Haber / Yorum / Bildiri

Edi Bese, Artık Yeter: Halkın iradesini gaspedenlere karşı meydanlara çıkılmalı! Mardin, Batman, Halfeti Belediyelerine kayyım atandı

Barış ALPER

İSTANBUL-Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanalı daha bir hafta olmadı, şimdi de iktidar Mardin, Batman, Halfeti’de DEM Partili belediyelere kayyım atadı. Esenyurt’ta Kent Uzlaşması’nın CHP’den Vanlı Kürt aday olan ve halkın yüzde 49 oyuyla Belediye Başkanı seçilen Prof. Dr. Ahmet Özer “PKK üyesi” olması gerekçesiyle görevden alınmış, hapse atılmış ve yerine Esenyurt kaymakamı kayyım atanmıştı.

Kayyım gerekçesi aynı: “terör” örgütü üyesi olmak

Şimdi Mardin’de halkın yüzde 58 oyuyla Belediye Başkanı seçilen DEM Partili Ahmet Türk, Batman’da halkın yüzde 65 oyuyla Belediye Başkanı seçilen DEM Partili Gülistan Sönük, Öcalan’ın memleketi Halfeti’de 2019’da yüzde 55 oyla seçilen AKP’li Belediye Başkanından halkın yüzde 40 oyunu alarak Belediye Başkanı seçilen DEM Partili Türkmen kökenli Mehmet Karayılan görevden alınmış yerlerine Mardin ve Batman’da vali, Helfeti’de kaymakam kayyım olarak atanmıştır. Bir kez daha halkın iradesi gaspedilmiş, hiçe sayılmış, Belediye Başkanlarına siyasi darbe yapılmıştır.

Erdoğan yönetiminin gerekçesi yine aynı: “PKK üyesi olmak” veya “terör örgütü propagandası yapmak”, bu konularda haklarında açılmış davalar olmak veya daha kesinleşmemiş cezalarının bulunmasıdır. Seçilmesinde hiçbir mahsur görülmeyen bu kişilerin seçildikten sonra hukuk çiğnenerek yaratılan bu gerekçeler İslami-faşizan Erdoğan iktidarının Kürtlere “kızdığı” zaman onlardan intikam almak için atadığı bu kayyımlar “olağan” uygulamaları haline gelmiştir. Bu kaçıncı kayyım, bu kaçıncı siyasi darbe, bu Kürdistan’da halkın iradesinin kaçıncı kez gaspıdır! Bu kayyım ugulamalarına en çok maruz kalanlardan biri de Ahmet Türk olmuştur.

Ahmet Türk: Üç kez kayyımla görevden alınan bir belediye başkanı

Kürt halkının saygın, barışçı, uzlaştırıcı önderlerinden biri olan Ahmet Türk ilk kez kayyımla karşılaşmıyor. Bu onun yaşadığı üçüncü kayyımdır. Ahmet Türk ilk Kez 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Ocak 2016’da “silahlı terör örgütüne üye olmak” ve “propaganda yapmak” suçlamasıyla hakkında dava açıldı, görevden alındı, tutuklandı, cezaevine kondu. Sonra sağlık nedenleriyle tahliye oldu. Ahmet Türk 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde tekrar aday oldu ve ikinci kez Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı oldu ama 19 Ağustos 2019’da görevden alındı, yerine kayyım atandı. Hakkında davalar açıldı. Partisinin ricasıyla üçüncü kez, 82 yaşında 31 Mart 2024 yerel seçimlerine katıldı. Yine Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. 4 Kasım 2024’te Kobani davasından aldığı daha kesinleşmemiş 10 yıllık hapis cezası bahane edilerek görevden alındı ve yerine tekrar kayyım atandı.

