Haber / Yorum / Bildiri

Vilnius Zirvesi’nde NATO’dan yine savaş ve tehdit çıktı, ama boyutu çok daha tehlikeli

Polat MERCAN

ŞİMDİYE kadar NATO’nun savaş ve tehdit çıkmayan bir toplantısı olmamıştır. Litvanya’nın başşehri Vilnius’ta 11 ve 12 Temmuz 2023 tarihleri arasında yapılan NATO zirve toplantısından da dünyaya yine savaş ve tehdit bildirileri çıktı. İnsanlık her NATO zirve toplantısından sonra yeni bir dünya savaşı tehlikesinin sürekli artmakta olduğuna şahit olmaktadır. Türkler için önemli gündem, Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine vetosunun arkasında durup durmayacağı konusuyken, diğer NATO ülkelerinin ve özellikle ABD’nin gündeminde Ukrayna’daki savaş ve Çin’e karşı alınacak önlemler, yeni silahlanma stratejileri bulunuyordu.

Bir dünya savaşına doğru evrilen Ukrayna savaşı

Ukrayna’da savaş tüm gaddarlığı ile devam ediyor. NATO savaşın devam etmesini ve Rusya’nın iyice yıpranmasını istiyor. Bunun için Ukranya’ya her türlü askeri ve mali yardımı yapmaktadır. Şu an Ukrayna’nın kasasında Batı’dan gelmiş 35 milyar dolar nakit para bulunmaktadır. Bu Ukrayna’nın dünyanın her yerinden istediği silahı alabilmesi için verilmiştir. Ama Ukrayna silaha doymuyor. Savaş yeni silahların kullanılmasını gerektiriyor. Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski NATO’dan F-16 savaş uçakları, kısa ve orta menzilli roket ve füzeler istemektedir. NATO bu toplantısında Ukrayna’nın bu istemlerini ne kadar yerine getirebileceğini görüştü. Çünkü, Ukrayna’ya bu silahların verilmesine Rusya şiddetle karşı çıkmakta ve verilmesi durumunda, veren ülkelerin vurulacağını belirtmektedir. Rusya’nın bu tehdidine rağmen bu NATO toplantısında bu silahların zaman içinde Ukrayna’ya nasıl ulaştırılacağı konuşuldu. Zira savaşın geldiği durum en modern silahların kullanılmasını gerektirmektedir. ABD uluslararası alanda kullanılmaması gerektiği yönünde eğilimlere rağmen, “misket bombalarını” Ukrayna’ya vereceğini açıkladı. Tüm bunlar giderek Ukrayna savaşının bir dünya savaşına doğru evrilmekte olduğunu göstermektedir.

Bu NATO toplantısına giderken Ukrayna’nın en önemli talebi NATO üyelği konusuydu. Zaten bu savaş da NATO’nun Ukrayna’yı üye almaya kalkışması nedeniyle patlak vermişti. Zira Rusya “burnunun dibindeki” Ukrayna’nın NATO üyeliğine, kendi güvenliği açısından kesin kes karşı çıkmakta ve Ukrayna’nın tarafsız kalmasını istemektedir. Ama Zelenski savaşın da geldiği düzeye bakarak ülkesi için NATO koruyuculuğunu istemektedir. NATO koruyuculuğu ise ancak NATO üyeliği ile mümkündür. Bunun için Zelenski ülkesinin NATO üyeliğini bu toplantıda iyice dayattı. Türkiye dahil gittiği NATO ülkelerinde bu talebini sürekli yükseltti. Özellikle Baltık ülkeleri ve Türkiye, Zelenski’nin bu talebini desteklediler. Ama başta ABD olmak üzere birçok AB ülkesi Ukrayna’nın NATO üyeliğinin şu an mümkün olmayacağını, Rusya’nın bunu bir dünya savaşı nedeni sayacağını, ama ilerde koşullar olgunlaştığında üyeliğin olabileceğini belirterek, Zelenski’ye bildirdiler. Zelenski bu duruma kızdı, şiddetle karşı çıktı. Ama Zelenski NATO toplantısı bitiminde G7 ülkeleri ile yaptığı toplantıda büyük mali ve askeri silah yardımı vaatleri, kurulacak askeri sanayi ve güvenlik garantisi projesiyle memnun edildi. Ukrayna üyeliği koşulların gelişmesine bırakıldı. Gelişecek olan koşullar ise Uzak Doğu’da Çin ile ilişkilerdir. O zamana kadar Rusya’nın yıpratılması ve Ukrayna savaşının yavaş yavaş bir dünya savaşına evrilmesi gerekmektedir.  

