Haber / Yorum / Bildiri

Yeni bir atılım dönemi – Bölüm 1; TKP yeniden nasıl ayağa kaldırılır?

Partimizin hâlâ yaşadığı likidasyonun başlangıcı olan TİP’le birlik; TBKP yalnız TKP’de değil, tüm Türkiye solunda kafa karışıklığına yol açtı. Artık Marksçı-Leninci yeni tür partilerin miadını doldurduğu, çağımızda komünistinden liberal soluna kadar en geniş katılımlı, sınıf temelinde olmayan, çoğulcu Yeni Sol partilere ihtiyaç olduğu palavraları yayılmaya başlandı. Ama bu anlayışın en hızlı yayıldığı ve yıkıldığı ülkelerden biri yine Türkiye’dir. Yeni, çoğulcu sol iflas etti, temelde Marksçı-Leninci sınıf partilerinin gerekliliğini pratik bir kez daha ortaya çıkardı. Bu kez de her önüne gelen bir komünist partisi kurmaya kalkarak likidasyonu daha da derinleştirdi. Günümüzde sorun herhangi bir komünist partisi kurmak değil, Mustafa Suphi ve Bilen geleneği temelinde, Marksist-Leninist ilkeler üzerinde partimiz TKP’yi 1973’de olduğu gibi yeniden ayağa kaldırmaktır, yeni bir atılım sağlamaktır.

Ama partimizi bu likidasyondan, dağınıklıktan kurtarmak yeni bir başlangıç yapmak eski yıllara göre hem politik hem örgütsel olarak çok daha zorlaşmıştır. Çünkü eskiye göre hem uluslararası hem ulusal alanda çok daha yeni koşullarla karşı karşıyayız. Yeni olan sosyalist sistemin yenilgisi, yıkılması ve burjuvazinin tek başına dünyaya egemen olması ve kendi arasında rekabetin kızışmasıdır. Reel sosyalizmin yenilgisi sonrasında yığınlarda doğan yılgınlık ve dağınıklıktır, burjuvazinin işçi ve emekçileri kolayca baskı altına alabilmesi, yığınları kendine kolay bağımlı kılabilmesidir. Türkiye gibi ülkelerde ağır baskıların devam etmesidir. Bu gibi objektif neden ve koşulların yanı sıra, bir dizi subjektif nedenler de vardır. Bunların başında özellikle Türkiye’de TKP’li kadroların hâlâ kafalarının karışık olması, Marksizm-Leninizm`e uzak durması, Şefik Hüsnü çizgisini kavrayamaması, TİP’le birliğin yarattığı likidasyonu çözümleyememesi, legalizm batağında çırpınmaya devam etmesi gelmektedir; burjuva milliyetçiliğinden, Kemalizmden kurtulamaması, devletten kopamaması, Kürt halkının mücadelesinin devrimci demokrat niteliğini anlayamaması bulunmaktadır; kendi tarihinden ders çıkarmak, geçmişteki eksik ve hatalarla hesaplaşmak istememesidir.

Bunun için partiyi ayağa kaldırmak, kafası çökelekle dolu, Kemalizm`den, milliyetçilikten kopmamış, Şefik Hüsnü kırılmasını anlamamış, Kürt direnişini kavramamış, anti-Marksist, anti-Leninist konumlara savrulmuş, legalist, kariyerist eski kadrolarla olmaz. Yeniden kalkınma, Marksizm-Leninizm`i savunan, Türk devletinin niteliği ve baskıcı, inkârcı, imhacı, asimilasyoncu politikası konusunda kafası açık olan, sosyalizm kuruculuğundan, reel sosyalizm ve partimiz tarihinden ders çıkarmış olan enternasyonalist, devrimci, gözü pek, fedakâr, yaratıcı, legal ve illegal savaşı yürütebilen, yığınlarla bağlı yeni kadrolarla mümkündür. 1973’de bu yeni, genç kadrolar doğmuş ve partiye gelmişti. Atılım da bu kadrolarla gerçekleştirilmişti. Şimdi bu kadrolar yok. Görev yeniden böyle genç, bilinçli kadrolar yaratmaktır. Ancak bu kadrolar yaratıldıktan, belli bir örgütlülüğe ulaşıldıktan sonra, 1977’de olduğu gibi, bir konferansa veya kongreye gidilebilir.

Bugün sorun bu yeni genç kadroların, yeni parti birimlerinin nasıl yaratılacağıdır. Kadrolar savaşın içinden doğar. 1973’de yığınlardaki devrimci yükselişin olmadığı, tersine yılgınlık ve dağınıklığın hüküm sürdüğü günümüz koşullarında bu pek de kolay değildir. 1973’de, sistemlerin savaşı koşullarında mücadele eden bir işçinin ya da devrimci bir gencin, kadının ya da aydının parti üyeliği için; Sovyetler Birliği’nin yanında olması, onun dünyadaki sistem çatışmasında belirleyici güç olduğunu kabul etmesi, TKP’yi dünya komünist hareketinin bir parçası olarak görmesi ve onun sosyalizme açılan anti-emperyalist, anti-feodal ileri demokrasi, ulusal demokratik cephe strateji ve taktiğini anlaması, partinin bir örgütünde çalışmayı kabul etmesi yeterliydi. Bugün ise Sovyetler Birliği yok, dünya sosyalist sistemi yok, sistem savaşı yok, dünyada bir işçi ve komünist hareketi hemen hemen yok. Geride kalan partinin 1973’de saptadığı anti-emperyalist, anti-feodal ileri demokrasi ve ulusal demokratik cephe strateji ve taktiğidir. Bu strateji ve taktik bugün de geçerlidir. Ama yeni gelişen koşullara göre içinin doldurulması, güncellenmesi, ittifakların yeniden belirlenmesi gerekmektedir.

