Haber / Yorum / Bildiri

Erdoğan iktidarda kalabilmek için topyekûn saldırıya geçti

Hedefinde yine Kürtler, işçiler, aydınlar, gençler ve kadınlar var

SEÇMEN tabanı sürekli eriyen Erdoğan son aylarda, 2023 yılı yaklaştıkça yaptığı konuşmalarda, ortaya koyduğu “reform” proje ve planlarında, aldığı KHK’larda iktidarını muhafaza edebilmek için “yeni” bir politika geliştirdiği anlaşılmaktadır. Bu politika Kürtlere, işçilere, aydınlara, gençlere ve kadınlara topyekûn bir saldırı içermektedir. Böylece Erdoğan kısıtlanan kadın haklarıyla eriyen gerici, bağnaz dinci seçmen tabanını konsolide ederek, kaybettiği seçmen kitlesini geri kazanarak, kapatacağı HDP ile Kürt oylarına el koyarak, işçileri, gençleri, aydınları, kadınları sindirerek baskın veya zamanında yapılacak bir seçimi kazanmayı planlamakta, bu planın tutmayacağı ortaya çıkarsa seçimsiz iktidarı “zorla” devam ettirme yolları hazırlamaktadır. “Kaybedecek çok şeyim var” diye düşünen Erdoğan iktidarı bırakmamak için her yola, seçime de, zora da başvuracağı anlaşılmaktadır. Onun bu planlarını boşa çıkarmak Türk, Kürt işçi ve emekçilerin, devrimci ve demokratik güçlerin önünde duran en acil görevdir.

Korona koşullarında ezilen, ama boyun eğmeyen işçiler

Korona pandemisi en çok işçi ve emekçileri, esnaf ve çiftçileri vurdu. Özellikle işçiler patronların insafına teslim edildi. Zaten ekonomik krizle karşı karşıya olan birçok patron pandemiyi fırsat bilerek işyerlerini kapattılar veya pandemi nedeniyle kapatmak zorunda kaldılar. İşsiz kalan işçilere hükümet sadaka gibi ayda 1420 lira yardımda bulunmakta. Diğer yandan hükümet işten çıkartma yasağı getirdi. Patronlar işten çıkartamadığı işçileri ücretsiz zorunlu izine ayırdı. Devlet bunlara da ayda 1420 lira ödeme yapmaktadır. 1420 lira ile hele İstanbul’da aile geçindirmek ise yoksullukla başbaşa kalmak demektir. Elektrik, su, gaz parasını ödeyemeyen, pazara çıkamayan, evine ekmek götüremeyen insanlar intihar etmektedir.

Artan ekonomik kriz karşısında işçi ve emekçilerden istediği oyu alamayacağını çok iyi bilen Erdoğan büyük destek verdiği patronların yardımıyla işçileri sindirerek kendine taban yapmaya çalışmaktadır. Sindirmenin en iyi yolu fabrikalardaki haksızlıklara susmayan, boyun eğmeyen sendikacı önder işçileri, işten çıkartma yasağına rağmen, Kod 29, yani “Ahlak ve iyi niyet kurallarına” aykırı davrandıkları suçlamasıyla tazminatsız işten atmak olmaktadır. Son günlerde Kocaeli’nde Baldur Süspansiyon ve Systemair HSK fabrikalarında, Çorum’da Ekmekçioğulları Metal fabrikasında, Çayırova’da Migros Depolarında, Karaman’da Döhler Gıda fabrikasında, Gaziantep’te Yasin Kaplan Halı fabrikasında, Çorlu’da Bel Karper peynir fabrikasında sendikalaşan ve sendikal mücadele veren birçok işçi Kod 29 uygulamasıyla işten atıldılar. İşten atılan aktif işçiler ise yılmadan direniyorlar, Erdoğan’ın işçileri sendikasızlaştırıp kendine bağlama girişimlerini boşa çıkartmaya çalışıyorlar. Başta DİSK olmak üzere tüm sendikalar Kod 29 uygulamasına karşı gelmeliler, atılan işçilere hep birlikte sahip çıkmalı ve Erdoğan’ın işçiler üzerindeki oyunlarını bozmalıdırlar. İşçilerden Erdoğan’a oy çıkmamalıdır.    

