Haber / Yorum / Bildiri

Türkiyeli olabilmek! Sözlükten “kovulan” Türkiyeli sözcüğü

Mehmet ÇALIŞKAN

TÜRKİYE’de toplumsal gerçekle yasalar arasında genellikle uzlaşmaz büyük çelişkiler, çatışmalar, zıtlıklar vardır. Bunlardan bir tanesi Türkiye’nin sosyal gerçeği ile bu gerçeği yansıtmayan, inkâr eden Anayasa ve yasalardaki “Türklük” kavramıdır. Türkiye gerçeği Türkiye’nin çok uluslu, çok halklı, çok dilli, çok kültürlü, çok dinli bir ülke, bir halklar mozaiği olmasıdır: Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Rum, Ermeni, Arap, Boşnak, Arnavut ve daha birçok Kafkas ve Balkan halklarının bu ülkede yaşamasıdır. Ama başta Anayasa olmak üzere birçok yasaya göre Türkiye’de “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”. Buna göre kimse kendisini Kürdüm, Çerkezim, Lazım, Boşnağım diye ifade edemez. Herkes kendisini “Türküm” diye ifade etmek zorundadır. Bu ise saçmadır, Türkiye gerçeğine taban tabana zıttır. Gerçekle gerçeğin yansıtılması tam bir çelişkiler yumağına dönmüştür.

Aşılamayan Türklük çıkmazı

Türklük anlayışı Türkiye için çoktan bir çıkmaz olmuş, en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. Ekonomik kalkınma, halkın refahı, kültürel ve bilimsel gelişme, toplumsal barış ve huzur büyük ölçüde bu kavramda düğümlenmektedir. Bu çıkmaz bir türlü aşılamamaktadır. Bu çıkmazın aşılmasının önünde büyük engeller bulunmaktadır. Bunun kökü taa İttihat ve Terakki dönemine, Osmanlı çökerken Türklere bir vatan yaratma anlayışına dayanır. Ermeni, Pontus ve Anadolu’nun diğer kadim halklarına soykırım bunun bir sonucudur. Bu soykırım Cumhuriyet ile birlikte Kürtlere yöneldi. Zamanla ülkede çarpık da olsa kapitalizm geliştikçe bu engellerin sınıfsal karakteri daha belirgin olarak ortaya çıkmaya başladı.

Gelişen kapitalizmle birlikte Türkiye’de hızla burjuvalaşan ve zenginleşen bir zümre, bir kesim, bir kapitalist sınıf oluşmuştur. Bu sınıf bugün Türkiye’de yaşayan tüm halkların zenginleşen, burjuvalaşan, kapitalistleşen kesimlerini kapsamaktadır. Bu kesim Türkiye’de politik iktidarları elinde tutan egemen güçtür. Bunlar Türklüğe dört elle sarılmakta ve Türklük adına, emperyalistlerin de desteği ile işçi ve emekçileri, köylü ve esnafı, aydın ve sanatçısını sömürmekte, ülkeyi talan ve yağma etmektedir. Türklük ve Türklük adına egemenlik bu sömürü ve yağma üzerinde yükselmektedir. Buna işçi ve emekçi yığınlar karşı çıkmakta, hem birlikte hareket etmekte, hem de kendini dili ve kimliği ile ifade etmektedir. Aralarında enternasyonalist dayanışma anlayışı gelişmekte, egemen güçlerin baskısına, inkâr ve imha politikasına karşı her halk, başta Kürt halkı, kendi direnişlerini yükseltmektedir. Bu oluşan egemen güç kendi iktidarlarını sürdürmek için savaşı, Türkiye’yi parçalamayı, halklara Anadolu’da ortak yaşamı zehir etmeyi göze almaktadırlar. Günümüzde Erdoğan’ın tek adam rejimi böylesi bir iktidardır.

