Haber / Yorum / Bildiri

Tarih Sınıfların Mücadelesidir!

İŞÇİ SINIFI

Son elli yıldır, işçi ve komünist hareketi; yalnızca ekonomik, siyasal ve sosyal olarak kazanılmış hak ve hukukun altının kazınmasından, kaybedilmesinden ibaret değil, aynı zamanda geniş bir cepheye yönelik ideolojik ve teorik saldırı altındadır.
Marksistler de, diyalektik ve tarihsel materyalizm ışığında dünyada değişen yeni fenomenleri açıklayarak, eskiyeni atarak bugünkü kapitalizme alternatif olacak modern sosyalizmi üretmeye çalışmaktadırlar.
Komünistler ve karşıtları arasındaki anlaşmazlıkların en önemlilerinden biri, modern toplumdaki işçi sınıfının konumu ve rolü ile ilgilidir:
İşçi sınıfı yeni üretim biçimlerinin bir sonucu olarak ortadan kalkıyor mu? Ya da tam tersine, bugün yalnızca gelişmiş ülkelerde değil, tüm dünyada da çalışan nüfusun çoğunluğunu temsil eden büyüyen bir sınıf mıdır?
İşçi sınıfı, kapitalist topluma alternatif mücadelede kilit ve öncü güç değil midir? Bu rolü üstlenmiş başka sınıflar ve katmanlar var mıdır? Ya da Marx’ın zamanında olduğu gibi bugün de işçi sınıfı, kapitalist sömürüye, baskıya karşı savaşacak, sosyalist devrim mücadelesine öncülük edebilecek tek güç müdür?
Eğer işçi sınıfı ortadan kalkıyorsa, bir toplum projesi olan sosyalizm hâlâ kapitalizme alternatif midir veya bu alternatif diğer sınıfların ve farklı ilgi alanları olan gruplara mı bağlıdır? Bu alternatif sosyalist çerçevede midir?
Bütün bu sorular, bugünkü işçi sınıfının konumu, toplumdaki yeri ve rolü ile ilgili olan temel ideolojik konulardır.

TOPLUM BİLİMLERİNİN TEMELİ

Bugün, işçi sınıfının ve kapitalizmin katili olarak onun tarihsel görevinden vazgeçilmesini öngören teorik ve ideolojik tartışmaların kıtlığı yoktur; buradan hareketle bilim ve teknoloji sayesinde endüstri toplumundan, herbir toplum için yaşam ve faaliyetlerinin temeli olan endüstri ve üretimin yerine hizmet ve bilgi toplumu olarak adlandırılan post endüstri topluma geçildiğini lanse edilen teoriler üretiliyor. Doğal olarak bu saptamadan hareketle; teknolojik ve robotik üretimin geldiği düzeyin, hızla üretim ilişkilerinde sınıfların konumunu da değiştirdiği iddia ediliyor.
Bu teorisyenlere göre sadece fiziksel güç kullanan bir fabrika işçisi olarak kabul edilen işçi sınıfının toplumdaki önemi azalmış; çünkü işçi sınıfı nitelik değiştirmiş; birçok alt katmana bölünmüş, çok sayıda işçi çalıştıran işyeri kalmamış, daha az sayıda işçi çalıştıran işletmeler de belirli bölgelerde yoğunlaşmamıştır. Bu yüzden artık sınıf eksenli örgütlenmeler değil, değişik sınıfları içine alan geniş tabanlı hareketlerin başarılı olabileceği ve böylece Marks’ın, işçi sınıfının kapitalist toplumdaki artan önemi hakkındaki düşüncesinin, işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesi sonucu burjuvazinin iktidarına son verileceği teorisinin de yanlış olduğu kanıtlanmıştır.
İşçi sınıfı yine toplumsal ilerlemede merkezi bir rol oynayacaksa ve komünistler bir güç olmak zorundaysa, bu neo liberal ideolojilerin ve yandaşlarınının mahkum edilmek zorunda olunduğu son derece açıktır.
Ancak bu, kutsal yazılara ve sonsuz hakikatlere başvurarak veya nostaljik bir biçimde geçmişi geri döndürme arzusuyla birlikte dogmatik olarak yapılmamalıdır. Böyle bir tutum yalnızca komünistlerin yaşamın dışında marjinal kalmasını sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Aksine, gerçeklerin tüm çıplaklığıyla görüldüğü yürekli bir tartışmaya koyulmakla yapılmalıdır.

