1914’den 2025’e: Alman Meclisi’nde Savaş Kredileri tartışması
Almanya’da yeni seçim, yeni hükümet, sağda ve solda savaş çığırtkanlıkları
Alpay MUTLU
NEDİR bu iki tarih, 1914 ve 2025? Bunlar arasında bir ilişki var mıdır? Varsa, bu nasıl bir ilişkidir? İki tarih arasında 111 yıl fark var. Yoksa tarih tekerrür mü ediyor? 2025, kavga ve savaşlarıyla, zulüm ve diktatörlükle, açlık ve işsizliği ile içinde yaşadığımız yıl! Ya 1914? Ne olmuştu 1914’de?
1914: Emperyalist Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı tarih
Genellikle 1914 Türkiye’de ilkokula gitmiş herkesin çok iyi bildiği bir tarihtir. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na katıldığı tarihtir. Bir Alman hayranı olan Enver Paşa, Alman ve Avusturyalıların yanında Osmanlıları bu savaşa sokar, ama Almanlarla birlikte Osmanlı da savaşı kaybedince ülkeyi Antant Devletlerin işgaline bırakarak terk eder.
Savaş ülke ve halk için bir felaket olmuştur. Ülke harap, halk bitap düşmüştür. Savaş imparatorluğun sonunu getirmiş, kimse ne olacağını bilmiyor. İşte o günün bu zor koşullarında Sovyetlerin de yardımıyla bugünkü Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur. Yine de 1914’ü unutanlara bu küçük bir hatırlatma olsun: Savaş yıkımdır. Savaşa karşı gelmek ilk insani görevdir. Türk hükümetlerinin anlamsız şekilde 40 yıldır Kürtlere karşı yürüttüğü savaşın ülkeyi nerelere getirdiği hep birlikte yaşanmaktadır. Hiçbir zaman bir sorunun çözümü savaş değildir, müzakere, diplomasi ve barıştır. Maalesef insanlık bundan çok uzaktır.
1914 ve 2025: Alman Meclisinde sert savaş kredileri tartışması
Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı’nda “bu savaşın maliyeti nedir?” diye düşünmeden tek adam Enver Paşa’nın kararıyla Almanların yanında savaşa girerken, Alman meclisinde savaşın maliyeti için sert tartışmalar oluyordu. Savaş silahlanma, silahlanma da para demekti. O zaman Almanya’nın silahlanma için fazladan 5 milyar marka ihtiyacı vardı. Hazine bu parayı karşılayamıyordu, kredi almak şarttı. Bunun için meclis kararı gerekiyordu. Meclis toplantıya çağrıldı. Savaşa karşı olan Sosyaldemokrat Parti yönetimi sonunda ikna edildi. Ama sol sosyaldemokratlar savaş için krediye karşı çıktılar. Grup disipliniyle bunlar susturuldu ve aralarında Liebknecht de vardı. Savaş 5 milyarı çabuk yedi bitirdi. 1914 Aralık’ında Meclis yeni bir kredi kararı almak için toplandığında Liebknecht tek başına savaş kredilerine hayır dedi. Tarih Liebknecht’i haklı çıkardı. Alman İmparatoru II. Wilhelm savaşın Ruslara karşı zorunlu olduğunu söylüyordu. Savaş onun da sonunu getirdi. Yenilgi sonunda ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Ama Alman emperyalizmi Almanya’yı 1939’da yeniden bir dünya savaşına soktu. Bu kez de savaş yine Ruslara, Sovyetlere karşıydı. Savaşın sonu Almanya için felaket oldu. Almanlar bir daha bir savaş çıkartmamak için yemin ettiler. “Bir daha, asla savaş!” dediler. Ama emperyalizm savaşsız duramaz. Reel sosyalizm yıkıldıktan sonra Alman emperyalizminde yine savaşa hazır olma eğilimleri yükselmeye başladı. Ukrayna savaşından sonra bu eğilim tam olarak ortaya çıktı. Putin’in Ukrayna’ya saldırısıyla yeni bir Rus tehdidinin Avrupa’da reel olduğu anlayışı hızla yayılmaya başladı. Yeni ABD Başkanı Trump’ın Avrupa’ya bundan böyle askeri ve nükleer koruma vermeyeceğini, Avrupa’nın kendini koruyacak savunmasını kurması gerektiğini söylemesiyle, Avrupalılar sanki bir Rus saldırısı bekleniyormuş gibi hemen silahlanmayı gündemlerine aldılar. Silahlanma para demekti. Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi 5 milyar mark değil, bu kez en az 500 milyar Euro gerekiyordu. Bu para hazinede yoktu? Nasıl ve nereden bulunacaktı? Ya halkın boğazından kesilecekti, yani hastalık, sağlık, sosyal yardımlardan kesilecek, yeni vergiler konacak ya da kredi alınacaktı. Hem Alman hükümeti hem Alman meclisi bu sorunu tartışmaya başladı. Bu tartışmalar sonunda Sosyaldemokrat SPD yönetimindeki Yeşil ve Hür Demokrat FDP’den oluşan hükümet dağıldı. Yeni seçimler şart oldu. Silahlanma maliyetini yeni hükümet ve yeni meclis çözmeliydi. Yıl 2025! Almanya yeniden 1914’de olduğu gibi bir olası Rus tehdidine karşı silahlanma, savaşa hazırlanma, savaş kredisi tartışmaları içine girdi. Bu ortamda 23 Şubat 2025 seçimleri yapıldı. Sanki 2025’de 1914 tekrar ediliyordu. İkisinin ilişkisi savaş kredileriydi. Tekelci Alman sermayesi bu kredileri yasallaştırmak için yeni meclise rağmen eski meclisi toplattı, yasa çıkarttı. Bu eski meclis toplantısına BSW milletvekilleri ellerinde “1914, 2025: Savaş kredilerine hayır” pankartlarıyla geldiler, “tarihi hata tekrarlanmasın” dediler. Ama Alman tekelleri çoktan savaş havasına girmişti.