Ülkemizde yeni olan güçlü bir Kürt Özgürlük Hareketinin var olması ve bu hareketin büyük bir özveriyle yalnız Kürt halkının değil, Türkiye’deki halkların, inançların, cinsiyetlerin eşitliği ve özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesi için savaşıyor olmasıdır. Ulusal sorunun, Kürt sorununun çözümü; işçi sınıfı ve demokrasi mücadelesinin en yakıcı sorunudur. İşçi sınıfı Kürt Özgürlük Hareketinin, Kürt Özgürlük Hareketi de işçi sınıfının en önemli müttefiğidir. Strateji ve taktiğimizde, sınıf ve iktidar mücadelesinde, demokratik bir cumhuriyet temelinde Türkiye’nin yeniden yapılandırılmasında Kürt Özgürlük Hareketinin, Türkiye halklarının, farklı inançların, kimliklerin, kültürlerin önemli yerleri olacaktır. Eşitlik, özgürlük, özerklik ve demokrasi temelinde Türkiye’nin yeniden yapılanmasına karşı çıkan sözde sol değişik burjuva demokratik güçler ve Kemalist gruplar ise hızla gerici, karşı devrimci saflara savrulmaktadır.

Partimizi yeniden ayağa kaldırırken; üyeliklerini yenileyecek olan eski kadroların ve kazanılacak olan yeni kadroların strateji ve taktiğimiz, mücadelemiz hakkında kafalarının tam açık olması gerekmektedir. Eski partililerin, „Neden bu kadar TKP girişimi var, neden birleşmiyorsunuz?“ soruları geçmişe nostaljik bir bakıştan öte bir anlam taşımıyor. Partinin hem likidasyonuyla hem geçmişiyle hesaplaşılması şart. Ancak geçmişi, bugünü, yarını anlayacak, yeni bir atılıma hazır kadrolarla yol alınabilir. Partinin yeni politikası, strateji ve taktiği konusunda kafası açık olmayanlar partiye alınamaz, üyelikleri yenilenemez. Sorunları olanlar sempatizan olabilir, müttefik olabilir, somut konularda onlarla eylem birliği yapılabilir, birlikte çalışılabilir. Ama partili olmak başkadır. Parti saflarının sürekli temiz tutulması, Marksçı-Leninci kadrolardan oluşması gerekmektedir. Bu da partinin strateji ve taktiğinin doğru kavranmasıyla mümkündür.

Bu nedenle strateji ve taktiğimize temel oluşturacak bazı ilke ve anlayışları burada bir kez daha sıralamak gerekiyor:

  1. Reel Sosyalizm`in yıkılmasının sorumlusu teorimiz, ideolojimiz Marksizm-Leninizm değil, Revizyonizmdir. Marksizm-Leninizm`in çarpıtılması ve doğru uygulanmamasıdır. Marksizm-Leninizm hâlâ sınıf mücadelesinde, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde kılavuzumuzdur.

Reel sosyalizmin neden yıkıldığı konusunda birçok teori ve görüşler vardır. Bazıları bu yıkılıştan, Marksist-Leninist teori ve ideolojinin sorumlu olduğunu ileri sürmektedir. Bunlara göre sosyalizm, kolektivizm, insan doğasına terstir, bireycilik, kapitalizm, ise en uygun olanıdır; sömürüsüz, baskısız toplum, dayanışma ütopyadır, kapitalist toplum, rekabet reel olandır. Bunlardan bazılarına göre de, reel sosyalizmin yıkılış nedeni sosyalist devrimin Rusya gibi göreceli geri kalmış bir ülkede gerçekleşmiş olmasıdır, bilimsel-teknik devrime geçilememesidir, Sovyet rejiminin kendisidir, bu rejimi kuran Stalin’dir, Stalin döneminde uygulanan proletarya diktatörlüğüdür, esas olarak proletarya diktatörlüğüdür.

Bu tespitler birer çarpıtmadır. İsçi sınıfı ideolojisine, Marksizm-Leninizm’e, proletarya diktatörlüğüne birer saldırıdır. Sömürüsüz, baskısız, özgür ve barışçıl toplum, komünizm ütopya değildir, Marks’ın ispatladığı gibi insanlık tarihinde varılacak bir aşamadır. Reel sosyalizmin yıkılış nedeni teorimiz Marksizm-Leninizm değil, tam tersine reel sosyalist ülkelerde, özellikle Stalin’in ölümünden sonra Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmak, onu pratikte bilimsel ruhuna ters olarak uygulamak ve yeni koşullara göre geliştirememektir, çarpıtmaktır, zamanla emperyalizme karşı sınıf savaşından vazgeçmek, uzlaşmacı bir politika uygulamaktır.

1950’lerde Kruşçov’la birlikte Sovyetler Birliği’nde yaşanan politik ve ideolojik kırılmayla birlikte, ideolojik olarak Marksist-Leninist ilkeler terk edilmeye, politik olarak sosyal demokrasiye doğru gerilemeye, revizyonist ve reformist görüşler partiye egemen olmaya başladı. Lenin’in ülkesini ortadan kaldırmak için emperyalizm Sovyetler’e sürekli saldırıyordu. Ekim Devrimi’ne karşı savaşta yenilen emperyalist güçler İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler eliyle Sovyetler’e karşı yeniden saldırıya geçtiler. Ama yine yenildiler. Sovyet iktidarı teknikte, bilimde, ekonomide üstün olduğunu her dönemde gösterdi. Birinci savaş Lenin yönetiminde kazanılmıştı. İkinci savaş da Stalin’in yönetiminde kazanıldı. Bu savaş 25 milyon Sovyet vatandaşının hayatına mal oldu. Bu savaşta SBKP, kadrolarının çoğunluğunu kaybetti. Lenin’in kurduğu sosyalizm Stalin tarafından savunuldu ve korundu. Ama Kruşçov’un gelmesiyle Marksizm temelinde sosyalizm kuruculuğu terk edildi, maddi koşulları henüz yokken komünizm kuruculuğu diye maceracı bir yol izlendi, kapılar kapitalizme aralandı. Bu karşı devrimin oluşturulmasında ilk adımdı.