Marks’a göre insanlığın tarihsel gelişimi, insanların karşılıklı eylemlerinin ürünüdür. Üretim, ticaret ve tüketimdeki gelişmenin belli bir aşamasında, buna tekabül eden bir yapı, bir aile örgütlenmesi, toplumsal bir düzen ya da sınıflar, tek sözcükle, buna tekabül eden bir sivil toplum oluşur. Bu sivil toplumun resmi bir ifadesi olarak da politik koşulları taşıyan bir sistem elde edilir. Her üretken güç, kendilerinden önce ortaya çıkmış, daha önceki kuşağın bir ürünü olan toplumsal biçim tarafından belirlenir, birbirini izleyen her kuşak; kendini bir önceki kuşağın edindiği üretken güçlerin sahibi olarak bulur ve bu yeni üretime hizmet ederek insanlık tarihinde bir tutarlık oluşur, insanlık tarihi biçimlenir ve insanların üretici güçleri ve ona bağlı olarak da toplumsal ilişkileri geliştiği ölçüde bu tarih, insanlığın tarihi olur. İnsanların toplumsal tarihi farkında olsalar da olmasalar da, kendi bireysel gelişmelerinden başka birşey değildir. Kendi maddi ilişkileri, aralarındaki bütün maddi ilişkilerin temelidir. Bu maddi ilişkiler, kendi maddi ve bireysel etkinliklerinin içinde gerçekleştiği biricik zorunlu biçimlerdir.

Kapitalizmin ulaştığı sonuçlar, üretken güçlerin değişimini, rejimleri, kurumları ve bu kurumların içinden çıktıkları toplumsal koşula uygun düşen toplumsal ilişkilerin de değişimini gerektirir. Bütün eski ekonomik biçimler, bunlara uygun düşen toplumsal ilişkiler, eski sivil toplumun ifadesi olan politik koşullar ülkeleri yerle bir etmektedir. 12 Eylül öncesi 24 Ocak kararlarının hayata geçmesiyle yeni bir dönemin başlangıcı, yeni ekonomik ilişkilerin ve toplumsal yaşamın buna göre konumlandırılması gibi. O halde, insanların ürettikleri, tükettikleri ve değişim yaptıkları bütün ekonomik biçimler geçici ve tarihseldir. Yeni yeni üretken güçlerin kazanımı ile insanlar, üretim biçimlerini değiştirdikleri gibi, bu üretim biçimi ile de sırf bu üretim biçimi için gerekli olan bütün ekonomik ilişkileri de değiştirirler.

Marks’a göre bütün ekonomik evrimler dizisi işbölümü ile başlıyor. Kast rejimi de, korporasyon rejimi de, manifaktür sistemdeki işbölümü de, geniş ölçekli modern sanayideki işbölümü de tamamen birbirinden farklıydı. Ulusların tüm örgütlenmeleri ve uluslararası tüm ilişkiler belli bir işbölümünün ifadesinden başka birşey değildir. İşbölümü değişince bu ilişkiler de değişmek zorundadır.

İşbölümü ile makineler arasında da diyalektik bir ilişki vardır. Her tür işbölümünün belirli üretim araçları vardır. 17. Yüzyıl ortalarıyla 18. Yüzyıl ortaları arasında insanlar herşeyi elleriyle yapmıyorlardı. Bu araçlar, dokuma tezgahları, gemiler, manivelalar gibi karmaşık araç gereçlerdi. İngiltere’de 1825 yıllarında tüketim talebi, üretimden daha hızlı artmış, makinelerin gelişmesi, pazarların gösterdiği gereksinimden doğmuştur. Kıta Avrupa’sını makine kullanımına iten şey ise hem iç, hem dış piyasalardaki rekabet olmuştur. Kuzey Amerika’da ise hem iç, dış rekabet, hem de işçi kıtlığından sanayi gereksinimleri arasındaki orantısızlıktan makine kullanımı artmıştır. O yüzden, Marks, makineleri, üretim araçlarını bir ekonomik kategori haline getirmenin yanlışlığından, makine kullanımının değişen ekonomik yapının getirdiği ilişkilerden sadece biri olduğunu belirtmektedir.

Bu değişim yasasına göre herşey gibi bugün üretim değişti, toplum değişti, sınıflar değişti, işçi sınıfı da değişti. Bugünün sorunu ise toplumun bugün nasıl göründüğü, sınıfların; işçi sınıfının nasıl göründüğü ve sınıfların hangi rolleri oynadıklarını ve oynayabileceklerini bulmaktır. Ancak böyle bir araştırma sosyal bilimler temelinde gerçekleşebilir ve bu anlamda kullanılabilecek tek bilim ise; Marx ve Engels’in kurduğu Lenin’in ve diğer birçok devrimci düşünürün daha da geliştirdiği diyalektik ve tarihsel materyalizmdir.

Toplumun bugünkü durumunu anlayamayan bir kimsenin, o toplum düzenini devirmeyi amaçlamayan bir hareketi ve bu devrimci hareketin sözlerle ifadesini anlaması da beklenemez.

