laikliği “TSK’nın titizlikle sürdürmesi zaruretidir,.. tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz… cefakâr Türk Denizcilerimizin yanındayız” gibi cümleleri Erdoğan’a diken gibi batmaktadır. Ve Erdoğan, bu amiraller büyükelçiler gibi değildir, bunlar emekli olsalar da ordu içinde ve dışında binlerce tanıdıkları var, “yılanın başı küçükken ezilir” diye düşünmekte ve amirallere var gücüyle karşı çıkmaktadır.

Darbelere ve darbecilere karşıyız

Bu satırları yazan da hem askeri hem sivil darbelere ve darbecilere tümden karşıdır ve ikisinden de “kuyruk acısı” vardır. Ama Erdoğan’a yarayacak diye ‘amirallerin fikirlerini söylemesinin yeri ve zamanı değildir’ gibi bir anlayış da doğru değildir. Tam tersine Amirallerin değindiği Montrö antlaşması ve laiklik konusu, değinmek istemedikleri ulusal konu, yani demokrasi konusu sol ve demokratik güçlerin ana konularıdır. Bu konuları bu güçlerin ardıcıl şekilde ele almaması, güncelleştirmemesi, güncelleştiren amirallere de kızması bir sefalet örneğidir. Burjuva muhalefetinin yaptığı gibi bu temel sorunlara deyinmeyip sırf iş, aş, ekmek sorununa değinmek de sol liberaller tarafından Erdoğan’a verilen en büyük destektir. Artık ekonomik sorunların yanı sıra politik sorunları da gündeme alıp halk yığınlarını bu konularda aydınlatıp, ekonomik ve politik konular arasında diyalektik bağları kurmak önde duran en acil görevdir. Sol ve demokratik güçler bu konuda toplumda bir irade oluşturduğu ölçüde ulusalcı güçlerin bu konularda ahkâm kesmesinin de önünü alınmış, kesilmiş olacaktır.

Darbeler burjuva düzeninde yasallıktır, iradeciliği bırakmak gerek

Darbe ve darbe karşıtlığı olma konusunda da bir çift söz: Darbelerden hepimizin çektiği, unutulmaz çok büyük acılar vardır. Hepimiz darbelere karşıyız, bir daha darbeler yaşansın istemiyoruz. Ama bu yaklaşım iradeci bir yaklaşımdır. Darbe benim isteğimin dışında olan objektif bir gelişmedir ve kapitalist burjuva toplumunun bir yasallığıdır. Burjuva hem kendi iç sorunlarını, hem işçi sınıfı ve devrimci demokratik güçlerin yükselen mücadelesini, iktidarına karşı olan tehlikeleri demokratik yollardan çözemediği durumda darbelere başvurur. Bir burjuva kesiminin diğerine karşı darbesi Bonapartist darbelerdir, Burjuvazinin işçi ve devrimci güçlere karşı darbesi karşı devrimdir. Tekelci kapitalizm döneminde bu faşizmdir. Demokrasi gelişmiş, zengin burjuva toplumunu gerektirir. Dünya sömürüsü azaldığında, kâr düştüğünde en gelişmiş ülkelerde bile darbeler başlar. Trump darbesi buna bir örnektir. 

Türkiye gibi geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde kapitalizm tam olarak gelişip yayılamadığından egemen olan burjuvazi iktidarını ancak darbelerle garanti altına alır. 12 Eylül hem işçi ve devrimci güçlere karşı bir karşı devrim, aynı zamanda kapitalist gelişmenin önünü açan, tekelleşen neoliberal burjuvazinin iktidarını sağlayan bir darbe idi. 15 Temmuz burjuvazinin kendi içinde bir darbe idi, Erdoğan ise iktidarını ve islam faşizmi tek adam rejimini gerçekleştirebilmek için sürekli sivil darbelere başvurmaktadır. Türkiye sahip olduğu kapitalist gelişme düzeyi ve burjuvazinin iç çelişkileri nedeniyle daha birçok darbeye gebedir. Sorun darbeye karşı olduğunu beyan etmek değil, gelmekte olan darbeleri görüp yığın çalışmalarını güçlendirmek, yeni geniş ittifaklar oluşturabilmektir.

Bir yanıt yazın