Haber / Yorum / Bildiri

28 Kasım 2020: Engels 200 Yaşında! (III. Bölüm)

Geniş halk yığınlarının özgürlüğü

Özgürlük, kişinin her istediğini keyfi olarak yapması demek değildir. Engels’in «Anti-Dühring»te belirttiği gibi, özgürlük, ne olduğu öğrenilen, bilinen toplumsal zorunluluktur. Marksizm’de söz konusu olan özgürlük, «eleştirici düşünceye sahip» bireyler grupçuğunun değil, geniş halk yığınlarının özgürlüğüdür.

Engels, gerek «Anti-Dühring» te, gerekse diğer eserlerinde şu meseleyi defalarca aydınlatmıştır: diyalektik anlayışa göre sıçrama, yani bir nitelikten yeni bir niteliğe dönüşüm bir anda olmaz; bu öyle bir süreçtir ki, toplumsal hayatta çoğu zaman uzun bir tarihsel devir boyunca sürer. Özgürlük, emekçi yığınları tarafından, toplumsal hayatın objektif şartları ve kanunlarına uyularak, birbirini izleyen, örgütlü sosyal değişikliklerin gerçekleştirilmesi suretiyle kazanılır. Bu kanunların küçümsenmesi, toplumun ileri doğru delişmesinin göz önünde bulundurulmaması, toplumsal gelişmenin geçilmesi zorunlu olan aşamalarının atlanması, daima acı sonuçlar vermiş, yenilgilere, hayal kırıklıklarına, umutsuzluklara yol açmıştır.

 Fakat bundan, eski düzenin kendiliğinden çökeceği ve yeni düzenin kendiliğinden doğacağı sonucu çıkmaz elbette. Engels, tarih kanunlarının kendilerine düşen ödevi otomatik olarak gerçekleştireceklerine hiçbir zaman umut bağlamamıştır. Toplumun devrim yolu ile yeni baştan kurulmasına ilişkin tek öğretiyi Marksizm hazırlamıştır. O, insanların bilinçli olarak yapacakları işleri ve sahip oldukları olanakları göstermektedir. İnsanların bilinçli faaliyeti tarihsel gelişmeyi etkileyebilir. Bunun için de, öncelikle toplumsal gelişmenin sosyal-ekonomik süreçleriyle ihtiyaçlarının, reel şartların konkre tahlili lazımdır, bu bilinçli hareketin, toplumun yeni baştan kurulmasında menfaatleri olan halk yığınlarının sosyal gücüne dayanması gerekir. Devrimci güçler, toplumsal süreçlerin objektif muhtevasını bildikleri zaman tarihsel gelişmeyi hızlandırır, eski düzenin savunucularıyla savaşlarında sağlam zaferler kazanırlar.

Sosyalist devrimin karakteri

Marksizm şunu ispat etmiştir: Sosyalist düzenin kurulmasıyla objektif olarak en yakından ilgilenen sosyal güç, işçi sınıfıdır. Kapitalizmin ortadan kalkmasıyla objektif olarak en yakından ilgilenen sosyal gücün işçi sınıfı olduğunu hem bilimsel tahlil, hem de bu sınıfın bütün mücadele tarihi ortaya koymuştur. İşçi sınıfı toplumsal hayatta en önemli (sonuç belirleyici) bir yer almaktadır. İşçi sınıfı olmazsa, üretim yapılamaz, maddi ve kültürel değerler yaratılamaz. Birçok ülkede işçi sınıfı, halkın çoğunluğunu teşkil etmektedir. Sosyalizmde işçi sınıfının rolü büyümektedir. Çünkü o, sosyalist toplumun temel amaç ve menfaatlerine tamamıyla uygun olan kendi amaç ve menfaatlerini gerçekleştirmek için son derecede büyük olanaklara kavuşmaktadır. Toplumsal gelişmenin yeni kanunları öğrenildikçe ve toplumsal faaliyetin çeşitli alanlarında sosyalist ilişkiler kuvvetlendikçe işçi sınıfının önemi daha da artacaktır. Engels, proletaryanın amaçlarına hizmet eden toplumsal kanunların doğru şekilde yürütülmesi lüzumunu önemle belirtmekte ve şöyle demektedir: “Bunları gitgide daha fazla emrimiz altına almak ve onların aracılığı ile amaçlarımıza ulaşmak bizim elimizdedir.”