Tarih sınıfların mücadelesidir

Tarihçilerin ekonomiyi, sınıfları ve aralarındaki mücadelenin belirleyici bir faktör olarak görmeleri için uzun bir tarihsel sürecin geçmesi gerekiyordu. Bu yüzden sınıfların ve sınıf mücadelelerin varlığını ortaya koyan, Marksizmin kurucuları değil, Fransız tarihçileri idi. Fakat Marks ve Engels, özellikle de Marks – bu keşifin siyasi ve tarihsel sonuçlarını farkediyor, 1852’de Weydemeyer’e gönderdiği bir mektupta şunları yazıyordu:

’’… modern toplumda sınıfların varlığını ya da bunlar arasındaki mücadeleyi keşfetme onuru, haliyle bana ait değildir. Benden çok daha önce burjuva tarihçileri, bu sınıf savaşımının tarihsel gelişmelerini, burjuva iktisatçıları da sınıfların ekonomik yapısını açıkça anlatmışlardır. Benim yeni olarak tanıtladığım şey: I) sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesindeki belirli tarihi aşamalar ile sıkı ilişki içerisinde bulunduğu, 2) sınıf mücadelesinin zo runlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağı, 3) bu diktatörlüğün kendisinin de sadece, bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten ibaret bulunduğu gerçeğidir.’’

Bu alıntıda, Marksist teori ile sınıfların varlığı, alternatif bir toplum (sınıfsız toplum) mücadelesi ve işçi sınıfının (proletarya diktatörlüğü) rolü arasındaki ilişki rahatlıkla görülmektedir.

Bugün burjuva ideologları işçi sınıfını ve onun tarihsel rolünü inkâr ediyor, geri plana itiyorlar ise, o zaman Marksizmin kurucularının sınıfa dair öngörülerdeki yanlışlık bir yana, doğal olarak sınıf savaşı ve geleceğin sosyalist toplumu teorileri de yanlış olmalıdır.

Dolayısıyla bugün modern toplumun sınıfsal bir analizi; Marksizmi kanıtlamak ya da çürütmek, sosyalizmi bir alternatif olarak savunmak ya da vazgeçmek için temel bir unsurdur. Mevcut toplumun teorik olarak bilimsel bir analizinin yapılması ve işçi sınıfına karşı tutum, belirleyici ideolojik bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Kuşkusuz bu, bir avuç insanla veya tek bir parti tarafından kaldırılamayacak bir görevdir. Bu ulusal ve uluslararası düzeyde komünistlerin ortak bir görevi olmalıdır. Bu sadece kendi içinde bir tutarlılığı olan kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçişinden değil, son yıllardaki küreselleşmenin ulaştığı boyutun tek bir ülkede işçi sınıfını; dünyanın diğer ülkelerindeki işçi sınıfıyla ilişkisini çözmeden anlamanın mümkün hale gelmediğindendir. Bugün onbinlerce işçi çalıştıran Bosch işçisini anlayabilmek için, sınıf kardeşi Alman işçi ile ilişkisine de bakmak, bağını kurmak gerekmektedir ya da yan sanayileri ile birlikte 60.000 işçi çalıştıran Renault işçisini anlamak için Fransız sınıf kardeşiyle ilişkisini çözmek gerekmektedir. Bu anlamda Ryanair, İrlanda Havayolları emekçilerinin Avrupa çapındaki ortak grevleri küresel saldırıya karşı örnek, başarılı küresel bir eylemdir.

SINIF ANALİZİNİN AMACI

Marksist sınıf analizini “sulandırmak” için birçok yol vardır. Bu, esas olarak sınıf analizine konuyla tam ilgisi olmayan ya da tali unsurlar katılarak yapılır. Özellikle burjuva sosyologları, sınıfların artık var olmadıkları, sınıf farklılıklarının telafi edilebilirliği veya yerli Gorz’lar gibi devrimci proletarya diye birşey kalmadığını, işçi sınıfının devrimci potansiyelini yitirdiği ve ’tarihin öznesi’olarak artık başka sınıf ve katmanların onun yerini aldığı gibi “kanıtlar” sunmaktadırlar.

Burada sorun şu ki, kendini Marksist olarak gören kimileri, Marksizmin bilinen sorunlarını burjuvazinin enkazında sorgulayarak burjuva ideolojisine bir ahır kapısı açıyorlar, böylece, uzun süredir komünist hareketi karakterize eden ve yeni sorunların çoğunu yorumlamayı imkânsız kılan, kökleri dogmatizme uzanan teorik ve pratik krizi genişletmeye de katkıda bulunuyorlar.

Toplumsal kesimler birçok yönden sınıflandırılabilir: Çocuk, genç, yaşlı olmak üzere yaşa göre, meslek sahibi, emekli olmak üzere işe göre, inançlı, Ateist, Hristiyan, Budist gibi dine göre, erkek, kadın, homoseksüel olmak üzere cinsiyete göre, eğitimsiz, akademisyen gibi eğitime göre, Türk, Kürt, Laz, Çerkes gibi etnik kökene göre olmak üzere toplumsal kesimlerin örnekleri çoğaltılabilir. Tüm bu kriterler toplumun ve üyelerinin genel bir tanımı ve bir yığın sosyal sorunların anlaşılmasına nesnel bir dayanak olabilir, ancak hiçbirinin toplumun ekonomik, sınıfsal temeliyle, toplumun ilerlemesini sağlayan mücadele ile direk bir ilgisi yoktur. Farklı sınıfsal konumlara sahip toplumsal kesimleri, orta sınıf, ücretliler, hizmet sınıfı gibi kategorilere ayırmak, Marksizmin sınıf kavramını değersizleştirmek, çarpıtmaktır.