Bu “Türkiye’de Kürt sorunu yoktur”, “Kürt, Türk eşittir” diyenlerin suratına çarpılmalı. Ahmet Türk’ün 3 kez Belediye Başkanlığından alınma sebebi; eşitliğin bunun neresinde olduğu, sorulmalıdır. Batı’da bir belediye başkanı böyle bir muamele görmezken, “Doğu”da Kürt Ahmet Türk neden böyle bir muameleyle karşı karşıya kalmaktadır. Suçu Kürt olması, kendi halkına yapılan haksızlıklara, baskılara karşı çıkması, ana dilinde eğitim, halkına bir statü istemesi midir? Bu Ahmet Türk ki, bir hafta önce Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ve eski bakanlardan Bekir Bozdağ’ın ve birçok AKP’li ve DEM’li politikacıların da katılımıyla Urfa’da AKP’li Yıldız ve DEM’li Şenyaşar aileleri arasında yıllardan beri süren husumeti çözmüş ve Devlet Erkanı tarafından kendisine “Barış Elçisi” denmiş, eli sıkılıp kucaklanmıştır. Bir hafta sonra da görevden alınmıştır. Bu nedir? Bu Erdoğan yönetiminin iki yüzlülüğünün, ceberutluğunun tam bir göstergesidir. Erdoğan’ın Kürt sorununu çözmek diye bir kaygısı yoktur. Zaten onun için Kürt sorunu da yoktur, O’nun için soru Kürtlerin kendisine itaat ve biat etmesidir. Bunun için Kürtlere havuç ve sopa politikası uygulamaktır.

Onun “terör” dediği ise Türk devletinin 100 yıldan beri Kürtlere uyguladığı baskıya, zulme, asimilasyona, inkâr ve imha politikası ve uygulamalarına karşı Kürt halkının silahlı direnişidir, ayaklanmasıdır. “Terörün”, yani silahlı ayaklanmanın son bulması isteniyorsa, Türk devletinin Kürtlere karşı inkâr ve imha politikasından vazgeçmesi gerekmektedir. İğneyi kendine sokup, PKK’yı değil, tarihte Kürtlerin neden 29 kez isyan ettiklerini sorgulaması gerekmektedir. Ayrıca sormak gerekir, kayyım atanan belediyelerde halk, iradesinin gaspına karşı ayaklanırsa bunun sorumlusu kimdir? Erdoğan mı, elinde silah ayaklanacak Kürt halkı mıdır? 

Kürtler ve Türkler yine de bir barış süreci yaratmalıdır

Erdoğan’ın tüm bu tutum ve uygulamalarına rağmen barışçıl ve demokratik bir çözüm için umutlarını hiç kaybetmediklerini söyleyen, yine Ahmet Türk’tür. Çükü iki halkın, Kürtlerin ve Türklerin sorunlarını eşitlik, demokrasi, özgürlük temelinde çözmeleri, barışçıl ortak yaşamın temelini atmaları gerekmektedir. Ahmet Türk şimdiye kadarki mücadelesiyle iki halkın bir arada yaşamasının simgesi olmuştur.

Ona yapılan bu haksızlığa en başta Türk halkının, Türk demokratik güçlerinin, başta CHP’nin karşı çıkması gerekmektedir. Özel’in Ahmet Türk’ü ziyareti yerindedir, ama Batı’da protestolar yükselmelidir. Çünkü kayyım Batı’ya da gelmiştir. Sıranın İmamoğlu’na gelmesi bir an meselesidir.

Türk, görevden alındıktan sonra yaptığı açıklamada “Demokratik bir gelecek için, Kürt halkının özgürlüğü için mücadelemiz olduğu gibi devam edecek… Ben halkımızın bu irade gaspını kabul etmeyeceğini düşünüyorum. Bu konuda tepkilerini ortaya koyacaklarını düşünüyorum” demiştir. Devletin bu politikalarının Kürtleri güçsüz ve öndersiz bırakmaya yönelik olduğunu, Kürt meselesine dair mesajlar verirken kayyım atamasının Kürtleri “sindirmeye, susturmaya yönelik” olduğunu belirten Türk, “bunu başardıkları zaman zaten ‘çözüm süreci’istedikleri gibi gelişir. Buna çözüm süreci demek de doğru değil… Demokrasiyi asla ve asla istemeyen bir yönetim… Bugünkü süreç de geçmişteki uygulamalardan çok farklı değil…” diyerek bu hükümetin demokratik, barışçıl bir çözüm sürecini asla istemediğini, halklarımızın ise yeni eşit, demokratik, barışçıl bir yaşam istediğini vurgulamış, yeni barış sürecini halkların yaratması gerektiğini vurgulamıştır.

