Haber / Yorum / Bildiri

Artık korkan halk değil, iktidardır

Meydanları dolduranlara, boykotları yükseltenlere 70’li yıllar tehditi

Ceylan DENİZ

DENEBİLİR Kİ, ülkemizde 12 Eylül sonrası böylesine sokaklar ve meydanlar zapt edilmemiş, hedefi açık ve net bir kalkışma olmamıştır. Şüphesiz 12 Eylül sonrası yapılan 1 Mayıs yürüyüş ve mitingleri, çevre ve iklim aktivistlerinin eylemleri, kadınların 8 Mart yürüyüşleri, Kürt halkının Newroz kutlamaları ve ulusal-demokratik direnişleri, nihayet Gezi Direnişi halklarımızın, kadın ve gençlerimizin, köylülerimizin, işçi sınıfımızın sayılabilecek görkemli direnişlerinden, eylemlerinden bazılarıdır. Tüm bu eylemlerde hedef bu son eylemlerde olduğu gibi açık ve net olarak ifade edilmemişti: Erdoğan’ın istifasını ve kurduğu faşizan gerici tek adam rejiminin sonlandırılmasını istemek, bu antidemokratik düzenin yerine ülkede yeniden “hak, hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlük” düzenini oluşturmak…

Bunun için mücadele yolu da nettir: “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!” Erdoğan’a karşı herkes bu bilinçle meydanlarda bir arada dimdik durdu ve duruyor. 

Direnişin özelliği gençlerin başı çekmesi

İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve bir gün sonra “yolsuzluk” ve “teröre destek” suçlamasıyla tutuklanması halkımızda, özellikle gençlerde yıllarden beri Erdoğan iktidarına karşı biriken öfkenin patlamasında ve alev gibi yükselmesinde bir kıvılcım oldu. Başta İstanbul Üniversitesi öğrencileri olmak üzere gençler polis barikatlarını aşıp gittiler. Hem Saraçhane’de hem Maltepe’de milyonların çoğunluğunu gençler oluşturuyordu. Bu yeni bir durumdu. Zira şimdiye kadar gençler, özellikle üniversite gençliği Erdoğan’ın uygulamaları karşısında vurdumduymaz bir tavır içinde olduğu zannediliyor, hatta “apolitik”, “silik”, “sinik”, nihilist” bir yığın olarak görülüyordu. “Gençlerden umut yok!” deniyordu.

İşte herkesin umudunu kestiği bu gençlik, bu son eylemlerde öyle olmadığını gösterdi. İnsanları harekete geçiren, içinde yaşadığı koşulların olgunlaşması ve bir kıvılcımın patlak vermesidir. İşçi ve emekçilerin yanı sıra ülkede yaşanan ekonomik sorunlardan, enflasyon ve pahalılıktan en çok etkilenen, yurt bulamama ve geçim derdinden öğrenimini bırakma zorunda kalan, öğrenimini bitirince de işsizlikle boğuşan, kendine bu ülkede bir gelecek göremeyen bu gençlik kesimi olmuştur. İktidarın uyguladığı politikaların hiçbir soruna olduğu gibi gençlerin de sorununa çözüm getirmeyeceğini gün gibi ortaya çıktı. Halklarımız için olduğu gibi gençler için de tek çare bu iktidardan kurtulmaktır. Ama nasıl? İktidarın baskısı ağır. Üsttekiler daha eskisi gibi yönetmeye çalışıyor, ama alttakiler eskisi gibi yönetilmek istemiyordu, ama bunu eyleme dökemiyordu. İçin için sürekli kaynıyordu, ama patlayamıyordu. Nesnel koşullar hazırdı, ama öznel koşullar eksikti. Toplumun örgütlü kesimi, işçi sınıfı ve sendikaları hareketsizdi, partileri dağınıktı. Gençlik örgütlü değildi, Kürt hareketiyle bağ yoktu.