Her ne kadar herkes ev sahibi, akademisyen, iş sahibi, inançlı olsa da yine kapitalist bir toplumda yaşıyoruz. Ve eğer kadınların mücadelesi sonucu kadınlar yalnızlaşırsa, kuşak çatışması sonucu sadece emekliler kalırsa o toplum ölü bir toplum olacaktır. Fakat Marksistler için çok açıktır ki kadınların savaşımı, Kürt Özgürlük Hareketinin verdiği savaş, çevre hareketi vb. sınıf savaşımını etkilese de bu kesimler kararlı bir sınıf savaşımının maddi temelini oluşturacak toplumsal sınıfları oluşturmazlar. Marksist anlamda sınıflar toplumun ekonomik temeli, üretim araçlarıyla kurulan ilişkiyle ve üretimdeki iş bölümü ile belirlenir. Sınıflar arasındaki savaşla bu çelişkilerin, sorunların çözümü ancak toplumsal gelişmeye bir katkı sağlar.

Marksistlerin çağdaş bir sınıf analizinin yapılmasında bir amaçları vardır ve bu analiz için de yine aynı kriterleri kullanmak zorundadırlar. Çağdaş bir sınıf analizi marksizmin sosyal bir bilim, toplumsal ilerleme teorisi için bir ön koşul olduğunun yeniden doğrulanması için zorunluluktur. Tarihin sınıfların savaşı olduğu, işçi sınıfının kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesinde lokomotif olduğu ve sosyalizmin hâlâ kapitalizme karşı alternatif bir toplum olduğundan hareket etmek bir önkoşuldur. Çağdaş, güncellenmiş bir sınıf analizi Marksist Leninist teorinin daha da geliştirilmesi ve zamanın gereklerine uygun hale getirilmesi için bir önkoşuldur.

Yukarıda da belirtildiği gibi, güncel bir sınıf analizi; Marksizmin sosyal bir bilim ve toplumun gelişim teorisi olarak ve işçi sınıfının hâlâ kapitalizme alternatif sosyalizm mücadelesinde tarihin lokomotifi olarak öncü güç olduğunun doğrulanması için bir önkoşuldur. Güncellenmiş bir sınıf analizi, Marksist-Leninist teorinin daha da geliştirilmesi ve zamanın gereklerine uygun hale getirilmesi için bir önkoşuldur.

Güncel bir sınıf analizi, kapitalizme karşı mücadelede komünist bir stratejinin gelişmesi için bir önkoşuldur. Böyle bir strateji toplumdaki nesnel koşullara dayanmalıdır. Toplumda bulunan sınıfları, nesnel çıkarları ve bunlar arasında var olan çelişkilerin doğasını ortaya çıkarmalıdır. Bu temelde, devrimin potansiyel ana gücü ve ana düşmanı belirlenebilir. Ek olarak, devrimde ya da devrimci sürecin farklı aşamalarında müttefik olabilecek sınıflar, katmanlarıyla bu ittifakların temeli belirlenebilir. Benzer şekilde, düşman kampındaki çelişkiler açığa çıkarılabilir, nötralize edilebilecek belirli tabakalar belirlenebilir, düşmanın saflarında sömürdüğü, kullandığı elemanlar, çatlaklar açığa çıkarılabilir, izole edilebilir.

Böyle sınıf tabanlı bir strateji, çağdaş komünist bir politika geliştirmek için sağlam bir temel sağlayacaktır. Bu politika, Kürt Özgürlük Hareketini, kadın mücadelesini, ırkçılık karşıtı mücadeleyi, çevre mücadelesini vb. daha fazla içermelidir, çünkü bu ve diğer konular günümüz insanının merkezindedir ve sağlam bir ittifak politikasının temeli olarak hizmet edebilir.

Güncel bir sınıf analizi, bombardıman edilen komünist hareketin yeniden hız kazanması için bir ön koşuldur. İşçi sınıfının en ileri kesimlerini ve nesnel olarak sınıf mücadelesinde sıçrama yaratacak ön koşullara sahip olan iş yerlerini belirleyerek komünistler, nispeten az gücünü israf etmeden öncelikle sanayi işçisine yöneltebilir ve sistematik çalıştıklarında daha hızlı bir gelişme sağlayabilirler.

Güncel bir sınıf analizi, işçi sınıfının sınıf bilincinin gelişmesi için bir ön koşuldur; bugün, işçi sınıfı konumu ve toplumdaki rolünün farkında olmadan, çıkarlarını uygulamak için güçlü bir örgütü olmadığından kendi için bir sınıftan, büyük ölçüde kendiliğinden bir sınıfa düşmüştür.

