Haber / Yorum / Bildiri

Amerikan seçimleri: Halkın oyuyla yeniden gelen Trump ABD’yi ve dünyayı nereye götürecek?

Mümin TOPRAK

KARL Marks 1871’de Paris Komün’ünü incelediği “Fransa’da İç Savaş” bildirgesinde Komün ile birlikte genel oy hakkının halka nasıl yaradığını belirtirken, bunun şimdiye kadar „üç veya altı senede bir egemen sınıfın hangi üyesinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermeye” yaradığını vurgular. Komünden sonra bir kez daha Sovyetler Birliği’nde genel oy hakkının halkın köyünden, fabrikasından, ilçesinden, ilinden ve ülke düzeyine kadar Sovyetler’de, şuralarda örgütlenmesine ve iktidarı kullanmasına nasıl yaradığı, doğrudan demokrasinin nasıl yaşandığı görüldü. Seçimde esas olan halka hizmet edecek vekilin seçilmesi ve hizmet etmeyen vekilin hemen görevden alınmasıdır. Dün de, bugün de kapitalist toplumda genel oy hakkının işlevinde bir değişiklik olmamıştır. Hâlâ halk 3-5 senede bir yapılan genel seçimlerde kendini parlamentoda temsil edecek ve ezecek egemen tekelci burcuvazinin bir kanadını iktidara getirmektedir.

Amerika’da halk her dört senede kendini ezecekleri seçiyor

ABD’de halk, egemen sınıfın hangi kanadının kendisini parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine dört senede bir Kasım ayının ilk pazartesi gününü izleyen salı günü karar vermektedir. Seçimlerde hep egemen sınıf burjuvazinin iki kanadı olan Cumhuriyetçiler ve Demokratlar yarışır ve halk bunlardan hangisinin kendisini temsil edeceğine ve çiğneyeceğine karar verir. Genellikle Cumhuriyetçiler ekonomik ve sosyal olarak; muhafazaklar, tutucu, gerici, dindar Evangelist-Protestan sağ kanattır. Demokratlar ise sosyal ve ekonomik olarak modern liberalizmi, eşitlik ve özgürlük gibi ilkeleri savunur görünen “sol” kanattır. Demokrat Parti daha çok Siyahlar, Katolikler, göçmenler, azınlıklar, kadınlar, yüksek eğitimli elitler tarafından desteklenir, büyük firmalara karşı işçilerin yanında yer alır gözükür, dar gelirlilerin desteklenmesi için vergilerin arttırılmasını savunur, kürtaj hakkının kısıtlanmasına karşı çıkar, iklim ve çevre konusunda duyarlı davranır. Cumhuriyetçiler ise tam bunun tersidir. Cumhuriyetçiler daha çok Beyaz Amerikalılar, Protestanlar, kırsal kesimlerde az eğitimliler tarafından desteklenir, kapitale getirilen kısıtlamalara, vergi yüküne karşı gelir, kadın haklarına, kürtaja karşı çıkar, iklim ve çevre konusunda alınacak önlemleri reddeder. Esasında her iki partinin de muhafazakarlıkları ve liberallikleri, sağcılıkları ve “solculukları” geniş halk kitlelerini manipüle etmeye, “aptallaştırmaya”, onları kapitalist düzenin bir parçası haline getirmeye yarar.

Tüm bu karşıtlıklara rağmen öz olarak her iki parti de tekelci burjuvazinin partileridir. Onların farklı katmanlarının çıkarlarını savunurlar, ama tekellerin egemenliği, ABD’nin, dolayısıyla doların dünya hükümranlığının sarsılmazlığı konusunda hemfikirlerdir. Özellikle dış politikada aralarında çok az nüanslar vardır. İkisi için de Çin ve Rusya ana düşmandır. Onların ABD’ye karşı mesela BRICS gibi bir kutup, güç oluşturmasına karşıdırlar. ABD önderliğinde tek kutuplu dünya anlayışının tartışılmasına tahammülleri yoktur. İkisi için de “America first”tür. NATO ABD’nin hizmetinde olmalı, masraflarını artık Avrupalılar karşılamalıdırlar. Nüanslar bu politikadaki vurgulardadır. Cumhuriyetçiler Amerikan çıkarları için daha saldırgan, sert bir dil ve yöntem kullanırken, Demokratlar daha diplomatik bir yol izlerler. Sonunda kazanan hep Amerikan çıkarlarıdır. Her iki partiden çıkacak adayların tutumları iç ve dış politikadaki nüansların artmasına veya azalmasına neden olabilir. Ama bu kez seçimi kazanan Cumhuriyetçilerin adayı Trump şimdiye kadarki Amerikan “normlarını” aşan otoriter bir ABD ve dünya yaratmak üzere geldiğini ilan etmektedir. Hesaplanamaz, ön görülemez çıkışlarda bulunacağından çekinilmektedir.