NATO toplantısında Çin’le bağlar koparılmaya başlandı, NATO’nun alanı genişletildi  

Her NATO toplantısında Çin’den gelmekte olan tehlikeye değinilir ve Çin hem bir “ortak”, hem kendisiyle “yarışılan” bir ülke ve hem de sistem açısından bir “rakip” olarak nitelenir, Çin’den gelmekte olan tehlikeye dikkat çekilirdi. Bu NATO toplantısında ise Çin’e karşı söylem sertleştirildi ve saldırı düzeyi arttı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin açıklanan hedef ve politikalarının NATO’nun yalnız çıkarları için değil, güvenliği için de bir “meydan okuma” teşkil ettiği belirtildi. Buna göre Çin Batı’nın üstünlüğü, hegemonyası anlamına gelen “kurallara dayalı enternasyonal düzenin” “altını oymaktadır”. “Kurallara dayalı enternasyonal düzen” pratikte demokrasi, insan hak ve özgürlükleri adına Batı’nın istediği ülkeye girip, kendi egemenlik ve hegemonyasını sağlama almasıdır. Onlara göre Çin’in bu politikası bunun altını oymaktadır ve bu nedenle Batı’nın hep birlikte Çin’e karşı durması gerekmektedir.

Vilnius’taki bu NATO toplantısında bu karşı koyuşun gövde gösterisi yapıldı. Toplantıya Nato ülkelerinin yanısıra ilk kez Hint-Pasifiği bölgesinden Japonya, Güney Kore, Avusturalya, Yeni Zelanda davet edildi. Bu ülkelerle Güney Doğu Asya’da, Pasifik’te Çin’e karşı uygulanacak ekonomik ve askeri politikalar görüşüldü. Ekonomik olarak Çin’e olan bağımlılığın azaltılması, silah ve askeri olarak Çin’in üstünlük elde etmesine asla izin verilmemesi konusunda mutabakat sağlandı. Artık NATO yalnız Kuzey Atlantik bölgesini kapsayan bir askeri ittifak olmaktan çıkmakta, Güney Doğu Asya’yı ve Hint-Pasifik bölgesini de kapsayan bir askeri ittıfağa dönüşmektedir. NATO yalnız Doğu Avrupa’ya değil, Uzak Doğu’ya doğru da yayılmaktadır. Japonya Başbakanı Kişida zirvede ülkesinin NATO ile yeni bir ortaklık programı anlaşması yaptığını gururla anlattı.

NATO’nun Pasifik bölgesine yayılması çok tehlikeli bir gelişmedir. Dünya halklarının çok uyanık olması gerekmektedir. Bu Çin ve Rusya’ya karşı yeni bir dünya savaşına doğru gidiştir. Dünya NATO’daki bu tehlikeli gelişmeleri tartışırken, maalesef Türkiye Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğini onaylayıp onaylamamasını tartışmaktadır. Bu da önemlidir, hatta Kürtler nedeniyle ayrı bir önem taşımaktadır. Ama dünya gidişindeki tehlike de gözardı edilmemelidir.

Erdoğan’ın vetosu ve İsveç’in verdiği tavizler, Kürt halkına yeni bir ihanet

Ukrayna savaşını bir fırsat bilen İsveç ve Finlandiya NATO’ya girme, ABD ve NATO da onları hızla NATO’ya üye yapma kararı aldı. Ama bir yeni ülkenin NATO üyeliğinin tüm NATO üyeleri tarafından kabul edilmesi ve onaylanması gerekmektedir. Türkiye, yani Erdoğan, İsveç’in üyeliğini veto etti. Sebebi ise Avrupa’nın en liberal ülkelerinden biri olan İsveç’in yabancılara, göçmenlere, özellikle de siyasi sığınmacılara karşı uyguladığı geniş hoşgörü politikasını Kürtler için de uygulamasıydı. Aralarında Türk devletinin baskı ve terörüne, asimilasyon politikalarına karşı direnmiş, hapishanelerde yatmış, savaşmış olanların da bulunduğu binlerce Kürt, yıllardan beri İsveç’te yaşamakta, zaman zaman Türk devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü savaş ve operasyonları İsveç’te protesto etmekte, dünya kamuoyuna duyurmaktalar. Bunların birçoğu da İsveç vatandaşı olmuştur.