İŞÇİ SINIFINDA BİLİNÇ

Bu konu çoğu zaman gözden kaçar. Fakat daha 1897’de Lenin, Rus Sosyal Demokratlarının görevlerini şöyle belirler:
’’ Rusya Sosyal-Demokrasisinin pratik faaliyetlerinin iki yönünün tarif edilmesi üzerine biraz duralım… Rusya Sosyal Demokratlarının sosyalist faaliyetleri, bilimsel sosyalizmin öğretilerinin propaganda yoluyla yayılmasından, yani bugünkü toplumsal ve ekonomik sistem hakkında, bu sistemin temeli ve gelişmesi hakkında, Rusya toplumunun farklı sınıfları ve bu sınıfların birbirleriyle olan karşılıklı ilişkileri, birbirleriyle olan mücadeleleri, işçi sınıfının bu mücadeledeki rolü, çöken ve yükselen sınıflara ve kapitalizmin geçmişi ve geleceğine karşı tutumu, uluslararası Sosyal Demokrasinin ve Rusya işçi sınıfının tarihî görevleri hakkında işçiler arasında doğru bir kavrayışın yayılmasından oluşur. ’’

Kapitalizmde, işçilerin durumlarını iyileştirici, ücretlerin korunmasını biçimlendiren dayanışmacı, ekonomik mücadele- ki bugün ülkemizde işçi örgütlerinin mücadelesi buna indirgenmiştir- sınıf bilincinin ilk aşaması olarak işçilerin bilinçlenmesi, giderek onların patronlara karşı siyasal mücadeleye yöneltmiş, bir sıçrama yaratmıştır. Kendiliğinden sınıf ve kendisi için sınıf tanımlamalarıyla hatırlanan bu ayrıma Marx şu sözlerle değinir:
“Ekonomik koşullar ülkenin halk yığınlarını ilkin işçi haline getirir. Sermayenin dayanışması, bu yığın için ortak bir durum, ortak çıkarlar yaratmıştır. Bu yığın, böylece, daha şimdiden sermaye karşısında bir sınıftır, ama henüz kendisi için değil. Ancak birkaç evresini belirtmiş bulunduğumuz bu savaşım içinde, bu yığın birleşir ve kendisini kendisi için bir sınıf olarak oluşturur. Savunduğu çıkarlar, sınıf çıkarları olur. Ama sınıfın sınıfa karşı savaşımı, politik bir savaşımdır.” Sınıf mücadelesinde proletaryanın burjuvaziye taraf olacak bir bilince sahip ve örgütlü olmak zorundadır. Bu durum Marks ve Engels tarafından şöyle dile getirilmiştir:
“Tek tek bireyler, ancak başka bir sınıfa karşı ortak mücadele yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler; bunun dışında rekabet içinde birbirlerine düşmandırlar.” Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, C.1, s.77
Ekim Devrimi’nin hazırlanmasında önemli bir ideolojik rol oynayan ünlü “Ne Yapmalı?” adlı kitabında Lenin ise, işçilerin sınıf bilincini sadece kendiliğinden bir sınıf olarak değil, bir bütün olarak toplumun sınıfları ve onların bir bütün olarak algıları ile doğrudan ilişkilendirir:
’’… Eğer işçiler, hangi sınıfları etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse, ve işçiler bunlara karşı, başka herhangi bir açıdan değil de, sosyal-demokrat açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinci, gerçek bir siyasal bilinç olamaz. Eğer işçiler, öteki toplumsal sınıfların herbirini, entelektüel, manevi ve siyasal yaşamlarının bütün belirtilerinde gözleyebilmek için somut ve her şeyden önce güncel siyasal olgular ve olaylardan yararlanmasını öğrenmezlerse; eğer materyalist tahlil ve ölçütleri, nüfusun bütün sınıflarının, tabakalarının ve gruplarının yaşam ve eylemlerinin bütün yönlerine pratik olarak uygulamayı öğrenmezlerse, çalışan yığınların bilinci, gerçek bir sınıf bilinci olamaz. Kim, işçi sınıfının dikkatini, gözlemini ve bilincini, tamamıyla ya da hatta esas olarak işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırıyorsa, böylesi, sosyal-demokrat değildir; çünkü, kendini iyi tanıyabilmesi için, işçi sınıfının, modern toplumun bütün sınıfları arasında karşılıklı ilişkiler konusunda tam bir bilgi, sadece teorik bilgisi değil, hatta daha doğru olarak ifade edelim; teorik olmaktan çok, siyasal yaşam deneyimine dayanan pratik bilgisi olması gerekir.
Bu nedenle yığınları siyasal harekete çekmek için en geniş uygulanabilirliğe sahip araç olarak ekonomistlerimizin vaazettikleri iktisadi mücadele kavramı, pratik sonuçları bakımından çok zararlı ve gericidir. Bir sosyal-demokrat haline gelebilmesi için, işçi, toprakbeyi ile papazın, yüksek memur ile köylünün, öğrenci ile serserinin iktisadi niteliği ve toplumsal ve siyasal özellikleri konusunda açık- seçik bir fikre sahip olmalıdır; onların güçlü ve zayıf yanlarını bilmelidir; her sınıf ve tabakanın kendi bencil özlemlerini, kendi gerçek iç yapısını gizlemek için kullandığı bütün parlak sözlerin ve safsataların anlamını kavramalıdır; belirli kurumların ve yasaların yansıttğı şu ya da bu çıkarların neler olduğunu ve bu yansıtmanın nasıl olduğunu anlamalıdır. Ama bu açık-seçik tablo, herhangi bir kitaptan edinilemez. İşçi, bunu, ancak canlı örneklerden, belirli bir anda çevremizde olup bitenlerin, herkesin üzerinde konuştuğu ya da birisinin fısıldadığı şu ya da bu olayda, rakamlarda, mahkeme kararlarında vb. belirenin sıcağı sıcağına teşhirinden edinebilir. Bu kapsamlı siyasal teşhirler, yığınları devrimci eylem bakımından eğitmenin zorunlu ve temel bir koşuludur.’’
Sınıf analizinin geniş kapsamlı araştırılması, komünistlerin çalışmalarını doğru bir şekilde yapmaları için pek çok açıdan bir önkoşuldur. Türkiye’de komünizmin politik, ideolojik, sosyal ve örgütsel bir faktör olarak yeniden canlanması için gereklidir.

