Haber / Yorum / Bildiri

Sabiha Zekeriya Sertel’i saygıyla anıyoruz..

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde TKP üyesi, devrimci gazeteci, yazar ve yayıncı Sabiha Zekeriya Sertel’i saygıyla anıyoruz

Onun anısına «Yeni Çağ» dergisin Sertel’in yaşamını kaybettiği 1968 senesi Eylül sayısında çıkan yazıyı yayınlıyoruz. Onun işçi sınıfının ve halkının kurtuluş ve demokrasi mücadelesine atfetmiş yaşamını en özlü şekilde ancak yıllarca saflarında çalıştığı ve savaştığı partisi TKP anlatabilirdi. Onun yılmaz ve korkmaz, günümüz demokrasi savaşına ışık tutan efsanevi mücadelesi genç kuşaklara örneklerle ve derslerle doludur

Sabiha Zekeriya Sertel’in devrimci yaşam ve mücadele biografisi

«Türkiye halkı, son nefesine kadar kalemini elinden bırakmamış olan bu yılmaz savaşçı kızıyla daima övünecektir.»

                                         -I-

Sabiha Zekeriya Sertel, yetmiş yaşında, fakat her zamanki gibi dimdik ayakta ve yarım asırlık kalemi elde, kendi gurbette, fakat vatanı ve gerçek kurtuluşa yönelmiş halkı yüce kalbinde, 2 Eylül 1968 günü, Bakü’de, çok sevdiği hayattan ayrıldı.

«Resimli Ay»ın aydınlıkçı Sabiha Zekeriya’sı, «Tan» ve «Görüşler»in yılmaz ve yiğit Sabiha Sertel’i, gerek Türk basın tarihinde, gerekse Türkiye halkının sosyal-ekonomik kurtuluş savaşı tarihinde, hiç şüphe yok ki, en ışıklı sayfalarda daha şimdiden yer almış bulunuyor.

Hayatının hemen hemen elli yılını basında, Türk halkının hizmetinde geçirmiş olan bu seçkin Türk kadını, 1898 yılında Selanik’te doğdu. Küçük bir gümrük memurunun kızıdır. Beş kardeşin en küçüğü idi. Babası, sinirli, hayata küskün bir adamdı. Bir kızgınlık anında karısını boşadı. Beş parasız sokağa atılan kadın, gündüzleri çamaşıra giderek, geceleri oya yaparak bu beş çocuğu besledi, okuttu, yetiştirdi. Sabiha Sertel, hayatın çekilmez çilelerinin kurbanı olan ailesinin durumunu, anasının hayatla boğuşmasını görüyor, kalbi, o toplumun yapısındaki haksızlık ve adaletsizliklere karşı isyanla doluyordu. Bu şartlar ve ortam içinde, ilk ve orta tahsilini Selanik’te yaptı. Balkan Harbi’nden sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a göç ettiler.

Birinci Dünya Harbi yıllarında hastanelerde fahri hasta bakıcılık yaptı. Bir taraftan da, edebiyata merak sarmıştı, boş vakit buldukça kitaplara sarılıyordu. En büyük isteği tahsiline devam etmekti. Fakat, içinde bulunduğu şartlar ona bu imkanı vermiyordu.

Harbin sonuna doğru Zekeriya Sertel’le evlendi. İki yıl sonra, genç karı-koca, önlerine çıkan bir fırsattan faydalanarak, tahsillerini tamamlamak üzere Amerika’ya gittiler. Orada sosyal bilimler okulunda okudular. Sabiha Sertel, bir yandan da Marksist eserler okuyor, toplumdaki haksızlık ile adaletsizliklerin nedenlerini öğreniyordu.

Memlekete döndükleri zaman, Milli Kurtuluş Savaşı henüz sona ermişti. Yeni bir Türkiye doğuyordu. Genç Sabiha Sertel, bu yeni Türkiye’nin sosyal ekonomik adaletsizlikler ülkesi olmasını istemiyordu. Osmanlı İmpratorluğu’nun toplumsal çelişkileri yeni Türkiye’de ortadan kaldırılmalıydı. Genç karı-koca, «Resimli Ay» dergisini çıkarmaya başladı. Sabiha Sertel, memleketin sosyal problemlerini deşen yazılar yazıyor, halkın acılarını dindirecek tedbirler öne sürüyordu. Fakat, bu mücadelenin örgütsüz yapılamayacağını anladı. Ve en ilerici siyasi örgüte katılarak, Nazım Hikmet başta olmak üzere ilerici aydınlarla birlikte çalışmaya koyuldu. Böylece, «Resimli Ay» dergisi, önemli bir mücadele kürsüsü haline aldı. Fakat Türk burjuvazisi, bu uyarıcı ve uyandırıcı dergiyi çok geçmeden kapattı.

