Haber / Yorum / Bildiri

28 Kânunusani’yi unutma!

TARİH sınıfların mücadelesidir. 1921 Kânunusani 28! Karadeniz’de Türk burjuvazisiyle Türkiye işçi sınıfı, burjuvaziyle biz komünistler arasında kanlı bir savaş günüdür. Bugün Kemalistlerin komünistlere saldırdığı gündür. O gece Karadeniz’in karanlık sularında yan yana gelen iki motorda, Nâzım’ın dediği gibi, iki sınıf çarpışıyordu. Onlar ve biz…! Onlar kamalı ve silahlı. Biz silahsız! Yalnız tırnaklarımız ve dişlerimizle kavga! Son nefese kadar kavga! O gece Karadeniz 15 kere açtı göğsünü ve 15 kere örtüldü. Ve 15’lerin hepsi bir komünist gibi yiğitçe, kahramanca öldü. Böylesine kanlı bir sınıf savaşını halkımıza, işçi sınıfımıza, biz komünistlere dün de bugün de dayatan islâmcı veya ordu taraftarlığı yapan „Kemalist“ burjuvazinin her iki kesimidir.

28 Kânunusani 1921, yani 28 Ocak 1921 bizim tarihimizde, TKP’nin tarihinde en acı günlerimizden biridir. Partimizin kurucuları Genel Başkanımız Mustafa Suphi, Genel Sekreterimiz Ethem Nejat ve 13 yoldaşımızın Bakü’den Ankara’ya gelirken Trabzon açıklarında hunharca katledildikleri gündür.

Kim katletti, kim katlettirdi, neden katlettirdi?

Katledenler Mustafa Kemal’in adamı Yahya Kahya’nın tayfalarıdır.

Katlettiren Mustafa Kemal’dir.

Nedeni Mustafa Kemal’in padişahlığa, onun feodal düzenine ve ülkeyi işgal eden emperyalistlere karşı kurtuluş savaşında komünistlerin, işçi, köylü ve emekçi yığınların etkin olmasına, emperyalistlere karşı mücadelenin sosyal ve demokratik içeriğinin derinleşmesine karşı olmasıydı.

Doğmakta olan burjuvazinin, bilfiil Mustafa Kemal’in iktidara tek başına sınırsız hükmedebilmesi için öncelikle Mustafa Suphilerin, Bolşeviklerin ve taraftarlarının temizlenmesi, katledilmesi gerekiyordu.

Mustafa Suphilere yapılan bu kanlı saldırı, aynı zamanda, 1921 yılı başında, emperyalistlerle, özellikle İngilizlerle anlaşmak için atılan bir adımdı, Londra Konferansı’na çağrılmak için İngiliz emperyalistlerinden kendisine iyi bir prim çıkartmaktı. Bu katliam İngilizlerin güvenini kazanmak için yapılan plânın bir parçasıydı. Plân Anadolu’da yükselen Sovyet sempatisinin ve güçlenen Bolşevizm’in, Komünizm’in etkisini kırmaktı. İngilizlere artık komünistlerin ve Bolşeviklerin hakkından gelebileceğini göstermekti, açıkça İngilizlere yaranmaktı.

Bu bir plâna dayanıyordu. Bu plânın diğer parçaları Yeşil Ordu’ya, Meclisteki Halk Zümresi’ne, Halk İştirakiyun Fırkası’na saldırı idi, resmi bir komünist partisi kurma girişimiydi. Bunların hepsinin aynı ana rastlaması bir tesadüf değildir. Tarihsel olaylar, olgular bunu fazlasıyla ispatlamaktadır.

Nedir bu olay ve olgular? 1917 Büyük Ekim Devrimi’nin etkisiyle 1919-1920 yıllarında Anadolu ve İstanbul’da Bolşevizmin etkisi hızla artmaya başlamıştı. Bu gelişme Mustafa Suphi’nin özellikle Rusya’daki yaşam ve mücadelesiyle de sıkı sıkıya bağlıydı.

Bolşevik Partisi’nin üyesi Mustafa Suphi

Mustafa Suphi, İttihat ve Terakkicilerin ihanetini, işçi ve emekçi düşmanı politikalarını açığa vurduğu ve onlara muhalefet ettiği için, 15 yıl kürek cezasıyla Sinop kalesine sürüldükten sonra, 1914 yılında bu kaleden Rusya’ya kaçmayı başardı. Bu sıralarda Osmanlıların Almanların yanında Rusya’ya karşı harbe girmesi üzerine, çarlık polisi Mustafa Suphi’yi Ural’a sürdü. Burada Mustafa Suphi Bolşeviklerle bağ kurdu, Marksist literatürle, özellikle Lenin’in eserleriyle tanıştı, devrimci Marksist öğretiyi benimsedi. 1915 senesinde Bolşevik Partisi saflarına alındı.

TKP’nin 1. Kongresinde M. Suphi bu konuda şöyle diyordu: „Türk devrimcilerinin Rus bolşevikleriyle teması 1915 yılında başladı… Komünist literatür harp esirleri arasında büyük rağbet görüyordu.“

1. Dünya Savaşı’nda binlerce Mehmetçik Rusya’ya esir düşmüştü. Bunlar Bolşeviklerin, komünistlerin mücadelesini, Büyük Ekim Devrimi’ni gördüler. Kimileri dünyayı yerinden oynatan bu savaşa katıldılar. Rus işçi ve köylüsünün çarlığı, burjuvaziyi, toprak beylerini nasıl devirdiklerini yaşadılar. Rus halkının, Rus proletaryasının, Bolşevik Partisi’nin, Lenin’in kurduğu devletin ne olduğunu gördüler.

Mustafa Suphi bu Türk tutsakları arasında çalıştı. Onların uyanmalarına yardım etti. Onlarla toplantılar yaptı, onlara Sovyet egemenliğinin önemini anlattı. Kimilerini örgütledi. Parti okulu açtı. Sovyetlere saldıran yabancılara, emperyalistlere karşı savaşmak için Gönüllü Türk Kızıl Alayları kurdu. Bunlar diğer ülkelerden enternasyonal birliklerle birlikte, Wrangellere, Denikinlere, Kolçaklara, Beyaz Ordu’ya, karşı devrimcilere karşı savaştı. Ekim Devrimi’ni, Sovyet iktidarını savundu. Mustafa Suphi, Ekim Devrimi’nin uyandırdığı Doğu halkları arasında da, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Taşkent’te Sovyet iktidarının zaferi ve sağlamlaşması için var gücüyle savaştı.

Büyük Ekim Devrimi’nin uyandırdığı ulusal ve sosyal kurtuluş fikirleri, sosyalizm, komünizm, Bolşevizm fikirleri Azerbeycan’da, Türkmenistan’da, Taşkent’te Müslüman halklar arasında büyük yankılar uyandırıyor, taraftar topluyordu. Bu fikir ve gelişmeler yalnız Orta Asya’da değil, Osmanlı ülkesinde de büyük sempati buluyordu. Anadolu halkının emperyalist güçlere, padişaha, ağalara, beylere karşı mücadele azmini güçlendiriyor, Anadolu insanını derinden etkiliyordu. Ekim Devrimi’nin zaferinden sonra, Türkiyeli tutsakların bir çoğu ülkeye devrimci olarak geri döndü. Onlar Sovyet Rusya’daki Ekim Devrimi’nde elde ettikleri savaş deneylerini anlatmaya, yaymaya başladılar.

