”Emeklimizi, memurumuzu, asgari ücretlimizi, toplumun hiçbir kesimini enflasyona ezdirmeyeceğiz”
Ceylan DENİZ
BÖYLESİ kesin bir söz mutlak bir devlet büyüğüne ait olmalı. Öyledir de. Bu söz Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait: “Emeklimizi, memurumuzu, asgari ücretlimizi, toplumun hiçbir kesimini enflasyona ezdirmeyeceğiz.” Erdoğan bu sözü sık sık kullanıyor. Geçenlerde yine kullandı. Aslında “ezdirmemek” solculara ait bir eylemdir. Bunun tersi “ezmek” ise burjuvaziye, kapitalist düzende iktidarı elinde tutanlara, ekonomi politikaları uygulayanlara ait olan bir eylemdir. Erdoğan bugün Türkiye’de İslamcı burjuva kesimini temsil eden, iktidarda olan, enflasyona neden olan ekonomi ve mali politikaları uygulayan kişidir. Onun eylemi ezmektir. “Ezdirmemek” eylemi ise ona yabancıdır, terstir. O zaman nasıl olur da Erdoğan halkı ezerken “ezdirmeyeceğim” diye ortaya çıkabiliyor?
Halkı ezen enflasyon denen hayali canavar
“Ezdirmeyeceğiz” derken Erdoğan önce “Enflasyon” diye bir canavarın varlığını ifade etmiş oluyor. Bu canavar halkı ezmeye çalışıyor ve hatta eziyor da. Başta kendisi olmak üzere koca devlet bu canavara karşı halkı ezdirmemek için savaşıyor. Ama başedemiyor. “Ezdirmeyeceğiz” derken de itiraf ediyor. “O canavar halkı şu an eziyor”, bunun karşısında “biz aciziz” diyor. Hemen Hazine ve Maliye Bakanı müdahil oluyor ve “halkı enflasyona ezdirmedik, bundan böyle de ezdirmeyeceğiz” diyerek kendilerine aciz düşmüş görünümü vermek istemiyor. Yine o da enflasyon denen bir canavarla baş edemediklerini itiraf ediyor.
Demek şu an bir canavar var, halkı eziyor. Kimsenin görmediği bu canavar, zaptedilemiyor. Enflasyon denen bu canavar halkı yoksullaştırıyor, fakirleştiriyor, sömürüyor, fiyatları artırıyor, zam üstüne zam getiriyor, yeni vergiler koyuyor, halkı eziyor. Halkı ezen, ezilmesine neden olan Cumhurbaşkanı, Maliye Bakanı, iktidar değil de enflasyon denen bu canavardır. Yaratılan, görülmeyen, elle tutulmayan bu canavar ruh gibi bir hayalettir. Onların yerden mi, gökten mi geldiği bilinmeyen bu hayali canavarla sanki hiçbir ilişkileri yok. Ama onlar bu hayali canavara, bu gaddar ruha karşı sözde halkı koruyorlar, bu canavara karşı savaşıyorlar, “ezdirmeyeceğız” diye kahramanlık taslıyorlar. Ne güzel bir kurgu!
Halkı ezen hayali enflasyon canavarı değil, ekonomi politikaların sorumlusu Erdoğan’dır
Acaba öyle mi? Onların gerçekten bu enflasyon denen canavar hayaletiyle bir ilişkileri yok mu, ona karşı savaşıyorlar mı? Acaba bu canavar hayaletini yaratan kendileri değil mi? Evet, enflasyonu bir hayali canavar olarak kafalarının içinde kuran ve yaratan da kendileridir. Neden onlar enflasyonu hayali bir varlık olarak canavarlaştırıyorlar, insanı ezecek böyle bir hayali canavara ihtiyaç duyuyorlar? Çünkü enflasyon ekonomik bir kavramdır. Bu kavram egemen güçlerin, onların iktidarının uyguladıkları ekonomi politikalar sonucu ortaya çıkan belli bir olgunun adıdır. Bir kavram, bir olgu insanı ezemez, ezme fiilini yerine getiremez. İnsanı ezen enflasyon olgusunu doğuran politikaları uygulayan iktidardır, devleti yönetenlerdir, sömürüye dayalı kapitalist burjuva düzeni sürdürenlerdir. Yarattıkları enflasyonla halkı ezenler de onlardır.