Tarih yazan gençler

Tüm bu eksikliklere rağmen oluşan nesnel koşullarda yığınların ayağa kalkması için İmamoğlu’nun tutuklanması bir kıvılcım oldu. Olayların gelişimi, katılanların istemleri, İmamoğlu’nun özgürlüğünü ve adaylığını çoktan aştı. Sorun Erdoğan’ın istifası, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi sorununa döndü. İmamoğlu’nun özgürleşmesi Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesinin bir parçası haline geldi. Türkiye demokratikleşip özgürleşmeden kimse özgürleşemezdi. Türkiye demokratikleşmeden kimseye kurtuluş yoktu.

Bunu bu netlikte görüp söyleyen gençler oldu. Onlar bu mitinglere yalnız İmamoğlu için değil, Türkiye’nin Erdoğan’dan kurtuluşu için katıldıklarını açıkca beyan ettiler. Bunu İmamoğlu da kabul etti. Gençlere gönderdiği mesajda “korku duvarlarını ilk siz aştınız,… ilk siz isyan ettiniz,… bu güzel ülkeyi siz aydınlığa çıkaracaksınız… gençlik kazanacak… tarih sizi yazacak… siz tarih yazacaksınız…” dedi. Mitinglere çağrıyı CHP’nin yapması mitinglere bir legitimite, meşruluk sağlıyordu, ama ama esas meşruluğu sağlayan ise mitinglere gençlerin yığınsal katılımıydı.

Tutuklanan gençler hemen serbest bırakılmalı

Gençler gerçekten tarih yazıyorlar. Gençlerin mitinglere bu yoğunlukta katılımı iktidarı korkuttu. Erdoğan yürüyüş ve mitingleri yasaklamıştı. Kimse yasakları dinlemiyor, bu da bir ilkti. Yürüyüş ve mitingler yalnız İstanbul’da değil, Türkiye’nin her tarafında yapılıyordu. Mitingleri örgütleyen CHP idi, ama gençler katılımları, sloganları, eylem içinde kazandıkları örgütlülükleriyle mitingleri etkiliyor ve ona sahip çıkıyorlardı. Bu yalnız CHP’nin değil gençliğin Erdoğan’a karşı mitingleriydi. Şimdiye kadar şahsına hiçbir çizik attırmayan Erdoğan için bu durum çok yeniydi. Erdoğan’ın emirlerini kimse dinlemiyordu. Liseli, üniversiteli gençler kendi mahallelerinde yürüyüşler, mitingler yapmaya başladılar. Anne ve babalar yürüyüşe katılan çocuklarının yanında ve arkasında duruyor, “korkma, ben yanındayım!” diyerek onlara cesaret veriyorlardı. Eskiden olduğu gibi “aman yavrum katılma, başına bir iş gelir” demiyorlardı. Yürüyüş ve mitingler her gün çoğalıyor ve büyüyordu.

Bu gelişme Erdoğan’ı harekete geçirdi. Polisleri ve özel yetiştirilmiş provakatörleri miting sonrası dağılım sırasında gençlere saldırttılar. Metroya, otobüse gitmekte olan gençlere tomalarla, biber gazlarıyla, coplarla saldırıya geçtiler. Yaşanan arbedelerde gençleri keyfi olarak dövmeye ve tutuklamaya başladılar. Bugüne kadar yüzlerce genç gözaltına alındı, Bunlardan 301’i tutuklandı. Gençler şimdi hem arkadaşlarının serbest bırakılması, hem Erdoğan’ın istifası, hem Türkiye’nin demokratikleşmesi için üç koldan mücadele ediyorlar. Bundan böyle eylemler haftada iki kez Çarşamba ve Cumartesi günlari istanbul’un bir semtinde veya Anadolu’nun bir şehrinde yapılacak. Ayrıca CHP İmamoğlu’nun serbest bırakılması ve erken seçim düzenlenmesi talebiyle Türkiye çapında imza kampanyası yürütüyor. CHP Başkanı Özel kampanyayı bayram günü İmamoğlu’nun memleketi Trabzon’da başlattı. Bu ara imza kampanyasına ilk silahlı saldırı yine Trabzon’dan geldi. Anlaşılan o ki, provakatörler her yerde işbaşında olacak. Uyanıklığı elden bırakmamak gerekiyor.