Sovyet Rusya’dan geri dönenler ülkede yepyeni bir durumla karşılaştılar. Osmanlı İmparatorluğu Almanlarla birlikte girdiği 1. Dünya Harbi’ni kaybetmiş, Sevr’i imzalamış ve bu anlaşmaya göre Antant güçleri ülkeyi işgal etmeye başlamışlardı. Fransızlar Antep ve Maraş’a, İtalyanlar Antalya’ya, İngilizler İstanbul’a ve İngilizlerin desteklediği Yunanlılar da İzmir’e girmişlerdi. Yunanlar hızla Kütahya, Bursa istikametinde ilerliyorlardı.

Sovyet Rusya’da Ekim Devrimi’ni görmüş, Mustafa Suphi’nin eğitiminden geçmiş komünistler harekete geçtiler. Bunlar bir yandan komünist kümeler, diğer yandan da emperyalist güçlere karşı savaşacak direniş birlikleri, çetelerden oluşan gönüllü alay ve ordular kurdular. Yunanlıların Anadolu’da ilerleyişini engelleyen komünistlerin etkin olduğu bu çete birlikleriydi, alaylardı.

Komünistler ve Yeşil Ordu

Bu alaylardan bir tanesi, 1920 yılı başlarında, Kütahya’da kurulan Gönüllü Halk Alayı idi. Bu alayı halk her şeyiyle destekledi. Alay komutanı Topçu İsmail Hakkı’ydı. Merkez Komitesi Politbüro üyesiydi. Trabzon’da Suphilerle öldürülenlerden biridir. Bu alay, Yeşil Ordu’nun bir koluydu. Ateş boylarında sonuna kadar savaştı. Onlar Kızıl Ordu’da gördükleri savaş yöntemlerini, savaş disiplinini, halk ordusu ilkelerini uyguluyorlardı. Daha Mustafa Kemal 1919’da Samsun’a çıkmadan önce, Anadolu’da TKP kurucularından Affan Hikmet Bandırma’da liman, demiryolu işçilerinden kurduğu 30-40 kişilik bir gerilla ile Maydos’da İngiliz silah depolarını bastı, İngilizlerle, Anzavurlar’la savaşa savaşa, bu silahları Anadolu içlerine götürdü, halkın eline verdi.

Yeşil Ordu, içinde İttihatçı, Müslüman güçlerin de bulunduğu ama komünistlerin ve Çerkes Ethem’in de etkin olduğu bir kuruluştu. Bu kuruluşun nizamnamesinin 1. ve 2. maddesinde şöyle denmektedir: „Yeşil Ordu Teşkilatı Avrupa emperyalizminin hulul ve istila siyasetini tard etmek üzere teşekkül etmiş bir mücadele teşkilatıdır.“  „Yeşil Ordu umum Türkiye’de dahi her nevi emperyalizm cereyanlarını ve sermayelerin haksız tagallüb ve tahakkümlerini ref ve izale etmekte tereddüt etmez.“ 20. maddesinde: “Yeşil Ordu’nun alamet-i farikası yeşil bayraktır. Uhuvvet-i İslâmiye’nin bu bayrak altında teessüs ve bey-nel-beşer kızıl ve yeşil bayrakların ittihadı ve inkılab-ı mesudi ve sadet-i hakikiye’ye müteveccih mesaiyi itmam edecektir“ der. 21. maddesinde: „Yeşil Ordu Türkiye’de hafi bir merkez-i umumi ile idare olunur. Merkez-i umumi bütün yeşil ordu teşkilatlarına malik memleketlerle rabıtada olduğu gibi Moskova kızıl orduları merkeziyle de münasebettedir.“  26. maddesinde „Yeşil Ordu teşkilatına müntesep olup da emperyalizm lehinde gayemize hiyanet eden derhal idam olunur“ der. Yeşil Ordu açıkça Orta Asya’daki Müslüman halkların mücadelesinin Anadolu’daki yansımasıydı. Emperyalizmi ve Mustafa Kemal’i nefret ettiren, Yeşil Ordu’nun Rus ve Türkiyeli komünistlerle, özellikle Mustafa Suphi ile olan ilişkisiydi.

Komünistlerin müttefikleriyle birlikte ulusal ve sosyal kurtuluş savaşları

Bolşeviklerin ve komünistlerin böylesine etkisinde olduğu görülen Yeşil Ordu’ya bağlı, komünistlerin ve Çerkes Ethem’in komutasındaki silahlı birlikler 1919-1920 senesinin sonuna kadar Anadolu’daki tek vurucu silahlı güçtü. Mustafa Kemal, Ankara’da Meclis’i toplamıştı ama elinde askeri bir güç yoktu. Ordu, Mondros mütarekesiyle silahsızlandırılmış ve dağıtılmıştı. Bir yandan Yunanlıların ilerleyişini durduracak, diğer yandan İngilizlerin direktifiyle padişahın halkı hilafet adına isyana çağırması üzerine, patlak veren isyanları bastıracak, hatta Meclisi koruyacak gücü bile yoktu. Komünistlerin, Yeşil Ordu’nun, Çerkez Ethem’in birlikleri hem emperyalistlere karşı, hem padişahı ve emperyalizmi savunan Anzavurlar’a karşı savaşlarda belirleyici güçlerdi. Meclis’i ve Ankara’yı koruyan bu güçlerdi. Bunlar Balıkesir’de Anzavur’un kuvvetlerini mahvetti, Geyve’de Ali Fuat Paşa’nın yardımına koşup İstanbul hükümetinin gücü olan Kuvay-ı İnzibatiye’yi yendi. Düzce isyanını bastırdı. Ali Fuat Cebesoy hatıralarında „gönüllü komünist birliklerin kahramanca savaştıklarını“ çoğunun şehit düştüğünü yazar. Yozgat’daki Çapanoğulları isyanını bastıranlar da yine bu güçlerdi. Bu birliklerin şahsında Çerkes Ethem’in Ankara’da karşılanışını Halide Edip Adıvar o zaman şöyle anlatır:

“Ethem Ankara’ya silahlı kuvvetleriyle girdiği zaman, sokaklar doldurulmuştu. Adamları arasında kadınlar da vardı. Ethem, büyük şevkle karşılandı. Mustafa Kemal Paşa otomobilini ona verdi. Bu, Ankara’da bulunan tek otomobildi. Ethem Millet Meclisi’ne geldiği zaman coşkunlukla karşılandı.”

O zaman işgal altındaki İstanbul’da komünistler hem işgal kuvvetlerine karşı direniş örgütlüyorlar, hem de İngilizlerin silah depolarını basıp, aldıkları silahları Anadolu’ya yetiştiriyorlardı. İstanbul’daki bu komünistler hem Rusya’da Mustafa Suphi ile bağlı olan komünistlerdi, hem de TKP’nin ikinci kolu olan Almanya’dan Spartaküs hareketinden gelen, içinde Ethem Nejat’ın, Paris’ten gelen Şefik Hüsnü’nün de olduğu komünist gruptu. Bunlar Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi’ni oluşturmuşlardı. Bunlardan Ethem Nejat Bakü’de toplanan TKP kongresine katıldı. Ama Şefik Hüsnü kongreye gitmedi. Buna rağmen kongre ona görev verdi. O, yıllarca Mustafa Suphilerin öldürülmesine kayıtsız kaldı. Şefik Hüsnü’ün daha sonra Moskova’da Mustafa Suphi’den övgüyle bahsetmesi onun iki yüzlülüğüdür.