Amerika’yı ve dünyayı “şaşırtan” Trump zaferi

Amerikan halkı bu kez önümüzdeki dört sene kendisini ezecek ve dünyaya meydan okuyabilecek sertlik yanlısı, ırkçı, siyah ve latin kökenli göçmen karşıtı, kadın hakları düşmanı seksist, egemen erkek üstünlüğünü savunan, iklim ve çevre sorunlarını inkâr eden, yeni teknoloji ve borsa sermayesinin desteğini kazanan, Çin’i ve dünyayı dize getirmek için büyük gümrük vergileri uygulayacağını ilan eden Cumhuriyetçi adayı Trump’ı seçti. Demokratların adayı Hint kökenli siyah göçmen Harris ise büyük bir yenilgi aldı. Bu öylesine bir yenilgi ki, Demokratların kalesi bilinen yüksek eğitimlilerin yaşadıkları New York gibi şehirlerde bile büyük oy kaybı yaşandı. Genellikle Demokratların kitlesi sayılan siyah erkeklerin ve Latino kökenli göçmen erkeklerin büyük çoğunluğu, beyaz kadınların, hatta siyah ve göçmen kökenli kadınların azımsanmayacak bir kısmı, hatta Detroit gibi otomobil sanayii merkezi şehirlerdeki işçiler Cumhuriyetçi Trump’a oy verdiler. Bu büyük “depreme” kimse inanmak istemiyordu. Ama olmuştu. Halk “seni ezeceğim, çiğneyeceğim” diyen birini seçmişti. Bu nasıl olurdu?

Şimdi herkesin sorduğu bir soru vardı: Çok övülen, hayran kalınan Amerikan demokrasisi sona mı geldi? Nasıl olur da Amerikan halkı, beyazı, siyahı, Latinosu, göçmeni, okumuşu, okumamışı, kadını, erkeği, işçisi, işsizi Trump gibi ırkçı, göçmen, yabancı, işçi, kadın düşmanı, seksist, “kriminel” birini, yani kendisine açıkça karşı olduğunu ilan eden birini başkan seçebilirdi? Bu soruya herkes kendine göre bir cevap bulmaktadır. Kimilerine göre Trump yalan söylemesine rağmen halkı inandırdı. Amerika’nın karşı karşıya kaldığı dev sorunların çözümünde “yaparsa Trump yapar” sloganını tutturdu. (Türkiye’de de alışık olduğumuz bu slogan galiba tüm otoriter rejimlerin ve yükselen yeni sağın sloganı haline gelecek.) Kimine göre Harris elitlerin dışına çıkamadı. Kendi tabanını bile ikna edemedi, Biden’ın gölgesinden kurtulamadı. Halka inandırıcı olamadı. Trump’ı destekleyen borsa ve yükselen yeni teknoloji sermayesi karşısında duramadı. Partilerden çok kişilerin öne çıktığı Amerikan seçimlerinde yüzeyde görünen bu nedenlerin altında ise derin sosyo-ekonomik ve burjuva demokrasisinin özüyle ilgili sorunlar yatmaktadır.

Trump’ın zaferinin sosyo-ekonomik nedenleri

Her kapitalist toplumda görülen kutuplaşma Amerikan toplumunda daha bariz olarak ortaya çıkmaktadır. Amerika dünyanın en zengin ülkesidir. 500’ün üstünde milyarderi ve 5,5 milyon milyoneri vardır. Bunların serveti her yıl artmaktadır. Seçimleri Trump’ın kazanmasıyla yükselişe geçen borsadaki artışla sermaye o gün 60 milyar dolar kazandı. 75 milyon dolarla Trump’ı destekleyen Elon Musk’ın kazancı 16 milyar dolar oldu. Herkes Musk’ın iyi bir yatırım yaptığını söyledi. ABD’de ülke nüfusunun yüzde 1’lik kesimi ekonomide yaratılan zenginliğin yüzde 93’ünü elde etmektedir. Buna karşılık yoksulluk ve fakirlik de o derece yoğundur. ABD nüfusunun yüzde 17’den fazlası, yani her 6 Amerikalıdan biri açlık sınırı altında yaşıyor. Bu 55 milyon Amerikalı demektir. Bu oran siyahlar ve Latinolar arasında daha yüksektir, %30’lara varmaktadır. ABD’de sosyal devlet değil “vahşi” kapitalist devlet vardır. Devletin garantilediği sosyal bir sağlık sigortası bile yoktur. Yoksul ve hastaysan ölümü bekleyeceksin. Toplum her bakımdan korkunç bir çürüme yaşamaktadır. Bu koşullarda şaşkın halk kendi kasabı da olsa güçlü bir lideri tercih edebilmektedir.