Enflasyon hayali olarak canavarlaştırılınca, ona kolayca bir ezme fiili de yüklenebilir, zira halkta yaygın anlayışa göre bir canavar insanı ezebilir, kanını da emebilir. Enflasyon hayali de olsa halkı ezen bir canavar haline getirilince ona karşı savaşmak, halkı ona “ezdirmemek” de bir gerçeklik kazanır. O zaman da bu hayali enflasyon canavarıyla halkı ezenin kendileri olduğu gerçeğinin üstünü kolayca örtmüş, kendilerini de gizlemiş olurlar. Böylece enflasyon olgusuna neden olan ekonomi ve mali politikaları uygulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Maliye Bakanı Şimşek’e kadar politikacılar, iktidar koltuğunda oturanlar kendilerini sanki bu olayın dışındaymış, ezme fiiliyle bir ilişkileri yokmuş gibi gösterebilirler. Onlar yarattıkları hayali canavarın arkasına dizilerek “halkı enflasyona ezdirmeyeceğiz” derken kendilerini enflasyonist politikalarıyla halkı ezmekten akladıklarını sanırlar, gerçeği tepetaklak ederler, bilmeden tam bir Hegel idealistliği yaparlar. Bilinmeli ki, halkı, işçiyi, memuru, emekliyi, geniş toplum kesimlerini ezen hayali enflasyon canavarı değil, canavarlaşan bu enflasyonu yaratan, artıran, hiper enflasyon seviyesine yükselten Erdoğan ve iktidarıdır.
Türkiye’ye uymayan bir enflasyon “bilimi”
İktisat fakültelerindeki ders kitaplarında okutulan enflasyon daha çok gelişmiş kapitalist ülke ekonomileri için geçerlidir. Bu ülkelerin ekonomileri stabildir, sağlamdır. Yıllık enflasyon büyük bir kriz, savaş, tabii afet olmadan pek değişmez, yüzde 2’yi geçmez. Ukrayna savaşı nedeniyle artan gaz ve petrol fiyatları ve savaş giderleri nedeniyle son iki yılda Avrupa’da yüzde onlara varan enflasyon yaşandı. Ama şimdi yeniden yüzde iki seviyelerine indi. Bu ülkelerin paraları (Dolar, Euro, Sterling, Yen v.s.) değerlidir, her biri uluslararası alanda geçerli para birimidir, dövizdir. Bu ülkelerin hemen hemen hepsinin bütçesi dengelidir, ihracaat fazlası vardır, üretimi tüketimden fazladır. Hayat standardı yüksektir, kişi başına düşen milli gelir 30 bin doların üstündedir. Politik faiz yüzde 3-4 arasındadır ki bu Ukrayna savaşı nedeniyle yüksektir. Savaş öncesi yıllarda ise yüzde sıfır veya yüzde birin altındaydı. Enflasyon bu ülkelerde ya maliyet (arz), ya talep ya da dolaşımdaki para fazlalığının sebep olduğu enflasyondur. Üretime neden olan maliyet işçi ücreti, faiz, hammade fiyatları, gaz, elektrik, su giderleridir. Bunlarda bir artış olursa üretilen malın fiyatı artar, enflasyona sebep olur. Devletin ekonomiyi destekleme politikası sonucu vatandaşın cebindeki veya dolaşımdaki para artarsa (sosyal transfer ve sübvansiyon gibi) yine enflasyon oluşur.