TANIMLAR VE KAVRAMLAR

Her ne kadar sınıf kavramı Marks’ın ve Engels’in ekonomik ve politik düşüncesinin merkezinde olsa da, bu kavramın kapsamlı bir tanımı yoktur, çünkü Marks Kapital’in üçüncü cildinde sınıflar bölümünü tamamlayamadan ölmüştür. Fakat kapitalist bir toplumda sınıfların hangi kriterlere karşı ayrıldığını ve işçi sınıfından ne anlaşılması gerektiğine dair değerli veriler sunmuşlardır. Engels’de 1888’de İngilizce Komünist Manifesto’nun İngilizce baskısına eklettiği bir dipnotta, “burjuvazi” ve “proletarya” kavramlarının kısa bir tanımını verir:
’’Burjuvazi ile, modern kapitalistler sınıfı, toplumsal üretim araçlannın sahipleri ve ücretli emek istihdam edenler kastediliyor. Proletarya ile ise, kendilerine ait hiçbir üretim aracına sahip olmadıklanndan, yaşamak için emek-güçlerini satmak durumunda kalan modern ücretli emekçiler sınıfı.’’ [Engels’in 1888 İngilizce baskıya notu.]
Bu kısa tanımla Engels iki ana sınıfın anlaşılmasına katkıda bulunmuştur. Özellikle işçi sınıfı kavramının çerçevesinin, çağdaş Marksizm içinde burjuvaziye karşı geniş yelpazeli bir kutupta olduğu görülür. Marks kapitalizm çağında ücretli işçiyi; kapitalist birikimin genel yasasından hareket ederek sermayeden kopup ayrılması mümkün olmayan, kendi işgücünü satarak sermayeye köle olan, sermaye birikimiyle birlikte proletaryanın da çoğalması anlamına geldiğini ve kapitalin genişleme ihtiyacı için fazlalık haline gelir gelmez sokağa atılan ücretliler sınıfı olarak tanımlamıştır.

Marks’ın Louis Bonapart’ın on sekizinci Brumaire’inde, sınıf kavramıyla ilgili bir dizi değerli açıklamaları vardır. Burada Marks Fransız Devrimi’nde 1848-51’de etkin olan güçlerin somut bir sınıf analizini yapmıştır. Ve bu bağlamda, köylerde yaşayan küçük burjuvazi hakkında şunları yazmıştır:
“Milyonlarca ailenin yaşam biçimlerini, çıkarlarını ve diğer sınıflardan oluşmalarını ayıran ve onları bunlarla düşmanca bir ilişkiye sokan ekonomik koşullar altında yaşadıkları ölçüde, onlar bir sınıf oluştururlar. Küçük tüketicilerle onların çıkarlarının tekdüzeliği arasında yalnızca yerel bir bağlantı olduğu ölçüde, bir topluluk, ulusal bir bağlantı ve aralarında bir siyasi örgütlenme oluşmaz, sınıflar yoktur. Bu nedenle, ister bir parlamento aracılığıyla isterse bir kongre aracılığıyla olsun, kendi sınıf çıkarlarını kendi adlarına yapamazlar. Kendilerini temsil edemezler, temsil edilmeleri gerekir. ” (Louis Bonapart’ın on sekizinci Brumaire s. 125)
Burada Marx, “genelleştirilmiş bir sınıf kavramı” olarak adlandırılabilecek bir şey sunarken; bir sınıfın varlığından bahsedebilmek için politik bir örgütlenme ile o sınıfın temsil edilmesi gerektiğinin bir ön koşul olduğunu belirtiyor. Marx’ın burada tanımladığı şey sadece nesnel olarak kendiliğinden bir sınıf değil, ama kendileri için sübjektif bir sınıf. Bu sınıf yaklaşımı, Marx’ın diğer yazılarında da görülür. Alman İdeolojisi’nde belirttiği gibi; “Tek tek bireyler, ancak başka bir sınıfa karşı ortak mücadele yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler; bunun dışında rekabet içinde birbirlerine düşmandırlar.”