Boykot hem kısa hem uzun vadede etkili sivil bir eylem biçimidir

Bu kadar büyük bir kalkışma, bir halk ayaklanması ve protestosu beklemeyen Erdoğan ve iktidarı, yürüyüş ve mitingleri yasaklayamayınca, bunları görmezden gelmeye çalıştı. Sanki ülkede yığınlar ayağa kalkmamış, bu mitingler olmamış gibi davranmaya ve kendi emrindeki “havuz”, yandaş medyasına mitingleri haber yapmamaları emri verildi. Bunun üzerine Özgür Özel de mitingleri haber olarak vermeyen TV kanallarını ve bu kanalların arkasındaki şirketleri ve bu kanallara reklam veren şirketleri boykot etmeye çeğırdı. CHP boykot edilmesi gereken kanal ve şirketlerin listesini yayınladı ve bu listeyi yeni gelişmelerle sürekli güncelledi. Özel’in çağrısı halka, ama daha çok CHP seçmenine yönelik idi. Onlara bu kanalları seyretmeyin, bu şirketlerin mallarını almayın diyordu.

Esasında boykot tüketimle ilgili bir çağrıdır, bir eylemdir. “Şu malları alma, kullanma, tüketme!” demektir. Bu nedenle de zor uygulanabileceği zannedilen bir eylem biçimidir. İnsanlar belli koşullarda o boykot malı almak zorunda kalabiliyor. Onun için boykotun doğru bir eylem biçimi olmadığı ileri sürülebiliyor da. Oysa boykot çok önemli bir eylem biçimidir. Boykot edilen şirket veya ülkenin demokrasi, insan hakları konusunda işlediği büyük kabahatleri olmaktadır. Bu durumlarda boykot o şirket veya ülke malları üzerinden o şirkete veya ülkeye karşı halkı, kamuoyunu duyarlı hale getirir. Herkes rahatça katılabiliyor, “demokrasi mücadelesine benim de bir katkım olsun” diyebiliyor. Zira, boykot zorbalık ve haksızlık yanlısı olan şirket ve ülke mallarına karşı uygulanan bir pasif, sivil eylemdir. Önemli olan boykotun ne kadar uygulandığı, mal satışlarında ne kadar düşüş olduğu değildir, önemli olan toplumda yaratılan duyarlılıktır, destek ve dayanışmadır. Boykot daha çok semboliktir, kısa sürede ekonomik, ama uzun sürede psikolojik etkisi büyük olan bir eylem biçimidir. Zamanla insanlar farklı koşullar ve nedenlerle bu kanallardan birini izlese ve bu şirketlerden birinin malını alsa da, hep akılda doğru bir şey yapmadığı kalacak ve o şirket şu veya bu biçimde dışlanacaktır. Her şeye rağmen boykot ilan edildikten sonra kısa erimde genellikle o şirket veya ülke malları alınmamakta, kullanılmamakta ve sahibine hissedilir bir zarar vermekte ve bu o şirketi kara kara düşünmeye, hatta yön değiştirmeye zorlanmaktadır. Bunun son örneği Elon Musk’tır. Trump’ı destekleyen ve kendişinin despot biri olduğu ortaya çıkan Musk’ın Tesla şirketinin arabaları uluslararası alanda boykot edilmeye başlandı. Tesla’nın satışları düştü. Musk’ın Trump’ın kabinesinden ayrılmak zorunda kalmasında bu boykotun da etkili olduğu söylenmektedir. Büyük bir ihtimalle Tesla uzun bir zaman eski prestijine asla ulaşamayacaktır. Boykot edilen şirketler de bunu şu veya bu biçimde mutlak yaşayacaklardır.

Boykot çağrılardan ürken şirketler ve iktidar

Boykotun bir günlük de olsa, etkisi karşısında kanal ve şirket sahipleri ve iktidar, CHP ve Özel’e karşı bir karalama kampanyasına geçtiler. Adalet Bakanı Tunç’a göre boykot “ekonomik düzene yönelik organize bir kampanyadır”, AKP sözcüsü Ömer Çelik’e göre boykot “Türkiye’ye topyekûn tehdittir”, “büyük bir siyasi ‘fanatizm’ ve sosyal bölücülüktür”. Fahrettin Altun’a göre “milli menfaatlerimize sabotaj girişimidir”. İçişleri Bakanı Yerlikaya’ya göre “ekonomik bağımsızlığımıza yönelik bir sabotajdır, darbedir”.  Devlet Bahçeli’ye göre “Türkiye’nin ekonomik çöküşüne doğrudan hizmettir.”