Şimdi, Türkiye’ye bakıldığında tam bunun tersi bir tabloyla karşılaşılır. Türkiye ekonomisi sürekli krizde olan, bütçesi sürekli açık veren, son on ayın bütçe açığı 1 trilyon 375 milyar lira olan bir ülkedir. Cari açık yıllık 20-50 milyar dolar arasında gelip gitmektedir. Ülke ürettiğinden fazlasını tüketen bir ülkedir. Kişi başına düşen milli gelir 10-13 bin dolar civarındadır. Parası ise döviz niteliğindeki paralar karşısında erimektedir. 1 dolar 34 lirayı geçti, bırakılsa, baskılanmasa 50 lirayı da geçecek. Politik faiz yüzde 50’dir. Ülke 40 yıldır Kürtlerle ve komşu ülkelerle savaş halindedir. Savaş ülke kaynaklarını bitirmekte, sivri bibere varıncaya kadar tüm malların fiyatını etkilemektedir. 40 yıl süren bir savaşa hiçbir ülke dayanamaz, bu ülkenin ekonomileri mahvolur. Böyle bir ülkede kronik olarak yüksek enflasyon vardır. Türkiye’de de böyledir. Kısa devreler dışında enflasyon TÜİK’in rakamlarıyla yüzde 20 ile 80 arasında gider gelir. Belli aralıklarla enflasyon yüzde yüzü geçerek hiper enflasyona dönüşür. Artık enflasyon Türkiye halklarının “kaderi” haline getirilmiştir. Enflasyonu yaratanlar ise sırça köşklerde yaşamaktadırlar. Böyle bir ülkede “faiz sebep, enflasyon sonuç” olgusu ülke ekonomik gerçekleriyle bağdaşmaz.
Erdoğan’ın enflasyon yaratan politikaları
Türkiye’de sürekli yüksek enflasyon vardır. Ama son yıllarda enflayonun yükselmesinde, canavarlaşmasında, süreklilik kazanmasında Erdoğan’ın politikalarının büyük bir etkisi olmuştur. Erdoğan uyguladığı ekonomi ve mali politikalarla ülkeyi mahvetmiş, tarımı, hayvancılığı öldürmüş, sanayiyi büyük ölçüde yok etmiş, ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, madenlerini, ormanlarını, sularını tahrip etmiştir. Kürtlere karşı yürütülen savaş Irak ve Suriye’ye genişletilmiştir. Bu bütçeye büyük bir yük oluşturmaktadır. İtibardan tasarruf olmaz diyerek devlet harcamaları, israf tavan yapmıştır. Sarayın harcamaları ise dudak uçuklatmaktadır. Türkiye genel olarak hep üreten değil, tüketen bir ülke olmuştur. Ama Erdoğan döneminde bu eğilim daha da artmıştır. Kendi ekonomik koşullarının çok üstünde bir hayat sürdürmektedir. Tasarruf eden, yatırım yapan bir ülke değil dışarıdan gelecek dövize bağımlı bir ülke haline gelmiştir. Erdoğan halkı boğazına kadar borçlandırmıştır. “Ezdirmeyeceğiz” dediği işçiyi, memuru, emekçiyi, esnafı, köylüyü yarattığı enflasyon canavarı altında ezmekte, onları iliklerine kadar sömürmektedir.
Özellikle Erdoğan döneminde uygulanan politikalara bir bakıldığında ülkenin yalnız yüksek bir enflasyon yaşadığını görmek değil, bu uygulamalar sonucunda ülkenin ne hale geldiği daha iyi görmek ve anlamak da mümkündür. Son 50-60 yılda Erdoğan döneminde olduğu gibi hiçbir zaman ülke bu kadar talan edilmemiş ve yağmalanmamış, halk yoksullaşıp, sefilleşmemiştir. Ülke şu veya bu şekilde hep kendine yetmiştir. Türkiye çok hiper enflasyonlar yaşamıştır. İMF’nin, Dünya Bankası’nın yaptırımlarıyla karşı karşıya kalmıştır, 70 cente muhtaç olmuştur. Atilla Karaosmanoğlu, Turgut Özal, Kemal Derviş gibi İMF tayinli Bakanları ve Başbakanları görmüştür. Yine de yaşadığı krizleri atlatmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri var olan kurum ve kuruluşlar yıkılmadan, ülkenin kalkınması için yenileri eklenmiştir. Ama Erdoğan döneminde Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kurulan fabrikalar bir bir özelleştirildi, bir müddet sonra kapatıldı, daha sonra yok edildi. Denebilir ki, Erdoğan döneminde bu ülkeye bir tek çivi çakılmadı. Dışarıdan gelen dövizler betona yatırıldı. Erdoğan’ın çevresindeki inşaat şirketleri ve diğer şirketler Erdoğan’la birlikte zenginleşti. Ziraatıyla, hayvacılığıyla, şekeriyle, tekstiliyle kendisine yeten Türkiye şu an kendisini besleyemiyor. Etten soğana kadar gıda maddeleri, lüks eşyadan samana kadar her şeyi ithal eden bir ülke konumuna geldi. İthalat, döviz ihtiyacı, borçlanma ise enflasyonu tetikleyen en önemli unsurlardandır. Şimdi bunları daha iyi anlamak için Erdoğan’ın enflasyonu tetikleyen uygulamalarına bakmak yeterlidir.