Kadın direnişi Erdoğan’ı yenecek en büyük güçlerden biridir

Son yıllarda Türkiye, kadının özgürleşmesi, ekonomik, sosyal politik alanlara aktif katılması yönünde önemli gelişmeler kaydetti. Ama aynı dönemde kadına ve çocuklara yönelik şiddet, tecavüz, katliamlar da arttı. Özellikle hâlâ erkek egemenliğini kutsayan, kadının özgürleşmesini istemeyen maço anlayışlı, feodal İslami bağnaz çevreler harekete geçti. Kadını yeniden eve, mutfağa kapatmaya, çocuğa bakan, kocasına hizmet eden konuma getirmeye kalkıştılar. Bunu kabul etmeyen kadına cinayet dâhil her türlü şiddeti reva görmeye başladılar. Bunu topluma olağan bir davranış gibi kabul ettirmeye çalıştılar. Bunda AKP çevrelerinden aldıkları desteklerle yer yer başarılı da oldular.

Son yıllarda bu gerici çevreler kadın ve çocukları hem aile içi, hem aile dışı şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkmaya başladılar. Özellikle tarikat şeyhleri ve bağnaz siyasi İslamcılar İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını istediler. Erdoğan önce bu taleplere itibar etmedi. Çünkü AKP içinde de bu sözleşmeyi savunan küçümsenmeyecek bir kadın kitlesi vardı. Ne zaman ki sözleşmeye karşı çıkan kesim savunan kesimi geçti ve AKP tabanında erime yaratmaya başladı, Erdoğan hemen harekate geçti. Hem kendi İslami tabanını korumak hem Saadet Partisi gibi sözleşmeye karşı çıkan farklı İslami kesimleri kazanmak için bir gecede İstanbul sözleşmesini bir KHK ile yürürlükten kaldırdı. Artık kadınlar tarikat şeyhleri, bağnaz İslamcılar, erkek egemen zihniyet sahipleri için hedef tahtasıydı. Bundan sonra şiddet, tecavüz, cinayetlerin daha da artması “normaldi”.

Erdoğan oy hesapları yapadursun, kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına karşı çıktılar. Günlerden beri yaratıcı eylemlerle, mor renkli yürüyüş ve mitinglerle Erdoğan’ın bu keyfi kararına karşı direniyorlar. “Korkmuyoruz, Susmuyoruz, Boyun eğmiyoruz” diyorlar. Kadınların direnişi her gün büyüyerek Türkiye’nin dört bir tarafına yayılıyor. Kadın hareketi hızla Türkiye’in özgürleşme ve demokratikleşme, Erdoğan’ın otoriter tek adam rejimine son verme mücadelesinin önemli bir parçası ve ivmesi haline gelmektedir. Kadınların özgürleşme derecesi bir toplumun gelişmişlik ve özgürleşme düzeyinin ölçeğidir. Şimdi İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı gelişen kadın hareketini çalışan işçi, emekçi ve köylü kadınlara, ev kadınlarına, dindar mütedeyyin kadınlara açma görevi önde durmaktadır. Cumartesi Anneleri, Kürt kadınları bunun başarılabileceğini göstermiştir. Bu yönde atılan her adım Erdoğan’ın oy hesaplarını bozacak, korkulu rüyası olacaktır. Kadınlar bunu başaracaktır.

Susmayan, boyun eğmeyen gençler ve aydınlar

Devletin Kürt halkına karşı saldırılarına ortak olmayacağız diyerek barış bildirisi yayınlayan akademisyenlerin üniversitelerden temizlenmeleri, Kavala, Altan gibi aydın ve gazetecilerin AİHM kararlarına rağmen inatla hapiste tutulmaları akademisyen ve aydın kesim üzerinde oldukça bir baskı yarattı. Üniversiteler atanan “kayyım” rektörlerle büyük ölçüde kontrol altına alındı. Aynı şekilde Erdoğan basını da yarattığı havuz ve yandaş medya ile büyük ölçüde kendisine bağladı.

