Haber / Yorum / Bildiri

Şiko Yoldaşı aramızdan ayrılışının 1. yılında andık

ŞİKO yoldaşı aramızdan ayrılışının birinci yılında O’nu Berlin-Niederschönhausen semtindeki St Hedwig mezarlığında bulunan mezarının başında andık ve Berlin’de onun anısına yapılan bir toplantıyla hem O’nu yâd ettik hem partimizin sorunlarını hem de dünya’da ve ülkedeki politik gelişmeleri tartıştık. Toplantıda önce Savaş Yener yoldaş bir konuşma yaptı. Aşağıda bu konuşmayı veriyoruz.

Değerli, yoldaşlar,

Bugün 20 Kasım 2022. Şiko Yoldaşın aramızdan ayrılışının 1. yıl dönümü. Bugün onu mezarının başında andık. Mezarın üstünde çimenler çıkmış, çiçekler açmış, üstünü de bu gece yağan kar örtmüştü. Bir yıl çabuk geçti, dün gibi. Bu toplantıda geçtiğimiz bir sene içinde kaybettiğimiz ve Şiko yoldaşın da mücadele yoldaşı olan Mehmet Güneş ve Mustafa Şahin yoldaşları ve Suphilerden bugüne tüm kaybettiğimiz yoldaşları da saygıyla anıyoruz. Onların anısı mücadelemize ışık tutuyor.

Yoldaşlar,

Şiko: TKP’nin ayağa kaldırılmasında en önde savaşan bir yoldaştı

Şiko yoldaş aramızdan ayrılalı bir sene oldu, ama O’nun anısı ve mücadelesi yaşıyor. Her gittiğimiz yerde ve toplantıda ondan söz ediliyor. Çünkü O, Türkiye işçi sınıfı ve komünist hareketin son 50 yıllık mücadelesinin iki önemli devresinde, TKP’nin gelişmesine, kalkınmasına ve toparlanmasına büyük katkılarda bulundu. Hem 1973 Atılımı’nda, hem de likidasyon sonrası 2001’de partinin yeniden toparlanmasında onun verdiği mücadele ve yaptığı katkılar unutulamaz. O bütün yaşamını işçi sınıfı davasına, barış, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine adamış bir komünist, bir Marksist-Leninist, bir enternasyonalistti.

O, başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’de yaşayan halkların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesini, onların ayrılma haklarını, aynı zamanda özgür iradeleriyle eşit ve özerk olarak demokratik bir cumhuriyette barış içinde birlikte yaşamalarını savunan TKP’li bir Kürt komünistiydi. Kürt halkının ikili baskı ve sömürüden kurtuluşu ve özgürlüğü onun mücadelesinin kopmaz bir parçasıydı. Ona göre dünyada ve Türkiye’de işçi ve emekçilerin, gençlerin ve kadınların, tüm halkların sömürüden, sosyal ve ulusal baskıdan kurtuluşu emperyalizme karşı verilen sistem savaşında Sovyetler Birliği ve reel sosyalist ülkelerin başını çektiği dünya komünist hareketinin safında ve onun ayrılmaz bir parçası olan TKP’nin içinde yer almaktan geçiyordu. O bu mücadeleyi son nefesine kadar sürdürdü.

70’li yıllar ve partimizin atılım dönemi

70’li atılım yılları böyleydi. Hemen hemen hepimiz bu anlayışla TKP’ye girdik ve TKP saflarında yetiştik. Hem uluslararası sistem savaşında taraf olduk hem de ülkemizdeki demokrasi ve sosyal kurtuluş savaşına katıldık. Tüm insanlığın kurtuluşu olan sosyalizm, komünizm bizim ana hedefimizdir. Buraya varmak ise uzun bir koşudur. Bu yolun ne kadar zor olduğunu Avrupa’da reel sosyalizmin yıkılmasıyla gördük ve yaşadık. Sosyalizm için üretici güçlerin, demokratik hak ve özgürlüklerin gelişmişliğine de bağlı olarak, kapitalist toplum ile komünist toplum arasındaki geçiş döneminin, yani “proletaryanın devrimci diktatörlüğü”nün uzun bir süre alacağı gerçeği reel sosyalizm deneyimiyle açıkça ortaya çıktı. Yine görüldü ki, özellikle Türkiye gibi kapitalizmin orta derecede geliştiği ülkelerin sosyalizm mücadelesinde devrimci demokratik dönüşümler daha da büyük önem taşımaktadır. 72 günlük Paris Komünü’nden çıkardığımız dersler gibi, 72 yıllık reel sosyalizm deneyiminden de çıkaracağımız pek çok ders vardır.