ABD zengin bir ülke olduğu için dünyanın her tarafından, özellikle Latin Amerika ülkelerinden yoğun bir göç almaktadır. Şu an ABD’de 11 milyon “kaçak” göçmen bulunmaktadır. Ekonomik ve sosyal sorunların arttığı bir dönemde egemen güçler sorunların müsebbibi olarak toplumun en zayıf güçlerini gösterirler. Bunlar da yabancılardır, göçmenlerdir. Trump seçim kampanyasında bunu çok iyi kullandı. 11 milyon “kaçak” göçmenin “anında” geri gönderileceği propagandası yaptı ve tuttu. “Yaparsa Trump yapar” sloganı böyle yaygınlaştı. LGBT, kürtaj, çevre ve iklim konusundaki alacağını söylediği acil kararlar hep buna destek oldu. İklim değişikliği ve çevre kirliliği Trump için büyük bir yalandır. Ama ona göre kapital iklim ve çevreyi düşünmeden dolu dizgin üretimi sürdürmelidir. Yalanın topluma gerçek olarak sunulmasında Elon Musk gibi sosyal medyaya sahip olan sermaye sahipleri büyük bir rol oynamıştır. Denebilir ki, onların yalan sosyal medya yayınları Trump’ın toplumda desteklenmesini sağlamıştır. Önümüzdeki 4 senede Trump’la zengin daha çok zenginleşecek, geniş toplum kesimleri daha çok yoksullaşacaktır, ezilecektir. Ama onlar bunu anladıkları zaman çok geç olacaktır. Trump ve ekibi yalnız ABD toplumunu değil, dünyayı değiştirmek üzere gelmektedir. Fakirlik ve yoksulluğun yanı sıra otoriterlik, sertlik, saldırganlık, nükleer savaş tehlikesi tüm dünyada daha da artacaktır.

Mc Carthizm: Amerika’da ve dünyada yenilen işçi ve demokrasi hareketi

Dünyanın her tarafında, ama özellikle de ABD’de işçi ve emekçi halk yığınlarının, orta katmanların bu derece sermayenin en gerici kesimlerinin saldırısı karşısında şaşkın ve çaresiz kalmalarının, kendilerini ezeceklere oy vermesinin, seçmelerinin nedeni onların örgütsüz, Marksçı-Leninci önderlikten yoksun olmasıdır. 1940’lı yılların sonunda başlayan ve 50’lilerin sonuna kadar süren soğuk savaş dönemindeki McCarthycilik anlayışının getirdiği antikomünist dalga ABD’de de işçi hareketini, ilerici ve barışsever güçleri ağır bir baskı altına almış ve onların ezilmesine neden olmuştur. Yalnız komünistler değil, birçok insan Sovyet casusu olarak suçlanmış, işinden olmuş, hapsedilmiş, Rosenbergler gibi sudan nedenlerle idam edilmişlerdir. Komünizmin kızıl bir tehlike olarak gösterildiği bu dönemde işçi hareketi, ilerici ve demokratik güçler yalnız sindirilmemiş, onların örgütleri kriminalize edilmiştir. Bu yalnız ABD’de değil NATO’nun kurulmasıyla bütün Avrupa ülkelerinde uygulanan politika olmuştur. İşçi, demokrasi ve barış hareketlerine, komünist harekete göz açtırmamışlardır. Antikomünizm ve antisovyetizm onların resmi ideolojisi olmuştur. Komünist partileri marjinalleşmiştir. Tesadüfen, “kazaran” bir yerde yığınlar komünistlere, solculara doğru yönelmişse, 1973’de Şili’de veya 1971 ve 1980’de Türkiye’de olduğu gibi anında ezilmiştir.