Halklar mücadele içinde soruna çözüm yaratıyorlar

Halklar baskıya karşı kendi özgürlükleri için mücadele ettikçe, bu mücadele içinde sorunun çözümü de yaratılmaktadır. Osmanlı çökerken Mustafa Suphi önderliğindeki TKP Anadolu’da ortak yaşam için “hür halkların hür ittihadı” temelinde Demokratik Şuralar Cumhuriyeti’ni önermiştir. 60’lı yıllarda Türkiye’nin Doğu Sorunu değil Kürt sorunu olduğunu savunan TİP “Kürt sorununun işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından” bakılmasını saptamıştır. 68 Hareketinin önderleri, Denizler, Çayanlar, Kaypakkayalar Kemalizmi itham etmişler, idam sehpasında “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler!” diyen Deniz Gezmiş, Kürt sorununun çözümünü ortak mücadele olarak hem ulusal, hem ideolojik, hem de sınıfsal yanını ortaya koymuştur. Bu ortak mücadelenin boğulduğu yerde Kürtler tek başına sayısız isyana kalkışmışlardır. Bunun en sonuncusu PKK önderliğindeki isyandır.

70’li ve 80’li yıllarda darbelere ve askeri rejimlere karşı ortak mücadelede özellikle Avrupa’ya çıkan Türk ve Kürt devrimcilerinin ortak mücadelesinde Türklük ve Kürtlük üzerine yapılan tartışmalarda Türkiyelilik kavramı ortaya çıktı. Herkes kendisini Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Ermeni, Rum gibi kendi ulusal kimliği ile ifade edecek, diğer yandan geldiği ülkeyi belirtme açısından da Türkiyeli veya Türkiyeli Türküm, Kürdüm, Çerkezim veya Türkiye Kürdistanı’ndanım, Lazistan’ındanım diyecekti. Kürt arkadaşlar “Derneklerinizin ismi Türk olduğu sürece Türkiye’den gelen Kürt, Laz ve diğer işçileri ve devrimcileri çekmeniz çok zordur” dediler. Gerçekten de eleştirilerinde haklıydılar. Onlar da “sizlerin derneği Türklerin derneği” deyip kendi derneklerini kurmaya başladılar. Ayrıca bu derneklerdeki Marksist-Leninistler, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmi kendine klavuz edinen solcular hemen Diyalektik ve Tarihsel Materyalizme göre bir kavramın bizim irademizden bağımsız olarak maddesel ve toplumsal gerçeği yansıtması gerektiğini hatırladılar. Türklük kelimesi Türkiye’deki toplumsal gerçeği tam olarak yansıtmıyordu. Türkiyeli kavramı ise büyük ölçüde yansıtıyordu. Bunun üzerine sol ve devrimci dernekler isimlerini Türkiyeli diye değiştirmeye başladılar. Bu kez de Kemalist olan Türkler “Biz Türkiyeli değil Türküz” diyerek ismini Türkiyeli yapan dernekleri terkettiler. Ama Türkiyeli kavramının birleştirici, ortak mücadele yanı ağır bastığından dernekler bu kavramda ısrar ettiler ve ısrarcı olmakta yanılmadılar. Çünkü askeri cuntalara karşı demokrasi mücadelesi Türkiye’deki tüm halkların ortak mücadelesiyle kazanılabilirdi. Cuntalar ancak bu ortak mücadeleyle yenilebilirdi:

Türkiyeli kavramına büyüyen tepkiler

Türkiyeli, kavramına kısa zamanda tepki çok büyüdü. Özellikle Türk aydın çevrelerinden tepkiler geldi. Tepki gösterenlerden biri de Cumhuriyet gazetesi Yazarı Ali Sirmen idi. Ali Sirmen 60’lı yılların sonunda Almanya’da kurulan “Avrupa Türk Toplumcular Federasyonu, ATTF”nin kuruluş toplantısına Fransa temsilcisi olarak gelmişti. Sonra Federasyonun isminin “Avrupa Türkiyeli Toplumcular Federasyonu, TTF” olarak değiştirilmesine tepki gösterdi ve Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde bu tepkisini o zaman şöyle dile getirdi: “Bizim kurduğumuz federasyon Türkiyeli Toplumcular Federasyonu değil, Türk Toplumcular Federasyonu idi” dedi.