Kruşçov politikasının büyük bir tahribata yol açtığı görülünce görevden alındı, yerine Brejnev geldi. Leninizm’i savunanlarla sosyalizm düşmanı Kruşçovcular arasında bir denge kuruldu. Kruşçov’un komünizm kuruculuğu tezi yerine gelişmiş sosyalist toplum kuruculuğu tezi getirildi. Bunun da maddi temelleri yoktu. Kapitalizmle gereksiz bir yarışa girildi. O dönem keskinleşen sistem savaşında bir nükleer dünya savaşını önlemek, barışı korumak, dünya devrim sürecini ilerletmek için yalnız sosyal demokratlarla değil, askeri-silah sanayii tekelleri dışında geniş bir burjuva kesimleriyle büyük bir koalisyon oluşturabilmek için, burjuvaziye gereksiz büyük tavizler verildi, ideolojik savaştan, dünya devriminden vazgeçildi. Sosyal demokratlarla anlaşarak işçi sınıfının birliğini gerçekleştirme adına sosyal demokrasiye doğru adımlar atılmaya başlandı.

Brejnev’in ölümünden sonra iktidarı son 30-40 yılda yetişen küçük burjuva kadrolar ele geçirdi. Bunlardan biri de Gorbaçov idi. Gorbaçov’un genel sekreter olmasıyla sözde Leninizm’e, Lenin’in Yeni Ekonomi Politikası, NEP politikasına geri dönüyoruz diye Sovyetler ‘de kapı ardına kadar kapitalist ilişkilere açıldı. NEP kapitalizme kapı aralamak için değil, sosyalist devrimi sağlamlaştırmak için, belli alanlarda, özellikle köyde para-mal ilişkisiyle üretimi arttırmaktı. NEP sosyalist devrimi sağlamlaştırdı, Glasnost ve Perestroyka ile sosyalist devrimin köklerine saldırıldı. Geri dönüşü olmayan bir yola girildi. Sovyetler Birliği, sosyalist sistem yıkıldı. Sonunda karşı devrim üstün geldi. Gorbaçov bu karşı devrimin gerçekleştirilmesinde başı çekti.

1950’lerden beri içten içe gizlice gelişen bu sosyal demokratlaşma şu veya bu ölçüde her partiye dayatıldı. Aralarında TKP de olmak üzere birçok parti hem bu dayatmalara karşı direndi hem de Sovyetleri savundu. Ama Sovyetler ve diğer sosyalist ülkelerdeki, dünyadaki gelişmeler hakkında açık bir tartışma yürütülemedi. Kruşçov’un komünist toplum kuruculuğu tezi gibi, Brejnev dönemindeki gelişmiş sosyalist toplum tezi de yanlıştı, tartışılamadı; her iki tespit de ülkedeki reel durumu yansıtmıyordu. Üretim hâlâ reproduktif değil, produktif esaslara göre gerçekleşiyor, toplumda, insanların bilincinde çarpıklık yaratıyordu. Bu konular ve sorunlar ele alınıp tartışılmadı. Sosyalist toplumda hâlâ yaşayan kapitalizm artığı ilişkilerin, anabenlerin (Muttermal) kendini yeniden üretme karakterinin sosyalizm için tehlike oluşturabileceği göz ardı edildi. Sosyalizmin geri döndürülemez olduğu tespiti mutlaklaştırıldı.

Emperyalizmin var olduğu, sistem savaşının sürdüğü bir dönemde olası geri dönüşü engellemek için proletarya diktatörlüğünün gerekliliği, Leninci yöntemler savunulmadı. Çünkü ‘toplum gelişmiş sosyalizm kuruculuğu aşamasında bulunuyordu, geri dönüş imkânsız’dı. Bu gerçek değildi, toplum gelişmiş sosyalizm kuruculuğu döneminde değil, kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminde bulunuyordu. Bu aşama toplumda kapitalist ilişkilerin, burjuva alışkanlıklarının yaşadığı dönemdi. Bu görülemedi. Sosyalizm, hümanist bir toplum yaratmıştı, ama sırf hümanizma yetmiyordu, çünkü sınıf savaşı, kim-kimi savaşı yalnızca uluslararası alanda değil, ulusal alanda, Sovyetlerde ve diğer sosyalist ülkelerde sürüyordu. Bu dönemlerde erkin hâlâ proletarya diktatörlüğü olduğu göz ardı edildi. Reel sosyalizmin yıkılışında yalnız emperyalist tehditlerin değil, ülke içindeki tüm bu gelişmelerin de önemli rolü olmuştur. Bu nedenle ileride de, sosyalizm kuruculuğunda teori ile pratik arasındaki diyalektik ilişkiler, Leninci yöntemlerin doğru anlaşılıp anlaşılmadığının sürekli gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Sosyalizm kuruculuğunda proletarya diktatörlüğü, Marx, Engels, Lenin ve Stalin’in deneyleri dün de, bugün de, yarın da geçerlidir. Sovyetler ve diğer sosyalist ülkelerin deneyleri dersler çıkaracağımız değer biçilemez hazinelerimizdir.