İsveçte’ki Kürtlerin bu politik çalışmaları uzun zamandan beri Erdoğan’ın gözüne diken gibi batıyordu. İsveç’in NATO üyeliği ile Erdoğan eline bir fırsat geçmiş olduğunu hemen gördü, vetosunu kullandı ve İsveç’e koşullar ileri sürmeye başladı. İsveç’in NATO üyeliğini ancak savaşmış bazı Kürt direnişcilerinin Türkiye’ye iadesi ve İsveç’teki Kürtlerin Türkiye karşıtı eylemlerinin kontrol altına alınması ve yasaklanması durumunda kabul edebileceğini açıkladı. Maalesef ne Türkiye’deki, ne de Avrupa’daki demokratik güçlerden Erdoğan’ın bu baskıcı ve antidemokratik, insan hakları karşıtı taleplerini protesto eden bir direniş yükselmedi. Araya NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, ABD Başkanı Biden girdi. İsveç Erdoğan’ı tatmin etmek için tavizler vermek zorunda kaldı. Vilnius’daki NATO toplantısına giderken İsveç yasaklanmış PKK gibi “terör örgütlerine” karşı nasıl mücadele edileceğini kapsayan bir “Terörle Mücadele Planı” hazırlama yükümlülüğünü kabul etti. Böylece Erdoğan İsveç’in NATO üyeliğini kabul etti. Bu “mücadelenin” nasıl olacağını önümüzdeki günler gösterecektir. NATO ve Avrupa bir kez daha ikiyüzlülüğünü ortaya koydu ve Kürt halkını ulusal ve demokratik haklar mücadelesinde yalnız bıraktı. Avrupa’nın bu ikiyüzlülüğünde sesini yükseltmeyen demokratik güçlerin payı da büyüktür.

Erdoğan, NATO, İsveç ve AB

Erdoğan İsveç’in NATO üyeliğini veto ederken bir taşla iki kuş vurmayı hesaplıyordu. Birincisi İsveç’e kendi Kürtlerini disipline ettirmekti. İkincisi ise ABD ve AB karşısında elini güçlendirmekti. Tam da Vilnius’a giderken havalimanında yaptığı basın toplantısında bunu tüm açıklığıyla dile getirdi: “Önce gelin Türkiye’nin AB’de önünü açın, biz de İsveç’in… önünü açalım” dedi. Bu AB ve ABD’ye bir meydan okumaktı. “Siz benim istemlerimi yerine getirmezseniz, ben de İsveç’i veto etmeye devam edeceğim” demekti.

Türkiye’nin AB’ye girmesinin çok zor olduğunu herkes bilmektedir, Zaten AB üyeliğini ne Erdoğan, ne de AB istemektedir. Yıllar önce otoriter tutumu nedeniyle AB ile ilişkileri bozan Erdoğan’ın kendisiydi. AB’ye girmek için demokrasiyi, hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğünü, güçler ayrılığını ardıcıl uygulamak, Kopenhag kriterlerine uymak, en başta Kürtlerle demokratik bir barış sağlamak, AİHM-Kararlarını uygulamak, Kavala, Demirtaş ve diğer tutukluları serbest bırakmak, ekonomide rüşvet ve yolsuzluklarla, kara para aklama ve mafyayla mücadele etmek gerekmektedir. Bunlar ise Erdoğan’ın hiçbir zaman kabul etmeyeceği koşullardı. Buna rağmen Erdoğan neden böyle bir söylemde bulundu?

Erdoğan sıkıştı. Para bulamıyor. Körfez ülkelerine gönderdiği heyetler genellikle eli boş dönüyor. Önümüzdeki günlerde kendisi de Körfez’e gidecek. Ama sıcak para bulmakta zorlanıyor. Araplar kesenin ağzını büzmekteler. Sıcak para (dolar) olmadan Türkiye ekonomisi ise dönmüyor. Sıcak para da Avrupa ve ABD’de var. Bunun için tekrar Batı’ya dönmek gerekmektedir. Özellikle AB ile yeneiden başlatılacak ilişkilerle hem para ummakta, hem de Gümrük Birliği ve serbest dolaşım gibi hayallerle Türkiye kamuoyunu avutmaya çalışmaktadır. Zaten Erdoğan’ın bu beyanı karşısında Avrupalıların tutumu da açık oldu. “AB ile NATO bağımsız iki kuruluştur, birbirine karıştırmamak gerekir” dediler. Gerçi, Erdoğan Vilnius’ta bu konuyu açtığını ve iyi neticeler aldığını belirtti, ama sonucu zaman gösterecektir. En azından Erdoğan, ikiyüzlülük de olsa, Türk ekonomisi için AB ile ilişkilerin önemini anladığını ortaya koymuş, göstermiş oldu.