Bu tepkiler “Türklük” konusunda Türk aydınının ne kadar “hassas” olduğunu gösteriyordu. Ama bunlar “Türklük” ve “üniter devlet” anlayışının Türkiye gerçeğini yansıtmadığını bir türlü anlamıyorlardı. Tekçi politikanın: tek millet, tek ülke, tek devlet, tek bayrak, tek dil, tek din anlayışının gerici faşizan bir anlayış olduğunu bilmek istemiyorlardı. Oysa Türkiyelilik anlayışı egemen güçlerin politikacılarını bile etkilemeye başlamıştı. En azından Demirel’den, Çillerden, Yılmaz’a kadar burjuva politikacılar Türkiye gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalmışlardır. Demirel’in “Kürtler birinci sınıf vatandaştır” açıklaması, Çiller’in “Ne mutlu Türkiyem”, diyen sözü veya Yılmaz’ın “AB’ye giden yol Diyarbakır’dan geçer” deyişi buna birer örnektir.

Dilbilimci Necmiye Alpay: “Türkçenin düzeni ve kesişen kümeler” yazısı

Avrupa’daki göçmenlik yıllarında yapılan bu tartışmaları T24 yazarı dilbilimci Necmiye Alpay’ın 27 Temmuz 2023 tarihli “Türkçenin düzeni ve kesişen kümeler” adlı yazısını okurken hatırladım. Alpay Atatürk Kültür Derneği, Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu’nun hepsinin birden kısaltması ve ortak adı olan AKDTYKTDK Türkçe Sözlükünde ve Yazım Kılavuzunda belli zamanlarda düzeltmeler yaptığını belirtir ve son toplantıda Türkiyeli kelimesinin başına gelenleri şöyle anlatır:

“Son olay bazı yeni imla değişikliklerini de kapsamakla birlikte, asıl çıngar “Türkiyeli” sözcüğünün sözlüğe alınmasıyla koptu. Sözcüğün önce alınıp sonra “gelen tepkiler üzerine” hemen kaldırılıp atılması, hatta müsebbipler hakkında soruşturma açılması şeklinde özetleyebiliriz olan biteni.” Evet, TDK tarafından Türkiyeli sözcüğü toplumda bir karşılık bulduğu için Türkçe Sözlük’e alınıyor, sonra da tehlikeli bir sözcüktür diye Sözlük’ten atılıyor, “kovuluyor”. Anlaşılan “birileri” Türkiyeli sözcükten korkmuş. Oysa her ülkede zamanla toplumda karşılık bulan sözcükler o ülkenin görevli kurumu tarafından sözlüğe alınır. Mesela Almanya “döner”, “ayran”, “börek” gibi sözcükleri Almanca Sözlük’e aldı. Zira Almanlar alışverişde “ein Döner” veya “ein Ayran”, “ein Börek” derler. Bunların Almanca karşılığını söylemezler, çünkü bunlarla ilgili Almanca sözcükler bunları içeriğini tam ifade etmezler.   

Türkiyeli sözcüğünün başına gelenlerin duyulmasından sonra BBC Türkçe ve Hürriyet Gazetesi bir dilbilimci olan Necmiye Alpay’a da telefonla fikrini sorar. Alpay telefon kısıtlı ortamı nedeniyle “derdini” T24’deki köşesine de taşır ve bunun etraflı incelenmesi gerektiğine inanır, buradaki faşizan tavrı ortaya koymaya çalışır. Mesela İmralı ve Kandil ile sürdürülen barış ve müzakere sürecine ve seçimler öncesinde kurulan ittifakları inceleyerek Türkiye’de bir konuda faşist bir kümede yer alan birinin bir başka konuda antifaşist bir kümede yer alabileceğini, tersinin de mümkün olduğunu anlatır ve Türkiyeli kavramında bunun nasıl hayata geçtiğini belirtir:

Ali Sirmen’den İlber Ortaylı’ya

“Ve işte buyurun, bir de seçkin bireylerin kesişen bölgeleri var. Son dil olayında, Hürriyet muhabirinin yukarıda andığım telefonuna Mülkiye’den sınıf arkadaşım çok ünlü tarihçi İlber Ortaylı da yanıt vermiş. Muhabirin aktardığına göre, “‘Türkiyeli’ kelimesinin -şimdi çıkarılmış olsa bile- sözlüğe girmesini ‘edepsizlik’ olarak yorumlarken, ‘Ben Türkiyeli değil, Türk’üm” demiş İlber Ortaylı. Umarım kayıtta bir yanlışlık vardır, çünkü İlber Ortaylı bu iki terimin, “Türk” ile “Türkiyeli”nin, birbirini dışlayan türden olmadığını bilmeyecek kadar, ne diyelim, okumamış bir kimse değildir. İlber de benim gibi Türkiyeli Türktür. Yeri gelmedikçe “Türkiyeli” diye eklememiz gerekmez elbette, bunu söylemek bile abes. Ama diyelim uluslararası bir toplantıda herkes var, o zaman İlber’le ben kendimiz için “Türkiyeli Türk”, Neşe Yaşın için “Kıbrıslı Türk”, Emine Özdamar (Almanya’da göçmen Türkiyeli Alman yazar, red.) için herhalde “Almanyalı Türk” vb. deriz. “Almanya Türkü”, “Balkan Türkleri”, “Irak Türkleri” vb. kullanımlar da vardır. Tümü de, o anki ayırt etme ihtiyacımıza bağlıdır, bağlam meselesidir, dilde her zaman olduğu gibi.”

“Ama tabii bu feveranlardaki bilimdışılığın altında tarihsel bir dram da yatıyor. İlber ve onunkine benzer tepkileri verenler, bir yandan Galile’lik yaparken bir yandan da anadili açısından komşusu açken tok yatan kimse konumundalar” diyor Necmiye Alpay.

Faşist ve antifaşist kümeler

Alpay Türkiyeli sözcüğünü sözlüğe alanlarla atanların hangi kümede yer alacaklarını sorar ve şöyle der:

“İşin faşizm bilinci açısından daha önemli yanı, kümeler arasındaki kesişmelerde yatıyor. “Türkiyeli” sözcüğünü sözlüğe alanlar, özerk olması gerekirken devlet kurumuna dönüştürülmüş olan dil kurumunun mensupları oluyor da, kalkıp bu sözcüğü suç sayıp sözlükten atılmasını isteyenler eski “özerk” kurumun “demokrasi yanlısı” bilinen çalışanları! Şimdi antifaşist cepheye hangisini buyur edeceksiniz? Seçimler boyunca bunu hep yaşadık ve kesişme bölgesi gitgide daha çok büyüdü. “Demokratik” muhalefet, iktidarı Çözüm Süreci fikrini terk etmekle suçlaması gerekirken, benimsemekle suçladı. Faşizm karşıtlığı, tutarlı ve somut bir barış çabasını gerektirir, biz böyle bir çabayı çok kısa bir süre için gördük, o da muhalefetteki kümede değil, iktidardaki kümede! Faşizan fikirlerin savunucularıyla ittifak kurmak konusunda da iki küme birbirini aratmadılar.”

Alpay’ın bu analizi Türklük altında toplanmış egemenliklerini sürdürmek isteyen güçlerin “demokrat” gözükürken birden nasıl faşizan bir anlayışı savunabildiklerini göstermektedir. Bir Dersimli Alevi Kürdü olan Kılıçdaroğlu’nun Kürtlerin de, Alevilerin de soyunu kurutmak isteyen Kafkas kökenli Dağıstanlı faşist Ümit Özdağ ile iktidar konusunda ittifak kurması Türklük adına Türkiyeli anlayışına karşı egemenliği sürdürmeye başka bir örnektir. Türkiye’de dün demokrat bugün faşizan anlayışı savunabilmek veya tersini de yapabilmek Türklük adına iktidarı, üniter devleti, tekçi politikayı yaşatmak içindir. Onlar Türkiyeli sözcüğüne iktidar ve egemenliklerini tehlikeye atacağı için korktuklarından karşı gelmektedirler. Çünkü bu sözcük Türkiye’nin toplumsal gerçeğini ifade ettiği için onları canevinden vurmaktadır. Bir sözcük sözlükten atıldığı için yok olmaz. O toplumda karşılığını bulduğu için daha yaşayacaktır ve egemenleri korkutacaktır. Sınıfsal ve ulusal mücadele, toplumsal gerçeği ifade eden daha nice sözcükler yaratacaktır.

Bir yanıt yazın