Haber / Yorum / Bildiri

Tarih boyunca Erzurum’un ismini kirleten bir avuç gericilik ve iktidarlar olmuştur

Yücel KARAKAYA

İMAMOĞLU’nun 7 Mayıs akşamı Erzurum’da yaptığı miting “taşlı-sopalı” saldırıya uğradı. Binlerce kişinin katıldığı mitinge 300-400 kişilik bir grup İmamoğlu konuşmaya başlayınca iki koldan saldırıya geçti. Aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu mitinge gelen vatandaşlardan onlarcası atılan taşların isabet etmesiyle yaralandı. 13 kişi hastaneye kaldırıldı. İmamoğlu mitingini katılanların selameti için yarıda kesip İstanbul’a geri dönmek zorunda kaldı. Onu İstanbul-Sabiha Gökçen Havalimanı’nda binlerce insan karşıladı. İmamoğlu onlara hitaben bir konuşma yaparak olayların gelişmesini bir bir anlattı.

İmamoğlu önce mitingin engellenmek istendiğini, mitingin yapılacağı meydana belediyenin otobüsleri yığdığını anlattı ve yapılan itirazlar sonunda belediyenin otobüsleri kaldırmak ve miting alanını boşaltmak zorunda kaldığını belirtti. Anlaşılan bazı çevreler bu yenilgiyi hazmedemedi ve kendi elleri altında örgütlü olan grupları harekete geçirdiler. Ne pahasına olursa olsun İmamoğlu’nun mitingi engellenmeli ve yapılmamalıydı.

Bu gruplar örgütlendi. Zaten bunlar büyük bir ihtimalle hazır bekleyen kıtalardı.  Bunlar iki grup olarak meydanın stratejik noktalarına yerleştirildi ve önlerine göstermelik, hatta koruma niyetine birkaç polis dikildi. İmamoğlu konuşmaya başlayınca düğmeye basılmış gibi saldırıya geçtiler. İmamoğlu’nun defalarca talep etmesine rağmen polisler saldıranlara önce müdahale etmediler, seyirci kaldılar. İmamoğlu konuşmasını kesince ve alandan ayrılmak zorunda kalınca, saldırganlara “işiniz bitti, dağılın!” dercesine lütfedip müdahalede bulundular. Her şey planlı, her şey örgütlü, her şey hazırlıklıydı.

Azmettirici kimdi?

Bu planı, bu örgütlülüğü, bu hazırlığı Erzurum’da kimin yaptığını ancak 14 Mayıs’tan sonra öğrenme fırsatımız olacaktır. Ama bunların arkasında kimlerin olduğunu, azmettirenlerin kimler olduğunu tahmin etmek pek de güç değildir. Bu bugünkü iktidar çevresidir. Bunun için onların son günlerde yaptıkları konuşmalara, verdikleri mesajlara şöyle bir bakmak yeterlidir.

Recep Tayyip Erdoğan 5 Mayıs’ta Erzurum’da yaptığı mitingte muhalefeti, özellikle CHP, HDP’yi, Yeşil Sol Parti’yi kastederek “geldiler biri Erzurum’da, 200-300 kişiyle, diğeri Hınıs’ta 1500 kişiyle mitingler yaptılar” dedikten sonra “bu imansızlara, bu kitapsızlara, bu ezansızlara sizler hadi buradan diyecek misiniz?” diye soruyordu ve kalabalıktan büyük bir alkış topluyordu. Sanki Erdoğan 7 Mayıs’ta İmamoğlu’nun Erzurum’da yapacağı mitinge işaret ediyordu.

Yine Bahçeli Balıkesir ve Yalova mitinglerinde şöyle konuşuyordu: “CHP ve ittifak ortaklarını 14 Mayıs’ta acıklı bir son beklemektedir. Bu hainler alsalar alsalar ağırlaştırılmış müebbet ceza alırlar ya da vücutlarına mermi alırlar” diyordu. Bu nefret dili ise, halkı kutuplaştırma ve birbirine kışkırtma dilidir, azmettirme dilidir. Azmettiriciler hep geri plandadır. Uygulayıcılar sahadadır.