İtalya’daki faşizm, Türkiye’de de ırkçılık ve Pantürkizm akımlarını depreştirmişti . Almanya’da Hitler iktidarı ele geçirdikten sonra, bizdeki ırkçılar örgütlendiler ve saldırıya geçtiler. Sabiha Sertel cesaretle bunların karşısına dikildi. Faşist sürülerine ve onları besleyip kışkırtan sosyal düzene karşı çetin bir mücadele yürüttü. Onun «Tan» gazetesindeki yazıları, o karanlık günlerde yurtseverlere ümit ve cesaret veriyordu. Sabiha Sertel, faşizme, gericiliğe, irticaa amansızca saldırıyor, yiğitçe savaşıyordu. Bu, emekçi yığınlarının sınıf savaşına büyük bir katkı idi. Faşistlerin, gericilerin şahsında, sömürücü ve soyguncu temellere dayanan sosyal düzen şiddetli hücumlara uğruyordu.

Faşistler, ilericilere ağır bir darbe indirmek niyetiyle Tevfik Fikret’i kendilerine hedef yaptılar. Ve bu defa da karşılarında Sabiha Sertel’i buldular. Ve gericilerle, faşist ve ırkçıların ilericilere indirmek istedikleri darbe, Sabiha Sertel’in amansız kalemiyle geri tepti, bu meseleyi ortaya atanları perişan etti.

Sabiha Sertel, bu alandaki mücadelesinde gazete makaleleriyle de yetinmedi, «Tevfik Fikret’in Felsefe ve ideolojisi» adlı bir kitap hazırlayarak yayınladı. (Sonradan, gurbetteyken bu kitabı yeni baştan işleyen ve genişleten yazar, Türk fikir hayatına «İlericilik-Gericilik Kavgasında Tevfik Fikret» adıyle değerli bir eser kazandırmıştır.)

Sabiha Sertel, günlük makaleleri dışında, sosyalizmle ilgili bazı çeviriler de yapmıştır. Bunların en çok okunanı ve sık sık basılanı, August Bebel’in «Kadın ve Sosyalizm» adlı eseridir. Ayrıca, anti-emperyalist yönlü ”Çiltra Royla babası” adlı bir de roman yazmıştır.

Gerek ”Tan” gazetesindeki devrimci, anti-emperyalist, anti-faşist eğilimli ateşli mücadele yazıları, gerekse kitapları, o zamanki iktidar çevrelerini çileden çıkarıyordu. Hele «Görüşler» dergisi de çıkmaya başlayınca, bu çevreler, Sabiha Sertel’i susturmak için «Tan» basım ve yayınevini faşist sürülerine ve sivil giydirdikleri polislere yıktırmaktan başka çare bulamadılar. Ve 4 Aralık 1945 sabahı, bu sürüleri, balyozları «Tan» gazetesinin ve «Görüşler» dergisinin matbaasına saldırttılar. Makineleri parçalattılar, kağıt bobinlerini denize attırdılar. Sabiha Sertel’i de kırmızı mürekkeple boyayarak sokaklarda dolaştıracaklardı. Fakat, ele geçiremediler. O zamanki faşist idarenin savcıları, suçluları yakalayacak yerde, Sabiha Sertel’i yakalatarak hapse attırdı.

Sabiha Sertel’i bu suretle susturacaklarını sananlar, bunda da aldandılar. Ateşli yazar memleket dışında da mücadelesine devam etti, çok sevdiği halkına gerçekleri anlatarak, onları aydınlatmak, uyarmak, tam bağımsız, sosyal adaletli Türkiye için mücadeleye çağırmak imkanını buldu. Bir taraftan da hatıralarını «Roman Gibi» adlı bir kitapta topladı. Bu kitap, yakında yayınlanacaktır.