  • Proletarya diktatörlüğü, işçi sınıfının burjuvaziyi devirip iktidarı aldıktan sonra, kapitalist toplumla komünist toplum arasında, proletaryanın egemenliği altında, devrimci dönüşümlerin gerçekleştirildiği bir geçiş dönemidir. Bu geçiş dönemi zorunludur, çünkü bu dönemde doğmaya başlayan sosyalist üretim ilişkilerinin korunması, kapitalizmden kalan ilişkilerin bastırılması ya da bunların sosyalizm kuruculuğunda değerlendirilmesi gereklidir. Geçiş döneminde kapitalizm artığı ilişkiler, “anabenler” hâlâ aktiftir ve kendisini yeniden üretebilmektedir. Bunu engellemek, bastırmak ya da kontrollü kazanmak ve yeni gelişen sosyalist toplum ilişkilerine gelişme ve egemen olma olanağı sağlamak için bir baskı organı olarak proletarya diktatörlüğü kaçınılmazdır. Geçiş dönemi kim-kimi savaşının en keskin olduğu dönemdir. Sosyalist üretim ilişkileri sömürü ve baskının hüküm sürdüğü kapitalist toplumda oluşup gelişemez, reproduktif, hükümransız, hâkimiyetsiz üretim ve ilişkiler ancak proletaryanın iktidarı aldıktan sonra onun egemenliği altında doğar ve gelişir. Bunlar sömürüsüz, baskısız, emeğin özgür olmaya ve kendi kendini yönetmeye başladığı ilişkilerdir. Bu ilişkiler proletarya diktatörlüğü tarafından korunmaya muhtaçtır. Bunun için proletarya diktatörlüğü, kişilerin iradesine bağlı değildir, toplumun gelişmesinde zorunlu olan bir aşamadır, bir yasallıktır.

Ayrıca proletarya diktatörlüğü bir demokrasidir, proleter demokrasisidir. Toplumun çoğunluğunu oluşturan proleter yığınların, işçi ve köylülerin, emekçilerin, aydınların toplumun azınlığı olan burjuvaziye karşı devrimci diktatörlüğüdür. Burjuva demokrasisi de toplumun azınlığının, burjuvazinin, en geniş işçi ve emekçi yığınlar üzerindeki diktatörlüğüdür. Burjuva demokrasisinde özgürlükler biçimseldir, sözde vardır. Proleter demokraside özgürlükler gerçektir, içeriklidir, her özgürlüğün pratikte karşılığı vardır.

Sosyalist ülkelerde bu geçiş dönemi çok kısa olarak öngörüldü. Burjuvazinin sınıf olarak ortadan kaldırılmasıyla, kapitalist artıkların, anabenlerin üretkenliğinin kısa bir zaman sonra hemen sona ereceği yanılgısıyla hareket edildi. Sosyalist ilişkiler gelişmiş görülüp komünist veya gelişmiş sosyalist toplum kuruculuğuna geçiliverdi. Oysa proletarya diktatörlüğü gelişme olanağına sahip bu artıkların bastırılması, gerektiğinde kazanılması ve yeni üretim ilişkilerinin egemen olabilmesi için daha uzun zaman gerekliydi, en azından sistem savaşı kazanılıncaya kadar zorunluydu.

Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğünün en çetin uygulandığı dönem Stalin dönemiydi. Çünkü bu dönemde kim-kimi savaşı en keskin bir biçimde ortaya çıkmıştı. İçerde Kulaklar, küçük burjuvalar güçlenmişti. Başta Troçkistler olmak üzere burjuvazinin, emperyalizmin çeşitli ajanları, sosyalizm düşmanları, Kulaklar, küçük ve orta burjuvalar Sovyetler Birliği’ni, işçi iktidarını yıkmak için sabotaj, kundaklama, öldürme, silahlı terör dahil her türlü eyleme başvuruyorlardı. Sosyalizmin yaşaması için bu antikomünist küçük burjuva unsurların kontrol edilmesi, baskı altında tutulması, kontrolden çıkmaya başlayınca da ezilmesi, sınıf olarak tasfiye edilmesi şarttı. Bu tasfiye sırasında insan hayatına mal olan birçok hatalar da yapıldı.

Sovyetler Birliği’nde sosyalist devrim Stalin’in ardıcıl tutumu ve uygulamaları sonunda başarıya ulaşmış, işçi sınıfı iktidarı ayakta kalabilmiştir.

Stalin bunu, partinin politik kadrolarını güçlendirerek, emekçilerin çıkarına bürokratik-idari toplumsallaşmayı sağlayarak, orta ve küçük üretimi toplumsallaştırarak, karşı devrimi ve küçük burjuva direnişlerini bastırarak, ekonomiyi değer yasası etkisi temelinde örgütleyerek başardı. Bu dönemde, bürokratik-idari toplumsallaşma pratiği bürokratik-idari bir aygıtın gerekliliğini ortaya koydu; iktidarın yönetimi ve örgütlenmesi için denenmiş, eğitilmiş komünist kadrolardan sosyal bir tabaka oluşturuldu. Nomenklatura denen bu kadro, proletarya diktatörlüğü döneminde toplumun, ekonominin sevk ve idaresi ile emeğin toplumsallaşması aşamasında bir yasallıktır. Proletarya diktatörlüğü toplum örgütlenmesinin hâlâ politik karakterli olmasından, yani toplumda küçük burjuva sınıf kalıntılarının olmasından dolayı gereklidir. Ama bu gereklilik çok öne daha çıkan dış tehlike, emperyalizm tehlikesi ile açıklanmıştır. Toplum içindeki kapitalist-burjuva kalıntılar dış güçlerin, emperyalistlerin provokasyonları olarak görülmüştür. İki fenomenin üst üste gelmesi revizyonist dönemde karşı devrimi kolaylaştırmıştır. Stalin dönemi, sosyalizm kuruculuğunda proletarya diktatörlüğü deneyi ilerisi için dersler çıkarılacak, zengin bir hazinedir.