Ülke nerdeyse tam “dikensiz gül bahçesi”ne dönüyordu ki, ortaya birden Boğaziçi Üniversitesi öğrenci ve akademisyenleri çıktı. Erdoğan’ın hesaplarını bozdu. Atanan “kayyım” Rektör Bulu’ya karşı direniş hızla büyümektedir. Üniversite kapısına vurulan kelepçeye, polisin saldırısına, tutuklamasına rağmen öğrenciler ve profesörler, “susmayacağız, boyun eğmeyeceğiz!” diye Ocak ayından beri direnmektedirler. Sorunlarının seçilmiş değil atanmış rektör olduğunu, demokrasi, akademik özerklik, fikir özgürlüğü olduğunu belirtmekteler. Türkiye’nin dört bir yanından Boğaziçi ile dayanışma eylemleri yükselmektedir. Öğrenciler eylemlerini sokağa taşıdılar, halktan büyük destek gördüler. Boğaziçi öğrencileri bir kıvılcım yaktılar. Erdoğan bu kıvılcımın kendisini yakacak bir yangına dönüşeceğinden korkmaktadır. Bu ise halkın, işçi sınıfının ve emekçilerin öğrencilere sahip çıkmasıyla mümkündür.

Basının büyük çoğunluğunu kendisine bağlamasına rağmen geriye sosyal medya, küçük bir internet gazeteciliği ve birkaç gazete ve TV kanalı kaldı. Erdoğan bunları susturmak ve yıldırmak için sürekli para ve hapis cezaları verdirtmektedir. Bunların sürekli yılmaz mücadeleleri karşısında Erdoğan bunlara karşı baskıyı artırdı. Son günlerde fiziki şiddete geçti. Burada MHP’yi, Bahçeli’yi ve onun ülkücü timlerini kullanmaktadır. Levent Gültekin’e yapılan saldırı bunun ne ilk ne de son örneğidir. Şiddetle de susmayan bu azınlık basını elbet Erdoğan bir gün kapatarak susturacaktır. Çünkü bunlar iktidarını tehdit eden önemli odaklardan biridir. Bu odakların yaşaması ise halkın onlara sahip çıkmasıyla mümkündür. Halkla birlikte gençlerin, aydınların mücadelesi Erdoğan’ı yenecektir.

HDP halktır, kapatılamaz ve susturulamaz!

HDP Kürt ve Türkiye halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ismidir!

İsmi değişir ama fikri yaşar, yeniden daha gür fışkırır!

Erdoğan iktidarına karşı en büyük tehlikenin kürtlerden geldiğini görmektedir. Seçimle iktidarda kalmak için de Kürtlerin oyu gerekmektedir. Erdoğan ve ortağı Bahçeli aylardan beri bunun nasıl mümkün olabileceğini düşünmekteydiler. Sonunda Cumhur İttifakı ve Saray çözümü, HDP’ ye karşı topyekûn saldırıda gördü. HDP’yi kapatmayı hedefine koydu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı 17 Mart 2021’de Anayasa Mahkemesi’ne HDP’ye karşı kapatma davası açtığını duyurdu. Böylece Başsavcı, son günlerde yoğun olarak “HDP’nin kapısına kilit vurulsun”, “Başsavcı harekete geçsin” diyen MHP Başkanı Bahçeli’nin talebini yerine getirmiş olmakla kalmadı, aynı zamanda bu davayı MHP Kurultayından bir gün önce açmış olmakla da yalnız MHP’ye değil, kamuoyuna da açık, özel bir mesaj göndermiş oldu. Yüksek yargı tarafsız ve bağımsız değildir, Cumhur İttifakı’nın ve Saray’ın emrindedir. Onlar buyurur, yargı yerine getirir demiş oldu.