Bu olaylar gösteriyor ki, Büyük Ekim Devrimi’nin, Mustafa Suphi’nin İstanbul’da, Anadolu’da, Kürdistan’da savaşan Halk Güçleri üzerinde dolaysız etkisi ve bağları bulunmaktadır. 1920 yılının sonuna kadar cephelerde düşmanla yalnız komünistlerin de içinde olduğu bu halk kuvvetleri savaşıyordu. Silahlı halk kuvvetlerinin istilacı ordulara, gerici kuvvetlere karşı cephelerde elde ettikleri başarılar, gerici ayaklanmaların bastırılmasında oynadıkları büyük rol, halk yığınlarının, özellikle köylülerin ve işçi sınıfının bu kuvvetlere karşı besledikleri sevgiyi, ümidi ve güveni gittikçe derinleştiriyordu. Ama bu gelişmeler burjuvazinin ve toprak ağalarının kuşkusunu da artırıyordu.

Mustafa Kemal de Büyük Ekim Devrimi’nin, kuzey komşumuz Rusya’da doğmakta olan Sovyet iktidarının kendi amaçlarına uygun kullanabileceğinin önemini görmüştü. Ankara’ya yardım edecek tek ülke Sovyet Rusya idi. M. Kemal hemen Moskova’ya elçiler gönderdi, yardım ricasında bulundu. Lenin’e yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Emperyalist hükümetler aleyhine 26 Nisan 1920 harekatı ve bunların tahakküm ve esareti hakkında bulunan mazlum insanların kurtulması amacını güden Bolşevik Ruslarla işbirliği ve harekatı kabul ederiz…. Evvela, milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist kuvvetleri tart ve ilerde emperyalizm aleyhine müşterek mücadelemiz için dahili kuvvetlerimizi organize ettirmek üzere şimdilik ilk taksit olarak 5 milyon altın ve kararlaştırılacak miktarda cephane vesaire harp vesaiti ve sıhhiye malzemesinin… Rus Sovyet Cumhuriyetince temini rica olunur.” Sovyetler o günlerde ülkeye dalan emperyalist devletlere ve Beyaz Ordulara karşı ölüm kalım savaşı içinde olmasına rağmen, Ankara’ya yardım elini uzattı. Temmuz 1920’de Halil Paşa’ya 100 bin lira değerinde altın, Ekim ayında İktisat Bakanı Yusuf Kemal Bey’e 1 milyon altın Ruble verdi. Eylül ayında silah sevkiyatını başlattı. Bu yardımlar daha sonra da devam etti.

Yenik düşen Osmanlı Paşalarının manevraları

Tam bu sırada Sovyet Rusya’dan yardım gören bir diğer Türk Paşası da Enver Paşa idi. Enver Paşa, Birinci Dünya Harbi’ni kaybettikten sonra Talat ve Cemal Paşalar’la birlikte 16 Kasım 1918’de bir Alman denizaltısıyla ülkeyi terk etti, Odessa’ya gitti. Odessa’da 3 paşanın yolları ayrıldı ve Enver Paşa Odessa’dan Almanya’ya geçti, oradan da Kafkaslar’a ve Orta Asya’ya geçmeye çalıştı. Amacı buralarda pantürkist turan fikrini ve panislamist halifelik emellerini hayata geçirmekti. Bunu gerçekleştirmek için de, Mustafa Kemal’in yaptığı gibi, Sovyetlere karşı iki yüzlü davranmak ve önce Sovyetlerle işbirliği yapmak gerekliydi. Sovyetler o dönemde Kafkaslar’da ve Orta Asya’da iç harbi körükleyen İngiliz müdahalelerine karşı savaşıyordu. Enver Paşa, Kafkasya ve Orta Asya’daki İslam Ordu birlikleriyle Kızıl Ordu birliklerini birleştirilip İngilizlere karşı savaşan Müslüman halkların başına geçmeyi planlıyordu. Berlin’de Radek’le görüştü, böylece Sovyetlerle ilişki kurdu ve Almanların yardımıyla 15 Ağustos 1920’de Moskova’ya vardı. Moskova’da Hindistan, Afganistan ve diğer Müslüman halkların temsilcileriyle de bir dizi görüşmeler yaptı. Sonra Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kongresi’ne katıldı. Bu kongrede umduğunu bulamadı. Mustafa Suphiler ve diğer Müslüman halklardan gelen Bolşevikler onun maskesini düşürdüler, teşhir ettiler. Kongreden sonra Türkistan’a gitti. Daha sonra Sovyetlere karşı isyan eden Basmacıların başına geçti ve Kızıl Ordu’ya karşı savaşırken 4 Ağustos 1922’ de Tacikistan’da öldürüldü ve Çegen köyüne gömüldü.

Enver, Cemal ve Talat yurt dışındayken Mustafa Kemal’le ilişki halindeydiler, birbirleriyle yazışıyorlardı. Enver Paşa öldürülmeden önce, Moskova’da bulunduğu sırada Orta Asya’dan, Afganistan ve Hindistan’a kadar Müslümanları birleştirmek için yaptığı girişimler hakkında bilgi vermek üzere Mustafa Kemal’e bir mektup yazdı. Bu mektup 29 Eylül 1920’de Mustafa Kemal’in eline ulaştı. Mustafa Kemal, 4 Ekim’de verdiği cevapta kısaca şöyle diyordu: “… Şark islâm memleketlerinde tebaruz eden harekat-ı milliyenin birleşmesi teşebbüsü hakkındaki izahatınız maksadımıza tevafuk eylediği cihetle muhteviyati pek ziyade mucibi memnuniyet oldu…Üzerinde durulması lazım gelen bir nokta, Türkistan, Afganistan ve Acemistan gibi islam memleketlerinde henüz rüşeym halinde bulunan mesa-i ve icraatın ve bu hususta ittihaz edilecek emellerin ve maksatların Rusları şüphe ve endişeye sevk etmemesi için Pan-İslamizmin meydana vurulmasından çekinmek icap edeceği hususudur… Cemal Paşa’nın Moskova’dan Taşkent’e harekatı esnasında kendisine bir cevapname gönderilmiştir. Ancak Afgan ordusunu takviye için istediği zabit heyeti, mütemadi faaliyette bulunan Garb ve Cenup cephelerimizdeki ihtiyaç dolayısıyla itizar beyan edilerek gönderilmemiştir. Ayrıca bir mektup da Almanya’da Talat Paşa’ya gönderilmiştir. Cenab-ı Hak cümlemize muvafakkiyetler ihsan etsin. BMM Reisi Mustafa Kemal”. Bu yazışmalar Mustafa Kemal’in İttihatçılara karşı olduğu palavrasını yalnız açığa vurmuyor, aynı zamanda onlarla birlikte hareket ettiğini gösteriyor. Hatta Enver Paşa’yı gerçek amacı Panislamizm konusunda uyarmaktadır. Çünkü Mustafa Kemal’e göre Sovyetler Enver Paşa’nın gerçek amacı Panislamizm konusunda uyanırsa, hem Sovyet yardımları tehlikeye girebilir, hem de Orta Asya Müslüman halklarının Anadolu’daki direnişle dayanışması zayıflayabilir. Gerek Mustafa Kemal, gerekse Enver Paşa Sovyetlerden yardım alabilmek için hep iki yüzlü davranmışlar, gerçek amaçlarını gizlemişler, emperyalizme karşı birlikte savaşıyoruz izlenimini yaratmaya çalışmışlardır. Buna rağmen Sovyetler hem Doğu, hem de Türkiye halklarının kurtuluşu için maddi ve manevi yardımı esirgememişlerdir.