Bunlar sıradan yapılan açıklamalar değildi. Boykotun etkisini gösteren açıklamalardı. Ama boykota karşı harekete geçileceğinin de habercisiydi. Boykotu ilan edenlere, uygulayanlara, destekleyenlere karşı sessiz kalınmayacağının, bir saldırıya geçileceğinin ilanıydı. Birer açık tehditti. Toplum tüketimden gelen gücünü bir kullanmaya başlarsa, bunun önünü almak çok zordur. Kendi çıkarlarına olduğu günlerde “fetvalarla” boykotu savunan Erdoğan iktidarı şimdi kendi iktidarını tehdit etmeye başlayınca, boykotu şeytanlaştırmaya kalkmaktadır. Ama bu kez ok yaydan çıktı. Halk üstündeki ölü toprağı attı, korkuları yendi. “Sıra Erdoğan’ı yenmeye geldi!” demektedir. Bu nedenle Erdoğan iktidarının boykota tepkisi de o derece büyük olmaktadır.

Öğrencilerin boykot çağrısına sanatçılardan ve kamuoyundan büyük destek

Üniversite öğrencileri tutuklanan 301 öğrenci arkadaşlarıyla dayanışma için, CHP’nin boykot çağrısının yanı sıra 2 Nisan’da 16 öğrenci tüketim boykotu çağrısı yaptı. Çağrı sanatçı, aydın ve esnaf arasında, sosyal medyada büyük destek buldu. Birçok esnaf mekanlarını, kahvelerini kapattı, o gün halkın küçümsenmeyecek bir bölümü alış-verişe gitmedi, öğrencilerin boykot çağrısını destekledi. O gün birçok bakan alış-veriş arabasını alıp marketlerde göstermelik alış-veriş yaptı ama tutmadı. Gençlerle dayanışma duygusu daha ağır bastı. Özellikle kamuoyunda tanınmış genç sanatçılar arasında boykota destek çok büyüktü. Bu destek iktidarı korkuttu. Artık korkan halk değil iktidarın taa kendisiydi. O bir kez daha saldırıya geçti. Halka baskı ve zulm yaparak kendini daha güçlü göstermeye, halka gözdağı vermeye çalıştı. Geri adım atan olmadı. Tersine dayanışma daha da yükseldi.

İktidar saldırıyı önce boykot çağrısı yapan 16 gence ve onları dolaysız destekleyen sanatçılara yöneltti. Savcılık hemen gençler ve sanatçılar hakkında soruşturma başlattı. İlk etapta 16 gençten 11’i yakalandı ve tutuklandı. 5’inin aranmasına devam edildi. Bunun üzerine sosyal medyada gençlere destek daha da büyüdü. Gençlerin boykotunu dastekleyen sanatçılardan Aybüke Pusat oynadığı ve TRT’de yayınlanan “Teşkilat” adlı dizinin kadrosundan TRT Genel Müdürü Zahid Sobacı tarafından çıkarıldı. Aybüke’ye destek veren senarist Ali Aydın’ın Mevlana’yı konu edinen “Mevlâna Celaleddin-i Rumi” dizisi de TRT dijital platformuTabii’den kaldırıldı. Yine TRT Tabii’nin “Bir Ruh Macerası” dizisi kadrosunda olan Boran Kuzum, Aybüke’ye verdiği destek nedeniyle projeden çıkarıldığı açıklandı. TRT Tabii’nin “Muhabir” dizisinin baş oyuncusu Furkan Andıç da, Aybüke ile ilgili paylaşımının ardından kadrodan çıkarıldığı bildirildi. Bununla da yetinilmedi. Oyunculardan Rojda Demirer ve Alican Yücesoy’un X hesapları kapatıldı, boykot çağrılarına destek olan bazı ünlü isimlerin sosyal medya hesapları erişime engellendi. Yine başından boykota destek veren, Aybüke’nin işine son verilmesine tepki gösteren Oyuncular Sendikası Yönetim Kurulu üyesi Cem Yiğit Üzümoğlu gözaltına alındı. Tüm bunlar iktidarın boykottan nasıl korktuğunun göstergesidir. Ayrıca TRT’yi kendi malı zanneden Genel Müdür Sobacı ise bu kararlarıyla açıkça anayasa suçu işlemektedir. Halkın malı olan TRT’de çalışan biri görüşlerinden dolayı işten çıkartılamaz. Kendisi “inşallah” bunun farkındadır ve bunun hesabını vereceği günlerin de yakın olduğunu biliyordur.