  • TKP tarihinde mücadele eden iki çizgi: Suphi ve Şefik Hüsnü çizgisi

TKP Türkiye işçi sınıfının Marksçı-Leninci partisidir. Denilebilir ki ta başından beri partimiz TKP’nin tarihinde iki çizgi sürekli savaşa gelmiştir: Suphi’nin Marksist-Leninist çizgisi ve Şefik Hüsnü’nün Kemalist, milliyetçi, uzlaşmacı çizgisi. Yeniden kalkınma Mustafa Suphi’nin Marksçı-Leninci çizgisinde olacaktır. Yeni kuşakların TKP tarihindeki bu iki çizgiyi çok iyi anlamaları gerekiyor. Çünkü bugün hâlâ süren dağınıklığın temelinde bu iki çizginin kavranmaması yatmaktadır. Esasında bu iki çizginin kavgası Şefik Hüsnü’nün Bakû’ye I. Kongreye gitmemesiyle başladı, Ankara’daki II. Kongreye gitmemesiyle devam etti. 1922’de Ankara’da partinin yasaklanması ve çalışmaların İstanbul’a kaymasıyla Şefik Hüsnü ve çizgisi partiye yavaş yavaş egemen oldu. 1923’ten 1973’e kadar 50 sene ana hatlarıyla partiye egemen olan çizgi Şefik Hüsnü’nün politik ve ideolojik çizgisidir. 1973 Atılımıyla Şefik Hüsnü anlayışına kesin olarak son verilmiştir. 1983’de V. Kongre’de Nabi Yağcı ile birlikte partiye yeniden egemen olan yine Şefik Hüsnü çizgisi olmuştur.

Politik ve ideolojik olarak Şefik Hüsnü’nün çizgisi, görüşleri burjuva sosyalizmidir, Jean Jaures’çiliktir, küçük burjuva uzlaşmacı, Kemalist milliyetçi anlayıştır. Kemalizm’i partiye dayatan Şefik Hüsnü’dür. O, yalnız Nedim Tör ve Şevket Süreyya gibi kaşarlanmış Kemalistleri değil, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli gibi Kemalist milliyetçileri, Vedat Türkali, Behice Boran, M. Ali Aybar gibi küçük burjuva sosyalist aydınları partiye musallat edendir. Şefik Hüsnü örgütsel olarak yeni türden Leninist parti anlayışından uzaktır. İşçi sınıfı, köylü ve emekçi yığınlar arasında değil, aydınlar arasında parti çalışma ve örgütlenmesini öne alan Şefik Hüsnü’dür. Aydınlar arasında çalışma, onların Marksizm-Leninizm temelinde partiye kazanılması çok önemlidir, ama onların bir kulübe alınır gibi gelişigüzel partiye alınması yanlıştır. Şefik Hüsnü üyelik normlarını çiğnemiştir. İttifak kurmakla, cephe kurmakla parti örgütü kurmayı birbirine karıştırmıştır. Marksizm-Leninizm’e karşı olan, ilerici, demokrat, yurtseverlerle, Kemalistlerle, kendine sosyalist diyenlerle parti saflarını doldurmuştur. Türkiyeli komünistlerin çoğu hâlâ bugün bu anlayışın altında, legalizm batağında çırpınmaktadır. Oysa parti üyeliği temel bir sorundur. Marksist-Leninist ilkeleri kabul etmek, bir parti birimine üye olmak, orada parti görevlerini yerine getirmek, aktif çalışmak, aidat ödemek esastır.

Şefik Hüsnü’nün kendisini, parti saflarına doldurduğu Nedim Tör ve Şevket Süreyya’dan Mihri Belli, Kıvılcımlı, Boran, Aybar’a kadar küçük burjuvalar partiye büyük zararlar vermekle kalmamış, partiden temizlenmeleri de sorun yaratmıştır. Bunlar, özellikle antiemperyalist, yurtsever ve devrimci olan geniş bir gençlik yığınının Kemalizm’i aşıp, Marksist-Leninist temelde partiyle buluşmalarını engellediler. Bunu yaparken de parti üyeliği biletlerini mavi boncuk gibi çevrelerine dağıttılar. Bunlar bugün Nabi Yağcı’nın yaptığı gibi parti üyeliklerini ve MK üyeliklerini kullanma sahtekârlığını elden bırakmadılar.

Partiyi yeniden ayağa kaldırırken Şefik Hüsnü çizgisinin mutlak yenilmesi ve Mustafa Suphi’den, Nâzım Hikmet’ten, İ. Bilen’den gelen Marksçı-Leninci çizginin anlaşılması, benimsenmesi ve üstün gelmesi zorunludur. Bu da Kemalizm ve Türk milliyetçiliği konusunda, ulusal sorunda Marksist-Leninist temelde politik ve ideolojik berraklığı gerektirmektedir.