7 Haziran 2015: Erdoğan’ı yenen Kürtler ve Erdoğan’ın şiddet sarmalı

Erdoğan’ın böyle bir kayyım atama hamlesi yapması insanların aklına birçok soruyu beraberinde getirmektedir. Önce Erdoğan’ın neden böyle bir kayyım hamlesine gereksinim duyduğu sorusu akla gelmektedir. Çünkü Erdoğan Kürtlere karşı böyle hamlelere Kürtleri aldatmak, kandırmak için giriştiği süreçler istediği sonucu vermediği zaman başvurmakta ve şiddet uygulamasına geçmek için yapmaktadır. Erdoğan hep ucuz, kolay başarı elde etmeye alışmış olan bir politikacıdır. Partisi daha kurulduğu yıl ABD’nin de yardımıyla iktidara gelmiş, kendisi CHP Başkanı Baykal’ın desteği ile Başbakan seçilmiş, FETÖ’ye dayanarak Kemalist-askeri vesayetten kurtulmuş, iki-üç dönem sürekli oylarını arttırarak iktidar olmuştur. Ama bu daha ne kadar böyle gidecekti? Gitmesi için ne yapmak gerekiyor, kimlerle anlaşmak gerekiyordu, diye düşünüyordu Erdoğan.

Erdoğan iktidarını sürdürmek için Kürtlerle anlaşmak gerektiğini gördü. Çünkü ona Mecliste mutlak çoğunluğu sağlayan Kürt illerinden gelen “silme” milletvekili sayısıydı. Bunun için Kürtler legal siyasi bir partiye sahip olmamalılar, bağımsız olarak seçilen 20-30 milletvekili ile yetinmeli ve Kürt illeri Erdoğan’ın oy deposu olarak kalmalıydı. Bir de PKK’nın silahlı direnişi sonlandırılırsa Erdoğan ebediyete kadar lider kalabilirdi. Bunun için PKK ile Oslo’da görüşmeler başladı, bunun yerini 2013-2015 senelerinde barış süreci aldı. Öcalan silahlı direniş döneminin bitmekte olduğunu ve politik mücadelenin öne geçtiğini ilan etti. Kürtler de bu legal siyasi mücadele alanını hızla doldurdular, partilerini kurdular, artık bağımsız aday olarak değil parti olarak seçimlere katılacağını ilan ettiler. Bu Erdoğan’a uymadı, onun hesaplarını altüst etti, zira Kürtlerin “kendi” partileriyle seçime girmesi AKP’nin Kürt illerinden milletvekili çıkaramayacağı, Mecliste çoğunluğu kaybedebileceği anlamına geliyordu. Nitekim de öyle oldu. Arka arkaya mutlak çoğunlukla seçim başarısına alışık Erdoğan ilk kez 7 Haziran 2015 seçimlerinde Mecliste mutlak çoğunluğunu kaybetti, azınlığa düştü ve hükümet kuramadı. HDP yüzde 13 oyla Türkiye’nin dördüncü büyük partisi oldu. Bunun üzerine Erdoğan hemen Barış Masası’nı devirdi, Kürtlere karşı saldırıya, askeri harekâtlara, savaşa geçti. Bu şiddet sarmalı içinde 1 Kasım 2015 seçimlerini yeniden kazandı. Bu Erdoğan’ın şiddetle, halka gözdağı vererek seçim kazanabileceği ilk deneyi oldu.

31 Mart 2024: Erdoğan’ın ikinci kez yenilgisine neden olan Kürtler

7 Haziran 2015 Kürtlerin Türkiye siyasetinin güçlü bir aktörü ve kilit partisi olarak ortaya çıkma tarihidir. Aynı zamanda Kürtler olmadan Erdoğan’ın İslami faşizan iktidarına son verilemeyeceğinin de ortaya çıktığı tarihtir. İlk kez Erdoğan’ı yenen 7 Haziran 2015’de Kürtler oldu. Erdoğan da bu yenilginin intikamını bu “zaferin” lideri olan Demirtaş’ı ve diğer Kürt politikacılarını, onlarla dayanışma yapan Türkleri zindana atarak, Kürt belediyelerine kayyımlar atayarak aldı. Bundan sonra Kürtlerden umudunu kesen Erdoğan, MHP’den Hüdapar’a kadar en faşist, İslami cihatçı örgütlerle çatıştırdığı Cumhur İttifakı altında girdiği seçimleri hile ve zorbalıkla alabildi. Taa ki 31 Mart 2024 yerel seçimlerine kadar.