Hemen yeni hükümet kurulmalı, silahlanma sorunu çözülmelidir
23 Şubat’ta yapılan bir erken seçimdi. Bu günlerde seçimi kazanan CDU/CSU ile seçimi “kaybeden” konumundaki SPD arasında yeni bir hükümeti kurmak için koalisyon görüşmeleri başladı. Cumhurbaşkanı Steinmeier üç partiye de hitap ederek hükümeti bir an evvel kurmalarını istedi. Çünkü Ukrayna’daki gelişmeler, Trump’ın yeni Avrupa’yı “yalnız” bırakma politikası hızlı hareket etmeyi gerektiriyordu. Almanya dahil gelişmiş kapitalist ülkelerde burjuva partileri arasında çok büyük farklar yoktur. En sağdan en sol partiye kadar hepsi kapitalist düzen partisidir. Onun için görüşmeler uzun sürse de bir hükümet mutlak kurulur ve kapitalin çıkarlarına uygun bir program ortaya konur.
Düzen karşıtı olan komünist partileri ise burjuva demokrasisinin zevahirini kurtaracak kadar bir oyla sınırlı tutulur. Bunu yapma ve başarma görevi de medyaya verilir. Türkiye’den farklı olarak iktidarın gerçek sahibi tekelci burjuvazidir, tekelci kapitaldir. Türkiye’deki gibi partiler, hükümetler ve bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları iktidarın gerçek sahibi değildirler. Bunlar tekelci burjuvazinin istediği program ve politikayı uygulamakla yükümlüdürler. Ama bu kez hükümet kurarken, mali sorunlar görüşülürken zaman kaybedilmemeliydi. Çünkü söz konusu silahlanma ve savaşa hazırlıktı. Bunu isteyen görünüşte Cumhurbaşkanı idi, ama esas isteyen tekeller, silah tekelleriydi. Koalisyon görüşmeleri de bu ara “aceleyle” tamamlandı. Mayıs başında yeni hükümet görev başında olacak.
Avrupa silahlanıyor ve “bir” savaşa hazırlanıyor
Şu an Alman ve Avrupa kapitali, burjuvazisi, hükümetleri, partilerinin çoğu silahlanma ve Ruslara karşı bir savaş hazırlığı içinde olunmasını istemektedir. Almanya bunun başını çekmektedir. Özellikle Trump’ın bundan böyle ABD’nin Avrupa’ya savunma, özellikle nükleer savunma şemsiyesi vermeyeceğini söylemesi üzerine Avrupalıları bir silahlanma ve savaş hazırlığı ateşi sardı. Bu vardı, Trump’ın tutumu bunu hızlandırdı. Avrupalılar şimdi “Ruslar bize saldırırsa ABD’siz kendimizi savunamayız ve Ukrayna’ya gereken desteği veremeyiz” diyerek yaratılan Rus tehdidi altında silahlanma ve savaş hazırlığı programları yapmaya başladılar. Ayrıca Avrupa Birliği -AB, Ruslara karşı bu silahlanma için 800 milyar Euro para ayırdı. Almanya’da yeni hükümeti kuracak olan CDU/CSU ve SPD silahlanma için 500 milyar Euroluk bir fon öngördüler. Bu fonun kurulması için üçte iki çoğunlukla Anayasa değişikliği gerekmektedir. Yeni Mecliste Yeşiller dahil yeni hükümet partilerinin, yani CDU/CSU ve SPD’nin bu çoğunluğu sağlayamayacağı ortaya çıkınca hemen eski meclisi toplayıp bu değişikliği gerçekleştirdiler. Eski mecliste Yeşillerle çoğunluk sağlanabiliyordu. İşte burjuva demokrasisi böyledir. Tekellerin isteğine göre eğilir, bükülür. Yeni meclis yok sayılır, eski meclis gereken kararı alır. Burada gerekli çoğunluğu sağlayan Yeşiller Partisi oldu. Böylece Yeşiller barıştan ve diğer ilkelerinden ne kadar uzaklaştıklarını bir kez daha ortaya koydular. Ayrıca altyapı için de 500 milyar Euro öngörüldü. Toplam 1 trilyon Euro.