Erzurum’da gericiliğin ve iktidarın ilk saldırısı TKP’ye, Suphileredir

Erzurum bu gibi olayları ilk kez yaşamıyor, bu gibi olayları tarihte çok yaşamıştır. Bu saldırı ister istemez insana tarihteki bu saldırıları da hatırlattı. Bu saldırılardan biri 22 Ocak 1921’de TKP yöneticileri Mustafa Suphi ve yoldaşlarına yapıldı. O zaman azmettiriciler yine Ankara’daydı, iktidardı, Meclis idi, Mustafa Kemal idi. Uygulayıcılar ise sahadaydı: Kâzım Karabekir, Erzurum Valisi Deli Hamid ve Trabzon’daki Yahya ve Teşkilatı Mahsusa idi. Şimdi kısaca Mustafa Suphilerin olayına da nasıl olmuş bir bakalım. Bakalım ki, bir kez daha şunu diyebilelim: Eğer tarihimizle yüzleşmiş olsaydık, tarihsel olayların sorumluları hesap verselerdi, bugün Erzurum’da İmamoğlu’na taş değil, gül atılırdı. Maalesef tarihiyle yüzleşmekten korkan bir millet durumuna düştük. Mustafa Suphilerin hikâyesini okuyalım, tarihle yüzleşmenin önemini bir kez daha kavrayalım.

Suphiler 28 Aralık’ta Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Bakü’den Ankara’ya gitmek için Kars’a gelir. Ama bu ara Mustafa Kemal İngilizlerle anlaşmıştır ve Londra Konferansı’na katılacaktır. Sovyetlere ve TKP’ye, Suphilere ihtiyacı kalmamıştır. Onları geldikleri gibi Bakü’ye geri göndermek istemektedir. Bunun için Kâzım Karabekir ile birlikte planlar yapmaktadır. Önce Suphiler Kars’ta bekletilir, sonra da Erzurum üzerinden Trabzon’a ölüm yolculuğuna gönderilir.

Suphiler Kars’ta

Kars’ta Kâzım Karabekir Mustafa Suphi’ye, gelişini telgrafla Mustafa Kemal’e haber vermesini tavsiye etti. 29 Aralık’ta Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir’e şu telgrafı yolladı. “Ankara’da komünist akımlar arzuya aykırıdır. Bakû Türk Komünist Fırkası Başkanı Mustafa Suphi’nin bu akımları körüklemesi sakıncası akla gelmektedir. Kendisini gördükten sonra devletlerinin görüşlerinin bildirilmesini rica ederim” denmektedir. Kâzım Karabekir gelen emri anlamıştı: Mustafa Suphiler Ankara’ya ulaşmamalı, kendisi de duruma göre davranmalıydı.

Mustafa Kemal 3 Ocak’taki Meclis oturumunda, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni’ye hitaben şöyle diyordu: “Komünizm yayılması konusuna gelince; kendileri buyurdular ki, bu bir mikroptur, istense de girer istenmese de. O halde çaresi yok demektir. Mademki maddi önlemle önüne geçilemeyen yayılmadır, mutlaka bulaşıcı olacaktır. Sanırım buna karşı önlem almak sorunuyla söz konusu siyasal konuları seçmek ve ayrı tutmak uygun olur…”

 Söz konusu önlemleri de Kâzım Karabekir düşündü ve aynı gün Erzurum Valisine; “Adı geçenle arkadaşlarının Erzurum’a varışları gününden başlayarak gerek gazete yayınları, gerekse halka uygun düşecek gösteri ve baskılarla daha içerilere yolculuğun ve ülkede kalıp çalışmanın olanaksızlığı hakkında kendilerinde gereken izlenimler yaratılır…” diye talimat verdi. Karabekir, Trabzon’da da benzer eylemlerin yapılmasını ama bunların Bolşevikliğe karşı değil, söz konusu kişilere karşı olduğunun gösterilmesi gerektiğini istiyordu. Benzer bir telgrafı Gümüşhane Valisine de gönderdi.

 Kâzım Karabekir, o zaman Rusya’ya atanan Yusuf Kemal ve Rıza Nur’un Ankara’dan gelişini bahane ederek Suphileri Kars’ta bekletmeye başladı. Mustafa Suphi 5 Ocak 1921’de İsmail Hakkı’ya mektubunda, Kars’ta zorunlu bekletildiklerini ve Karabekir’in tutumundan kuşkulandığını yazıyordu.