  • TKP- TİP birleşmesi bir likidasyondu

TKP’yi TİP’le birleştirmek baştan örgütsel olarak likidasyon, ideolojik olarak revizyonizm, politik olarak sosyaldemokratlaşmaktı, burjuva kuyrukçuluğu idi. TKP ile TİP’in birleşmesi, işçi hareketleri tarihinde gördüğümüz, bir komünist partisiyle bir sosyal demokrat partinin Marksizm-Leninizm temelinde birleşmesi değildir. Esasında tarihte bu birleşmeler pek nadirdir, olanlar da çok sancılıdır. 1875’te Lassalleci, reformcu ve milliyetçi olan Genel Alman İşçi Birliği (ADAV) ile Marksist çizgideki Almanya Sosyalist İşçi Partisinin Gotha Kongresinde çürük bir temel üzerinde birleştiler. Marks bu uzlaşmanın temel yanlışlarını Gotha Programı Eleştirisinde dile getirmiştir. Sonunda, Birinci Dünya Savaşı döneminde, Sosyal Demokrat Partisi SPD’nin savaşı onaylaması üzerine, savaşa karşı olan Luxemburg ve Liebknecht’in Spartaküs grubu ve Bağımsız Sosyal Demokrat grubu partiden ayrılmıştır. Kasım Devrimi içinde Spartaküs grubundan Almanya Komünist Partisi KPD doğmuş, Bağımsız Sosyal Demokratlarla birleşme gündeme gelmiştir. Birleşme ancak Thälmann’ın etkisinde olan Bağımsız Sosyal Demokratların sol kanadıyla Komintern’in ilkeleri temelinde Almanya Birleşik Komünist Partisi’nde olabilmiştir. Bu birlik tuttu, yığınlarda kök saldı. Sonunda yine Almanya Komünist Partisi KPD adını aldı.

İkinci Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın bölünmesiyle doğuda kurulan Demokratik Almanya Cumhuriyeti DDR’de, İkinci Dünya Savaşı’nın toplama kamplarındaki direnişlerden çıkarılan dersler sonucunda, Almanya Komünist Partisi KPD ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi SPD, Marksist-Leninist temellerde Almanya Sosyalist Birlik Partisi SED adı altında birleştiler. Batıda Federal Almanya Cumhuriyeti’nde bu birleşme olamadı. Sosyal Demokratlar sağa kaydılar. KPD ise Almanya’nın NATO’ya girmesine ve Nazi artıklarının devlette işe alınmasına karşı çıktığı için 1956’da yasaklandı. Reel sosyalizmin yıkılmasıyla SED’den sosyal demokratlar, komünistler ayrıldı. Partide kalanlar sonra Sol Parti adını aldı. KPD yasağı fiilen kalktı, KPD tüm Almanya’da fiilen örgütlendi. KPD Marksist-Leninist temelde bir partidir. Yine Almanya’nın batısında 1968’den sonra KPD’nin devamı olarak kurulan Alman Komünist Partisi DKP ile 1989’dan sonra kurulan KPD, DKP’nin Marksist-Leninist olmayan bazı tutumlarından dolayı bir birleşme gerçekleşemedi. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Bolşevik ve Menşevik diye parçalandıktan sonra da bir birlik bir daha gerçekleşmemiştir.

İşçi sınıfının partilerinin birleşmesi istisnai bir durumdur. Çünkü birlik ancak Marksist-Leninist ilkelerde gerçekleşir. Başta sosyal demokratlar olmak üzere birçok işçi sınıfı partisi reformist, revizyonist, oportünist konumlarda olduğundan, gündemde olan bunlarla birleşmek değil, eylem birliği yapmaktır. Komünistlerin görevi bu reformist partilerin etkisi altındaki işçi yığınlarını kazanmaktır.

TİP işçi sınıfının bir partisidir. Kurucuları işçiydi, sendikacıydı. Yöneticilerinin bir kısmı TKP’liydi. O günün, 60’lı yılların Türkiye koşullarında hızla büyüdü. Sendikacıların yanı sıra büyücek bir küçük burjuva aydın ve sosyalist kesimi, Kürt aydın ve devrimcilerinden önemli bir çevreyi içine aldı. Kendisine sosyalist, devrimci, ilerici diyen herkesin, sömürüye, baskıya, emperyalizme karşı olanların, demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği, sosyal adaleti savunanların üye olduğu bir parti oldu. Bir komünist partisi değildi, öz olarak sosyal demokrat olan, ilerici, sosyalist bir parti idi. Böyle legal bir partiye Türkiye’nin ihtiyacı vardı. Ama böyle bir partiyle komünist partisinin birleşmesi olmaz, ancak eylem birliği olurdu. Sorun Kruşçov, Brejnev, Gorbaçov yönetimindeki Sovyetler Birliği Komünist Partisi SBKP’nin TİP’i komünist partisi olarak görmesiyle başladı. Bu durum özellikle başta Boran olmak üzere TİP’deki TKP’lileri, TİP’i gerçek komünist partisi olarak görmeye, TKP’yi ise tanımamaya götürdü. Birleşmeyi, TİP’in TKP ile birleşmesi, yani Marksist-Leninist ilkelerde bir birleşme olarak değil, TİP’in küçük burjuva, reformist sosyal demokrasi temelinde bir birleşme olarak dayattı. Bu TKP MK’daki Nabi ve Veysi gibi çoğunlukta olan eski TİP’lilerin ve SBKP’nin desteği ile gerçekleşti. TBKP’yi kurdular. Birlik oldu, ama üstte, tepede oldu; birliği ne TİP ne de TKP tabanın çoğunluğu kabul etti. Dağınıklık, başıbozukluk, disiplinsizlik aldı yürüdü. Sonunda iki parti de dağıldı. Ama yöneticiler TSİP’le ve diğer sözde sol ve komünist gruplarla birleşerek SBP, BSP’yi oluşturdular. TBKP, SBP, BSP, TKP geleneğine bağlı Marksçı-Leninci partiler değildi, birer küçük burjuva sol sosyalist partilerdi. Bunlar daha da genişlemek, tüm solu kapsamak adına Kemalist Dev-Yol’la ve yeşil, alternatif gruplarla birleştiler, çoğulcu, özgürlükçü, yeşil-çevreci bir parti olan ÖDP’yi kurdular. Marksistlerle Kemalistlerin birliği, bunların sözde devrimci bir parti kurması maddenin tabiatına aykırıydı, ateşle suyun birleşmesi gibiydi. Bu, Marksist hareketi Kemalist harekete boğdurmaktı. Bu yol ise Şefik Hüsnü’nün yoluydu.