Bu büyüklükteki meblağın nasıl finanse edileceği konusu eski mecliste sorun olmuş ve bu nedenle hükümet dağılmıştı. Zira Ukrayna savaşı Avrupa ve Almanya’da hükümran olan güçlere Avrupa ordularının böyle bir savaşı yürütecek güçte olmadığını göstermiş, özellikle Alman egemenleri için ordunun tam techizatlı, savaşa hazır hale getirilmesi zorunluğunu ortaya çıkarmıştı. Ama partiler bunun finansmanı konusunda anlaşamadılar. Koalisyon ortağı (Sosyal Demokrat Partisi SPD, Hür Demokrat Partisi FDP, Yeşiller Pratisi Die Grünen) üç partiden SPD ve Yeşiller orduyu yeniden donatım için gerekli mali kaynağın borçlanarak, kredi alarak sağlanmasını savunurken, FDP bu kaynağın emeklilerin aylıklarından, sosyal ve işsizlik parasından, ilticacılara ve göçmenlere yapılan yardımlardan, sağlık hizmetlerinden yapılacak kesintilerden sağlanmasını istedi. CDU/CSU da buna ek olarak ekonomiyi güçlendirerek bunun finanse edilebileceğini ileri sürdü. İşçi ve emekçiler, sol ve demokratik güçler bu silahlanma için öngörülen finans kaynağına büyük tepki gösterdiler. Onlar savaşa ve silahlanmaya karşı çıktılar. Sorunlar savaşla değil barış, müzakere ve diplomasi yollarından çözülmeliydi. FDP talebinde diretince ve CDU/CSU da borçlanmaya karşı çıkınca hükümet dağılmak zorunda kaldı ve seçimlere gidildi. Seçim sonrasında hükümeti kurmak isteyen CDU ve onun başkanı Merz ordunun ancak borçlanarak donatılabileceğini kabul edince SPD ile koalisyon, hükümet kurma yolu açılmış oldu. Ama bu geri adımla Merz inandırıcığını kaybetti. Anketlerde oy oranı düşerken gerici sağcı AFD’nin oyları yükselişe geçti.
Seçim sonuçları: Kaybedenler ve kazanamayanlar
Umduğunu bulamayan CDU/CSU
23 Şubat 2025’de yapılan seçim kampanyalarının temel sorunu silahlanma, savaş mı, barış mı sorunu idi. Buna ek olarak da başta AFD ve CDU/CSU olmak üzere sağ partiler halktan oy toplamak için yabancıların ve göçmenlerin geri gönderilmesi sorununu seçim kampanyasının önemli konularından birini yaptılar.
Seçim sonuçları bazı sürprizler dışında beklendiği gibi oldu. CDU ve CSU’dan oluşan Hristiyan Demokrat Partiler seçimleri kazandı, hükümeti kurma hakkını elde etti. Ama yüzde 30’un üstünde bir oy beklerken oy oranları yüzde 28,5’de kaldı. Bunun bir nedeni, adı Almanya İçin Alternatif olan AFD’nin desteği ve oylarıyla Meclisten göçmenlere karşı, onları geri göndermekle ilgili bir yasayı çıkartmaya kalkmasıydı. Bu adım Almanya’da bir tabunun kırılması anlamına geliyordu. Zira CDU dahil tüm partiler şimdiye kadar AFD ile hiçbir işbirliğine gitmeyecekleri konusunda yemin ediyorlardı. CDU Başkanı Merz bu yemini bozmuş, tabuları yıkmıştı. Halk onun bu tutumunu onaylamadı. Kamuoyunda onun güvenilir biri olmadığı kanısı uyandı. Bir diğer konu da Ukrayna’ya Taurus füzeleri verme taraftarı olmasıydı. Zira bu füzeler Rusları provoke etme ve Rusya’ya savaş açma anlamına geliyordu. Bu nedenlerle CDU/CSU seçimde istediği hedefe varamadı.