Yoldaşlar,

Dünya isçi ve komünist hareketinin tarihi hep dalgalı, inişli çıkışlıdır. Türkiye işçi ve komünist hareketinin de tarihi böyledir. Partimizin tarihinde kısa yükseliş dönemlerini hep uzun süren baskı, zulüm ve dağınıklık dönemleri izlemiştir. Yarım yüzyıl kadar önce TKP, Şiko Yoldaş’ın da içinde olduğu 73 Atılımı ile kısa bir yükseliş dönemi yaşamıştır. Bu dönemde partimiz Türkiye işçi sınıfı içinde, köylü ve emekçiler, gençler ve kadınlar, aydınlar ve sanatçılar arasında hızla örgütlendi ve güç kazandı, Türkiye’deki politik gelişmeleri belirli ölçülerde etkiler hale geldi. Toplumsal bilincin gelişmesinde, işçi sınıfı ve emekçilerin ideolojik, politik ve kültürel alanda ilerici yönde etkilenmesinde küçümsenmeyecek bir rol oynadı. İşçi sınıfının 1976 DGM direnişi, 1976, 77, 78’deki dev 1 Mayıs gösterileri, MESS grevleri, İGD, İKD, Köy-Koop, Barış Derneği, Birlik ve Dayanışma’nın, Avrupa’da ATTF ve FİDEF’in eylemleri, ilerici sanatçıların, edebiyatçıların, müzisyenlerin yükselen etkinlikleri toplumda yankılar buldu, önemli izler bıraktı. Bunlar komünist ve işçi hareketinin kitlelerle birleştiği zaman toplumda nelerin başarılabileceğinin delilleriydi.

Bu gelişmeye karşı ABD ve NATO yanlısı çevreler, gerici, şovenist, faşizan güçler saldırılarını arttırdı. Bu durumda TKP’nin diğer sol ve demokratik güçlerle daha güçlü bir ittifak kurması, yığınların hareketliliğine yeni bir ivme katması gerekiyordu. Ama bu görev partimizin ve diğer sol güçlerin sekter ve rekabetçi tutumları, eylem birliği ve diğer demokratik güçlerle cephe birliği politikasının yeterince hayata geçmemesi nedeniyle başarılamadı. 12 Eylül 1980’de Evren’in başkanlığında ABD ve NATO destekli askeri cunta faşizan bir darbe ile gelişen ilerici ve demokratik hareketi ezdi ve boğdu.

Ezilemeyen bir hareket ise PKK öncülüğündeki Kürt Özgürlük Hareketi oldu. Bu hareket büyük kurbanlar vermesine rağmen bugün hâlâ direniyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi devrimci demokratik ve ilerici, sol güçlerin Kürt Özgürlük Hareketi ile birlikte mücadelesinden geçmektedir. Bu ilkenin kavranması ve Türk halkına anlatılması, ileri bir demokrasiden yana güçlerin önünde duran en acil görevdir.