Ya da Komünist Manifesto’da:
’’Proleterlerin bir sınıf olarak ve böylece bir siyasal parti olarak örgütlenmeleri, işçilerin kendi aralarındaki rekabet yüzünden her an yeniden parçalanıyor. Ama her seferinde yine oluşuyor, daha güçlü, daha sıkı ve daha büyük çapta.’’

Manifesto’da, işçiler ilk önce çıkarlarını anladıklarında bir sınıf oluştururlar, aksi takdirde onlar sadece bir “yığın” olarak kalırlar. Felsefenin Sefaleti’nde de Marks: “Ekonomik koşullar ülkenin halk yığınlarını ilkin işçi haline getirir. Sermayenin dayanışması, bu yığın için ortak bir durum, ortak çıkarlar yaratmıştır. Bu yığın, böylece, daha şimdiden sermaye karşısında bir sınıftır, ama henüz kendisi için değil. Ancak birkaç evresini belirtmiş bulunduğumuz bu savaşım içinde, bu yığın birleşir ve kendisini kendisi için bir sınıf olarak oluşturur. Savunduğu çıkarlar, sınıf çıkarları olur. Ama sınıfın sınıfa karşı savaşımı, politik bir savaşımdır.” der.
Yine Manifesto’da sanayinin gelişmesiyle işçi sınıfı çoğalır, yoğunlaşır, fakat kendi çıkarlarını, yaşam koşullarını rekabet olmaksızın ortaklaştırmadıkları sürece, siyasi örgütlenmeden ve kendi rolünün farkında olmadan bir yığın halinde kalmalarının kaçınılmaz olduğu belirtilir.
Lenin de toplumsal sınıfları böyle tanımlar:
“Sınıflar, birbirlerinden, tarihsel olarak belirlenmiş bir toplumsal üretim sisteminde tuttukları yere, üretim araçlarıyla olan (çoğu durumda yasalarla saptanan ve formüle edilen) ilişkilerine, emeğin toplumsal örgütlenişindeki rollerine ve bunun sonucu olarak, toplumsal zenginlikten aldıkları payın boyutlarına ve bunu elde etme tarzına göre ayrılan büyük insan gruplarıdırlar. Sınıflar, öyle insan gruplarıdır ki, bir grup, belirli bir sosyal ekonomi düzeni içinde aldığı farklı yer sebebiyle, diğer grubun emeğine sahip çıkabilir.’’ ((Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, Sol Yayınları, Kasım 1992, s.150)

Bu alıntıya göre, her şeyden önce sınıflar toplumun ekonomik temeline dayanır ve şimdiye kadar yapılan Marksist literatüre aktarılan en başarılı kapsayıcı bir tanımlamadır. Bazen oldukça dogmatik bir şekilde, sanki Lenin’in bu sınıf tanımı son sözmüş, kutsal bir ayetmiş gibi tekrarlanır. Kimi ideologlar bu alıntıyla daha diyalektik ve nüanslı bir ilişki kurarken, kimi ideologlar, yukarıdaki tanıma başka bir takım kriterler eklemeyi de önermektedirler. Örneğin Belçikalı Komünist Jean Pestieau, “devlet aygıtına karşı” sınıfın pozisyonunun da eklenmesi gerektiğine inanır.
Diyalektik bir materyalist için, gerçek yaşamdaki tüm benzer olguların, kriterlerin bu tür bir tanımlama içine alınmasının mümkün olmadığı açık olmalıdır. Lenin, yazılarının başka bir bölümünde onu çok açık bir şekilde ifade eder:
’’Lakin çok kısa tanımlamalar, başlıca noktaları özetlemeleri bakımından yararlı olmakla birlikte yine de yetersizdirler; çünkü tanımlanması istenen fenomenin bazı çok önemli yanlarını onlardan çıkarsamak zorunda kalırız. Tanımlamalar, hiçbir zaman, bir fenomenin gelişme zincirinde yer alan bü­tün halkları kavramazlar… Onun için, genel olarak bütün tanımlamaların şarta bağlı ve nisbi bir değeri olduğunu unutmadan…” (Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Toplu Eserler s. 184)

Kuşkusuz bu ruhla bugünün gerçekliğinde bir sınıf analizinin yapılması gerekir. Aksi takdirde, farklı sınıfların ve katmanların tüm özelliklerinin yakalanamayacağı riskine girilebilir.

Sınıflar yok mu oluyor?

Bu makalenin girişinde belirtildiği gibi, günümüzde çeşitli burjuva ideologları ve sosyologlar sınıfların ortadan kalkmasından söz ediyorlar. Yalnız böyle bir iddia, kendi fildişi kulelerinden gerçek dünyaya ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Bunun tam tersini görmek için dünyanın şu anki haline bir göz atmak gerekiyor.