Bu yerel seçimlerde de Erdoğan 7 Haziran 2015’den bu yana ilk kez ikinci büyük yenilgisini yaşadı. İstanbul, Ankara ve İzmir’in yanı sıra özellikle Ege ve Orta Anadolu’da AKP kalesi sayılan 10’dan fazla Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını tek tek kaybetti. İstanbul ve Ankara’da yalnız Büyükşehir değil, AKP’nin kalesi olarak bilinen ilçeler tek tek düştü. AKP Türkiye’nin birinci partisi olma konumunu kaybetti, ikinci partisi konumuna düştü. CHP ise 34 yıl sonra Türkiye’nin birinci partisi oldu. CHP’nin bu başarısı yeni yönetiminin başta Dem Parti olmak üzere Kürtlerle ve diğer sol, demokratik güçlerle oluşturduğu Kent Uzlaşması anlayışıydı. Bu uzlaşı yerel seçimlerde Kürtlerin diğer güçlerle birlikte Türkiye’nin batısında CHP’yi desteklemesini sağladı, Erdoğan’ın ikinci kez yenilmesine neden oldu. Bu yenilgi Erdoğan’ın bağrına bir bıçak gibi saplandı. Erdoğan günlerce kamuoyu önüne çıkamadı. Düşündüğü Kürtleri ne yapmaktı?

İkinci bir barış süreci mi, Erdoğan’ın bir manevrası mı?

Erdoğan aldığı yenilgi altında “eziliyordu.” Oysa 14 ve 28 Mayıs 2023’te 6 partiye karşı parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak keyfi yerine gelmişti. 2028’e kadar iktidarı garantilemiş ve 2028’de de aday olabilmek için yeni bir anayasa planları kurmaya başlamıştı. Bu yenilgi tüm planları suya düşürmüştü. Erdoğan kara kara “ne yapayım?” diye düşünürken O’na maalesef kurtarıcı can simiti atan yine CHP oldu. Bu CHP’nin Erdoğan’a attığı ikinci can simidiydi. Birincisini CHP Başkanı Baykal attı. İkincisi de CHP’nin yeni Başkanı Özgür Özel attı. Özgür Özel “normalleşme” çıkışıyla Erdoğan’ı ziyaret, Erdoğan’da CHP’yi ziyaret etti. Bu çıkışlar Erdoğan’a partisindeki yenilgisini unutturdu, kendine de kamuoyuna çıkma cesareti verdi. Kendini toparlayan Erdoğan yeni planlar kurmaya başladı. Kürtlerin desteği olmadan ne Cumhurbaşkanı olmak, ne de Ortadoğu’dan veya dışarıdan gelecek bir tehlikeye karşı güçlü bir “iç cephe” kurmak mümkündü. O zaman soru Kürtlerle yeniden nasıl anlaşılabilirdi? Bu anlaşma yine öyle olmalıydı ki, Kürtlere ne anadilde eğitim ne de politik bir statü tanımalı, birkaç demokratik hakla yetinilmeliydi. Bunun yolu yeniden İmralı’da Öcalan ile konuşmaktı.

Bugün gelinen noktada görülen o ki, devlet Öcalan ile görüşmüş, bu görüşmelerde Öcalan bazı temel koşullar öne sürmüş, Kürtlerin temel isteklerini dillendirmiş, bunların Mecliste kanunlaşmasını istemiş, devlet de ona üzerinde uygulanan tecritin kaldırılacağını, “umut hakkı”ndan yararlanabileceğini, ama bunun için “terör”ün bitirilmesini ve PKK’nın lağvedilmesini talep etmiştir. Anlaşılan bu noktalarda karşılıklı bir mutabakat sağlanamamış. Bunun üzerine kamuoyunda bir baskı yaratmak için derin devleti veya Devlet Bahçeli’yi öne sürmüş. Bahçeli’nin Mecliste DEM Parti grubunu ziyaret etmesi, onlarla tokalaşması kamuoyunda hemen “yeni bir barış süreci mi başlıyor?” tartışmasını getirdi. DEM’in ve Ahmet Türk’ün “biz bu tokalaşmayı ne abartıyoruz, ne de küçümsüyoruz, yeni bir barış sürecinin başlaması halklarımızın çıkarınadır” demesi “Kürtler yine kanıyor” veya “Erdoğan Kürtleri yine kandırıyor” gibi değişik yorumlara neden oldu. Oysa Türk aydınları arasındaki bu tartışmalar yersizdi. Zira Kürtler ne istediklerini biliyorlardı ve bunu deneyleriyle göstermişlerdi. Koşullar oluşmadan Kürtler artık adım atmıyorlardı. Tam bu sırada devlet adım atıyor, tecriti kaldırıyor izlenimini vermek için İmralı’da Öcalan’ı yeğeni DEM Milletvekili Ömer Öcalan ziyaret etti. Bahçeli de “Öcalan Meclise gelsin, DEM Parti grubunda ‘terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini’ haykırsın” sözleriyle kamuoyunda sanki süreç ilerliyormuş algısı yarattı. Tam bu sırada Öcalan’ın Ömer Öcalan tarafından şu açıklaması bildirildi: “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden, hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.” Bu açıklama gösteriyordu ki, devlet koşulların oluşmasına hazır değildi.