Behice Boran TKP ile birleşmeyi dayatırken, TİP’in legal sosyalist bir parti olarak tüm kazanımlarını hiçe saydı, onu illegal konumlara getirdi. Bu, sosyalist, ilerici, devrimci, demokrat, küçük burjuva olan üyelerine bir saygısızlıktı. 50’li yıllarda Kore savaşına karşı Barış Derneği’nde fedakârca savaşan Behice Boran, 70’li ve 80’li yıllarda bir komünist gibi davranamadı, kendi kişisel kariyer ve hırslarının kurbanı oldu. Kendi çıkarlarını sınıfın çıkarlarının üstünde tuttu. TKP Merkez Komitesi’nde yerini alıp işçi sınıfının davası için çalışma, TİP’i yeniden güçlü legal bir parti yapma adımını atamadı. Partiye, işçi hareketine büyük zararlar verdi. Yaptıkları ihanetti, likidatörlüktü. Şimdi önemli olan bu deneylerden ders çıkarmaktır. Birlik Marksist-Leninist ilkelerde olur. Aksi ihanet olur. “Her ne pahasına olursa olsun” birlik olunmaz, kendisine devrimci, demokrat, ilerici, sosyalist diyen herkesle birlik olmaz. Birlik ancak Marksist-Leninist ilkeler temelinde olabilir.

  • Komünistlerin birliği yanlış bir tezdir

Komünistlerin birliği yanlış bir tezdir. Ne kendine komünist diyenlerin ne de ilerici, devrimci, alternatif güçlerin bir araya gelmesiyle sınıf ve demokrasi mücadelesini yürütecek devrimci bir parti kurulabilir. Sınıf ve demokrasi mücadelesini yürütebilecek olan parti hâlâ Marksçı-Leninci kadrolardan oluşan komünist partisidir.

Kemalistlerle, yeşil, alternatif, özgürlükçü gruplarla birleşerek kurulan çoğulcu ÖDP, doğası gereği uzun sürmedi. Dev-Yol grubunun Marksizm-Leninizm diye, devrim diye, sosyalizm diye, proletarya diktatörlüğü diye, halkların eşitliği, özgürlüğü ve özerkliği diye bir derdi yoktu. Kısa süre sonra ÖDP kendi bileşenlerine ayrıldı, bölündü. Herkes kendi örgütüne geri döndü. Eski TKP’liler birden “yaya” kaldılar ve TKP diye bir partileri olduğunu hatırladılar ama partileri tamamen likide olmuştu. Ne yapılmalıydı? Bazılarının aklına TKP’yi yeniden oluşturmak, ayağa kaldırmak geldi. Ama nasıl? Bunun için nereden başlanmalıydı? Bu soruya maalesef, yaşadıklarından hiç ders çıkarmamışçasına, yine “birlik” diye yanıt verdiler ve komünistlerin birliği gibi çürük bir silaha sarıldılar. Bunlara bakılırsa bütün sol Marksist geleneklerden gelip, kendisine komünistim diyenleri bir çatı altında toplayarak TKP’yi yeniden oluşturmak ve ayağa kaldırmak gerekmekteydi. Bu kokteylin içine her soydan ve boydan kişiler alınıyordu. Gümüldür’de yapılan böylesi ilkesiz bir birlik toplantısıydı, Marksizm-Leninizm’e de aykırıydı. Bunlar Marx ve Engels’in, Lenin’in sol ve sağ sapmalara karşı verdiği savaşları görmezlikten geliyorlar, birlik adına her şeyi mubah görüyorlardı. Bu görüş ve anlayışlar yeni tipten Leninci parti ilkeleriyle bağdaşamaz, parti kalkındırılamazdı. Komünistlerin birliği, TKP’yi ayağa kaldırırken mutlak reddedilmesi gereken saçmalıktır.

Bunlar Partide iki çizginin savaşa geldiğini göz ardı ediyorlar, ideolojik, politik, örgütsel berraklık ve arınma olmadan ayağa kalkılamayacağını anlamak istemiyorlardı. Her boydan ve soydan topladıkları bazı “komünistlerle” hemen bir konferans veya kongre çatıştırarak, bir MK oluşturarak, partiyi ayağa kaldırdıklarını sanıyorlardı. Konferansın, kongrenin teorik ve ideolojik açıklığa kavuşmuş kadrolar oluştuktan, yığınlarla bağlandıktan, belli bir örgütlülük düzeyine eriştikten sonra olabileceği gerçeğini görmek istemiyorlardı. Bunlar partiyi ya değişik görüş ve kanatlardan grupların bir konglemeratı, ya da tek bir kişinin aile şirketi gibi görüyorlardı. Oysa

 “TKP teorik bir görüş üzerinde el ele veren, tek ülkü ve tek fikri paylaşan, halkın ulusal, demokratik devrimci geleneğine bağlı olan, proletarya enternasyonalizmine dayanan, çağımızın en devrimci bilimini: Marksizm-Leninizm’i eylemlerine kılavuz edinen komünistlerin gönüllü birliğidir.”