Erdoğan’ın ABD ile ilişkileri ise daha “çetrefilli” gözükmektedir. Çünkü ABD Erdoğan’ın yüzünü tamamiyle Batı’ya dönmesini, Doğu ile “flörtü” bırakmasını, NATO’ya tam sadakatini göstermesini istemektedir. Erdoğan ise hâlâ ikili oynamak istemekte, ABD’den F-16’ları vermesini ve Halk Bankası davasını kapatmasını beklemektedir. Halk Bankası davası bilindiği gibi Rıza Zarrab ve kara para aklaması, ayakkabı kutularındaki paraların hesabıdır, ki ABD bu konularda çok hassastır. Vilnius’ta ABD Başkanı Biden ile görüşen Erdoğan görüşmeden basına memnun olduğunu açıkladı ve ABD’nin F-16’lar konusunda desteği bulunduğunu belirtti. Ama ABD ziyareti için Biden’den bir randevu koparamadı. Çünkü iki tarafta birbirine hâlâ tam güvenememektedir.  

İsveç’in NATO üyeliğine evet, ama onay sonbaharda

Vilnius’ta Erdoğan İsveç’in NATO üyeliğini kabul etti, ama onaylamadı, onay’ın Meclis’e ait olduğunu, bunun da ancak sonbaharda Meclis açıldıktan sonra olabileceğini açıkladı. Oysa bu onay 15 Temmuz’da tatile girecek olan Meclis’in gündemine alınabilir ve İsveç’in NATO üyeliği onaylanabilirdi. Erdoğan bunu yapmadı. Nedeni açık: İsveç’in NATO üyeliği onayını elinde bir koz olarak daha uzun süre tutmak ıstemektedir. Beş meteliğe kurşun atar durumda olan Erdoğan hem ABD’nin, hem AB’nin kesenin ağzını açmasını beklemektedir.

Ama onların da koşulu var. ABD’nin F-16’lar konusunda adım atacağı gözükmektedir. Ama hem ABD hem AB mali destek konusunda İMF’yi göstermektedir. Biden ile görüşmesinde mali destek konusunda Biden’in ona İMF’yi gösterdiği ve İMF’den 12-13 milyar dolar kredi alabileceğini söylediği belirtilmektedir. Erdoğan da buna pek yanaşır gözükmüyor. Bir yanda 12-13 milyar dolar ucuz kredi, diğer yanda geçmişte İMF’ye söylenen laflar!

Esasında şu anda İMF’den ucuz düşük faizli kredi almak Türkiye’nin yararınadır, Erdoğan’ın ise zararınadır. Çünkü İMF kredi verdiği ülkelerden mali disiplin ister. Bunun başında da kamu harcamalarının azaltılması, bu arada da “Saray”ın harcamalarının kontrol altına alınması gerekmektedir. Bu ise “İtibardan tasarruf olmaz” diyen Erdoğan’ın işine pek gelmemektedir. Bunun için yüksek faizli tefeci kredisi aranmaktadır. Önemli olan ülkenin batması, halkın sıkıntıya girmesi değil, Erdoğan’ın rahat etmesidir. Ama 12-13 milyar dolar da kenara atılamaz. Tefeci bu kadar para vermiyor. Onun için Erdoğan geçmiste söylediklerini yutup İMF’ye gidebilir ve bunu büyük bir zafer olarak da gösterebilir, İsveç’in NATO üyeliğine bağlayabilir. Bu gösteriyor ki, Erdoğan İsveç’in üyeliği konusunu daha uzun zaman kullanacaktır. Şimdi sol ve demokratik güçlere düşen görev İsveç’in NATO üyeliğini kendisine kalkan edinen Edoğan’ın hem İsveç’in ülkesindeki Kürtlere baskı yapması girişimlerini hem de Batı’da para bulmak için İsveç’i paravan olarak kullandığı belirtilmeli, ülkenin içine düşürüldüğü çıkmaz, halka anlatılmalıdır. Ama şu da sürekli vurgulanmalıdır. Bizler İMF’ye, NATO’ya, emperyalizme ve Erdoğan’ın Kürtlere karşı uyguladığı inkâr ve imha politikasına, hem ülkemizde, hem bölgemizde, hem dünyada savaşa karşıyız. Barış, özgürlük, demokrasi, eşitlik, dostluk ve dayanışma savunucusuyuz! Halk düşmanı Erdoğan politikasını deşifre etmek bu amaçlar için birer araçtır. Hedef Erdoğan’ı göndermektir.

Bir yanıt yazın