Sovyetler’in Türkiye’ye gönderdikleri yardımların olumlu ve kesin etkileri savaş cephelerinde olduğu kadar cephe gerisinde de halkın morali üzerinde kendini gösteriyordu. Bu yardımlar düzenli ordunun kurulmasını da hızlandırıyordu. Mecliste ve halk arasında nasıl bir ordu kurulacağı tartışılıyordu. İlerici güçler, komünistler gelişmeleri göz önüne alarak yepyeni devrimci bir halk ordusu, demokratik bir halk hükümeti kurulmasını istiyorlardı. 1920 Temmuz’unda Erzurum’da çıkan “Albayrak” gazetesi, “Bir halk hükümeti ve bir halk ordusu kurulması zorunluktur” diye yazıyordu.

Ama egemenliğini kurma yolunu izleyen burjuvazi ve temsilcileri, başta Mustafa Kemal, eski ordunun kasnağı üzerinde, eski kadrolardan, komutanlardan dağınık tümenlerden, kolordulardan, Osmanlı artıklarından bir ordu çıkarma planını yürürlüğe koydu. Meclis yeniden bazı doğumluların askere alınmasına karar verdi. Kasım 1920’de düzenli ordunun büyük ölçüde kurulması başarıldı. Ülkede iki ordu vardı: Halk Kuvvetleri Ordusu ve düzenli ordu. Biri halkın, diğeri burjuvazinin ve toprak ağalarının ordusu. Bu durum, içten içe, kıran kırana bir sınıf savaşı dayatıyordu.

Partimizin Birinci Kongresi

Komünistler bir yandan Halk Güçleriyle cephede savaşırken, diğer yandan da kendi örgütlenmelerine hız verdi. Hem Rusya’da hem Anadolu’da. Mustafa Suphi Marksçı-Leninci propagandayı alabildiğine yaymak, bütün sosyalistleri bir komünist gazete çevresinde toplamak için, Moskova’da 1918 senesinde Türkçe “Yeni Dünya” gazetesini çıkarmaya başladı. Bu hem Rusya’da hem de Anadolu’da dağıtıldı, tüm Türk devrimcilerinin savaş organı oldu.

Mustafa Suphi Sovyet Rusya’daki Türk devrimci gruplarını bir araya getirdi, ileride Türkiye Komünist Partisi’nin devrimci kollarından biri olan Türk Sol Sosyalistleri’nin Birinci Kongresini topladı. 1919 da toplanan III. Enternasyonal’in Birinci Kongresi’ne Türkiye Komünist Örgütü’nün temsilcisi olarak katıldı.

Mustafa Suphi’nin etkisiyle 1920 yılı Haziran’ında Anadolu’da Türkiye Komünist Partisi kuruldu. Nizamnamesinin birinci maddesinde: “Bütün beşeriyete refah ve saadet temin edecek olan cihan inkilabının Türkiye’de biran evvel husulpezir olmasını temin ve sosyalizmi tesisi için Türkiye’de bir Komünist yani Bolşevik Partisi teşekkül etmiştir”; İkinci maddesinde “TKP kapitalizmin ve emperyalizmin tagallübünden bütün mazlum milletlerin ve sınıfların kurtulması için bütün kuvvetiyle mücadele edecektir” denmektedir. Nizamnamenin diğer maddelerinde TKP’nin “şuralar vasıtasıyla cemiyet hayatında hakiki bir halk hükümet-i cumhuriyesini vücuda getireceği”, belirtilmekte ve TKP “milletlerin serbesti-i inkişafını tanır ve her milletin mukadderatını tayin meselesini o millete tevdi eder” denmektedir. Son maddesinde de ”Türkiye Komünist Partisi Moskova’da münakit (Üçüncü Enternasyonal’in) Bakü Kongresi’nin kararları vasıl oluncaya kadar şu mezkur esaslar dahilinde halki tenvir ve irşat etmeye devam eder” denmektedir. 14 Temmuz 1920’de yayınladığı beyannamede, “eski akideler üzerine bina edilen hal-i hazır tarz-ı idaresini yıkmak” ‘tan söz edilmekte, hem İstanbul hükümetine karşı çıkılmakta, hem de Mustafa Kemal’in hükümeti eleştirilmektedir. Beyannamede Ankara hükümeti burjuva milliyetçiliğinden uzaklaşamamakla, komünistlere müdahale etmekle, Sovyet Rusya’ya ve Üçüncü Enternasyonal’e iki yüzlü davranmakla itham edilmektedir.

TKP, halka somut savaş yolunu da gösteriyordu: “Anayurdumuzun bağımsızlığını ve halkımızın özgürlüğünü ancak silahla, ancak savaşla elde edebiliriz. Çeteler! Topraklarımızdan son yabancı eri, son düşmanı kovuncaya kadar savaşınız! Topraklarımızın bir karışını bile İngilizlere, Amerikalılara, onların yardakçısı Yunan kralı ordularına bırakmayınız! Çeteler! İyi bilin, bütün halk arkanızdadır. İşçi, köylü arkanızdadır. Komünist Partisi yanınızdadır. Siz çeteler, kendiniz işçi, köylü çocuklarısınız.”

Tüm bu savaşları örgütleyen Mustafa Suphi idi. Hem padişahlığa ve gerici güçlere, hem de ülkeye dalan emperyalist güçlere karşı emekçi yığınların, işçi ve köylülerin savaşını daha etkin yürütmek için komünist örgütleri bir çatı altında birleştirmek, TKP’nin Birinci Kongresini toplamak gerekiyordu. Parti kongreyi Ankara’da yapma kararı aldı, ama Kemalist hükümet buna müsaade etmedi. Bunun üzerine Azerbaycan hükümeti kongrenin Bakü’de toplanabileceğini belirtti. Hazırlıklar tamamlandı, Kongre 10 Eylül 1920’de Bakü’de toplandı. Kongreye katılan 75 delegeden 51’i Anadolu’dan ve İstanbul’dandı. İstanbul’dan gelen delegasyonun başında Ethem Nejat vardı. Şefik Hüsnü Mustafa Suphi’nin istemine rağmen bu kongreye gitmedi. O, 1922 de Ankara’da toplanan 2. Kongre’ye de katılmadı, hatta bu kongreyi sabote etmeye kalktı.

TKP’nin kurulmasıyla Türkiye işçi sınıfı, köylüleri ve emekçi halkı Marksçı-Leninci tek amaca bağlı, çelik disiplinli, eylem programı ve tüzüğüyle yepyeni tip bir partiye, devrimci bir örgüte, silaha kavuştu. Ülkede Komünist Partisinin etkisi hızla artmaya başladı. Marksçı-Leninci fikirlerin devrimci etkisi işçi ve köylü yığınları ve aydınlar arasında kendini gösteriyordu. Hatta bu sırada Mecliste Yeşil Ordu ve TKP’ye bağlı kuvvetli bir Halk Zümresi grubu oluştu. Bu grup 1920 Eylül başında 98 oyla Tokat mebusu Nazım Bey’i dahiliye vekili seçtirtti. Nazım Bey Yeşil Ordu’yu ve komünist partisini tutuyordu. Mustafa Kemal ürperdi, olmaz diye dayattı: “Ya o, ye ben” dedi. Nazım Bey’i istifaya zorladı.