Önderliğini kaybeden işçi ve emekçiler, basının ve medyanın da yardımıyla, egemen güçlerin bir kanadından diğerine savrulan bir top gibi kayan oy deposu yığını haline gelmiştir. Ekonomik ve sosyal krizlerinin arttığı, klasik tekelci partilerin etkisinin azaldığı günümüzde de egemen güçler bu yığınları kurtuluşları olarak yeni sağ partilere ve liderlerine yönlendirerek kontrol altında tutmaya çalışmakta, onların “kazaran” komünistlere yönlenmemesi için her türlü önlemi almaktadır. Günümüzde bu kontrol mekanizması Elon Musk gibi hem sanayi hem medya milyarderi tarafında garanti altına alınmaktadır. Bu Elon Musk ki, Bolivya’da Lityum madenlerine sahip çıkan Cumhurbaşkanı Morales’in devrilmesinde Washington’un rolünü açıklarken şöyle diyordu: “Biz her zaman istediğimiz herkese karşı darbe yapacağız. Bu böyle biline.” Artık bugün Trump hükümetinde önemli görev üstlenecek olan Elon Musk hem ABD’de, hem dünyada sermayeye karşı her hareketi boğduracak gücü kendinde bulacaktır. İşçi sınıfını, barış ve demokrasi hareketini zor günler beklemektedir. McCarthyciliğin başka türleri çıkacaktır. Demokrasi tamamen rafa kalkacaktır.

Burjuva demokrasisi daimi bir diktatörlüktür

“Dünyanın en iyi demokrasisi Amerikan demokrasisidir” denir. Şimdi Trump’la birlikte artık bu demokrasinin “kalmayacağını” ileri süren çok kişi var. Oysa Trump’la birlikte Amerikan demokrasisi denen bu demokrasinin yüzü daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır. İki tekelci partinin parlamenter demokrasi oyunu bir dönem için biter gibi olacaktır. Şimdiye kadar işçi sınıfı ve emekçilere, demokratik, barışsever güçlere karşı bir diktatörlük olan Amerikan burjuva demokrasisi burjuva liberal kesimlere karşıda bir “diktatörlük”, sertlik sergileyecektir. Bu burjuva demokrasisinin özünde vardır. Burjuva demokrasisi toplumda küçük bir azınlığın, milyarder ve milyonerlerin toplumun çoğunluğuna karşı diktatörlüğüdür. Bu diktatörlük yüzünü çoğu kez parlamento ve seçim oyunlarıyla kapatır, bazen de faşist diktatörlükle çıplak biçimde ortaya çıkar. Bunun ikisi arasında da Trump gibi, Erdoğan gibi, Orban gibi otoriter, sertlik yanlısı, “demokrat” görünümlü otokrat rejimler çıkar. Tekelci burjuvazinin en gerici, en saldırgan kanadı daha açık faşizme gerek görmüyor. Otokrat ve yükselen yeni sağla bir dönem daha gitmek istiyor. Çünkü bu yığınları manipüle etmenin en iyi yoludur. Faşizm iktidara yürüyen işçi sınıfını durdurma çaresidir. Bugün bu durum yoktur.

Burjuva demokrasisinin karşıtı sosyalist demokrasidir. Sosyalist demokrasi de bir diktatörlüktür. Proletaryanın, halkın büyük çoğunluğunun küçük bir tekelci azınlığa karşı diktatörlüğüdür. Bu diktatörlük hem parlamenter, hem şuralar biçiminde direkt demokrasinin, tam anlamıyla tüm özgürlüklerin, gönüllülük ilkesinin kullanılması ve uygulanmasıyla ara katmanların sosyalizme kazanılmasını hedefler. Bu demokraside özgür irade ve gönüllülük ilkesi gözardı edilir, zor kullanılırsa, “diktatörlük” uygulanırsa reel sosyalizmde olduğu gibi sosyalizme geçiş, kuruculuk geri teper. Demokratik özgürlüklerin kullanılması, hayata geçirilmesi sosyalizmde olduğu gibi kapitalist burjuva demokrasisinde de önemlidir. Burjuva demokrasisinde halk yığınları parlamentoda kendini ezecek tekelci burjuvaziyi seçerken, bu özgürlükleri kendisini ezdirmeyecek yönde kullanmasının önünü açmak gerekir. Bu da sayıları az da olsa komünistlerin, solcu ve devrimci güçlerin bu özgürlükleri kullanarak yığınlar arasında çalışmalarıyla mümkündür. Bu özgürlükler savunularak, kullanılarak otoriter ve faşizan gelişmelere karşı mücadele yolları sağlanabilir. Savunulan burjuva demokrasisi, diktatörlüğü değil, bu diktatörlüğe karşı burjuva demokratik özgürlüklerdir. Egemen burjuvazi bu özgürlükleri kullanarak değişik şekillerde halk yığınlarını ezmektedir. Komünistler ve devrimciler de bu özgürlükleri kullanarak yığınların burjuva egemenliğinden kurtulması ve kendi iktidarı yönünde ilerlemeye ve mücadeleye girmeleri için çalışacaktır. Bugün ABD’de Trump’a karşı onun yok etmeye hazırlandığı demokratik özgürlükleri savunmak için en geniş cephenin kurulması demokratik ve sol güçlerin önünde duran en acil görevdir.