Bunların sosyalizmde gerçekleştirilmesi mümkündür. Çünkü sosyalist toplumda, toplumsal bilgiyi ve toplumsal pratiği, toplum hayatının her alanını kapsayan amaca uygun tek bir süreç haline dönüştürmek için gerekli objektif şartlar mevcuttur. Bu sürecin yönetilmesi pratik olarak imkân dâhiline girmiştir. Zira uluslararası işçi hareketi kendi gelişmesi sırasında nitel sıçrama yaparak, yeni tipte bir organizasyon olan Komünist Partisini kurmuştur. Komünist Partisi, keşfedilmiş ve keşfedilmekte olan sosyal kanunlara dayanan toplumsal faaliyetin maddi, ideolojik ve politik yönlerinden faydalanarak hayatı yönetmektedir. Sosyalist toplumun hayatını ve gelişmesini rasyonel ve etkili bir şekilde yönetmesi, Komünist Partisinin yöneticilik rolünü daha da kuvvetlendirmektedir.

Marksizm’in klasik eserleri arasında olan «Anti-Dühring», devrimciliğin soyut olamayacağını inandırıcı delillerle ispat etmiştir. Gerçek devrim, karakteri itibariyle tarihsel temellere dayanmaktadır, en yüksek bilimsellik ve en yüksek politika sanatı devrimde organik şekilde birleşip kaynaşmıştır. Sınıf çatışmalarının bilim ve sanatı olan devrim savaşı, toplumsal gelişmede zor kullanmanın rolünü iyi anlamayı gerektirmektedir. Dühring’in zor kullanma teorisiyle ilgili olarak Engels’in ortaya koyduğu fikirler klasik Marksist hükümlerdir. Dühring’in zor kullanma konusundaki tutumu son derecede çelişmelidir. Bir taraftan, zor kullanmayı toplumsal gelişmenin temel etkeni saymakta, öte yandan da, toplumsal ilerleme yollarını bilmediği için, devrimci zor kullanmanın ilerici rolünü görmemektedir.

Dühring’in zor kullanma teorisini çürüten ve insanlık tarihinde zor kullanmanın rolüne ilişkin bilimsel görüşü ortaya koyan Engels, siyasi düzenin ekonomiye yön verdiği, ekonominin tamamıyla siyasi düzen tarafından belirlendiği hakkında Dühring’in öne sürdüğü iddiaların temelsizliğini belirterek şunu ispat etmektedir: şu veya bu siyasi düzen, yalnız, kendisine uygun ekonomik ilişkilerin temeli üzerinde ortaya çıkar; bir siyasi egemenliğin kaderi, sosyal-ekonomik gelişmenin ihtiyaçlarına uygunluk derecesine sıkı sıkıya bağlıdır. Engels’in bu sonuçları, zamanımızda da önemini tamamıyla korumaktadır. Bugünkü kapitalizm çok güçlü zor kullanma araçlarına sahip de olsa, bunların yardımı ile toplumsal ilerlemeyi durdurabilecek, kapitalist üretim usulünün yerine devrim yoluyla sosyalist üretim tarzını getirme yönünde işleyen objektif kanunları ortadan kaldırabilecek güçte değildir. Şunu da belirtelim ki, «Anti-Dühring»in sonuçları, zor kullanmaya, toplumun yeni baştan kurulmasını kolaylaştıran tek araç gözü ile bakanların bu yoldaki iddialarını çürütmektedir. Marksist-Leninistler, harbin, silahın, örgütsüz ayaklanmaların, emperyalizmin ortadan kaldırılması ve sosyalizmin güçlenmesiyle ilgili bütün sorunları kendiliklerinden çözümleyeceği yolundaki tasavvurları şiddetle reddetmektedirler.

Emekçilerin örgütlü gücü ve kapitale karşı çetin mücadeleleri, kendilerine, daha kapitalizm şartlarında belirli hak ve özgürlükler kazanma imkânlarını vermektedir. Bu kazanımlar, emekçilerin durumlarını iyileştirmek ve toplumda köklü değişiklikler yapmak için yürüttükleri mücadelede yeni olanaklar sağlamaktadır. Fakat burjuva ülkelerinde vatandaşların hak ve özgürlüklerinin belirli bir ölçüde genişlemesi, hatta en gelişmiş memleketlerdeki şeklini alması kapitalizmin temellerini yıkmak için yeterli değildir. Bu hak ve özgürlükler, egemenliğin en önemli kaldıraçlarına büyük bir zarar vermezler. Kapitalistler, egemenliklerinin tehlikeye düştüğünü gördükleri zaman, burjuva demokrasisinin getirdiği hakları geri alırlar, açık ve doğrudan zor kullanma araçlarına başvururlar.