Erdoğan O.K. demeden yaprak kımıldamayan Türkiye’de Yargıtay Başsavcısı’nın HDP’ye karşı kapatma davası açması yalnız MHP’nin isteği ile değil, Saray’ın, Erdoğan’ın onayı ile olmuştur. AKP’nin Erdoğan’ın parti kapatılmasına karşıymış, bunu Bahçeli istiyormuş izlenimi yaratma çabası kamuoyunu yanıltmak için oynanan bir tiyatrodan başka bir şey değildi. Bitmişlik sendromu yaşamakta olan hem AKP, hem MHP, hem Erdoğan, hem Bahçeli kaybettikleri mevzileri, seçmen kitlesini yeniden kazanmak, iktidarı devam ettirmek için ellerindeki son çarenin hamaset edebiyatı olduğunu görmektedirler. Onlar milliyetçiliğe, Kürt düşmanlığına, HDP, PKK, terör söylemine sarılıp, bekaa sorununu ısıtıp muhalefeti, Millet İttifakı’nı bölmek, toplumu kutuplaştırmak, normal veya baskın bir seçimi kazanmayı planlamaktadırlar. Eğer bu plan tutmazsa,toptan muhalefeti susturup iktidarı zorla ilelebet sürdürmek istemektedirler.

Erdoğan için iktidarda kalmak biricik hedeftir

Erdoğan için iktidarda kalmak biricik hedeftir. O ayağının altından zeminin kaydığını gördükçe iktidarda kalmak için her şeyi mübah saymaktadır. Hem kamuoyunun, hem AB ve ABD’nin gözünü boyamak, kendi seçmenini korumak için arka arkaya açıkladığı reform plan ve programları istediği sonucu vermedi. Tam tersine, kamuoyunun tepkisini çekti. İlan ettiği insan hakları eylem planı halkla alay etmekti. Eleştiri ve ifade özgürlüğünü “savunurken” kendisini eleştirenleri, fikrini söyleyenleri hapse attırıyordu. Plan; uygulananların, gerçeğin tam tersi, Türkiye’de insan haklarının, hukukun, adaletin çiğnendiğinin itirafı idi. Açıkladığı Ekonomik reform programı da öyleydi. Ekonomi politikasının iflasının itirafıydı. “Reform”dan işçiye, çiftçiye, esnafa bir şey çıkmadı. Fiyat istikrarını bir kenara bırakıp enflasyon ve pahalılıkla halkı başbaşa bıraktı. Enflasyonla savaşamayan Merkez Bankası Başkanı Ağbal’ı görevden aldı. Kürtlere karşı yürütülen savaşın, Libya’dan, İdlib’den Karabağ’a kadar kullandığı İŞİD canilerinin giderleri, Saray’ın artan masraflarını karşılamak için sürekli konan zam ve vergiler halkı feryat ettirmektedir. Artık halk çizilen pembe tablolara itibar etmiyor. İş, aş, ekmek istiyor. Bunları veremeyen Erdoğan’a, Cumhur İttifakı’na sırtını dönüyor. Cumhur’a da Erdoğan’a da oy yok diyor. Kayan seçmeni kazanmanın tek yolu milliyetçiliktir. Bunun da yolu “devletin milleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğü elden gidiyor” yaygarasıyla HDP’ye “terörist” diye saldırmak, onu PKK’nin “uzantısı” gibi göstermeye kalkışmaktır. Elindeki tek sahte silah budur. 

7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra sürekli Kürtlere saldırı