Uruguay ve Brezilya’dan kırmızı et ithalatı
Türkiye’de et ve süt ürün fiyatları çok yüksek. Vatandaş et yiyemiyor, zira et cep yakmaktadır. Bonfilenin kiloso 1500 liradır. Yunanistan’da ise 500 lira. Et enflasyonu körükleyen önemli kalemlerden biridir. Et ve süt mamüllerinin fiyatları neden yüksek? Yüksek, çünkü Erdoğan hayvancılığı öldürmüştür. Hayvan yemi ithal ediliyor, pahalıya satılıyor. Yerli yem üretilmiyor. Sonunda üretici yem alamıyor, hayvanını besleyemiyor, hayvancılığı bırakıyor. Erdoğan kolay yolu seçiyor, vatandaşı, köylüyü, çiftçiyi, hayvan üreticisini destekleyeciği yerde, dışarıdan et ve gıda maddeleri ithal ediyor.
Brezilya’nın Rio şehrinde düzenlenen son G20 toplantısından dönerken Erdoğan maiyetindeki gazetecilere şöyle diyor: “Vatandaş kırmızı ete beklediği fiyatlarla ulaşabilsin diye gerekirse süratle Uruguay’dan, Brezilya’dan büyükbaş hayvan ithalini yapalım talimatı verdim.” Kendi ülkende hayvancılığı öldür, sonra dışardan büyükbaş hayvan ithal etmeye kalk. Enflasyonu düşürmeye çalış. Bu nasıl bir politikadır. İnsan vatandaşına, ülkesine karşı nasıl böyle davranabilir? Kaldı ki, Erdoğan ilk kez et ithal etmiyor. 2010 senesinden beri Brezilya ve Uruguay’dan et ithalatı yapıyor ama et fiyatları bir kez olsun düşmemiştir. Tersine sürekli yükselmiş ve enflasyonu tetiklemiştir. Şimdi Erdoğan’a sormak gerekir: Eğer “vatandaş kırmızı ete beklediği fiyatlarla ulaşamıyorsa” o zaman çözüm taa Brezilya, Uruguay’dan et mi ithal etmek, yoksa kendi hayvan üreticini desteklemek, teşvik etmek midir? Doğrusu ülkenin hayvan üreticisini desteklemektir. Kendi ülkende yetişen hayvanın etini ve sütünü, yoğurdunu, peynirini yemektir. Hem vatandaş ucuz et yer hem de enflasyon geriler. Hayır! Bu yola gidilmiyor, dışardan et ithal ediliyor, Neden? Çünkü Erdoğan kendi çevresindeki bazı insanları zenginleştirmek, onların vurgun vurmasını sağlamak istiyor. İşte ülkeyi yıkıma götüren, enflasyonu düşürmeyen Erdoğan’ın bu politikalarıdır. Ülkede üretimi durduran, ithalatı arttıran, çiftçiyi, köylüyü desteklemeyen, onun üretimini baltalayan bir politika “milli ve yerli” olamaz. Bu enflasyonu körükleyen yağma ve talan politikasıdır.