Yoldaşlar,

73 Atılımı, önce Avrupa’da başladı. Hedef bu süreci Türkiye’ye taşımaktı. Şiko Yoldaş’ın da büyük çabalarıyla bu girişim başarıldı. Kısa zamanda 73 Atılımı’nın sinyalleri 68 Hareketi içindeki gençlere, işçi sınıfının öncü kesimlerine, sendikal harekete, özellikle DİSK’e, TİP, TSİP ve diğer sol örgüt ve gruplara ulaştı. Bu hareket ve partiler içinde yetişen pek çok kişi ve grup, 12 Mart 1971 darbesinin getirdiği acılı yenilgiden dersler çıkarmak için yoğun tartışmalar yürütüyordu.  Bu güçlerin önemli bir bölümü, emperyalist-kapitalist sistemin boyunduruğundan kurtulmak için, dünya ölçüsünde barış, demokrasi ve sosyalizmin zaferi için Sovyetler Birliği ve dünya sosyalist sisteminin, uluslararası komünist hareketinin yanında, bu hareketin bir parçası olan TKP saflarında yer almak gerektiğini kavramaya başlamıştı. 73 Atılımı’nın yankıları onlara tam böyle bir anda ulaştı.

Partiye gelen akımlar ve onların kaynaşma sorunu

1974 senesinden sonra işçi sınıfından, sendikalardan, gençlik ve kadın hareketinden, TİP ve TSİP’ten ve diğer gruplardan partimize devrimci kişiler ve gruplar akmaya başladı. Herkes TKP tüzük ve programının ilkelerini kabul ederek tek tek partiye girdi. Bu süreç partiye kısa zamanda niceliksel olarak büyük bir güç kattı. Ama bu sayısal artışın niteliksel bir güce dönüşmesi, parti içindeki grupların bir potada erimesi, çelik disiplinli, vurduğu yerden ses getiren tek bir yumruk halini alması zaman isteyen bir süreçti. İdeolojik-politik birlik, kararların uygulanmasında ortak anlayış ve davranış, pratik içinde, mücadele alanında, ortak parti eğitim ve faaliyetlerinde oluşur. 70’li yılların ikinci yarısındaki hızlı gelişmeler, “gergin” politik ortam ve görevden göreve koşuşturmalar içinde parti yönetimi de bu grupların daha süratle TKP’lilik kimliğinde kaynaşabilmesi için yeterli bir ideolojik-politik çalışma geliştiremedi.

Bunun somut bir sonucu ‘İşçinin Sesi’ grubunun ortaya çıkmasında görüldü. Partide sol sekter tavrıyla, ayrı bir merkez olma eğilimiyle ortaya çıkan Yörükoğlu grubu ile mücadele Avrupa koşullarında yöneticilerin partiden tasfiyesiyle sonuçlandı. Ama bu grubun tabanındaki birçok değerli yoldaşı kazanamamak özellikle partimizin Türkiye’deki çalışmaları açısından önemli bir kayıp oldu. Parti yönetimi ne yazık ki tabanda bu yoldaşların ikna edilebilmesi için yeterli ideolojik-politik desteği veremedi.

TKP ve TİP’in birleşmesi, buna karşı “10 Eylül” muhalefetinin ortaya çıkması,  TKP ve TİP genel sekreterlerinin Türkiye’ye dönüşü ve tutuklanmaları, TBKP’nin önce illegal sonra legal olarak kurulması ve hemen yasaklanması, sonra ardarda TSİP, Kurtuluş ve Dev Yol’un katılımıyla SBP, BSP ile ÖDP’nin kurulması bu arada YDH hareketine kimi katılmalar olması, ardından muhalefet yürüten “Ürün” ve “Savaş Yolu” dergilerinin, daha sonra “Atılım” ve “Politika” gazetelerinin yayına başlaması ve TKP adını kullanan yeni partilerin ortaya çıkması süreçlerinde de partimizin adım adım var olan ve yeni oluşan, aynı zamanda birbirleriyle rekabet eden gruplara ayrışma, dağılma sürecinin devam ettiğini gördük.

2001, TKP’yi yeniden ayağa kaldırma girişimi

Bu likidasyon sürecinden, özellikle de bir devlet projesi olarak SİP-TKP’nin oluşmasından sonra Şiko ve Yelkenci yoldaşlar partimiz TKP’yi tekrar ayağa kaldırmak için yollara düştüler. Özellikle Şiko yoldaş Türkiye’de ve Batı Almanya’da yoldaşları tek tek dolaştı. Toplantılar yapıldı. Ama 1973 Atılımı’nın koşulları, yani yükselen bir işçi ve sendika hareketi, toplumda devrimci bir kabarış eğilimi yoktu. Tam tersi bir durum vardı. Sovyetler Birliği ve Avrupa’daki sosyalist sistem dağılmış, sistem savaşında burjuvazi üstün gelmiş, işçi sınıfı ve devrimci hareket dünyanın her yerinde gerilemeye başlamıştı.