Erdoğan Barış Masası’nı devirdikten, 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybettikten sonra Kürtlere, HDP’ye, PKK’ye karşı yoğun bir şekilde saldırıya geçti. Önce 2016’da Eşbaşkanlar Demirtaş ve Yüksekdağ’ı, daha sonra da birçok HDP yöneticisini tutuklattı. Ama başarılı olamadı. HDP her seferinde seçimi kazanıp Meclis’e girmeyi başardı. En son özellikle 23 Haziran 2019 İstanbul yerel seçimlerinde İmamoğlu’na verdiği destek Erdoğan’ı çileden çıkarttı. Erdoğan HDP’nin “defterini dürmeye” karar verdi. Önce halkın iradesini hiçe sayarak seçimi kazanan HDP’li belediyelere sivil darbeler yaptı, başkanları görevden aldı, hapse attı, yerlerine kayyım atadı. Sonra sürekli tutuklamaların yanısıra HDP milletvekillerine yöneldi. Yargıya verilen emirle HDP milletvekillerine kesilen cezalar süratle kesinleştirildi. Başta Leyla Güven ve Musa Farisoğulları olmak üzere vekilleri tutuklamaya başladılar. Sonra 20 HDP’li vekilin dokunulmazlığının kaldırılması için fezlekeler hazırlandı. Önümüzdekü günlerde bu milletvekillerine de cezalar yağdırılacağına ve vekilliklerinin düşürüleceğine kesin gözle bakılmaktadır. Yolda başka fezlekeler de bulunmaktadır. Bu arada attığı bir Twit nedeniyle kendisine verilen 2,5 yıl hapis cezası hızla kesinleştirilen Gergerlioğlu’nun durumu Meclis gündemine getirildi, hemen vekilliği düşürüldü. Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi büyük tepkilere yol açtı.

Gergerlioğlu’nun vekilliği düşürüldü, ama mücadelesi devam ediyor

Gergerlioğlu muhafazakâr çevreden gelen, ardıcıl bir insan hakları savunucusu olarak HDP’ye katılan, HDP’den Kocaeli milletvekili seçilen, Meclise girdikten sonra her kesimden mağdur olan insanların, en son poliste çıplak aramaya maruz kalmış özellikle kadınların sorununu Meclis gündemine getiren, onların haklarını savunan Meclis’in en saygın milletvekillerinden biri olmuştur. Onun bu çalışmaları iktidarın, Erdoğan’ın gözüne diken gibi battı. Sonra da onun vekilliğinin düşürülmesi için düğmeye basıldı. Savcılar Gergerlioğlu’nun dosyasını, Twitlerini karıştırmaya başladılar. Onun Ermeni soykırımı yeren, çözüm sürecini destekleyen, halkların kardeşliğini savunan birçok Twiti vardı. Bir Twitinde de 20 Ağustos 2016’da T24 haber sitesinde yayınlanan “PKK: Devlet adım atarsa barış 1 ayda gelir” haberini paylaşarak “örgüt propagandası yaptığı” gerekçesiyle hakkında açılan bir dava ve bu davadan 2,5 yıllık kesinleşmemiş cezası vardı. Dava Yargıtay’da idi. Yargıtay harekete geçirildi, hızla ceza kesinleşti, Meclis’e geldi ve Gergerlioğlu’nun 17 Mart 2021’de millevekilliği düşürüldü. Bu açıkça millet iradesine siyasi bir darbeydi, hukukun, Anayasa’nın çiğnenmesiydi,

HDP ve Gergerlioğlu bu haksızlığı, hukuksuzluğu, adaletsizliği kabul etmediler, protesto ettiler. Gergerlioğlu “Milletimin kalbindeyim, milletimin bağrındayım. Hiçbir yere gitmiyorum” diyerek Meclis’te kalmaya, direnmeye, adalet için böbet tutmaya başladı. Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunu, Anayasa Mahkemesi’nin kararı çıkıncaya kadar direnişini Meclis’te sürdüreceğini açıkladı. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından Gergerlioğlu ile dayanışma girişimleri yükseldi. Bu dayanışmalarda halk Gergerlioğlu’na sahip çıktı, O’nun haklı direnişinin zaferle biteceği, Meclis’te halkın sorunlarını savunmaya devam edeceği umutları dile getirildi.