Sahte komünist partisi

Komünist Partisi’nin, Bolşevizm’in artan etkisi Mustafa Kemal’i ve yeni doğmakta olan burjuvaziyi Ulusal Kurtuluş Hareketinin önderliğini elden kaçırma kaygısına düşürdü. Mustafa Kemal ve onun meclis içinde ve dışındaki çevreleri, generalleri „tehlike“yi önlemek için, komünizmin memlekette yayılmasını engellemek için kesin tedbir ve kararlar almaya ve planlar yapmaya başladılar. Onlara göre emperyalistlere karşı verilen mücadelede ulusal güçlerle, halk güçleriyle, bu mücadelenin vurucu öncü kollarıyla olan zorunlu birlik, ittifak biran evvel bozulmalı, bu güçlerin üstüne gidilmeli, halk içindeki etkileri kırılmalı, öncülük onların elinden alınmalı, emperyalist güçlerle uzlaşma yolları aranmalı, Sovyetlerin etkisinden kurtulunmalıydı.

 Ama 1920 yılı Eylül ayında Mustafa Kemal ve çevresindeki güçler, 1. Kongresi’nden sonra faaliyeti artan ve gelişmesi hızlanan Türkiye Komünist Partisi ve onun etkisi altındaki sosyal ve politik kuruluşları ve kuvvetleri zor kullanarak dağıtacak duruma daha gelmemişti. Kurulmakta olan düzenli ordunun harekete hazır bir hale gelmesi için daha bir müddet beklemek gerekiyordu. Sovyet Rusya’nın maddi ve manevi desteğine olan ihtiyaç hayatiydi. Mustafa Suphi’nin ve komünistlerin Sovyet yardımındaki rollerini biliyorlardı.

Emperyalist güçler ise zaman kazanmaya bakıyordu, çünkü Sovyet Rusya’daki iç savaşta “kim-kim” sorunu daha çözülmemişti. Ankara ile anlaşmaya görüşmeye yanaşmıyordu. Desteklediği Yunan ordusu hızla Ankara’ya doğru ilerliyordu. Zaman komünistlerle, bolşeviklerle, diğer ilerici güçlerle olan ittifakı bozma zamanı değildi. Onlarla daha bir süre gitmek gerekiyordu. Ama acilen de komünistlerin artan etkisini kırmak, en azından kontrol altına almak da gerekiyordu. Bunun için sahte bir komünist partisi kurma planı yapıldı.

Bunun için Mustafa Kemal ve çevresi Komünist Partisi’nin davasına bağlı yığınlara, devrimci sosyal politik kuruluşlara yaklaşarak onları kendine çekme, Komünist Partisi’ni böylece kendiliğinden yıkıma mahkûm etme veya bu amaçta görünerek vakit kazanma planını uygulamaya girişti. 1920 Ekim’inde, partimizin ilk kongresinden kısa bir zaman sonra en büyük devlet ve hükümet adamlarının inisiyatifiyle Ankara’da ayrı bir „Türkiye Komünist Partisi“ kurulduğunu ilan etti. Partinin 1 numaralı üyesi, kendisi, Mustafa Kemal idi. Komünist Enternasyonal’e, onun prensiplerine bağlı olduğu önemle belirtilen bu sözde komünist partisi daha kurulduğu anda içyüzünü belli ediyordu.

Komünist Enternasyonal’in prensiplerine bağlılığını ilân etmeyi unutmayan bu garip „komünist partisi“nde işçi sınıfının ve diğer emekçilerin hiçbir temsilcisi yoktu. Ordu komutanlıkları – ki bunlar daha çok komünistlerin faaliyetlerini izlemekle görevli gizli istihbarat servislerinin merkezleriydi- hiçbir ilde teşkilat kurmaya lüzum görmeyen partinin taşra temsilciliklerini üzerlerine almışlardı. Ordu komutanlarına gönderilen direktiflerde „komünizm cereyanının ordunun en büyük kumandanlarında kalması gerektiği“, „komünizm fikir ve esasları üzerinde hiçbir cemiyetin veya heyetin fotoğraflı vesika ve selahiyetnamesi olmaksızın, kim olursa olsun, bir şahsın faaliyette bulunmasının tecviz edilemeyeceği“ önemle belirtiliyordu. Böylece, Mustafa Kemal, bu danışıklı „Komünist Partisi“ dışında kalan kuruluşlara, bu arada TKP’ye ve danışıklı „Komünist Partisi“nin „selahiyetname“sini taşımayanlara, yani herkese komünizm yararına faaliyet yapmayı yasaklamak istiyordu.

Bu sahte partinin kuruluşunu zamanın Maraş mebusu Tahsin Bey şöyle anlatır: „Millet komünistleri, bolşevikleri seviyordu… Haniya önüne geçmezsen, topu birden komünist olup çıkacak… Sonra Sovyetlerden daha fazla yardım koparmak istiyorduk…En önemlisi, Moskova’ya kur yapıp Batılıları düşündürmek istiyorduk… Bolşeviklik işimize yaramıyordu. Ama Bolşevik yardımı hiç de fena değildi… İşte Gazi Paşa düşündü, taşındı. Bir akşam bizi yemeğe çağırdı. Bu „Komünist Partisi’ni kurma işi”ni ileri sürdü… Sofradan kalktığımız zaman „parti“ hazırdı… Hepimiz tepeleri kırmızı çuhadan Bolşevik kalpakları giydik başımıza… Ben kendi payıma Maraş’daki pirinç tarlalarımdan başka, çil çil Rus altınlarını düşünüyordum“ diyor Tahsin Bey.

Ama Mustafa Kemal’in bu kaba plânı tutmadı. Komintern bu partiyi kabul etmedi, T. Rüştü Aras başkanlığında gönderilen heyeti kongreye sokmadı. Heyet geldiği gibi geri döndü. Çünkü Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerinin bir komünist partisi vardı. Bu Bakü’de birinci kongresini yapan TKP idi. Ama böyle sahte bir „komünist partisi“ ortaya çıkınca, isim kargaşalığına meydan vermemek için yoldaşlarımız Ankara’da partinin adını Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası olarak değiştirdi ve 7 Aralık 1920’de ismini Ankara hükümetine bildirdi. Komünistler yasak dinlemiyorlardı. Bugünlerde de Kemalist burjuvazi 1920 deneyimini, 2001 yılı koşullarında uygulamaya koyması, komünist kelimesi taşıyan bir partinin kurulması yasak olmasına rağmen, SİP’lilere „TKP“ diyen bir parti kurmalarına müsaade etti. Ankara Savcısı NTV’de Haksever’in sorusuna, bu partinin Mustafa Suphi’nin partisiyle ilişkisi olmadığı yanıtını verdi. Bu sahte partinin birinci başkanı Aydemir Güler de, ‘’Savcımızın açıklamasından onur duyulur’’ dedi. Amaç yine aynıdır. Gerçek TKP’nin etkisini kırmaya çalışmak, yığınları şaşırtmaktır.