Bu koşullarda partiyi tekrar ayağa kaldırmak için iğneyle kuyu kazar gibi çalışmak gerekiyordu. 1973’de genel olarak Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerin politikalarını benimsemek partiye yönelmek için yeterliydi. Bugün ise öne çıkan Türkiye’nin kendi sorunlarıydı. Hem Türkiye’de hem de Almanya’da yapılan toplantılardan hareketle partiyi ayağa kaldırmak için partiye alınacak olan komünistlerin bazı “yeni” kriter ve ilkeleri kabul etmeleri gerektiği ortaya çıkmıştı. Şiko yoldaşın da katkısıyla bu ilkeler geliştirildi. Önemi nedeniyle bu kriter ve ilkeleri bir kez daha ifade etmek yerinde olacaktır:

TKP’yi ayağa kaldırırken uyulacak ilkeler

Marksizm-Leninizm (diyalektik ve tarihsel materyalizm, ekonomi politik ve bilimsel sosyalizm) sınıf ve devrim savaşında hâlâ bizim pusulamızdır. Marksizm-Leninizm Sovyetler Birliği’nin, reel sosyalizmin yıkılmasından sorumlu tutulamaz. Stalin dönemi dâhil Sovyetler Birliği’nde ve reel sosyalizmde uygulanan ‘proletaryanın devrimci diktatörlük’ deneyimleri bizim için büyük bir hazinedir. Marksçı-Leninci partinin işleyişi demokratik merkeziyetçilik ilkelerine göredir.

Komünistlerin nihai hedefi sosyalizm ve komünizmdir. Buraya varmak için Leninci devrim süreci anlayışı, demokratik devrimlerle sosyalist devrim arasındaki diyalektik bağ, bunların ışığında partimizin ileri demokrasi strateji ve taktiği ardıcıl olarak savunulmalıdır.

Kemalizm ideolojisinden kesinkes kopulmalıdır. Kemalizm Türk burjuvazisinin Anadolu halklarının inkâr ve imhasını, soykırımı içerir.  Şoven milliyetçiliğe dayalı bir millet ve devlet yaratma projesi ve ideolojisidir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere Anadolu halklarına uygulanan jenositlerle, Kürt halkına yapılan katliamlarla yüzleşilmelidir. Özellikle Kürt sorununda milliyetçi konumlar terkedilmeli, PKK’nin mücadelesine devlet gözüyle bakılmamalıdır. Kürt halkının barışçıl ve barışçıl olmayan yollardan direnme hakkı vardır. Yalnız birlikte yaşam değil, esas olarak ayrılma hakkı savunulmalıdır. Kürt halkı özgürce kendi kaderini belirlemelidir. 

TKP işçi sınıfının ve emekçi halkımızın Marksçı-Leninci devrimci partisidir. Legal ve illegal, barışçıl ve barışçıl olmayan mücadele biçimleri günümüz koşullarında partimizin temel çalışma anlayışıdır. Politikada esas olan legal, barışçıl, demokratik çalışmadır. İllegal ve barışçıl olmayan çalışma biçimini bize dayatan burjuva devletidir. Burjuva devletine karşı savaşırken eylem birlikleri, ittifaklar, cephe kurma politikaları gereklidir.

Burada parti ile ittifakları birbirine karıştırmamak gerekir. Parti her türlü kariyerizmden, kişisel çıkardan, oportünizmden uzak Marksçı-Leninci ilkelere bağlı komünistlerin mücadele örgütüdür. Kendine komünistim diyen herkesin girdiği bir kulüp değildir. İttifak ise barış ve demokrasi hedeflerinde, iklim ve çevre sorunlarında, kadın hakları ve kimlik mücadelelerinde Kemalistlere varıncaya kadar farklı sınıf ve katmanları temsil eden değişik politik çevrelerle oluşturulan bir güçbirliğidir.