Ama bu durumdan rahatsız olan birileri vardı: Erdoğan ve Bahçeli! Bunlar Meclis’teki direnişe, adalet nöbetine tahammül edemediler. Bundan 27 sene önce 1994 senesinde DEP’li milletvekillerinin polis zoruyla “yaka-paça” Meclis’ten çıkarıldığı gibi Gergerlioğlu’nun da polis zoruyla “güç kullanarak” Meclis’ten çıkarılmasını emrettiler. Gergerlioğlu direnişinin 5. günü, 21 Mart 2021’de sabaha karşı abdest alırken birden polislerin saldırısına uğradı, darp edilerek gözaltına alındı, karga-tulumba götürme hamlesiyle Meclis’ten çıkarılılıp karakola götürüldü. Bu, Meclis’e, halkın iradesine karşı yapılan yeni bir darbe idi. Bu darbe Meclis’i bombalatan FETÖ darbesinden farklı değildi olmayacaktır. Bu da Meclis’e karşı yapılan Erdoğan darbesi idi. 27 sene sonra bir kez daha TBMM’ni polis bastı. Bu 90’lı yılardan beri Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediğini bir kez daha gözler önüne serdi. Meclis’in itibarı ayaklar altına alındı. Polis zoruyla bir millevekilinin Meclisten çıkartılması uluslararası alanda Türkiye’nin yeni bir yüzkarası idi. Demokrasisi, parlamentosu, insan hakları, adaleti, yargısıyla kaçıncı sınıf otoriter, antıdemokratik, baskıcı bir Üçüncü Dünya ülkesi olduğunun göstergesiydi. Ama bu Erdoğan’ın umurunda değildir. Onun için önemli olan iktidarda kalmaktır. Bunun için HDP’li milletvekillerinin TBMM’den atılması, HDP’nin kapatılması, Kürtlerin “yok” sayılması gerekmektedir. Bu bir plan dâhilinde gerçekleştirilmelidir.

Gözaltına alındıktan sonra tekrar serbest bırakılan Gergerlioğlu “halkımız zalime karşıdır… hakkı ve hakikati söylemeye devam edeceğiz” diyerek mücadeleye devam mesajı verdi ve “adalet nöbetini” HDP genel merkezinde sürdürmeye devam etti. Şmdi önde duran mücadele tüm demokratik güçlerle birlikte HDP’nin kapatılmasını önlemektir.

Erdoğan HDP’yi kapatıp Kürt oylarının üstüne oturmak istiyor

Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürüldüğü gün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın HDP hakkında kapatma davası açtığını duyurması HDP’ye karşı bir planın uygulanmaya konduğunun kanıtıydı. Bahçeli bu planı bir gün sonraki kurultay konuşmasında açıkça dillendiriyordu: HDP’nin kapatılmasından sonra yerine devamı olacak herhangi bir parti kurulmamalıydı. Bir başka deyişle, Kürtlerin bir partiyle seçime katılmaları önlenmeliydi. 2015 senesine kadar olduğu gibi AKP ve MHP, Cumhur İttifakı’nın Kürt illerinden yeniden silme milletvekili çıkarmalıydı. Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın tek kurtuluş planı bir Kürt partisini gelecek seçime sokmamak, Kürt oyların üstüne oturmaktır. Bunların planına göre HDP hemen seçim öncesi kapattırılacak, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu değiştirilecek, yeni bir parti kurdurtulmayacak. Savcının iddianamesinde de bunun alt tabanı yapılmaktadır.

Başsavcı, HDP yöneticileri ve milletvekilleri hakkında açılan davalar ve verilen kararlardan yapılan aktarmalarla, mesnetsiz “terörü destekleme”, “devlet ve ülkenin birliğini bozma” gibi suçlamalarla, çözüm süreci döneminde İmralı ve Kandil’deki yasal görüşmeleri suç sayan “delillerle” dolu derme çatma iddianamesinde yalnız HDP’nin kapatılmasını istemiyor, aynı zamanda Hazine yardımının kesilmesini ve aralarında Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Sezai Temelli, Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın da bulunduğu eski ve yeni eşbaşkanlarla birlikte 687 HDP yöneticisi ve politikacısı hakkında 5 yıl süreyle siyaset yasağı istemektedir. Hedef açık, emir yukardan gelmiş, HDP yalnız kapatılmakla kalmayacak, son 10 yılda Kürt sorununun barışçıl çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele eden deneyimli kadrolar bertaraf edilecek, Kürt ve Türkiye demokrasi siyaseti başsız bırakılacak, Türkiye halklarının eşitlik, özgürlük, barış ve demokrasi temelinde ortak yaşam mücadelelerinin beli kırılmış olacaktır. Böylece HDP’nin yerine madden bir parti kurulamayacak, Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın iktidarda kalması sağlanmış olacaktır.