Zor kullanmanın devrimci rolü hakkında Engels’in ortaya koyduğu hükümler zamanımızda da aktüelliğini kaybetmemiştir. Kapitalist toplum tarafından emekçilere karşı kullanılan baskı tedbirlerinin şiddetlendirilmesi kaçınılmaz olarak şu anlama gelmektedir: Emekçiler, irticaı kendi iradelerine boyun eğdirecek reel kuvvete sahip olmazlarsa, kapitalist sistem değiştirilemez. Bütün sosyalist devrimlerde -bunlar ne türlü şartlar içinde gerçekleştirilmiş olurlarsa olsunlar-, işçi sınıfı daima kuvvetli politik mevzilere sahip olmuş ve çeşit çeşit mücadele metot ve biçimleri kullanarak reel bir egemenlik elde etmiştir.

Marksizm ideolojisiyle donanmış ve son derecede hümanist bir karaktere sahip olan işçi hareketi, elbette ki, elinden geldiği kadar, zor kullanmanın hafif şekillerini uygular. Şartlar elverişli olduğu zaman komünistler, devrimin barış yolu ile yapılmasına taraftardırlar. Ve yalnız çağı geçmiş sınıflar kuvvete başvurdukları zaman emekçiler karşı tedbirler olmak zorunda kalırlar. Bu arada, barışçı mücadele araçlarıyla barışçı olmayan savaş araçlarının birlikte kullanılması ve yalnız silahlı ayaklanma çerçevesi içinde kalmayan devrimci zor kullanmanın türlü biçimleri hakkındaki Marksist teori prensiplerinin göz önünde bulundurulması da önemlidir. Her parti konkre durumlarda uygulanacak en etkili mücadele aracını kendi kararlaştırır.

Tarihsel tecrübe göstermiştir ki, emekçilerin egemenliği kurulduktan sonra da anti-sosyalist güçler uzun zaman kapitalizmi tekrar iktidara getirme umutlarıyla yaşarlar ve yeni düzene karşı mücadele ederler. Sosyalist devlete, emekçilerin kazanımlarına karşı yürütülen karşı-devrim faaliyeti, tarihsel gelişme kanunlarına ve bu gelişmenin ilerleyişine taban tabana zıt amaçlar peşindedir. Anti-sosyalist güçler, hangi şiarla ortaya çıkarlarsa çıksınlar, toplumun maddi, manevi ve politik faaliyet alanlarında elde ettiği kazanımlara büyük zararlar verebilir, onun ileri hareketini uzun zaman için durdurabilir. Bu yüzden, devrimcilerin başta gelen ödevi, sosyalizmi azimle korumak, sosyalizm düşmanlarının bütün davranışlarını amansızca önlemektir. Sosyalizmi, uluslararası irticaının saldırılarından da aynı şekilde korumak lazımdır.

Çağımızın son derecede karmaşık sosyal şartları içinde, komünist ve işçi partilerine, olayların dalgaları arasında bilimsel olarak yönlerini belirlemelerine ve olaylara hâkim olmalarına imkân veren tek bir pusula vardır, o da Marksizm-Leninizm bilimidir. Bu bilimin klasikleri Marks, Engels ve Lenin, bize, gayet zengin bir fikir mirası bırakmışlardır. Kardeş partiler, devrim faaliyetlerinde yön tayin ederken bunlardan alabildiğine faydalanmışlardır ve faydalanmaktadırlar. Çeşitli ülkelerin konkre tarihsel şartlarına göre Marksizm’i yaratıcı olarak geliştirme zorunluluğu, işçi sınıfı ideolojisinin tecrübelerden geçmiş temel prensiplerinin zedelenmemesini, olanca güçleriyle uygulanmasını gerektirmektedir. Bu prensiplerden birçoğu «Anti-Dühring»te bütün yönleriyle işlenerek ortaya konmuştur. Bu yüzden komünistler, emperyalizme karşı, barış ve sosyalizm için yürüttükleri büyük savaş sırasında bu klasik esere tekrar tekrar başvurmalıdırlar.

Yeni Çağ Dergisi, Aralık 1968

Bir yanıt yazın