 Mustafa Suphi Kars’ta bekletilirken Ankara’da kazan kaynıyordu. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni’nin Kâzım Karabekir’i açıkca Bolşevik destekçisi olarak suçlaması üzerine, Mustafa Kemal 1921 Ocak 17-22 günlerinde Mecliste gizli oturumdaki uzun konuşmasında şöyle der:

 “Efendiler, çok önemli bir sorun üzerindeyiz… Hükümetin bugüne kadar izlediği siyaset ulusal emellere tümüyle uygundur… Meclisiniz ve Hükümetiniz bağımsız bir devlet olarak, Rusya Bolşevik Cumhuriyeti denilen devletle siyasi ilişkilerinde komünistlik ve bolşeviklik esaslarını asla dile getirmemiştir… Bolşevik Rus devlet adamlarının, devlet adamlarımızla ilişkilerinde Rusya dâhilinde milletimizin soysuz, herhalde sersem birtakım evlatları oralarda serseriliklerine devam etmişlerdir. Bu serseriler bir iş yapmak hayaline kapılarak görünüşte ülke ve milletimize yararlı olmak için Türkiye Komünist Fırkası kurmuşlar ve bunların başında da Mustafa Suphi ve benzerleri bulunmaktadır. Bunlar gerçek vatan ve millet duygusuyla değil, kanımca belki kendilerine para veren, koruyan ve bunlara önem atfeden Moskova’daki ilke sahiplerine yaranmak için bir takım serserice girişimlerde bulunmuşlardır. Yaptıkları, Rus Bolşevizmini türlü kanallardan ülkeye sokmak olmuştur. Böylece memleketimize, milletimize dışarıdan komünizm akımı sokulmaya başlanmıştır.”

“Efendiler, iki türlü önlem olabilirdi. Birisi Komünizm diyenin kafasını doğrudan kırmak; ikincisi Rusya’dan gelen herkesi denizden gelmişse vapurdan çıkarmadan, karadan gelmişse derhal sınır dışına defetmek gibi zorlu, şiddetli, kırıcı olmak. Bu önlemleri uygulamakta iki açıdan yararsızlık gördük. Birincisi; iyi siyasi ilişkiler süedürmemiz gereken Sovyet Rusya tümüyle komünisttir. Böyle zorlayıcı önlem uygulayacak olursak kayıtsız koşulsuz Ruslarla ilişkide bulunmamak gerekir. …O halde uygulayacağımız önlemlerde dostluğunu istediğimiz bir milletin, hükümetin ilkelerini aşağılamamak zorundayız. Bu bakış açısıyla zorlayıcı önlem kullanmak istemedik.”

“… Hüseyin Avni bey biraderimiz Kâzım Paşa’yı azarında hatalıdır… Mustafa Suphi geliyor. Bir kere Mustafa Suphi’yi doğuda herkesten ve Hüseyin Avni Bey’den de önce ortaya çıkaran Kâzım Karabekir Paşa’dır… Bu adamın ülkeye girmesinin zarar vereceğini takdir eden Kâzım Karabekir Paşa’dır ve bunun ülke dışına kovulması gerekeceğini bilen ve bunun planını yapan da Kâzım Karabekir Paşa’dır. Yoksa Erzurum Valiliğiniz değildir. Biz değiliz efendiler. Akıllıca yapmış olduğu; gerekli kişileri herkesten önce işe sevkeden yine Kâzım Karabekir Paşa’dır… Bilmem Bolşeviklere eğimliymiş, Mustafa Suphi’nin bilmem nesiymiş… Herkesten önce güçlü önlemler alan Kâzım Paşa’dır.” 

“Necati Bey’le Hamit Bey’in bildikleri delege kurulunun bir faaliyet evresini belki bilirsiniz. Ama Kâzım Karabekir Paşa’ya Bakanlar Kurulu’ndan verilen talimatı bilir misiniz? Bana yazdığı telgraftan sizin de bilginiz vardır. Konuyu aydınlatmak için soruyorum. Orada ne renk ve şekil göstereceğine ilişkin Hamit Bey’in ve Necati Bey’in bigileri yoktur.”