Seçimi kaybedenler, koalisyon partileri SPD, Yeşiller ve FDP
Sosyal Demokrat SPD beklendiği gibi oy oranı yüzde 16,4’da kaldı. Bu onların aldıkları en kötü oy oranı oldu. Bundan önceki seçimlerde yüzde 25,7 oy almışlardı. Bunun nedeni de Ukrayna savaşını destekleme konusunda ABD’ye karşı direnememesi, “istemeyerek” de olsa savaşı desteklemesiydi. Savaş sonu artan enflasyon ve pahalılıktan sorumlu tutulmasıydı. İkincisi de bir sosyal demokrat parti olmasına rağmen, seçimlerde işçi ve emekçilerin, işsizlerin ve toplumdan dışlananların sorunlarına yeteri kadar değinmemesiydi. Göçmenlerin geri gönderilmesine tutarlı bir şekilde karşı çıkmadı, çoğu kez göçmenleri geri göndermek isteyenlerin kervanına katıldı. Sol yerine sağ bir konum sergiledi. Sağda ise yeteri kadar ırkçı, milliyetçi, yabancı düşmanı, muhafazakâr partiler vardı. Burada SPD’ye yer yoktu. SPD bu tutumuyla kendi geleneksel işçi, emekçi tabanlı oy potansiyelini kaybetmede bir zirve yaptı. Bu nedenle oy oranı sürekli düşmekte, önemsizleşmektedir.
Yeşiller yüzde 11,6 oranıyla beklenenin altında bir oy aldı. 2021’de yapılan seçimlerde beklenenin altında da olsa yüzde 14,7 gibi iyice bir oran tutturmuşlardı. Bu düşüşün nedeni şimdiye kadar bir barış partisi olarak bilinen Yeşillerin Ukrayna’da Ruslara karşı savaşı körükleyen baş aktör olarak ortaya çıkmalarıydı. Bu Yeşil tabanda büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Ayrıca Federal Mecliste CDU ile bir hükümet kurabileceklerini söyleyerek sağa doğru kaymaları tabanda benimsenmedi. Taban başka partiler, barış yanlısı ve sol partileri aramak zorunda kaldı. İklim ve çevre sorunlarını da yeteri kadar ele almadı. Filistin ve İsrail konusundaki tutumları da sorunluydu ve tüm bunlardan dolayı oy kaybına uğradılar. Bu oy kayıplarının büyük bir kısmı onların şimdiye kadar kaleleri olarak bilinen örneğin Berlin’deki Kreuzberg-Friedrichshain ilçesi gibi birçok şehirde yaşandı. Bu oyların Sol Parti’ye gitmesi ise ilginçti. Sorunlu da olsa barışı savunan, göçmenlerin yanında olan tek parti Sol Parti idi.
2021 seçimlerinde yüzde 11,4 gibi yüksek bir oy alan FDP bu kez yüzde 4,3 oyla yüzde 5 barajını aşamadı, meclise giremedi. Böylece koalisyon hükümetini devirdiği ve savunduğu neoliberal politikalar nedeniyle halk tarafından cezalandırılmış oldu. Artık o eskiden bilindiği gibi FDP liberal özgürlükleri, bireysel hakları savunan bir parti değil, geniş halk kesimlerinin sosyal kazanımlarına saldıran bir parti konumuna gelmişti. Oy kaybetmesi çok doğaldı.
Aşırı sağcı Parti AFD ikinci parti oldu
Seçimlerin bir sürprizi korkulanın başa gelmesiydi. İçinde faşistleri de barından aşırı sağcı parti AFD’nin oylarını ikiye katlamasıydı. AFD bundan önceki seçimde yüzde 10,4 olan oylarını yüzde 20,8’e çıkardı ve böylece yüzde 20 eşiğini aşmış oldu. Bu beklenmedik bir sürprizdi. Bunun görünen nedeni AFD’nin toplumda yaptığı faşist, ırkçı, yabancı ve göçmen düşmanı politikasıydı. Ona göre Almanya’nın temel sorunu yabancılar, göçmenlerdir. Almanya’da artan kriminal olayların, işsizliğin, evsizliğin, sosyal sistemin çökmesinin nedeni yabancılar ve göçmenlerdir. Yabancılar, göçmenler geri gönderildiği an toplumun geniş kesiminde Almanların çok rahat bir hayata kavuşacakları izlenimi yaratılmaktadır. AFD’nin bu politikası toplumda büyük bir karşılık bulmaktadır. Özellikle toplumda ortaya çıkan işsizlik, yoksulluk, fakirlik, evsizlik, sosyal hak ve statü kayıpları, artan asayiş olayları gibi olguların sorumlusunun yabancılar ve göçmenler olduğunu söylemek, bunun tekelci sermayenin neoliberal politikaları olduğunu söylemekten daha kolaydır, yüzeysel olarak insanlara daha inandırıcı gelmektedir. Bu nedenle yığınların AFD’ye oy vermeleri daha kolay olmaktadır. Diğer yandan kapitalizmde dışlanan gruplar, özellikle reel sosyalizmin çökmesiyle yalnız bırakılan Doğu Almanya halkının büyük kısmı devleti, hükümeti protesto olarak onun “şeytanlaştırdığı” AFD’yi onun ne mal olduğunu bile bile desteklemektedir. Diğer partiler ise onların reel sosyalizm deneylerini takdir etmeyerek ittikleri için onlardan oy alamamaktadır. Bir Doğu Alman partisi olan Sol Parti (Die Linke) bile bu konuma düşmüştür. Doğu halkı da kendilerine gelen, kendileriyle konuşan AFD’ye oy vermeyi tercih etmektedirler. AFD Doğu Almanya’da tüm eyaletlerde birinci parti konumuna gelmiş, bir seçim bölgesi dışında tüm seçim bölgelerini kazanmıştır. AFD’nin Doğu’da bu kadar başarılı olmasının bir diğer nedeni de Ukrayna savaşında Rusya’yı tutması ve barış istemesidir. Eski sosyalist Doğu Almanya halkında Rusya dostluğu ve barış hâlâ önemli bir değer olarak yaşamaktadır. Bu nedenlerle AFD ırkçı söylemlerle de olsa bu yığınların desteğini bu nedenle de alabilmektedir. Çarpık gelişme ve düşüncelerden yararlanmaktadır.