Öğrencilerin boykot çağrısı, “bölücülük” ve “vatan hainliği” suçlaması

Gençlerin boykotunun uluslararası alanda da etkisi büyük oldu. Uluslararası ünlü müzik gruplarının Türkiye konserlerini organize eden AKP yandaşı DBL Entertainment şirketinin sahibi Abdülkadir Özkan denen kişi, Espressolab’ı bokot eden gençlere saldırması ve sosyal medyada onlar hakkında “Bu açık ve net sermaye düşmanlığıdır. Vatan hainliğidir” sözlerini paylaştığı ortaya çıkınca, gençler onu sosyal medyada protesto etmeye başladılar ve binlerce yurttaş söz konusu şirketin düzenlediği konserleri ve etkinlikleri boykot edeceğini açıkladı. DBL Entertainment’in şirketinin organizasyonunu üslendiği müzik grupları arasında Muse müzik grubu ve Robbbie Wılliams, Ane Brun gibi ünlü sanatçılar bulunmaktadır.

Müziksevenler yalnız Özkan’ı protesto etmekle yetinmediler. DBL şirketinin organizasyonunun yaptığı müzik gruplarına ve sanatçılara sosyal medyadan hitap etmeye başladılar. Ünlü müzük grubu Muse’un gönderilerini altına yorumlar yaparak. “boykot” gerekçesiyle Türkiye’ye gelmemeleri çağrısında bulundular. Muse grubu bunun üzerine şu açıklamayı yaptı: “Hayranlarımızdan gelen geri bildirimleri dikkatle değerlendirdikten sonra, onların endişelerine tamamen saygı göstererek İstanbul’daki konserimizin 2026 yılına ertelenmesine karar verdik. Bu sayede, DBL Entertainment’in organizasyonda yer almayacağından emin olabileceğiz. Sürekli desteğiniz için teşekkür ederiz, bu, bizim için her şey demek. 2026’da görüşmek üzere!” dediler. Diğer sanatçılar da aynı yolu izlediler, konserlerini iptal ettiler. Bu bir kez daha boykotun halkın bir tepki olarak ne kadar etkili bir eylem olduğunun göstergesidir. DBL sahibi Özkan AKP yandaşlığının kendisine her türlü hakaret etme hakkını verdiğini zannediyordu. Ama geri tepti. O şimdi “milyon dolarlar kaybettim!” diye çırpınıyor. Hâlâ olanlardan bir ders çıkarmayarak kurtuluşu adliyedeki yandaş savcılara güvenerek boykot çağrısı yapanlara karşı dava açmakta bulmuştur. Ama ona en iyi cevap gençlerin avukatı Kerem’den geldi. Kerem “Onların biat eden savcıları varsa, halkın boyun eğmeyen binlerce avukatı var” dedi.