Partinin ayağa kaldırılması ancak „Tüzük“ün bu ilkesi üzerinde olabilir. Parti, ancak ideolojik, politik, sınıf savaşı, devrim, iktidar, ulusal sorun, Kürt sorunu gibi konularda kafası açık kadrolarla ayağa kaldırılabilir. Kemalizm, Türk devletinin karakteri, Türkiye’nin yapısı, eşitlik, özgürlük, özerklik temelinde demokratik bir cumhuriyet konusunda kafası açık olmayanlarla yol alınamaz.

  • Komünistlerin kılavuzu diyalektik ve tarihsel maddecilik, politik ekonomi ve bilimsel sosyalizmden oluşan Marksizm-Leninizm bilimidir. Komünist kadrolar ideolojik-teorik, stratejik-taktik olarak, örgütsel olarak Marksçı-Leninci bilimin ilkelerinden asla ödün vermezler. Bu ilkelerden bazıları şunlardır:
  • Günümüzde emekle sermaye, proletarya ile burjuvazi arasındaki savaş keskinleşmekte, bu savaş barışçıl ve barışçıl olmayan yollardan geçmektedir. Devrimin ebesi daima zordur!
  • Enternasyonalizmle milliyetçilik bağdaşmaz. Türk milliyetçiliğinin içeriği Türkiye’deki tüm halkların inkâr, imha ve asimilasyonuyla sûni bir Türk milleti yaratmaktır, Türkleri esir almaktır. Kemalizm’in özü bu zorla asimilasyondur. Milleti ve ülkesiyle bölünmez bir Türk devleti yaratmaktır. Bu nedenle Türk milliyetçiliği ve Kemalizm’e savaş kaçınılmazdır. Enternasyonalizm halkların eşitliği, özgürlüğü ve dayanışmasıdır, Türkiye’de de tüm halkların eşitliği, özgürlüğü ve dayanışmasıdır, özellikle savaşan Kürt halkıyla birlikte olmaktır.
  • Her halk kendi kaderini, ayrılma ve ayrı devlet kurma da dahil, özgürce belirleme hakkına sahiptir. Bu hak demokratik, barışçıl yollardan gerçekleşmezse, silahlı yola başvurulur. Demokratik yollar kapatıldığı için, Türkiye’de Kürt halkının direnişi, silahlı savaşı haklı bir savaştır. Her halk direniş örgütünü ve önderini kendi belirler. Türkiye’de Kürt Özgürlük Hareketinin önderi Öcalan, örgütleri PKK, KCK, HDP’dir.
  • TKP’nin uzak hedefi sosyalizm, komünizm, yakın hedefi ileri demokrasidir. Türkiye, ileri demokraside demokratik cumhuriyet temelinde yeniden yapılanacaktır. Şimdiki baskıcı, inkârcı cumhuriyet yerine, tüm halkların, inançların, kültürlerin, cinsiyetlerin eşit, özgür, özerk olduğu, barış içinde birlikte yaşadığı demokratik cumhuriyet, demokratik devlet olacaktır. Türkiye Türklerin değil, Türkiye’deki tüm halklarındır. İleri demokraside belirleyici güç işçi sınıfı ve Kürt Özgürlük hareketidir.
  • En geniş güçlerin cephe ve eylem birliği ileri demokratik devrim için kaçınılmazdır. Devrimi gerçekleştirmek, demokratik cumhuriyeti yaratmak için başta işçi sınıfı, Kürt halkı ve tüm Türkiye halkları, köylüler, emekçiler, aydınlar, gençler ve kadınlar, demokratik burjuva kesimler olmak üzere en geniş güçlerin katıldığı anti-emperyalist, anti-feodal, anti-faşist devrimci-demokratik cepheyi yaratmak gerekmektedir. Bu cephede tüm halklar, inançlar, kültürler kendi kimlik ve örgütleriyle eşit olarak temsil edileceklerdir. İşçi sınıfı ve Kürt Özgürlük Hareketi bu cephenin olmazsa olmazıdır. 
  • Devrim erkin el değiştirmesidir. Erk şimdiki baskıcı, sömürücü, talancı, işbirlikçi büyük burjuvazinin elinden devrimci-demokratik cepheyi oluşturan tüm halkların, ezilen inanç gruplarının, işçi sınıfının, emekçilerin, köylülerin, devrimci aydınların, kadınların, burjuva demokratik güçlerin ve Kürt Özgürlük Hareketinin, yani halkın eline geçmesidir. Bunun için bugünkü işbirlikçi, antidemokratik, faşizan devletle bağları kesinkes koparmak, Türk devletinin demokratik bir yanı olmadığını, onun özünün sömürü ve baskı, halkları zorla asimile eden bir zulüm aracı olduğunu görmektir. Eşitlik, özgürlük, özerklik temelinde demokratik bir cumhuriyet için savaşmaktır.
  • Eleştiri ve özeleştiri yapmak, tarihle yüzleşmek: Tarihle yüzleşmek demek, Osmanlının bir barbarlık rejimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu barbarlığın bir devamı olduğunu görmek ve başta Ermenilere, Rumlara, Kürtlere, Asuri-Süryanilere ve diğer halklara yapılan soykırımlarla, diğer din ve inançtan insanlara, Alevilere ve diğer mezheplere, Hristiyanlara yapılan saldırılarla yüzleşmek demektir. Yüzleşmek aynı şekilde partinin strateji ve taktiğinde ulusal sorun ve diğer konularla ilgili eksik ve hatalı politikalara eleştirel yaklaşmak, parti tarihiyle de yüzleşmek demektedir. Yüzleşmek aynı zamanda egemen güçlerden hesap sormaktır: Mustafa Suphilerin, bugüne kadar katledilen komünistlerin, devrimci ve ilericilerin, halkların, soykırımların hesabını sormaktır.

Bir yanıt yazın