Yine 80’li yıllarda TİP ve diğer sol partilerle birleşmek değil eylem birlikleri yapmak gerekirdi. Nitekim TİP ile birleşmeyi her iki tarafta da parti tabanları kabul etmedi, birleşme dağınıklığa yol açtı ve sonuçta likidasyona neden oldu.

Partimiz TKP’yi ayağa kaldırma mücadelesine katılacak her yoldaşla bu kriter ve ilkeler tartışılmalı ve yalnız bunları kabul edenlerle yola çıkacağımız açıkça ifade edilmelidir. Grup olarak partiye girilemeyeceği özellikle vurgulanmalı, eski ve yeni farklı gruplardan gelecek yoldaşlar ise parti çalışmalarına ve komitelere hemen entegre edilmeli, parti içinde politik-ideolojik çalışmalar aksatılmadan yürütülmelidir.

Yoldaşlar,

Sistem savaşını mutlaklaştırma ve sonuçları

Likidasyonla birlikte parti üyelerinin sağa-sola savrulmasının, partinin toparlanamamasının bir diğer nedeni de, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki sistem savaşını mutlaklaştırmamızda, kendi ülkemizin sorunlarını yeteri kadar gündeme alıp konu etmememizde yatar. Yukarıda da vurgulandığı gibi, partiye girerken esas belirleyici olan sistem savaşında Sovyetler Birliği’nin politikasını, özellikle barış politikasını savunmaktı. Bizim için ise bu savaşın önemi ülkemizin konumundan ileri geliyordu.

Türkiye bir NATO ülkesidir, ABD’ye Avrupa’ya ve onun kurumlarına sıkı sıkıya bağlıdır. Bırakalım komünist partisini, ABD ve Avrupa Birliği karşıtı hareketlerin gelişmesine bile devlet her türlü engeli çıkarmıştır. Ama uluslararası alanda güçler dengesi sosyalist sistem lehine ne ölçüde değişirse demokratikleşme mücadelesinin koşulları ve olanakları da o ölçüde olumlu yönde değişmekteydi.

Sistem savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tampon bir devlet olarak dizaynı

Şunu da hatırlatmak gerekir ki, Lenin ve Sovyetler Birliği güney sınırında dost bir ülke olması için emperyalizme karşı olduğu sürece Ulusal Kurtuluş Savaşı’na çok yönlü destek vermiştir. Bundan ürken İngiliz emperyalizmi Mustafa Kemal’le ilişki kurarak Türkiye Cumhuriyeti’nin daha başından Sovyetlere karşı tampon bir devlet olarak dizayn edilmesini sağlamıştır. Sovyet iktidarının zaferiyle birlikte emperyalist ülkeler tarafından Sevr’den vazgeçilmiş, Ermenistan ve Kürdistan kısmen Türkiye’ye bırakılmış, Ermeni soykırımının üstü örtülmüş ve Kürt direnişlerinin ezilmesi, işçi ve emekçi hareketinin bastırılması, komünistlerin, devrimcilerin kırılması Kemalist devletin insafına terk edilmişti. Bu politika değişik biçimleriyle bugüne kadar süregelmiştir. Türk devletinde egemen güçlerin kısıtlı demokrasiyi ve özgürlükleri bile gerek gördüklerinde rafa kaldırmaları, ülkede gerici, faşizan diktatörlükler kurmaları onların emperyalistlerden aldığı bu güçten ileri gelmektedir. Partimizin sistem savaşının öne çıkarmasının nedeni de buralarda yatmaktaydı.

Bazen bize Aram Pehlivanyan (Ahmet Saydan) yoldaşın partide Ermeni sorununu neden konu etmediği sorulur. Bazıları bunu Sovyetler Birliği’nin önlediğini düşünür. Oysa böyle bir şey yoktur. Ama bu soruyu soranlar daha Türk devletinin kuruluşunda emperyalist güçlerin hem Ermeni hem de Kürt sorununu antisovyetik ve antikomünist politikalara kurban ettiğini dikkate almamışlardır. Aram yoldaş Ermeni sorunuyla yüzleşmenin, Şiko yoldaş Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümünün sistem savaşıyla bağlı olduğunu bildiği için barış güçlerinin kuvvetlenmesi ve sistem savaşının sosyalizm lehine sonuçlanması için canla başla savaşmışlardır.