Karşımızda savaşları sonlandıracak, barışı getirecek bir Trump yoktur

Trump’ın seçimi kazanması tüm dünyada genel olarak bir tedirginlik yaratırken, bazı kesimlerde de, “acaba gerçekten savaşları bitirir mi?” diye bir umut uyandırmaktadır. Bunun nedeni Trump’ın seçim kampanyası sırasında Ukrayna savaşını, Filistin topraklarındaki savaşı bitirme yönünde sarfettiği sözlerdir. Burada hayallere kapılıp umutlar yaratmamak gerek. Hangi partiden olursa olsun, savaş çıkartmayan, savaş sürdürmeyen, saldırmayan bir Amerikan başkanı yoktur. Onun için Trump da savaş çıkartacak, yürüyen savaşları sürdürecek, ABD çıkarlarına ters davrananlara saldıracaktır. Bu ABD’nin dünya hegemonu olma fıtratında vardır. Ama Trump bunları bir diplomat değil bir tüccar kafasıyla yapacaktır. O hep ne verip ne alacağına bakacaktır. “Amerika first” idealini gerçekleştirmeye çalışacaktır.

ABD hegemonyası için son zamanlarda yalnız Trump değil, Biden dahil tüm ABD başkanlarının acil görevi Çin’in yükselişini durdurmak yönünde olmuştur. Çin’in yükselişi ABD hegemonyası için en büyük tehdittir. Hatta bunun için Çin’e bir saldırı bile göze alınmalıdır. Bu konuda gözü kara olan Trump’tır. Ama Trump’ın bunun için dünyanın diğer bölgelerindeki savaşları bitirmesi veya başka ülkelere delege etmesi gerekiyor. Ukrayna savaşı ABD’ye şimdiye kadar hemen hemen 100 milyar dolara malolmuştur. Çin’le kapışacak ABD için bu büyük bir mebladır. Onun için Ukrayna savaşı ya Avrupalılara devredilecek ya da bitirilecek. Avrupalıların bu kadar büyük bir meblayı bir araya getirecek güçleri görünmüyor. Bu nedenle büyük bir ihtimalle Trump Putin’le anlaşıp, Çin’le bir çatışmada Çin’in yanında yer almamak koşuluyla Ukrayna’nın doğusunu Rusya’ya bırakıp savaşı bitirmek isteyecektir. Bu olmazsa Avrupalıları Ukrayna’da savaşı devam ettirmeye zorlayacaktır. Trump bunu yapabilir. Trump asla bir barış meleği değildir. Trump’ın kazandığını gören Avrupalılar da, başta Almanya olmak üzere şimdiden Putin ile görüşmeye bile başladı. Selenski bile 2025’te savaşın diplomatik yollarla bitirilmesinden konuşur oldu. Aynı şey Filistin için de geçerlidir. Gazze dahil şimdiye kadar işgal ettiği topraklar İsrail’de kalması, Arap ve Müslümanlar tarafından İsrail’in varlığının kabul edilmesi şartıyla savaşı bitirecektir. Aksi takdirde İsrail’e vereceği büyük bir askeri destekle kısa zamanda Arap ve Müslümanların teslim alınmasıyla savaş sona erecektir. Unutulmamalı ki, ABD’nin Ortadoğu’daki düzen gücü Türkiye değil, İsrail’dir. Ortadoğu’da önemli bir güç olan İran’la Musk’ın ilişkiye geçmesi, anlaşırlarsa, Ortadoğu’da savaşın bitirilmesi için bir ilk adım olacaktır. Kısaca Trump savaşların kendi yararına sonlandırılması için adımlar atacaktır. Bunu da Çin’e karşı güçlü konuma gelmek için yapacaktır. Yoksa onun savaşları bitirme, barışı sağlama diye bir derdi yoktur. O, yaratacağı olanaklarla Çin’i bir saldırıyla durdurmanın yollarını aramaktadır. Bu ise yerküremizin bir nükleer savaşta yok olması anlamına gelecektir. Bu nedenle Trump’ı durdurmak tüm dünyada işçi sınıfının ve barış güçlerinin ilk görevi olmalıdır.