Mustafa Suphi ve 14 yoldaşımız ülkeye geliyor

Mustafa Suphi bir maceraperest değildi. Anadolu’da emperyalizme, padişahlığa ve burjuvaziye karşı yükselen ulusal kurtuluş hareketiyle dolaysız bağlıydı. Parti kongresinden sonra artık O’nun yurda dönmesi gerekiyordu. Kendisi de yurda dönmek, emperyalistlere, gericiliğe karşı verilen savaşlara bilfiil katılmak için can atıyor, sabırsızlanıyordu. Ve nihayet Türkiyeli komünistlerden ve diğer devrimcilerden kurulu Gönüllü Alay’ın başında Bakü’den yola çıktı. İsmet Paşa bu Gönüllü Alay’ı hemen Batı Cephesine göndermek için tedbirler bile düşünmüştü. Ama Alay o zaman Menşeviklerin elinde olan Gürcistan’ı ve Taşnakların elinde olan Ermenistan’ı yarıp yurda ulaşamadı. Bu durumda M. Suphi en yakın silah arkadaşlarından 14 yoldaşımızla beraber Ankara’ya gitmeye karar verdi. Bu yoldaşlarımız arasında Genel Sekreter Ethem Nejat, Merkez Komitesi üyelerinden Hilmioğlu Hakkı, Nazmi, İsmail, Çitoğlu vardı.

Mustafa Suphi ve diğer yoldaşlarımız 28 Aralık 1920’de Kars’a ulaştılar. Ama tam bu sıralarda dünya politikasında köklü bir dönüşüm oldu. Sovyet Rusya’ya müdahale eden emperyalist güçler ve onların destekledikleri Beyaz Ordular yenildi ve Ekim Devrimi kesin zafere ulaştı. Bu hem İngilizlerin, hem Mustafa Kemal’in politikasının değişmesine, yeni bir rota takip etmesine neden oldu.

1917’e kadar emperyalizm dünyaya tek başına egemendi ve İngiltere en güçlü emperyalist ülke olarak diğer emperyalist güçlerle birlikte dünyanın ve halkların kaderini belirliyordu. Birinci Dünya Savaşı sürerken Rusya’da ilk kez işçi ve köylüler Bolşeviklerin önderliğinde çarı ve burjuvaziyi devirdiler, iktidarı ele aldılar, baskısız, sömürüsüz yeni bir düzeni, sosyalizmi kurmaya giriştiler. Rusya işçi ve köylülerinin bu devrimi dünyanın çehresini birden değiştirdi. İnsanlık tarihinde en büyük kırılma meydana geldi. Dünyanın bir tarafında sömürü dolu dizgin sürerken, diğer tarafta Rusya’da sömürüyü kökten kaldıracak proletarya iktidarı kuruldu, emperyalizme karşı yepyeni bir güç oluştu. Böyle bir oluşumun kendilerine karşı en büyük bir tehdit ve tehlike teşkil ettiğini gören İtilaf ve İttifak devletleri, başta İngiltere, Fransa, Amerika ve Japonya olmak üzere Ekim Devrimi’ni boğmak için Sovyet Rusya’ya saldırdı, Beyaz Orduları destekledi, iç savaşı kışkırttı, Sovyet iktidarına son vermek için bütün güçlerini seferber ettiler. Ama nafile! Sovyet iktidarı tüm bu saldırıları göğüsledi, Nisan 1920’de Denikin’i, Kasım 1920’de Wrangel’i yenerek Sovyetlerin Avrupa bölümünde Beyaz Orduları mahvetti ve yabancı istila güçlerini ülkeden attı. Bu, başta İngiltere olmak üzere emperyalistler için büyük bir yenilgiydi. Kafkaslar daha Menşeviklerin etkisi altındaydı, Orta Asya’da İngilizlerin kışkırtmaları, savaş daha sürüyordu, ama Moskova’da Sovyet iktidarı kesin zafere ulaşmış, stabilize olmuştu. Artık dünyada emperyalizme karşı bir işçi iktidarı, Sovyet iktidarı vardı. Kızıl Ordu hızla Kafkaslarda ilerliyor, Türkiye’ye doğru yaklaşıyordu. Halk arasında Kızıl Ordu’ya olan sempati iyice artmıştı.

Bu yenilgi başta İngiltere, Fransa, İtalya, ABD olmak üzere emperyalistlerin politikasında köklü bir dönüşüm getirdi. Artık dünya iki kampa bölünmüştü. Bir kampta sosyalizm, diğer kampta emperyalizm vardı. Ve emperyalistlere göre Türkiye sosyalizmin, Bolşevizm’in etkisi altına girmemeliydi.

Emperyalistler hemen harekete geçtiler. Sevr’i uygulamaktan vazgeçtiler ve Osmanlıyı Sevr’i yeniden görüşmek üzere Londra’da bir konferansa çağırdılar. Mustafa Kemal bu yeni gelişmeyi gördü. Hemen İngilizlerle anlaşma yolları aramaya başladı. O Moskova ile mecbur olduğu için ilişki kuruyordu. Ama İngilizlerle anlaşabilmek ve Londra konferansına çağrılabilmek, İngilizlerin gözüne girmek için, Anadolu’da yükselen Bolşevik etkisini kırabileceğini göstermesi gerekiyordu.

Mustafa Kemal’in Halk Güçlerini ve Mustafa Suphi’yi yok etme planı

Mustafa Kemal kendisinde bunu yapacak gücü gördü. Zira tam bu sırada düzenli ordu kurma girişimi genel olarak tamamlanmış ve Halk Kuvvetlerine ihtiyacı kalmamıştı. Orduyu cepheye, İngilizlerin desteklediği Yunan ordusuna karşı süreceği yerde, İsmet Paşa’nın komutasında komünistlerin, Halk Güçlerinin, Çerkes Ethem’in üstüne sürdü, Yeşil Ordu birliklerini arkadan vurdu. 28 Aralık 1920’de Suphiler Kars’a geldiği zaman İsmet Paşa Yeşil Ordu’nun tasfiyesine başlamıştı.

Kars’da Kazım Karabekir vardı. Karabekir Suphi’ye Ankara’ya bir telgraf yollamasını ve gelişini Mustafa Kemal’e haber vermesini tavsiye etti. 29 Aralık’ta Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e şu telgrafı yolladı. Telgrafta: „Ankara’da komünist cereyanları arzu hilafınadır. Bakü Türk Komünist Fırkası Reisi Mustafa Suphi’nin bu cereyanları körüklemesi sakıncası akla gelmektedir. Bir defa kendisini gördükten sonra devletlerinin görüşlerinin bildirilmesini rica ederim“  denmektedir. Kazım Karabekir kendisine gelen emri anlamıştı: Mustafa Suphiler Ankara’ya ulaşmamalıydı, kendisi de vaziyete göre hareket etmeliydi.

Mustafa Kemal 3 Ocak tarihindeki Meclis oturumunda, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni’ye hitaben şöyle diyordu: „Komünizm yayılması meselesine gelince, kendileri buyurdular ki, istense de istenmese de bu bir mikroptur, girer. O halde çaresi yok demektir. Mademki maddi tedbirle önüne geçmek imkânı olmayan bir yayılmadır, bu mutlaka bulaşıcı olacaktır. Zannediyorum ki, buna karşı tedbir düşünmek meselesiyle söz konusu olan siyasi meseleleri birbirinden ayırmak ve seçmek daha uygun olur…“

Söz konusu olan tedbirleri de Kazım Karabekir düşündü ve aynı gün Erzurum Valisine gönderdiği yazıda „Adı geçenin ve arkadaşlarının Erzurum’a varışları gününden başlayarak gerek gazete yayınları ve gerekse halkın uygun göreceği gösteriler ve baskılarla daha içeri yolculuğun ve memlekette kalmanın ve çalışmanın mümkün olmayacağı hakkında kendilerine gereken izlenimler yaratılır…“ diye bildirmektedir. Karabekir, Trabzon’da da benzer tezahüratların olmasını, ama bunların Bolşevikliğe karşı değil, söz konusu kişilere karşı olduğunun gösterilmesi gerektiğini istiyordu. O, benzer bir telgrafı Gümüşhane Valisine de gönderdi.