                                         -II-

Aşağıda, Sabiha Sertel’in, yurt dışındayken yazdığı makalelerinin bazılarından alıntılar veriyoruz :

23 Ekim 1958’ de yazdığı ’’Halkımız Amerikan boyunduruğu altında yaşamıyacaktır!’’ başlıklı yazısında şöyle diyordu:

«Memleketimizde Amerikan düşmanlığı artmıştır. Ve daha da artacaktır. Türk halkı boyunduruk altında yaşamıyacaktır. Amerikalılar «Yardım» dediler, milletimizi aldattılar. Bu yardım adı altında bizi boğazımıza kadar borca soktular. Şimdi yıllar boyunca bunların faizini, faizinin faizini ödiyeceğiz. Amerikan silah fabrikatörleri, ellerinde modası geçmiş, çürük-çarık ne varsa bize sürdüler. Biz onlar için bir sürüm pazarı olduk. Generallerimizi, subaylarımızı bir emir eri gibi kullanıyorlar. Bayrağımızı yırtıyorlar. Milli bağımsızlığımızı, haysiyet ve şerefimizi yok ettiler. Bunun karşısında Türk halkı elbette ki Amerikalıyı dost değil, düşman görür.

Petrollerimizin, madenlerimizin imtiyazlarını aldılar. Memlekette buldukları yerli ortaklarla beraber servet kaynaklarımıza el koydular. «Yabancı Sermayeyi Koruma Kanununu» çıkarttılar. Milyonlarla kârlarını kendi memleketlerine aktarıyorlar. Biz, kendi servet kaynaklarımızın üstünde açlıktan kırılıyoruz. Petrol kuyularında, maden ocaklarında çalışan işçilerimiz Hint fakirleri gibi yaşıyor. Bizi sağmal inek gibi sömürüyorlar. Bir ahtapot gibi milletin kanını emiyorlar.

Atom üsleri, atom rampaları kurdular, köylülerimizi topraklarından attılar. Hava alanlarımıza, limanlarımıza oturdular. «Adana üssünden bir daha çıkmıyacağız» diyorlar. Memleketimizde kendilerine el veren hainler buldular. Hep beraber «Sovyet tehlikesi» palavralarıyla halkımızı aldattılar. Memlekette bir harp havası körüklüyorlar. Bizi uçurumun kenarına getirdiler. Şimdi halkımız, bütün bunlardan hükümeti ve Amerikalıları sorumlu görüyor. Baş düşmanımız Amerikalılarla beraber bütün yurt hainlerini de başından atacaktır.»

”Topraklarımız işgal altındadır!” başlıklı yazısından:

«Memleketimiz batılı emperyalistlerin han kapısı oldu. Bir harp filosu gider ötekisi gelir. Komutanların, heyetlerin biri gelir, ötekisi gider. Nato deniz kuvvetlerinin ziyareti biter bitmez, NATO’nun Güney Avrupa bölgesi Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı geldi. Türk silahlı kuvvetleri komutanları ile görüştü. Türk Genelkurmayı ile görüşmeler yaptı, ordumuzu teftiş etti. Daha geçenlerde Altıncı Amerikan Filosu gelmişti. Bu filo daha Boğazdan çıkar çıkmaz, yeni bir Amerikan filosunun geleceği bildirildi. Her Amerikan filosunun gelişinde 15-20 bin deniz eri sokaklarımıza dökülüyor, yapmadıkları rezaleti bırakmıyorlar. Memleketimizde 14 bin Amerikalı er ve subay var. Ne oluyoruz? Memleketimiz işgal altında mıdır?

Bütün bunlar bir harp hamiliğinin pişirilip kotarılması içindir. Yurdumuz sömürgeci devletlerin talim meydanı, Amerikalıların atom harmanı oldu. İstanbul, İzmir, İskenderun limanları onların işgali altında. İncirlik, Cumaovası, Esenboğa havaalanları onların işgali altında. Büyük şehirlerimiz onların işgali altında. Sanki 1919-22 yıllarındayız. O zaman aynı düşmanlar topraklarımızı işgal etmek, buradan Sovyetlere saldırmak amacı ile gelmişlerdi. Bu düşmanları kovmak için bir İstiklal Savaşı verdik. Bağımsızlığımızı kurtardık.