Erdoğan’ın ve bazı Türklerin Trump umutları beyhudedir

Trump’ın yeniden seçilmesiyle Türkiye’de Erdoğan’ın dünyada, özellikle de Ortadoğu’da konumunun güçlendiği, elinin, kolunun serbestleştiği izlenimi yaratılmaya çalışıldı. Bu geçmişte iyi gösterilen Trump-Erdoğan ilişkisine bağlanmaktadır. Sanki Erdoğan, Türkler Yakın Doğu’da ABD’nin düzen gücü olacak, Suriye’de, Irak’ta istediği gibi at oynatacak ve nihayet burada Kürtlere gereken dersi verecektir. Bunlar boşuna hayallerdir, Türk aydınlarının en yakın tarihten bile ders çıkaramadığının bir göstergesidir. Bir kere Yakın ve Orta Doğu’da ABD’nin düzen gücü Türkiye değil, İsrail’dir. Yakın Doğu’da yani Suriye ve Irak’ta ABD Türkiye’nin at oynatmasına izin vermez. Trump kaç kez ABD askerlerini geri çekmek istedi ama Pentagon ABD çıkarları nedeniyle karşı çıktı. Yalnız Trump’ın emriyle sınırdaki ABD askerleri geri çekilince Türkiye Tel Abyad ile Serekaniye arasına bir dalış yaptı. Erdoğan ve Türkler Trump’ın kendilerine böyle olanaklar sağlayacağından hareket etmektedirler.

Oysa Trump çıkarı örtüştüğü sürece Erdoğan ile anlaşır. Örtüşmediği zaman, yani dediğini tutmadığı zaman en ağır hakareti yapmaktan çekinmez. Rahip Brunson konusunda Erdoğan’a Türkiye ekonomisini “mahvederim”, “aptal olma” gibi hakaret dolu sözler sarf etmiştir. Ayrıca Suriye’ye Türklerin girmesine izin vermesinin nedeni PYD’nin yanısıra İŞİD’i kontrol edecek bir gücün daha olmasıdır. Erdoğan’ın Suriye’ye girmek istemesinin nedeni ise Kürtlerin orada devletleşmesini önlemektir, Kürt Özgürlük Hareketi’ni boğmaktır. Buna ise ABD asla müsaade etmeyecektir. Kürtlerin İŞİD’e karşı mücadelesi ABD’nin çıkarlarınadır. ABD İŞİD ile mücadeleyi Kürtlere ve Araplara havale etmiştir, çünkü İŞİD’in sahiplendiği topraklar Türklere değil, Kürtlere ve Araplara aittir. Türklerin Kürtler konusunda kafaları açık olmadan, Yakın Doğuda Türkiye ile ABD’nin çıkarları asla örtüşmeyecektir, ama çatışacaktır. Buradan çıkış yolu ise bir an önce Öcalan, PKK ve PYD ile anlaşmak, Kürt sorununa demokratik, barışçıl bir çözüm yolu bulmaktır. Koşulları tasvip edilmese de Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşmasını ciddiye alarak Öcalan ile görüşmelere başlamak çözüm için bir yol olabilir. Aksi takdirde Trump’tan ikinci bir “aptal” mektubu yoldadır. Önümüzdeki 4 sene boyunca Trump’ın hesaplanamaz çıkışları dikkate alınmalı, ona göre hareket edilmelidir. Kürtlerle eşit, barışçıl, demokratik bir birlik sağlanırsa Ortadoğu’da İsrail’in Filistinlilere, Araplara ve Müslümanlara saldırısı bile frenlenebilir. Aksi takdirde Trump döneminde Türkiye Ortadoğu’da tamamen isole olabilir. Trump dönemi geçmişten ders çıkarılarak geleceğe dönük olarak değerlendirilmelidir. Türkiye’nin çıkarına olan budur.

Bir yanıt yazın