AFD “yabancıları geri göndereceğiz” derken diğer partilerin, sermayenin “fabrikalardan hastanelere kadar yabancı işçiye ihtiyacı var, yabancılar olmasa ekonomik ve sosyal hayat durur, yabancıları geri gönderemeyiz” gibi argümanları ise gerçek olmasına rağmen etkili olamamaktadır. Zira yabancı işçiye ihtiyaç vardır, ama gelen göç ihtiyaç olan göçten kat kat fazladır. Halka anlatılmayan budur. Halk ise ifade edemezse de emperyalist savaşlar devam ettiği, eski sömürgeciliğin sonuçlarıyla mücadele edilmediği sürece göç akımının durmayacağını algılayabilmekte, göçmenleri entegre etmek için doğru politikalar uygulanmadığını görmekte, bu koşullarda AFD’nin politikasını geçici bir uygulama olarak kabul edebilmektedir. Halk yığınlarına bundan 30 sene öncesine kadar Afganistan’dan neden tek bir kişinin, bundan 15 yıl öncesine kadar neden tek bir Suriyelinin Avrupa’ya, Almanya’ya göç etmediğini açıklamadan, bu gelişmelerden Avrupa, ABD ve Alman emperyalizmini sorumlu tutmadan AFD’nin ırkçı göçmen politikasını kırmak zordur. Halk yığınları AFD’yi Alman sermayesinin, tekellerin desteklediğini çok iyi görebilmektedir. Hele bu günlerde AFD ABD’den, Trump ve Elon Musk’tan aldığı açık destekle oylarını daha da arttırmaya devam ettirmektedir. Bilinmeli ki, ABD Almanya seçimlerine açıkça müdahale ederek AFD’nin yanında yer aldı. Bu konuda Almanya’dan gelen tepkilere hiç aldırış etmedi. Şu an AFD Almanya’da birinci parti konumundadır.
Tekelci burjuvazinin faşist değil aşırı sağ partilere olan ihtiyacı
Bugün Avrupa’daki seçimlerin gösterdiği en önemli olgu aşırı sağcı, ırkçı partilerin yükselişidir. İtalya’da Meloni’nin, Macaristan’da Urban’ın, Türkiye’de Erdoğan’ın partisi, Fransa’da Le Pen’in partisi, Almanya’da AFD gibi partiler hızla güçleniyorlar, hükümeti kuruyorlar veya kuracak güce doğru ilerliyorlar. Bu gelişmeler herkesi şaşırtıyor ve nedenini soruyor. Burada genel geçer doğruların yanı sıra özgül sorunlar da vardır. Bu her şeyden önce tekelci kapitalizmin yarattığı bir fenomendir. Tekelci kapitalizm ekstra kâr peşinde koşarken sürekli üretimi, üretim araçlarını geliştirmek ve değiştirmek, rasyonelleşmeye, işçi çıkartmaya gitmek zorundadır. Bu arada da küçük ve orta sermayeyi yutmaya, onları iflasa ve yok olmaya iter. Tekelci sermaye işten çıkarılan veya iş güvencesini kaybeden, fakirliğe ve yoksulluğa itilen milyonlarca işçinin, emekçinin, iflas ve yok olan orta sermayenin büyük kapitale karşı örgütlenmesini, işçi ve emekçilerin sendikalara, işçi sınıfı partilerine gitmesini, onların güçlenmesini asla istemez. Ama onun bunları kendi içinde toplayacak, tutacak bir örgüte, sendika ve partiye de ihtiyaç vardır. Bu parti bunlara hem bir “yuva” olmalı, hem de bunların içine düştükleri durumun sorumlusunun tekelci kapitalizm değil, toplumdaki başka fenomenler, mesela komünistler ve bolşevistler veya yabancılar ve göçmenler olduğuna inandırılmalıdır. Eğer toplumda kapitale karşı güçlü bir işçi veya devrimci hareket varsa ve hedefi sosyalizm olan bir alternatif olarak ortaya çıkmışsa, yani bir devrimci durum varsa, bu durumlarda tekelci burjuvazinin tercihi faşist partilerdir, saldırı noktaları da komünizm ve bolşevizmdir. Artan işsizler ordusunun, yıkılan orta katmanların katılacağı partiler de faşist partilerdir. Birinci Dünya Savaşı sonrası 1920’li yılların sonu ve 30’lu yılların başında yaşanan Dünya Ekonomik Krizi ile ortaya çıkan işsizlik ve yoksulluk koşullarında Alman tekelci burjuvazisi işçi ve emekçilerin Sovyet modeli bir sosyalizmi istemelerini ve KPD’ye girmelerini önlemek için Hitler’i ve onun faşist partisi NSDAP’yi destekledi ve krizin çözümü için Hitler’i başa getirdi. Hitler Sovyet bolşevizmine ve komünizme karşı savaş açtı. Bu gidişin sonunda İkinci Dünya Savaşı patlak verdi.