Kazım Karabekir, o zaman Rusya’ya atanan Yusuf Kemal ve Rıza Nur’un Ankara’dan gelişini bahane ederek Suphileri Kars’ta bekletmeye başladı. Mustafa Suphi 5 Ocak 1921’de İsmail Hakkı’ya yazdığı mektupta, Kars’ta zorunlu bekletildiklerini ve Karabekir’in tutumundan şüphelendiğini yazıyordu.

Mustafa Suphi Kars’ta bekletilirken Ankara’da kazan kaynıyordu. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni’nin Kazım Karabekir’i açıkça Bolşevik destekçisi olarak suçlaması üzerine, Mustafa Kemal 17-22 Ocak 1921 günlerinde yapılan Meclisin gizli celsesinde uzun bir konuşma yapar ve şöyle der:

„Efendiler, zannediyorum ki, gayet mühim ve ciddi bir mesele üzerindeyiz…Hükümetin bugüne kadar takip ettiği siyaset tamamen amali milliyeye mutabıktır.. Efendiler,..  Meclisiniz ve Hükümetiniz mustakil bir devlet olarak Rusya Bolşevik Cumhuriyeti denilen bir devletle münasebatı siyasiyesinde hiçbir vakit komünistlik ve Bolşeviklik esasatını dahi telaffuz etmemiştir… Rus Bolşevik Hükümeti resmiyesi, ricali resmiyesinin bizim olan, bizim resmi ricalimizle olan temas ve münasebetlerinde Rusya dahilinde bu milletin soysuz, herhalde sersem bir takım evlatları oralarda da serseriliklerine devam etmişlerdir. İşte bu serseriler bir iş yapmak hülyasına kapılarak zahiren memleketimize ve milletimize nafi olmak için Türkiye Komünist Fırkası diye bir fırka teşkil etmişlerdir ve bu fırkayı teşkil edenlerin başında da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadır. Bunlar doğrudan doğruya bir hissi vatanperverane ile ve hissi hakiki milli ile değil, benim kanaatimce belki kendilerine para veren, kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova’daki prensip sahiplerine yaranmak için bir takım teşebbüsatı serseriyanede bulunmuşlardır. Bunların yaptıkları, Rus bolşevizmini muhtelif kanatlardan memleket dahiline sokmak olmuştur. Bu suretle memleketimize, milletimize hariçten komünizm cereyanı sokulmaya başlanmıştır.“

“Efendiler, iki türlü tedbir olabilirdi. Birisi doğrudan doğruya Komünizm diyenin kafasını kırmak; diğeri Rusya’dan gelen her adamı derhal denizden gelmiş ise vapurdan çıkarmamak, karadan gelmiş ise hududun haricine defetmek gibi zecri, sedid, kırıcı tedbir kullanmak. Bu tedbirleri tatbik etmekte iki noktai nazardan faidesizlik görülmüştür. Birincisi; siyaseten hüsnü münasebatta bulunmayı lüzumlu addettiğimiz Rusya Cumhuriyeti kamilen komünisttir. Eğer böyle zecri tedbir tatbik edecek olursak o halde bilakaydüşart Ruslarla alaka ve münasebatta bulunmamak lazım gelir. …O halde tatbik edeceğimiz tedbirler de dostluğunu istediğimiz bir millet, bir hükümetin prensiplerini tahkir etmemek mecburiyetindeyiz. İşte bu noktai nazardan zecri bir tedbir kullanmak istemedik.”

“… Hüseyin Avni bey biraderimiz Kazım Paşa’yı tekdirde hata etmiştir… Mustafa Suphi geliyor. Bir defa Mustafa Suphi’yi herkesten evvel şarkta Hüseyin Avni Bey’den evvel meydana çıkaran Kazım Karabekir Paşadır… Bu adamın memlekete girmesinin muzır olacağını takdir eden Kazım Karabekir Paşa’dır ve bunun memleket haricine tartedilmesi lazım geleceğini bilen de Kazım Karabekir Paşa’dır. Bunun planını yapan da Kazım Karabekir Paşa’dır. Yoksa Erzurum Valiliğiniz değildir. Biz değiliz efendiler. Fatinane bir surette yapmış olduğu herkesten evvel icabedenlere faaliyet veren Kazım Karabekir Paşa’dır… Bilmem bolşeviklere mütemayil imiş, Mustafa Suphi’nin bilmem nesi imiş…Herkesten evvel kuvvetli tedbir alan Kazım Paşa’dır.” 
“Necati Bey’le, Hamit Bey’in muttali oldukları heyeti murahhasanın bir faaliyet safhasına belki vakıfsınız. Fakat Kazım Karabekir Paşa’ya Heyeti Vekileden verilen talimata vakıf mısınız? Bana yazmış olduğu telgrafnamede zatı alinizin de malumatı vardır. Meseleyi tenvir için soruyorum. Orada ne renk ve şekil göstereceğine dair Hamit Bey ve Necati Bey’in malumatı yoktur.”
 Bu konuşmasında Mustafa Kemal Meclis’i azarlayarak, Kazım Karabekir’e nasıl bir talimat verildiğini bilmeden konuşmayın demek istiyor.

Mecliste bu konuşmalar yapılırken, Mustafa Suphi ve yoldaşlarımız 18 Ocak 1921’de Erzurum’a gitmek üzere trenle Kars’tan yola çıktılar. 4 gün sonra, 22 Ocak’ta Erzurum’a vardılar. Erzurum’da „modern“ Türkiye’nin ilk „Komünizmle Mücadele Derneği“ olan „Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti“nin provokasyonuyla karşılaştılar. Bunlar, çıkarttıkları beyannamede halkı, Rusya’dan gelmiş anası babası belirsiz, mazileri karanlık, Allah, Peygamber, Halife ve şeriat yok diyen, kadınlardan başlayarak namahremliği ortadan kaldıracak olan cani iblislere karşı gelmeye çağırıyorlardı. Bu iddialarla halkın galeyana gelmesi üzerine, Suphiler Erzurum’a sokulmadı, Karabıyık’a gönderildi. Buradan Bayburt’a, oradan da Trabzon Maçka’ya yollandı. Yol boyunca gösteriler devam etti.

Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti`nin Meclis’e olayları anlatan bir telgrafı geldi. Telgraf Meclis`te ayakta alkışlar arasında okundu. Mustafa Kemal, devletin her şeyden haberdar olduğunu gösteren ve Erzurumlular’la hemfikir olduğunu beyan eden bir konuşma yaptı. Kâzım Karabekir’in Mustafa Suphi ve arkadaşları için yaptığı plândan övgüyle bahsetti. Ardından Erzurum Valisi `Deli` Hamit`e acele bir telgraf yolladı. Telgrafta “Mustafa Suphi Efendi’nin refakatinde kaç kişi olduğunun ve onların da kendisiyle birlikte gönderilip gönderilmediğinin bildirilmesini rica ederim” deniyordu.