Tüm uluslararası istatistikler, bugün tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar zengin ve fakir arasındaki uçurumun büyüklüğünü göstermektedir. Bugün bir avuç zenginin her birinin geliri dünyanın en yoksul ülkelerinin toplam gayri safi gelirinden daha fazladır. Aynı zamanda, dünya nüfusunun dörtte biri günde bir dolardan daha azıyla geçinmek zorundadır.

Zenginlik ve yoksulluk tek başına sınıfsal kriter olmasa da, sermaye ve üretim araçlarına sahip olmaları sayesinde kapitalistler hayal edilemeyecek miktarlarda dünya gelirini kâr ve faizle gasp ederken, büyük bir kesim bu efendiler için az bir ücretle çalışıp kaderlerine terk edilmiş durumdadırlar. Bu yüzden, sınıfların ortadan kalktığını iddia etmek, gerçekliğin açık bir inkârıdır.

Bu gerçekleri çok iyi bilen birkaç burjuva ideolog ve sosyoloğu, küçük bir grup gelişmiş ülkeyi uluslararası işbölümünden ayırarak, herbir ülkedeki üretimin giderek küresel bir zincirin parçası olduğunu görmezden geliyorlar. Azgelişmiş ülkelerden gelişmiş emperyalist ülkelere doğru giden net para transferine ilgi duymadıkları gibi, işçi sınıfının uluslararası bir sınıf olduğunu ve herbir ülkedeki işçilerin bu ortak sınıfın bir parçası olduğunu gözardı ediyorlar. Marks, işçi sınıfını tarif ederken onun evrensel özelliklerini böyle ifade ediyordu: “Köklü zincirleri olan, sivil toplumun içinde bir sınıf olduğu halde sivil toplumun bir sınıfı olmayan, bütün sınıfların çözülüşünü simgeleyen, acıları evrensel olduğu için evrensel bir nitelik taşıyan, kendisine yapılan haksızlık özel olmayıp genel bir haksızlık olduğu için yalnız kendisinin kurtuluşunu değil tüm toplumun kurtuluşunu amaçlayan bir sınıf… Geleneksel bir statü değil sadece insanca bir statü isteyen, siyasal düzenin kimi sonuçlarına değil bütün sonuçlarına karşı olan ve kendisini bütün alanlardan kurtarmadıkça kurtulmasına olanak bulunmayan, kısacası insanlığın toptan yitirilmesi demek olan ve ancak insanlığın toptan kurtulması hâlinde kendisini kurtarabilecek olan bir sınıf… İşte bu özel sınıf proletaryadır.”

Burjuva ideologları sadece gelişmiş ülkeler üzerine odaklanarak, bilim ve teknolojideki ilerlemelerin bir sonucu olarak, bu ülkelerdeki sınıf farklılıklarının ortadan kalktığını, eşitlendiğini, artık devrimci bir proletarya kalmadığını ve gelecekte dünyanın her yerinde benzer bir gelişmenin tetikleneceğini iddia etmektedirler. En kaba anlamıyla şifreleri ‘küreselleşme’, en kötüsü de “bilim- teknoloji”dir.

Bu görüşleri savunmak için kullandıkları yöntemlerden biri, gelişmiş ülkelerde bir dizi ikincil olguyu ön plana çıkarmalarıdır. Örneğin işçi sınıfının büyük bir kısmının bugün araba, ev sahibi, tahvil vb. olduğu, işçi sınıfının yaşam standartlarının ve tarzının kapitalistlere yaklaştığını ve sınıf savaşımıyla artık kaybedecek şeyleri olduğu ve bu nedenle de risk almayacakları iddia ediliyor.

Elbette, gelişmiş ülkelerde işçi sınıfının kapsamlı bir analizinde, işçilerin işini ve ücretini kaybetme bahasına örgütlenme, greve gitme, sokağa çıkma veya başka etkinlikleri yürütebileceği sınıf savaşımının başka biçimleri bulunmalıdır. Komünist bir politika planlanırken bunlar dikkate alınmalıdır. Fakat bütün bunların sınıfsal ayrımların ve sınıf mücadelesinin öldüğünün ilan edilmesiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Marksist anlamda sınıflar; araba, ev, buzdolabı, bilgisayar vb. gibi kişisel tüketim mallarına sahip olmakla değil, üretim araçlarının mülkiyetine sahiplikle tanımlanır. Ve bu anlamda gelişmiş ülkelerde de özel mülkiyet hâlâ egemen, belirleyici durumdadır. Giderek daha az sayıda insan daha fazlasına sahip olurken, toplumun ezici çoğunluğu ücretli köleler olmaya devam ediyor.

Bu, gelişmiş ülkelerin hâlâ bir sınıflı bir toplum olduğu, temel çıkar çatışması olarak sınıf mücadelesini oluşturan üretim araçlarına sahip olma ve toplumsal ilerlemede asıl itici gücün sınıf savaşımı olduğudur.

Rasim AKBULUT

Bir yanıt yazın