Gündem soykırım ve katliamlarla yüzleşme, Kürt, kimlik, kadın, çevre ve iklim sorunudur

 Sistem savaşını kaybeden biz komünistler olduk. Emperyalizm işçi sınıfına, barış güçlerine karşı amansız saldırıya geçti. Küreselleşme adı altında ABD dünyayı yeniden dizayn etmeye başladı. Türkiye’de de Kürt halkının özgürlük mücadelesi, Ermeni soykırımı ve Kürt katliamlarıyla yüzleşme, çevre, iklim ve kimlik sorunlarıyla ilgili mücadele gündeme oturmuştu. Bizim yoldaşların bir kısmı Latin Amerika`daki devrimci hareketlerle hararetle ilgileniyor ama ülkelerinde süren savaşla, devletin kendi halkına, Kürtlere, komşu ülkelere yaptığı saldırılarla ve diğer sorunlarla o kadar ilgilenmiyordu. Geçmişte kimlik sorunlarını, kadın, çevre, iklim gibi sorunları gündeme almamış olmamızın eksikliği ortaya çıktı. Özellikle Partimiz saflarında Türk devletinin daha kuruluşunda Ermenilere, Pontus Rumlarına, Süryanilere ve diğer Anadolu halklarına soykırımlar ve Kürt halkına karşı katliamlar üzerinde yükseldiğinin konu edilmesi gerekiyordu. Sistem savaşı, sınıf savaşımı bunlara engel olmadığı gibi, bu konuları tartışıp sınıf savaşımıyla bağını kursaydık sistem savaşına katkımız daha büyük olurdu. Kürt Özgürlük hareketiyle hem komünistlerin, hem de Türk halkının ilişkileri çok daha başka olurdu.

Bu nedenle bugün partimizi yeniden ayağa kaldırırken Türk devletinin ceberrut karakterinin anlaşılmasına, tarihle, Ermeni ve diğer Anadolu halklarına yapılan soykırımla ve Kürt katliamlarıyla yüzleşmeye, Kürt özgürlük hareketiyle birlik ve dayanışmaya özellikle önem veriyoruz. Türkiye’de ve Almanya’daki toplantılarda Şiko yoldaşın üzerinde durduğu en önemli konulardan biri bu yüzleşme konusuydu. Bundan böyle Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi için en geniş güçlerle kurulacak olan ittifakın omurgası Kürtlerle kurulacak birlik olacaktır. Bu ittifak politikamızda önemli bir değişikliktir. Kimlik, çevre, iklim, kadın sorunları üzerinde özellikle durmak da ikinci önemli değişikliktir.

Yoldaşlar,

Kürtlere karşı savaş ve Ukrayna savaşı pahalılık, yoksulluk ve sefaletin nedenidir

Türkiye’de ve dünyada durum gözler önünde. Yeni bir dünya savaşından henüz kaçınılıyor, ama bölgesel savaşlar tüm hızıyla sürüyor. Bunlardan ikisi bizim bölgemizde: Biri Ukrayna’da, diğeri Ortadoğu ve Türkiye’de. Bir başka bölgede, Uzak Doğu’da Çin’de, Tayvan’da da gerginlikler provoke ediliyor. Bu savaş ve gerginliklerin yükü emekçilerin sırtına bindiriliyor. Açlık, yokluk, yoksulluk, pahalılık, kıtlık, sefalet, ekonomik sıkıntılar altında tüm dünyada ve Türkiye’de halk yığınları ezilmektedir.

Türkiye’de halkın nefes alması Erdoğan’ın gitmesine bağlıdır

Bugün Türkiye’de ekonominin bunalımın giderilmesi, özgürleşme ve demokratikleşme yolunda adımların atılması, tarihle yüzleşilebilinmesi karşısında en büyük engel Erdoğan’ın gerici, islamofaşizan tek adam rejimi, diktatörlüğüdür. Bu rejimin en güçlü dayanağı ise Kürt Türk halkları arasında güçlü bir birliğin henüz oluşmamasıdır.