Bu konuşmasında Mustafa Kemal Meclisi azarlayarak; “Kâzım Karabekir’e nasıl bir talimat verildiğini bilmeden konuşmayın” demek istiyor ve ikiyüzlülüğünü sergiliyor. 13 Eylül’de Suphi’ye gönderdigi mektupta “amaç ve ilkelerde tümüyle ortak olduğumuz Türkiye İştirakiyun Teşkilatı’ndan maddi ve manevi, gereğince yararlanmak”tan, Sovyet yardımı için onların öneminden bahsederken, Meclisteki konuşmasında Suphilerden “bu serseriler bir iş yapmak hayaline kapılarak görünüşte ülke ve milletimize yararlı olmak için Türkiye Komünist Fırkası kurmuşlar” diye hakaret etmektedir.

 Mustafa Suphiler Erzurum’da

Mecliste bunlar olurken, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşımız 18 Ocak 1921’de Erzurum’a gitmek üzere trenle Kars’tan yola çıktılar. 22 Ocak’ta vardıkları Erzurum’da” çağdaş” Türkiye’nin ilk” Komünizimle Mücadele Derneği”; “Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’’nin provokasyonuyla karşılaştılar. Bunlar çıkarttıkları bildiride halkı, Rusya’dan gelmiş anası babası belirsiz, mazileri karanlık, Allah, Peygamber, Halife ve şeriat yok diyen, kadınlardan başlayarak gizliliği ortadan kaldıracak olan cani iblislere karşı gelmeye çağrıyorlardı. Bu iddialarla halkın galeyana gelmesi üzerine, Suphiler Erzurum’a sokulmadı, Karabıyık’a gönderildi. Buradan Bayburt’a, oradan da Trabzon Maçka’ya yollandı. Yol boyunca gösteriler devam etti.

 Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti`nin Meclis’e olayları anlatan bir telgrafı geldi. Telgraf Meclis`te ayakta alkışlar arasında okundu. Mustafa Kemal, devletin her şeyden haberdar olduğunu gösteren ve Erzurumlularla hemfikir olduğunu beyan eden bir konuşma yaptı. Kâzım Karabekir’in Mustafa Suphi ve arkadaşları için yaptığı plandan övgüyle sözetti. Ardından Erzurum Valisi ‘Deli Hamit’e acele olarak çektiği telgrafta, “Mustafa Suphi’yle birlikte kaç kişi olduğunun ve kendisiyle birlikte gönderilip gönderilmediklerinin bildirilmesini rica ederim” diyordu.

Hikâyenin bundan sonraki bölümünü herkes biliyor. Suphiler Trabzon’a gönderilir. Oradan bir motora bindirilir ve 28 Kanun-i Saniyi 29 Kanun-i Saniye bağlayan gece Kayıkcılar Kâhyası Yahya’ya Karadeniz’de katlettirilir. Bu hâlâ Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzleşmesi gereken kanayan yaralarından biridir.

Tarih Erzurum’u başka yanlarıyla da tanır

Erzurum, Türkiye Komünist Partisi’nin ilk hücrelerinin kurulduğu şehirlerden biridir. Bakü’de toplanan Doğu Halkları ve TKP Kongresi’ne delege göndermiştir. Erzurum’daki komünistler “Albayrak” diye bir gazete çıkartmışlardır. Bu gazetenin Temmuz 1920 sayısında şöyle yazmışlardır: “Bir halk hükümeti ve bir halk ordusu kurulması artık zorunluluktur.” Bu onların ülke ve halkın kurtuluş ve bağımsızlık özleminin, ulusal ve sosyal kurtuluşun bir ifadesidir.

Erzurum Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda da önemli bir rol oynamıştır. Mustafa Kemal kurtuluş yolunda ilk kongreyi Erzurum’da yapmıştır. Bu Kongrede Kürt halkının Ulusal Kurtuluş Savaşı’na tam desteği sağlanmıştır. Mustafa Kemal’i zafere götüren bu destektir. Ama o kurtuluştan sonra Kürtlere sırtını dönerek bugünlere kadar gelen acılı bir tarihe neden olmuştur. Bu kader değildir, değiştirmek kendi ellerimizdedir.

14 Mayıs Seçimi bu değişiklikler için yeni bir adım olabilir. Onun için şimdi sandık öncesi tüm güçlerimizi seferber ederek 14 Mayıs’ta Erdoğan’ı gönderelim, ülkemizin demokrasi, özgürlük ve adalet için, halkımızın yokluk, sefalet ve pahalılıktan kurtulması için önünü açalım.

Bir yanıt yazın