Bahçeli’nin 70’leri hatırlatan tehlikeli tehdidi

İmamoğlu’nun tutuklanması sonunda gençlerin katılımıyla büyüyen direnişin baskı, şiddet, toma, biber gazı, hapis cezalarıyla engellemenin mümkün olmayacağının farkına varan iktidar çevreleri her türlü önlemleri alma kararlılığında olduğunu imalı sözlerle ifade etmeye başladılar. Bunlardan ilki Bahçeli’den geldi. Bahçeli hem de bayram mesajında şu cümleleri kurarak “Sokak çare değildir. Sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir?” diye sorular sordu. İlk bakışta çok “masum” gibi gözüken bu sorular Bahçeli’nin geçmişini bilenler için 15 Temmuz’u değil 12 Eylül 1980 öncesini hatırlatır. Çünkü 15 Temmuz’da darbe yapanlara karşı insanlar sokaklara döküldüler, FETÖ darbesini engellediler. Şimdi de sivil darbe yapanlara karşı halk sokaklara döküldü, darbeyi geçersiz kılmaya çalışıyorlar. Normal olarak Bahçeli’nin darbeye karşı sokağa çıkanları selâmlaması gerekir. Ama Bahçeli’yi tanıyanlar için bu böyle değildir. Zira darbeyi yapan kendi iktidarı, sokağa çıkanlar kendi iktidarına karşı sokağa çıkıyorlar. Bahçeli’nin hazmedemediği budur. Bunun için bu sokağa çıkanlara karşı “başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek?” diye sorduğunda burada kasteddiği 12 Eylül öncesidir. 12 Eylül öncesinde Bahçeli ve yandaşlarının yarattıkları kanlı olaylardır ve döktükleri kandır.

Bahçeli’nin bu tehdidinin çok ciddiye alınması gerekir. Şimdi sokaklara, meydanlara çıkan gençlerin hemen hemen hiçbiri 12 Eylül öncesi olup bitenlerden haberi yoktur. Kısaca hatırlatılacak olursa, 12 Eylül öncesi, yani 60’lı yılların sonu ve 70’li yıllar Türkiye’de başını Deniz Gezmiş ve Çayan’ın çektiği devrimci gençliğin ve TİP-DİSK öncülüğünde işçi sınıfının antiemperyalist demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin yükseldiği yıllardır. Ülke özellikle ABD emperyalizmine bağımlılıktan kurtarılmalı, bir plan dahilinde ülkenin ekonomik kalkınması, demokratikleşmesi ve özgürleşmesi sağlanmalıydı. Bu mücadelenin önemli bir aşaması ABD 6. Filosunu İstanbul’dan kovmak için 16 Şubat 1969 yürüyüşüne o zaman Bahçeli’nin, Abdullah Gül’ün, Erdoğan’ın içinde oldukları Milli Türk Talebe Birliğinin saldırısı oldu. Bu saldırı Kanlı Pazar olarak tarihe geçti. Devrimci gençliğin ve işçi sınıfı 6. Filoya karşı yürürken bu gerici güruh Dolmabahçe rıhtımında 6. Filoyu kıble alıp namaz kıldılar. Gençliğin bu direnişi 12 Mart 1971 darbesiyle kırıldı. Gençler idam edildi veya katledildi. Ama mücadele durmadı. 70’li yıllarda TKP’nin yığınlar içinde örgütlenmesiyle gençliğin ve işçi sınıfının mücadelesi yeni bir ivme kazandı. Taksim’de dev 1 Mayıs gösterileri gerçekleştirildi. Devrimci gençliğin ve işçi sınıfının yükselen bu mücadelesinin karşısına şimdi Bahçeli’nin başında olduğu MHP, o zaman Bozkurtlar denen faşist örgütünü çıkarttı, devrimci ve ilerici gençlerin üstüne saldı. Sokaklar kan gölüne döndü. 12 Eylül öncesi bu çatışmalarda 5 binden fazla genç hayatını kaybetti. Bu artan “anarşik” şiddet olaylarını bahane sayan Evren 12 Eylül 1980’de gerici faşizan darbesini gerçekleştirdi, kuvvet komutanlarından oluşan bir cuntayla yönetime el koydu. 12 Eylül cuntası devrimci ve ilerici gençliğin ve işçi sınıfının üstünden silindir gibi geçti. O yenilgiden sonra devrimci gençlik ve işçi sınıfı kendini hâlâ toparlamış değildir. Devrimcilerin olmadığı yerde sokaklar ve meydanlar gericilere ve faşistlere kaldı. Onlar mutlak egemenliklerini kurdular. Devrimciler Gezi gibi bir direnişle ayağa kalkmaya çalıştılar, ama başarılı olamadılar. Şimdi Türkiye yeni bir direniş yaşıyor. Sokaklar, meydanlar yeniden devrimci ve demokratik güçler tarafından sivil, barışçıl eylemlerle dolmaya başladı. Bu eylemler bugün bir başka düzeyde 60’lı, 70’li yıllarda olduğu gibi Amerikancı emperyalist neoliberal ekonomi politikalara karşı ülkenin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi için mücadeleyi içermektedir. Bahçeli’nin hedefi bu mücadeleyi kırmaktır ve bunun karşısına 12 Eylül öncesinde olduğu gibi Bozkurtlarını çıkartmak ve ülkeyi kana boğmaktır. Onun “başkaları dikilirse” dediği kendi faşist Bozkurtlarıdır. “Kaçınılmaz çatışma” dediği bu Bozkurtları “hak, hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlük” isteyen gençlerin üstüne saldırtmaktır. Bahçeli’nin sözleri çok iyi anlaşılmalıdır.