Bu sıkıntılardan bir nebze olsun kurtulabilmek için Erdoğan’ın gitmesi, bu rejimin devrilmesi ve değişmesi gerekmektedir. Bunun için bir olanak önümüzdeki seçimlerdir. Ama Erdoğan hâlâ güçlüdür. Seçim hilelerinin yanısıra her türlü provokasyonlar yapabilir, nizami ve gayrı-nizami silahlı güçlerini harekete geçirebilir ve darbe yapabilir. ABD’den AB’ye kadar dış güçler onun arkasındadır. Özellikle zayıflamış bir Erdoğan onların işine yarayan en iyi liderdir.

Buna rağmen Erdoğan’ı devirmek mümkündür.  Bunun için Kürtlerden Kemalistlere kadar en geniş bir cephenin kurulması gerekiyor. Bunun tek hedefi Erdoğan’ı göndermek olmalıdır. Hayalci olmayalım. Erdoğan gittiği zaman gelen kim olursa olsun, büyük bir ihtimalle köklü bir demokratik değişiklik yapmaya yanaşmayacaktır. Kürtlere karşı savaş ve saldırılar devam edecektir, işçi sınıfı, sol ve demokratik güçler üzerinde her türlü baskı sürecektir. Ama Erdoğan’ın gitmesiyle onun kurduğu “korku imparatorluğu” yıkılacak, toplum bir nefes alacak, kendine bir güven gelecektir. Bu nefesin boyutu, artık fiilen başlamış olan seçim kampanyası boyunca demokratik hak ve özgürlüklerin sol ve demokratik güçler tarafından ardıcıl savunulmasına ve bu doğrultuda yığınların harekete geçirilebilmesine bağlıdır.

Esas olan demokrasi ve özgürlükler mücadelesini derinleştirmektir

Bu durumda Erdoğan’a karşı olan tüm güçlerin Erdoğan’ı devirmek için açıkça ilan edilmese de birlikte hareket etmelerini sağlamak taktik bir sorundur. Ama komünist, sol ve devrimci demokratik güçler kendilerini asla bu taktik hedefle sınırlamamalıdır. Seçim kampanyası sürecinde yığınların hem kendi kimlik ve sınıfsal çıkarları, hem de politik sorunlar, demokrasi ve özgürlükler temelinde taleplerini yükseltmeleri, mücadele etmeleri, örgütlenmeleri için çalışmalıdırlar. Bu mücadele Erdoğan devrildikten sonra da demokrasiyi ve özgürlükleri derinleştirmek için devam edecektir.

Demokrasi ve özgürlükleri derinleştirme mücadelesi stratejik bir hedeftir. Şimdi görev seçim kampanyası boyunca yığınlarla bağları, Kürtler ve Türkler arasındaki birliği güçlendirmek, seçimlerde Erdoğan’a bir darbe indirmek, seçim sonrasında halkın demokrasi ve özgürlüklere sahip çıkmasını sağlamaktır. Ancak o zaman yeni iktidarın savaşa yönelik ve antidemokratik adımları frenlenebilir, ülkede yeni bir özgürlük ve demokrasi havası esebilir

Partimizi yeniden ayağa kaldırmak bu yığın mücadeleleri içinde olmakla mümkündür. Seçimler yığınlarla bağlar kurmanın bir olanağıdır. Bu olanağı iyi değerlendirelim. Ülkenin özgürleşmesi ve demokratikleşmesi için güçlü bir TKP gerekmektedir. Bunu yaptığımız ölçüde hem Şiko Yoldaş’a, hem de mücadelemizde kaybettiğimiz tüm yoldaşlara verdiğimiz sözü tutmuş olacağız.

TKP tarihe karışmadı, hâlâ yaşıyor ve savaşıyor!

20.11.2022

TKP – 1920 www.tkp-online.com

Bir yanıt yazın