Bu konuda ise hem Erdoğan, hem Bahçeli yanılmaktadır. Şüphesiz yetişmiş lider kadrolar önemlidir. Ama HDP Başsavcı’nın saptadığı yalnız 687 kişiden ibaret değildir. Onun 6 milyon seçmeni vardır. Her bir seçmen bir militandır, boşalan liderlerin yerini dolduracak güçtedir. HDP’ye oy veren her seçmen neden oy verdiğini çok iyi bilmektedir. Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt ve demokrasi sorunudur. Bunun biri çözülmeden diğeri çözülemez. Yalnız Kürtlerden değil Türklerden de milyonlar bu bilince varmakta, Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin, barış ve demokrasi güçlerinin birlikteliğini savunmaktadır. Erdoğan ve Cumhur iktidarının oyun ve planlarını bozacak, onların sonunu getirecek olan bu birliktir.

Muhalefet bilmeli ki, sıra kendisine de gelecektir

Önümüzde duran görev tüm muhalefetin ve demokratik güçlerin birliğini sağlamak ve güçlendirmektir. Günümüzde bu birliği güçlendirecek olan hep birlikte HDP’nin kapatılmasına karşı çıkmaktır. Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri HDP’ye yapılan saldırıları kendilerine yapılan bir saldırı gibi görmeliler, HDP’ye sahip çıkmalıdırlar. Bu adım yalnız Erdoğan’a karşı ittifakı güçlendirmeyecek, aynı zaman Kürt ve Türklerin birliğini ve kardeşliğini, eşit, özgür, ortak yaşamını da güçlendirecektir. Unutulmamalı ki, HDP’den sonra sıra muhalefet partilerindedir. Faşist rejimlerde muhalefete, parlamentoya, bağımsız yargıya yer yoktur. Siyasete egemen olan şiddet ve terördür, siyaset dışı yöntemlerdir. 

Türk işçi ve emekçilerinin, köylü ve çiftçilerinin, esnaf ve zanaatkârlarının, aydın ve sanatçılarının, kadın ve gençlerinin önünde duran en acil görev HDP’ye sahip çıkmak, Erdoğan’ın planlarını bozmaktır. Başta Demirtaş, Kavala ve Öcalan olmak üzere hapisteki tüm HDP’lilerle ve aydınlarla dayanışmayı yükseltmekir. Demokrasi mücadelesinde HDP Türk işçi ve emekçilerinin, demokratik ve devrimci güçlerinin de partisidir. Kürt sorununun barışçıl çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi, Erdoğan’ın faşizan tek adam rejininin sonlandırılması Kürtlerin ve Türklerin demokratik bir partide güçlü, ortak mücadeleleriyle mümkündür. Bugün bu parti HDP’dir. HDP’yi kapattırmamak işçi sınıfı ve demokrasi güçlerinin, devrimcilerinin ve komünistlerinin elindedir. Bunlar HDP’yi koşulsuz savunarak Türk kamuoyuna örnek olmalıdırlar. Bugün Türkiye’de Erdoğan’ın gerici, faşist tek adam rejimini sonlandıracak demokratik bir ittifak Kürtlerle, güçlü bir HDP ile mümkündür. Muhalefet koşulsuz olarak HDP’nin yanında yer almalıdır. HDP yenilirse sıranın kendilerine geleceğini artık görmelidirler. “Terör desteği”, “PKK yandaşlığı” muhalefeti bölmek, onların Kürtlerle birlikteliğini engellemek için Erdoğan’ın elinde en etkili silahıdır. Açıkça HDP’nin yanında yer alarak Erdoğan’ın bu silahı etkisiz kılmak muhalefetin elindedir. Bu bugün gerçek demokratlığın da ölçüsüdür. Yükselen işçi, gençlik, kadın hareketi yalnız kendi kimlik sorunlarını dillendirmemeli, eylemlerini Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle birleştirmelidirler. Bu davranıştan Erdoğan şeytan görmüş gibi korkmaktadır. Bırakalım şeytan ona korku salsın.

Bir yanıt yazın