Bugün aynı düşmanlar, ”dost” sıfatı ile geldiler. İdareci çevrelerin hiyaneti yüzünden, bütün limanlarımıza, hava alanlarımıza, ordumuza, her şeyimize el koydular. Bunları bir avuç dolarla elde ettiler. Şimdi işgal altında tuttukları bu topraklardan, tekrar Sovyetlere karşı bir harp hazırlıyorlar. Gericiler, işbirlikçiler, bu saldırganlık harbine el veriyorlar. Yalnız iki şeyi unutuyorlar: Birincisi, halkımızın bağımsızlığını ne pahasına olursa olsun feda etmiyeceği, bu işgalden kurtulmak için sonuna kadar savaşacağıdır. İkincisi, Sovyetler Birliği Birinci Dünya Harbinin sonunda yeni kurulan, kurulur kurulmaz emperyalistlerin hücumuna uğrayan’ Sovyetler Birliği değildir. O artık kendisine gelecek hücumları püskürtecek ve düşmanlarını haritadan silecek kadar kuvvetlidir. Emperyalistler hesabına böyle bir harp macerasına atılmak, topraklarımızı NATO devletlerinin manevra sahası, atom harmanı, harp alanı yapmak, bu memlekete, bu halka karşı işlenen bir cinayet ve hiyanetten başka birşey değildir.

Bize yabancı filoları, harp hamiliği manevraları değil, barış lazım. Komşularımızla dost olmak, iyi münasebetler kurmak, barış içinde gelişmemizi sağlamak Iazım. Halkımızın isteği budur. Bu isteğe karşı gelenler, memleketi üçüncü bir dünya harbine sürükliyenler, Birinci Dünya Harbinin sonunu hatırlamalıdırlar.»

Nato’ya girişimizin onuncu yılı münasebetiyle yazdığı yazıda şöyle diyordu:

«Yurdumuz İkinci Dünya Harbine girmedi. Yakılıp yıkılmadı. Böyleyken bizde yıkılış, Amerikan kredisine el uzatmakla, saldırgan NATO blokuna bağlanmakla başlar. Truman doktrini ile, dış politikamız sömürgecilerin harp politikasına bağlandı. Marşal planı kabul edilmekle Türkiye’nin sömürgeleşmesi şartları hazırlandı. 1951 de yurdumuzu NATO’ya sokan gerici çevreler bu anlaşmalarla topraklarımızın sömürgeciler hesabına bir atlama tahtası olmasını kabul ettiler. Dolara sattılar bağımsızlığımızı. Yardım ve kredi maskesi altında memleket kapılarını sömürgecilere, başta Amerika’ya açtılar. NATO’ya girmekten bugün elde ettiğimiz sonuç, memleketin ekonomik yıkımı olmuştur. NATO’ya bağlılık politikası yarın Ankara’yı daha tehlikeli maceralara sürükliyecektir.

Batı blokuna bağlanmakla neler kaybettik? Rakamlar, olaylar açık konuşuyor. 1947’den bugüne Amerika’ya 36 milyar lira borç. Yurdumuzun Amerikalılara, NATO’lu devletlere bir sürüm pazarı olması. Geri bir Ziraat memleketi halinde kalması. Yarı sömürge haline gelmesi. Yabancı sermayeyi teşvik, yabancı sermayelere üstün haklar tanınması ve bu yüzden milli sanayimizin yıkılması. Yabancı tekellerin, Batı Alman sermayedarlarının, Türk işçisinin ucuz işgücünden faydalanmaları için Türk işçilerinin yabancı ülkelere aktarılması. NATO pazarlarına bağlanmak yüzünden yurdumuzun doğu ve orta Avrupa’daki piyasalarını kaybetmesi. Sosyalist memleketlerle ticaretin menedilmesi, küçük tüccarların sıkıntılı duruma düşmesi. Bütün bunların üstünde, NATO’nun harp hazırlığı planını yerine getirmek için, Amerika’dan ve diğer NATO devletlerinden alınan borçların Amerika’nın çürük çarık, modası geçmiş harp malzemesine yatırılması, bu yüzden ekonomik alanlara kısır yatırım yapılması. Yabancı sermaye ile işbirliği yapan bir kısım büyük sermayecinin, tüccarın, kompradorun milyoner olmasına karşılık, halkın büyük bir açlık ve sefalete sürüklenmesi. Sınıflar arasındaki tezatların artması. Harp hazırlığı yükünün fakir halkın sırtına yüklenmesi. Bütçenin askeri masraflara ayırdığı milyarların dışında stratejik yolların, hava alanlarının, limanların yapılması için bütçenin diğer fasıllarından aktarmalar yapılması, Halkın sağlığı, eğitimi, sanayileşme, ziraatın kalkınması işlerine az yatırımlar yapılması. Sömürgecilere bağlanma yüzünden yarım milyonluk bir ordunun ayakta tutulması, NATO’ya her memleketten fazla, 22 tümen verilmesi, ordumuzun Amerikan generallerinin kumandasında bir lejyoner ordusu haline gelmesi. Sözün kısası, milli bağımsızlığımızı kaybetmemiz ve bugünkü müflis duruma düşmemiz…