Kürt sorununda oluşması gereken koşullar nelerdir

Bahçeli’nin açıklaması gösteriyor ki, devlet Öcalan’a uygulanan tecriti kaldıracak, ona özgürlük tanıyacak, Öcalan’da Mecliste “terörün bittiğini, PKK’nın lağvedildiğini” açıklayacaktı. Bunu bu şekliyle ne Öcalan, ne de bir Kürt kabul edebilirdi. Çünkü Kürtlerin minimal istedikleri anadilde eğitim ve siyasi bir statüdür. Türk devletinin bu yönde atacağı her adım “terörün” bitmesinin ve PKK’nın en azından Türkiye’de kendini sonlandırmasının temeli de atılmış olacaktı. Tecritin kalkması bu yönde bir adımdır, ama yeterli değildir. Kaldı ki, tecrit bir insanlık suçudur, hemen kalkması gerekmektedir.

Türk devleti ise dil ve statü konusunda atılacak her adımın Türkiye’yi böleceği veya parçalayacağı korkusuyla Kürt sorununun barışçıl, demokratik bir çözümüne yanaşmamaktadır. Korkunun ise ecele faydası yoktur. Türkiye’nin bölünmesini ve parçalanmasını istemeyen herkesin bilmesi gerekir ki, bunun yolu Kürtlere dili, kimliği, kültürü, statüsüyle eşit haklar tanımaktan ve bunun anayasal güvence altına alınmasından geçmektedir. Bu başarıldığında, yaratılan demokratik koşullarda Kürtler ve Türkler öylesine birbirine kenetlenecek ki, ne ABD ne AB, hiçbir emperyalist güç onları birbirinden ayıramayacaktır. Maalesef Türk devleti bundan çok uzak. Ama bunu gerçekleştirecek olan halkların kendileridir.

Atanan kayyımlar yeni bir şiddet sürecinin başlangıcı mıdır?

Erdoğan ve Bahçeli gördüler ki; Kürtlerin bu koşulları yerine getirilmediği sürece, onlar ne bir Anayasa değişimini destekleyecek, ne de bir “iç cephe”nin oluşmasını. Aynı zamanda Kürtlersiz Erdoğan’ın iktidarda kalmasını sağlayacak ne bir yeni Anayasa yapılabilir, ne de Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya bir barış gelebilir. O zaman soru “Kürtlerin nasıl yola getirilebileceği?” dir. Geçmişteki deneyler gösteriyor ki, bunun yolu: “hem Kürtlere, hem Türklere karşı şiddettir, ölümdür, zindandır, sürgündür, savaştır!”. Bu nedenle son günlerdeki yoğunlaşan kayyım atamaları insana sanki yeni bir şiddet dalgasının habercisi gibi geliyor. Çünkü yeni bir anayasa yapamayacak olan Erdoğan’ın iktidarda kalmasının “tek” yolu halklarımıza, en başta Kürt halkına şiddet ve savaştır. 

Erdoğan’ın bu planlarını suya düşürmek mümkündür. Bu halklarımızın, sol, sosyalist, komünist, ilerici, demokratik güçlerin, işçi sınıfının, emekçilerin, köylülerin, aydınların, gençlerin ve kadınların, çevre ve barış aktivistlerinin, sendikaların, meslek kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin elindedir. Şimdi hep birlikte Erdoğan’ın kayyım uygulamalarına karşı sokağa çıkılmalı, meydanlar doldurulmalı, halkın iradesi gasp edilemez, belediye başkanlarımıza darbe yapılamaz diye haykırmalıyız. Bu direnişler kayyım uygulaması kalkıncaya ve görevden alınan belediye başkanları görevlerine iade edilinceye kadar sürdürülmelidir. Aksi Erdoğan iktidarının devamı olacaktır. Demokrasi ve özgürlükleri kazanmak bizlerin ellerindedir.

Bir yanıt yazın