Devrimci, sol, sosyalist güçler uyanık olmalı

Bu koşullarda Bahçeli’nin cümlelerinin ne kadar bir tehlike taşıdığını ilk görenlerin ve uyanık olması gerekenlerin devrimci, sol, sosyalist ve komünist güçlerin ve grupların olması gerekir. Çünkü bu grupların kadrolarının çoğunluğu hâlâ 70’li yılları yaşamış devrimcilerdir. Onların şimdi durumdan vazife çıkarıp önlem almaya başlamaları gerekmektedir. 60’lı,70’li yılların kalıntısı Bahçeli-Erdoğan iktidarı yükselen sokak eylemlerini, baskı, tutuklama, hapis gibi yöntemlerle bastıramadıkları zaman 60’lı, 70’li yılların kanlı şiddet yöntemlerine başvuracaklarının çok iyi bilinmesi gerekir. O zaman ne yapmak gerek? Şu anda eylemlerin genel örgütleyicisi CHP’dir. Sahada bir örgütlülük arzeden üniversite gençliğidir. Mitinglere katılım çok geniştir. Katılımcıların çok heterojen bir yapısı vardır. Siyasi pozisyonları, ideolojileri, sınıfsal ve etnik-kimlik konumları çok farklıdır. Katılanlar CHP’nin yanı sıra her tür ve boydan Ulusalcılardan, Kemalistler, Zafer Partililer, İyi partililerden, DEM’lilerden, sol, sosyalist, komünist grup ve partilerden, partisizlerden, geniş bir üniversite gençliğinden oluşmaktadır. Bunların bir arada tutulması zordur, ama kaçınılmaz olan ve başarılması gereken bir görevdir. Bu görev devrimci demokratların, sosyalist ve komünistlerin omuzlarındadır. Bu başarılmazsa iktidar bu oluşumu her zaman kolayca dağıtabilecek güce sahiptır. Bu kadar farklı grupları bir arada tutmanın yolu Erdoğan karşıtlığının ve istifasının öne çıkarılması ve tüm bu grupların “hak, hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlük” etrafında oluşturulacak bir ittifakta birleştirilmesidir. Bunun yolu da işçi sınıfının ve Kürtlerin bu yürüyüş ve mitinglere yoğun katılmasını ve “sahip” çıkmasını sağlamaktan geçmektedir. Bunun için önümüzdeki 1 Mayıs yürüyüş ve mitingleri bir olanaktır. Şimdiden fabrika ve mahallelerde Türk, Kürt işçi ve emekçilerle bağlar kurulmalı, alttan sendikalara baskı yapılarak onların yoğun şekilde bu mitinlere katılması sağlanmalıdır. Gezi’de yaşanan dağınıklık aşılmalı, kimseyle rekabete girmeden, böyle bir görünüm yaratmadan yığınları toparlayıcı, mücadeleye sevkedici davranılmalıdır. Bu yürüyüş ve mitingleri başarıya ulaştırmak devrimci, sol, sosyalist güçlerin maharetine bağlıdır. Bunu başaracak geçmişten çıkarılacak dersler ve deneylerimiz vardır. Bunun adı en geniş ittifakı ve eylem birliğini oluşturmaktır.

Bir yanıt yazın