Amerika bu borçları bizi kalkındırmak amacı ile vermedi. Bizi korumak için NATO’ya sokmadı. Maksadı topraklanmıza yerleşmektir. Hâlâ bu müflis halimizde hükümete para vermesinin sebebi, yurdumuzu bir saldırganlık harbine atlama tahtası yapmaktır. İşte Amerikan yardımının, NATO’ya bağlılığının genel hatlariyle bilançosu: Görülmemiş bir yıkım.

İktidarı elinde tutan gerici çevreler hâlâ bu borç politikasına, NATO’ya bağıllık politikasına devam ediyorlar. Memleketi her gün biraz daha batırıyorlar. Bu politikadan Amerika ile işbirliği yapan büyük sermayedarlar, toprak ağaları, Amerikan mühimmat tekelleri, komisyoncu tüccarlar, gerici generaller faydalanıyor. Gerici sınıflara dayanan hükümetler, partiler de bu NATO politikasını yürütmek için, sahte bir vatanseverlik maskesi altında halkın dış politika üzerinde konuşmasını tabu sayıyorlar. Emperyalizmin satılık uşakları, yurdumuzu bir atom harbine hazırIıyorlar. Son günlerde bu hazırlık hızlandırılmıştır. Bu durum karşısında işçi, köylü, genç, ilerici subay, aydın, esnaf, bütün halk, uyanık olmalıyız. NATO’dan, SENTO’dan, Amerika ile bağlanan ikili Askeri anlaşmalardan kurtulmadıkça milli bağımsızlığımıza kavuşamaz, bir saldırganlık harbinin felaketlerinden kurtulamayız. Yabancı sermayeler karşısında yıkılıştan, kapitülasyonlardan kurtulmamızın, egemen, tarafsız, barışçı, demokratik bir Türkiye olarak yaşamamızın tek çaresi, yurdumuzda ağalık süren Amerikalıları kovmak, ölüm rampalarını topraklarımızdan defetmektir.»                                *

Bu yazılar, sanki bugün yazılmış. O kadar aktüeldir ve gerçekleri uzak görüşlülükle yansıtmaktadır. Sabiha Sertel, işte bu derecede sağlam bir dünya görüşüne ve bu derecede derin bir tahlil kuvvetine sahipti. Ve üstelik, coşkun bir yurtsever, atılgan, yiğit bir savaşçı idi. Türkiye Komünist Partisi, Türk emekçileri, bütün Türkiye halkı, son nefesine kadar kalemini elinden bırakmamış olan bu yılmaz savaşçı kızıyla daima övünecektir.

                                         -III-

TKP’nin Sertel ailesine başsağlığı mesajı

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Yakub Demir (Zeki Baştımar) yoldaşın Sertel ailesine başsağlığı telgrafı:

Sabiha yoldaşın ölüm haberini derin bir teessürle aldım. Türk komünistlerinin, Türk emekçilerinin, devrimci Türk aydınlarının kalbinde daima yaşıyacak olan O’nun aziz hatırası önünde saygı ile eğiliriz. Büyük acınızı paylaşır, Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi adına ve kendi adıma sizlere başsağlığı dilerim.

3. IX. 1968              Yakub Demir

Bir yanıt yazın