Günümüzde güçlü komünist partileri yok, alternatif güç olarak Sovyetler Birliği yok. 1989 reel sosyalizmin yıkılışından beri işçi ve komünist hareketi aldığı büyük yenilginin altından kalkmış değil. Tekelci kapitalizm toplumu istediği gibi yönetmekte ve yönlendirmektedir. Ama tekelci kapitalizm sürekli bir kriz yaşamakta, kendi ekstra kârını maksimal düzeyde tutmak için üretimi, üretim araçlarını geliştirme ve değiştirmeye, rasyonelleşmeye, işçi çıkartmaya, orta sermayeyi yok etmeye hız vermiş bulunmaktadır. İşsizlik, orta sermaye iflasları artmakta, iş güvencesi yok olmakta, emekçiler bir arayış içinde bulunmaktadır. Tekelci kapitalizmin bu emekçilere, şaşırıp bir sol, komünist arayışı içine girmeden alternatif bir parti sunması ve bu partinin eline de politik bir program vermesi gerekmektedir. Bu partinin bugünkü koşullarda bir faşist parti olmasına gerek yok. Zira işçilere alternatif olacak bir komünist partisi ve bir sosyalist devlet yok. Faşist parti yerine aşırı sağcı bir parti ve antikomünist, antibolşevik bir politika yerine ırkçı, yabancı ve göçmen karşıtı bir politika yeterli görülmektedir. Bugün Almanya’daki AFD böyle bir partidir. İçinde faşistler ve Hitler kalıntıları vardır. Ama belirleyici olan antikomünist, antibolşevist, antisemitik bir politika değil, ki bu bunların özünde bunlar vardır, daha çok yabancı ve göçmen düşmanlığı politikalarıdır. Ne zaman ki, işçi ve komünist hareketi güçlenir ve sosyalizm somut bir hedef haline dönüşür, iste o zaman faşist partiye ve antikomünizme ihtiyaç doğacaktır. Türkiye’de her milliyetçi, şiddet yanlısı, otoriter bir rejime faşist deme alışkanlığı vardır ve bu doğru bir tutum değildir. Tekelci burjuvazi faşizme, yükselen bir işçi ve komünist veya devrimci harekete karşı ihtiyaç duyar. Bu durum yoksa aşırı sağcı, otoriter parti ve liderleriyle yetinir. Bugün Avrupa’da yaşanan budur. Gerici sağ partilerin yükselişi tekelci burjuvazinin bir programıdır.
Alman seçiminin gerçek kazananı Sol Parti
Almanya’daki seçimlerin “kazananı”, yani yoktan var olanı ve beklenmedik bir oy alanı, sürpriz yaratanı Sol Parti (Die Linke) oldu. Yüzde 8,8 oranında oy aldı. Geçen seçimlerde yüzde 4,9 ile barajın altında kalmış, üç seçim bölgesinde direk milletvekili çıkarttığı için Meclise girebilmiş, ama sonra bölünerek küçülmüş, kamu yoklamalarında oy oranı yüzde 3’e kadar düşmüştü. Nasıl oldu da bu parti birden yüzde 8,8 oranında oy aldı. Yalnız barajı geçmedi, 64 milletvekiliyle Meclise girdi. Bu başarıyla o herkesi şaşırttı. Yalnız Doğu Almanya’dan değil Batı Almanya’nın metropollerinden de hatırı sayılır bir destek gördü. O yalnız Doğu Almanların değil tüm Almanya’nın partisi haline geldi. O zaman bu nasıl oldu?