Lüks tüketim malı ithalatı: Düşmeyen cari açık ve enflasyon
Türkiye’nin kalkınabilmesi için başta sanayiye yatırım yapılması, fabrikalar kurulması, teknolojiye, bilimsel araştırmalara para yatırılması gerekiyor. Modern fabrikalar açmak, araştırma enstitüsü kurmak, yüksek teknolojiyi kullanmak günümüzde kalkınmanın olmazsa olmazlarıdır. Bunun için makinaya, teknik donatıma ihtiyaç vardır. Bunları da yurt dışından getirmek gerekiyor. Bu da dövizle oluyor. Döviz bulmadan Türkiye’de yatırım yapmak mümkün değildir. Ayrıca şu an Türkiye’de üretilen malların parçalarının büyük bir kısmı Avrapa’dan gelmektedir. Bunun için de dövize ihtiyaç vardır. Döviz ya ihracatla ya da borçla elde edilir. Türkiye’nin ihracaatı azdır. İhracat ithalatı karşılamıyor, açık veriyor. Çok önemli ekonomik bir gösterge olan cari açık 2023’de 40,5 milyar dolardı. Borçla döviz temininin maliyeti çok yüksektir, yüzde 20’ye varan faizdir. Bu faiz ülke için bir yıkımdır. Dövize yüzde 20 faiz veren bir ülke ne yatırım yapabilir ne de kalkınabilir. Londra ve New York spekülatörlerin yağma alanı olar. Türkiye şu an bu durumdadır.
Türkiye’de her zaman cari açık olmuştur. Ama bu açık geçmişte daha çok makina ve üretim için gerekli olan ara malı ithalatından kaynaklanıyordu. Bir karşılığı vardı. Tüketim mallarının tutarı daha azdı. Ama Erdoğan döneminde bu oran değişmeye, tüketim mallarının, özellikle de lüks tüketim mallarının oranı artmaya başladı. Ve bu yıl tüketim malı ithalatı yatırım malı ithalatını geçti. Bu yılın Ocak-Eylül arasını kapsayan 9 ayda tüketim malı ithalatı yüzde 13,5 artışla 38,8 milyar doları buldu. Aynı dönemde yatırım malı ithalatı yüzde 1,2 düşerek 37,8 milyar dolarda kaldı. Tüketim malları arasında da en çok ithal edilen de özellikle lüks araçlardır. Geçen yıla göre lüks araba ithalatı yüzde 127 artarak 18,2 milyar dolara ulaşmıştır. Yalnız otomobil değil, lüks gıda maddeleri ithalatı da artmıştır. İşlenmemiş gıda ithalatında yüzde 95, işlenmiş gıda ithalatında yüzde 84 artış olmuştur. Lüks otomobil ve lüks gıda maddelerine verilen dolar bu ülke için yıkımdır. Bu paraların ülkenin kalkınmasına yatırılması gerekir. Bu ise Erdoğan’ın umurunda değildir. Onun için önemli olan bu ithalatla çevresindekilere vurgun olanağı yaratmak ve alım gücü yüksek olan küçük bir azınlığa lüks mallar sunmaktır. Yine burada da köylüyü, çiftçiyi desteklemeyi düşünen kimse yoktur. Ayrıca Erdoğan döneminde bu küçük azınlık çok zenginleşti. Nüfusun yüzde 20’ni oluşturan 17 milyon kişi 26,5 trilyon liralık milli gelirin 13 trilyonunu, hemen hemen yarısını alırken, servetine servet katarken, nüfusun yüzde 80’i, yani 68 milyonun büyük kısmı 12.500 lira emeklilik maaşı ve 17.000 asgari ücretle geçinmeye çalışıyor, Erdoğan’ın enflasyonu altında eziliyor. Bütçe açığını, cari açığı, dövize bağlı dış borcu artıran bu politikalar Türkiye’de enflasyonu yaratan önemli nedenlerdir. Buna tabii ki bir de Erdoğan’ın “itibardan tasarruf olmaz” politikasının sarayda ve devlette yol açtığı israf, 2025’in başında gaza, elektriğe, suya gelecek yüzde 60’a varan zamlar da eklenirse eflasyonun tek hanelere düşmesi Erdoğan’ın halkı uyutmaya çalıştığı bir hayalden başka bir şey değldir. Bu gidişle bir gün bıçak kemiğe dayanacaktır. Bunun ilk belirtisi kredi kart limitleri üzerinden alınacak vergiye milletin gösterdiği tepkidir.