Mustafa Suphilerle birlikte yola çıkan Baytar Abdülkadir, Kars`tan Trabzon`daki kardeşi Mehmet Efendi’ye gelişlerini müjdelemiş, Mehmet Efendi vekilliğini yaptığı Kayıkçılar Kâhyası Yahya`ya bu haberi verdiğinde, Yahya kendisine Mustafa Suphi ve arkadaşları konusunda Ankara`dan emir aldığını, eğer kardeşini kurtarmak istiyorsa şehre girmesini engellemesini tavsiye etmiştir. Abdülkadir`in hayatını bu uyarı kurtarmıştır. Yahya, Mustafa Kemal’den gelen emri uygulamıştır.

28 Ocak’da Suphiler Maçka’dan Trabzon’a yola çıktılar. O gün Trabzon`da olağanüstü bir hareketlilik vardı. Sovyet Konsolosluğu elemanlarına sokağa çıkmamaları tembih edilmişti. Trabzon Muhafaza-i   Hukuk-u Milliye Cemiyeti başkanı ve eski Teşkilat-ı Mahsusa`cı Barutçuzade Ahmet Bey`in oğlu Faik Bey, halkı, “Rusya`daki esir kardeşlerimizi kurşuna dizdiren dinsiz vatan hainleri geliyor, onlardan intikam alalım!” diye galeyana getirerek Değirmendere’ye götürdü. Burada kayıkcılar kahyası Yahya, Suphilerin yolunu keserek, doğru limana götürdü. Önce onları kayıklara bindirdi, sonra arkadan kendi tayfalarını… Bundan sonrası biliniyor… son nefese kadar kavga…

Olaylar yatıştıktan 4 ay sonra Yahya’ya Ankara’dan bir telgraf geldi, tebrik telgrafı: “Hissiyat ve teminat-ı vatanperveranenize teşekkür ederim. T.B.M.M. Reisi Mustafa Kemal.”

Tarihçi Cemal Kutay daha sonra Mustafa Suphilerin katledilmesiyle ilgili değerlendirmede Kemalist burjuvazinin hedefini açıkça ifade ediyordu. Kutay diyor ki: “Onları Ankara’ya sokmamak, Yunan’ı denize dökmekten daha hayati bir şart olmuştu. …Ve bu şerefli vatan vazifesini nefislerine layık görenler, 28 Ocak 1921 gecesi, Trabzon açıklarında Mustafa Suphi ve on beş Yoldaş’ının cesetlerini Karadeniz’in dalgalarına teslim ettiler.” Kemalist burjuvazi ve onların temsilcileriyle sınıf savaşı böylesine sert ve kanlı başlamıştır.

Mustafa Kemal bir taraftan Mustafa Suphileri Karadeniz’de boğdururken, diğer taraftan 24 Ocak 1921’de Mustafa Suphilerin katlinden 4 gün önce, Ankara’da Halk İştirakiyun Fırkası’na saldırdı. Başta Salih Hacıoğlu olmak üzere parti yöneticilerini ve Nazım Bey gibi diğer ilerici kuruluşların liderlerini tevkif ettirdi, onları “İstiklal Mahkemesi’ne” verdirtti. Bunlar ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. Bu tarihlerde Çerkes Ethem ve Yeşil Ordu’nun da işi bitirildi.

Burjuvazi ve toprak ağalarının Büyük Millet Meclisi’ndeki temsilcileri, o zamana kadar sinsi sinsi yürüttükleri anti-komünizm ve anti-sovyetizm faaliyetlerinde maskelerini attılar. Memlekette yoğun bir şekilde komünizm ve Sovyet düşmanlığı yapılmaya başlandı.

Londra Konferansı’na davetiye

Komünistlere ve Sovyetlere bu saldırılardan sonra Mustafa Kemal artık emperyalistlerin gözünde Londra Konferansı’na çağrılmayı hak etmişti. İngilizler İstanbul Hükümetinin yanı sıra Ankara Hükümetini de Konferansa çağırdılar. Böylece İngiltere Ankara Hükümetini fiilen tanımış oldu. Onların çıkarı Sovyetlerin dibinde modern ama Sovyetlere karşı anti-komünist bir burjuva Türkiye’sini gerektiriyordu. Artık Sevr’i değil, daha sonra Lozan’da dikte ettikleri bugünkü Türkiye’yi düşünüyorlardı.

Bundan sonraki dönemde Fransızlar kendiliğinden Antep ve Maraş’ı, İtalyanlar Antalya’yı terkettiler. İngilizler, Yunanlıları Ankara’yla karşı karşıya bıraktı, birbirini kırdırma taktiğini uyguladı, hegemonyacılığını sürdürdü. Yunanlara karşı savaş, arasında toprak sorunu olan iki komşu ülke arasındaki savaşa dönüştü. Artık ülkede toprakları zapteden emperyalist güçler yoktu. Emperyalizme karşı, 7 Düvele karşı savaşan bir Türkiye yoktu. Sovyetlerle birlikte emperyalizme karşı birlik oluşturacak bir Ankara yoktu. Mustafa Suphilerin öldürülmesiyle anti-emperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı sona ermiştir. Yeni Türkiye ana hatlarıyla emperyalist kampın yanında yer almaya başlamıştır. İstanbul’da kümelenmiş Antant Devletleri Türk-Yunan savaşını, iki halkın birbirini nasıl kırdırttıklarını izliyorlardı.

Ankara’nın bu savaşı yürütmek için para ve silah yardımına ihtiyacı vardı. Ankara’ya yardım edecek tek ülke yine Sovyetlerdi. Ankara’daki son gelişmeler, Batı’ya yaklaşma, artan anti-komünizm ve Sovyet karşıtlığı Moskova’da bazı sorular yaratmıştı. Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri Sovyet iktidarı için çok önemliydi. Ukrayna ile Ankara arasında bir dostluk anlaşması imzalanması için 1921 yılı sonunda General Frunze Ankara’ya geldi. Bu ziyaret ilişkilerde olumlu etki yaptı, Sovyetlerden büyük yardım sağlandı. Mustafa Kemal Frunze şerefine verilen bir yemekte şöyle diyordu: „Frunze Yoldaş bizim de çok değerli bir arkadaşımız olmuştur. Buraya gelmesi daha birçok noktalardan değerli oldu. Belki Rusya ile Türk halkı arasında bazı yanlış anlamaların var olduğu sanılmakta idi. Bunlar birtakım kötü insanların yaydıkları yalan, uydurma rivayetlerden oluşmuş olabilir. Gerçekte ise bunların kesinlikle temeli yoktur. Frunze’nin olağanüstü bir delege heyeti başkanlığında memleketimize gelerek bizlerle temasa geçmesi, tanışmamızdan doğan duyguları kendi memleketine ulaştırması, bütün bunları yok etmeye yeterli olacaktır… Hiç şüphesiz değerli arkadaşımızın aramızda kalmasını isterdik. Fakat dönüşleri de memleketimiz için çok büyük faydalar sağlayacağından bu faydaları üzüntümüze karşılık vererek avunabiliriz.“ Mustafa Kemal iki yüzlülüğünü bu olayda da, daha Mustafa Suphilerin kanı Karadeniz’de yüzerken göstermektedir.

Bir yanıt yazın