Sol Parti eski Doğu Almanya’da, yani Demokratik Almanya Cumhuriyeti DDR’de iktidar partisi Almanya Sosyalist Birlik Partisi SED’nin reel sosyalizm çöktükten sonra isim değiştirirken aldığı son isimdi. Bu isim Gregor Gysi liderliğindeki DDR’den kalma PDS ile Sosyaldemokrat Lafontaine liderliğindeki Batı Almanya’da doğan WASG (İş- Sosyal Adalet Seçim Alternatifi) partisinin birleşmesiyle ortaya çıktı. Sol Parti artık hem Doğu hem Batı Almanya’nın partisi olma konumuna geldi, ama yine de Doğu Almanya partisi olma karakterini kaybetmedi.
Ukrayna ve Filistin’deki savaşların değerlendirilmesi konusunda sol partide tartışmalar ve “derin” fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Sahra Wagenknecht liderliğindeki parlamento grubunun bir bölümü ardıcıl olarak Ukrayna’ya silah yardımı yapılmamasını, Rusya’ya ekonomik yaptırım uygulanmamasını savunurken ve Rusya’nın, Putin’in Ukrayna’ya saldırısında NATO’nun Doğu’ya yayılma politikasının payı olduğunu vurgularken, Parti yönetimi bu konularda genellikle ya ikircikli bir tavır sergiledi ya da hükümeti eleştirmekten imtina etti, barış ve silahlanma konusunda tutarlı bir konum alamadı. Muhalefet Filistin konusunda da İsrail’in politikasını sert şekilde eleştirirken, Federal hükümetin İsrail’e silah yardımına karşı çıkarken, Filistinlilerle dayanışma içinde bulunurken, Parti yönetimi ise İsrail’in yanında yer aldı. Bu ve diğer birçok konuda çıkan fikir ayrılıkları sonucu Sahra Wagenknecht çevresindeki grup partiden ayrıldı ve BSW, Sahra Wagenknecht İttifak’ı adı altında bir parti kurdu.
BSW’nin yükselişi ve düşüşü
BSW Sol Parti’den koptuktan sonra kamuoyundan büyük bir destek gördü. Silahlanmaya karşı tutarlı bir barış partisi ve aşırı sağcı parti AFD’nin özellikle Doğu Almanya’da yükselişini durdurabilecek bir parti olarak görüldü. 50 bin kişinin katıldığı savaşa karşı barış mitingleri yaptı. Avrupa Parlamentosu seçiminde yüzde 6,2 oranında oy alarak büyük bir başarı sağladı, Strasburg’a 6 milletvekili gönderdi. Sol Parti ise ancak 2,7 oranında bir oy alabildi ve üç milletvekili çıkarabildi. BSW Doğu Almanya’da da 3 eyalet seçiminde de büyük başarı elde etti ve iki eyalette hükümet ortağı oldu.
Ama BSW bu başarılı gelişmeyi sürdüremedi. Alman parlamento seçimlerinde yüzde 4,9 oyla barajın altında kaldı ve parlamentoya giremedi. Bunun birçok nedeni var, ama ikisi önemlidir. Biri göçmen politikasında tutarsız tavrı, diğeri Doğu Almanya’da AFD’yi geriletip eski sosyalist insanları kazanamamasıdır. Göçmen konusunda BSW kendisinin gerici AFD’nin göçmen politikasından farklı düşündüğünü ortaya koyamadı. BSW de AFD gibi göçmenlerin geri gönderilmesinden, Almanya’nın daha fazla göçmen alamayacağından bahsetti. Bu tutum çok yanlıştı. Bir sol parti göç konusunda böyle bir tutum almamalıydı. Bir sol parti insanların neden ülkesini terketmek zorunda kaldığını kendi kamuoyuna anlatmak zorundadır. Ve bunun bir nedeninin Batı’nın bu ülkelerde sebep olduğu savaşlar ve sömürü, diğerinin de yine Batı emperyalizminin yüzyıllardan beri devam eden sömürge politikası olduğunu açıklaması gerekirdi. Avrupa ülkelerinin görevinin gelen göçmenleri hızla topluma entegre etmesi gerektiğini vurgulamalıydı. Bunlar yapılmayınca göçmen konusunda BSW’nin AFD’den bir farkı olmadığı kanısı uyandı. Yine BSW Doğu Almanya’da AFD’yi geriletme görevini de başaramadı. Doğu Alman halkı sosyalist geçmişinin kabul edilmesini, buna itibar edilmesini beklemektedir. Bunu en iyi yapabilecek olan da BSW idi. Bunun için Doğu Alman halkı arasında yoğun bir yığın çalışması yapması gerekiyordu. Ama yapamadı. Halk da egemen hükümet partilerini protesto etmek için AFD’ye oyunu verdi. BSW beklenen oyu alıp AFD’nin etkisini kıramadı. Ukrayna’da savaşa karşı barış politikasını da tutturamadı. Oysa BSW hâlâ Almanya’da barışı ardıcıl olarak savunan, savaşa ve silahlanmaya karşı çıkan tek parti konumundadır. Bunu oya çeviremedi. Ama BSW’nin oylarının yüzde 4,97 gibi 14 bin eksik oyla yüzde 5 barajının altında kalmasında kompüterlerin de rolü olduğu zannediliyor. Çünkü BSW’nin oy alması gereken birkaç sandıkta BSW’e sıfır oy çıkınca, yapılan itirazlar sonrası BSW’nin oylarının başka bir Partiye yazıldığı ortaya çıktı. Fark 14 bin oydan 8 bin oya düştü. Bunun üzerine BSW tüm Almanya’da yeni sayım istedi. Bu itiraz yılları alacak. Belki sonunda BSW haklı çıkacak ama “atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacak.” Hatta böyle bir hatanın hükümetin kolay kurulması için yapıldığına dair komplo teorileri bile var. BSW savaş kredileri için yeniden toplanan eski parlamentoda bu krediyi protesto için “1914 gibi 2025 savaş kredilerine hayır” pankartları açan tek parti oldu. BSW kendini toplar ve eksiklerini giderebilirse solu toplayacak alternatif bir parti olma şansına hâlâ sahiptir. Bunu yıllar gösterecek.