Savaş enflasyonu düşürmez, artırır
Uzun zamandan beri Türkiye savaş tamtamları çalmaktadır. Erdoğan komşulara “Bir gecede ansızın geliriz” diyerek meydan okurken, Kürtlere karşı 40 yıldır bir savaş yürütürken kendini dokunulmaz görüyordu Son yıllarda bölgemizde giden Ukrayna ve Filistin’de nerede biteceği belli olmayan savaşların bir gün Türkiye’yi de içine çekebileceği tehlikesi belirmeye başladı. Birileri artık “bir gün ansızın Türkiye’ye de girebilirdi.” Bu durum karşısında kara bir tablo çizen Erdoğan daha çok silahlanmaya gereksinim var demeye başladı. Silahlanma, savaş ve gerginlik politikalarını halkın sırtına yeni vergiler, zamlar bindirmek demektir. Erdoğan bunların planlarını yapmaya başladı.
Bakan Şimşek geçenlerde NTV’de bu gereksinimi: “Zor bir coğrafyadayız. Ülkemizin caydırıcılığını artırma zorunluluğumuz var. En son toplantıda yeni birtakım görevler verildi. Denildi ki çelik kubbe inşa edilecek. Bunlar pahalı sistemler. 5. nesil uçağa ciddi para yatırıyoruz. Şu anda binin üzerinde proje var. Kaynak gerektiriyor. Son toplantıda ilave kaynak talebi oluştu. Bu sene kaynağı 165 milyar liraya çıkardık, bunu artırmamız gerekecek” sözleriyle ifade etti. Bunun için kaynak yaratılmalıydı, tek seçenek vardı. O da “İşlemler üzerinden kaynak yaratmak”tı. Bu da kredi kartı limitinden tutunda kol saati satışına varıncaya kadar her işlemden haraç gibi vergi almakttı. Kredi kartı limitlerinden haraç almaya halk büyük bir tepki gösterdi. Yeter dedi, Savunma sanayine para gerekiyorsa Sarayın israfından kes, uçaklarını sat, lüks ithalatı sonlandır, Türkiye’nin milli gelirinin yarısını alan bir avuç zenginden al dedi. Bu tepki karşısında Erdoğan kredi kartı limitinden haraç almaktan vazgeçti. Ama Erdoğan ve Bakanı Şimşek yeni yollar bulacaklar, yeni zamlar getireceklerdir.
Gün birlikte hareket günüdür
Yukarıda sayılan Erdoğan’ın uyguladığı politikalar yalnız enflasyonu artırmıyor, halkı yoksullaştırmıyor, ülkeyi bir yüzyıl geri götürecek bir yıkıma sürüklüyor: Tarım, hayvancılık, imalat sanayii ölüyor. Hem içten hem dıştan talan ve yağma hat safhasında. Savaş, silahlanma ve neoliberal politikalar bu gidişatı daha da hızlandırıyor. Halkı Erdoğan’a ezdirmemek, onun yıkım politikasını durdurmak sol, sosyalist, komünist ve devrimci demokrat güçlerin önündeki en önemli görevidir. Bunun için halk yığınları arasında örgütlenmek, onların Erdoğan rejimine karşı tepkilerini güçlü bir direnişe dönüştürmek gerektirmektedir. İşçi sınıfı ve emekçiler tüm Erdoğan karşıtı güçlerle birlikte meydanlara çıkmadan Erdoğan rejimi sona erdirilemez. Bu burjuva muhalefetinden beklenemez, onlar zaten yapamaz. Bunu yapacak olan sol ve devrimci demokrat güçlerdir. Gün birlikte hareket etme günüdür.