Sol Parti’nin yükselişi
BSW Sol Parti’den ayrılıp yükselişe geçerken Sol Parti de düşüşe geçti. Ama Almanya’da genel olarak savaşa karşı barış yanlısı, silahlanmaya karşı, yabancı düşmanlığına karşı küçümsenmeyecek bir kitle var. Bu kitlenin büyücek bir kısmı parlamento dışı muhalefette, Antifaşist gruplarda örgütlüdür. Diğer kısmı da SPD ve Yeşil Parti çevrelerinde örgütlüdür. Seçim kampanyasını belirleyen iki konu olmuştur. Biri Ukrayna savaşı ve Almanya’nın silahlanması ve savaşa hazır duruma getirilmesi, diğeri de CDU Başkanı Merz’in göçmen konusunda AFD ile işbirliği yaparak bir tabuyu, AFD’ye karşı kurulan “yangın duvarını” yıkmasıydı. CDU’nun bu çıkışı antifaşist grupları harekete geçirdi ve sol partiye girip sol partiyi destekleme ve yüzde 5 barajını aşarak mecliste kalmasını sağlama kararı aldılar. Mecliste bu sol antifaşist, Tik-Tok izleyen muhalif gençliğin sol parti içinde sevilen Milletvekili Heidi Reichinnek Merz’e karşı Mecliste yaptığı konuşmada bu grupları tetikledi. Heidi konuşmasında “Ülkede yangın duvarı biziz… Bırakmayın, tersine karşı koyun, ülkede direnin… Biz hepimiz sokaklara çıkacağız, sandıklara gideceğiz. Haydi barikatlara!” diye Meclis’te Merz’e, gericilere meydan okudu. Bu konuşma Tik-Tok’da gençler tarafından milyonlarca kez izlendi. Sol Parti gençler arasında sevilen, izlenen birinci parti oldu. Gençliğin partiye akmasıyla parti canlandı. Ev ev gezerek seçim propagandası yapıldı. Gezilen hane sayısı 600 bine ulaştı. Sonuç yüzde 8,8 oy oldu. Berlin’in batısından Ferhat Koçak’ın direk Federal Meclise girmesi oldu. Bu oyda SPD ve Yeşil çevrelerinden gelen barışsever silahlanma karşıtı şehir aydınlarından oluşan güçlerin de payı vardır. Bu çevreler de Sol Parti’ye katıldılar. Sol Parti birden güçlendi.
Sol antifaşist gençliğin ve SPD, Yeşil parti çevresindeki aydın küçük burjuva kesimlerin Sol Parti’ye gelmeleri Almanya’da yükselebilecek yeni bir barış ve antifaşist hareketin habercisi olabilir. Burada görev Sol Parti’ye düşmektedir. Eğer parti bu yeni gelen diri grupları kendini yenileyerek içinde barındırabilirse ve onların aktivitesini diri tutabilirse bu yalnız partinin değil tüm Almanya’nın, belki de insanlığın, barışın, özgürlüğün, göçmenliğin kazancı olacaktır. Ümit edelim Sol Parti bunu başarsın! Kıssadan hisse: bir sol parti, gençliği, barışsever aydınları kazanmadan, kapı kapı dolaşıp yığın çalışmaları yapmadan, fabrikaları, mahalleleri kale haline getirmeden başarı elde edemez, marjinallikten kurtulamaz. Son zamanlarda ülkemizde yaşanan direnişler de bunun göstergesidir. Şimdi gün gençliği ve işçi sınıfını kazanma günüdür. Alman seçimlerinden bizim için çıkarılacak ders budur!