Haber / Yorum / Bildiri

Naciye Hanım’dan İlerici Kadınlar Derneği‘ne Komünist Kadınlar

100. Yılında TKP Yaşıyor, Savaşıyor!

Serap AKTEPE

1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında gerçekleşen, delegelerinden 55’i kadın olan Bakü Birinci Doğu Halkları Kurultayı’nın altıncı oturumunda 31 kişilik Mustafa Suphi’nin heyetinde bulunan 21 yaşındaki Naciye Hanım Türkiye Komünist Gençler Birliği üyesi olarak 2050 delegeye şöyle sesleniyordu: 

“Doğu’da yükselmeye başlayan kadın hareketine, kadının toplumsal hayattaki rolünün narin bir bitkinin ya da kibar bir oyuncak bebeğinki kadar olmasından memnun olan ahmak feministlerin gözünden bakılmamalıdır. Bu hareket, dünya genelinde cereyan eden devrimci hareketin önemli ve kaçınılmaz bir sonucu olarak görülmelidir. Birçok insanın zannettiği gibi Doğulu kadınlar, sadece sokaklarda türban giymeden dolaşma hakkı için mücadele etmiyor. Yüksek ahlâki değerlere sahip Doğulu kadınlar için türban, en az öneme haiz meseledir.

Doğulu komünist kadınların vermesi gereken savaşım daha da zordur, çünkü tüm bunlara ek olarak onlar erkek milletinin baskısına karşı da mücadele etmek zorundadır. Eğer siz Doğulu erkekler, geçmişte olduğu gibi gelecekte de kadınların kaderlerine karşı kayıtsız kalırsanız, beraberce yaşadığımız ülkemiz, bizimle beraber yok olacaktır. Bunun tek alternatifi, tüm ezilenlerle birlikte kanlı bir ölüm-kalım mücadelesi başlatmak ve haklarımızı güç kullanarak kazanmaktır.

Eşit haklara sahip olduğumuzu kabul eden komünistler ellerini bize uzattılar, biz kadınlar da onların en sadık yoldaşları olduğumuzu ispatlayacağız. İzlenecek yolu olmayan karanlıkta sendelediğimiz ya da derin uçurumların kıyısında durduğumuz doğrudur, fakat korkumuz yok, çünkü biz biliyoruz ki, her insan gün doğumunu görmek için karanlığın içinden geçmek zorundadır.”

Kurultay’dan hemen sonra Mustafa Suphi önderliğinde kurulacak olan TKP’nin önderleri, komünist kadınları Bakü’de erkeklerle bir araya getirerek Naciye Hanım aracılığı ile geleneksel kadına bakış yargılanıyor ve Doğulu kadınların özgürleşmesi için şu talepler ileri sürülüyordu: Erkeklerle haklarda tam eşitlik, erkeklerle aynı ölçüde genel ve mesleki eğitim, evlilikte tam eşitlik, çok eşliliğin kaldırılması, bütün yönetici kadrolara ve yasal işlevlere kadınların koşulsuz kabulü ve bütün kent, kasaba ve köylerde kadın hakları koruyucu organların kurulması.

Daha kuruluşunda kadın meselesini kadın yoldaşlarla birlikte yürüyerek ve hem işgal altındaki Anadolu’ya geçmek, savaşa katılmak hem de TKP’nin bu topraklarda mücadelesini vermek için Bakü’den yola çıkan Mustafa Suphi ve 14 yoldaş Karadeniz’de boğdurulurken, Suphi’nin hem eşi hem yoldaşı Meryem (Maria) Suphi alıkoyulur, kadınlığı ile bir kez daha cezalandırılır ve hunharca katledilir. Suphilerin katlinden sonra Cemile-Rahime Nuşirvanova kardeşler ve Naciye Hanım Clara Zetkin’in yönlendirmesiyle ilk kez 8 Mart 1921’de Uluslararası Kadınlar Günü’nü kutlayıp Ankara’ya telgraf çekerek Suphilerin katlini protesto ederler.

Mustafa Suphi, Ethem Nejat gibi bir Tanzimat aydını olan Naciye Hanım öğretmendir ve Karadeniz’in derinliklerinde anıtlaşan 15’lerden İsmail Hakkı’nın kız kardeşidir. Bir komünist olarak Naciye Hanım işgal altındaki İstanbul’da da binlerce kadının toplandığı Sultanahmet mitinglerinde de söylevler vermiş ama polis tarafından takip edilmiştir.

Kemalistlerin iddia ettiği gibi kadın sorunu onlarla tepeden vahiy gibi inmemiş, Tanzimat hareketiyle birlikte 19. Yüzyıl ortalarından itibaren kadın hakları alanında ilk adımlar atılmaya başlanmıştır. Batı toplumlarına göre Osmanlı toplumunda kadının toplumsal bakımdan oldukça geri bir konumda olduğu, kadının durumunun şeriatla çelişkili bir durum yarattığı ve laikleşmenin kadını modern bir konuma getireceği biçiminde tartışılmıştır. Bu çabalardan hareketle aydın ve bürokratlar cariyelik ve köleliğin kaldırılması, kadınlara miras hukukunda eşit haklar tanınması ve mesleki eğitim verme yönünde ilk adımlar attılar. Ancak, Batı’da ortaya çıkan burjuvazi ve işçi sınıfının eski düzeni- feodaliteyi- bütün kurumlarıyla yıkarak, üzerine uluslaşma ile birlikte sanayileşmenin de koşut gittiği yeni bir toplum inşa etmelerini izleyen bir süreç yaşanmış ve kadınlar çalışma yaşamına daha erken adım atmalarıyla birlikte hayatlarında köklü değişiklikler olmuştur. Osmanlı Devleti’nde böyle bir durum yoktur. Bir burjuva toplumu, sermaye birikimi ve gelişmiş üretici güçleri yoktur. Avrupa’daki gibi yaşanan sürecin alt yapısı olmadığı için dönemin Tanzimat aydınları ile kadınların durumu değiştirilmek istenmekte, ancak değişmeyen alt yapının üzerine böyle bir üst yapının oluşturulmaya çalışılması da çok sınırlı bir çevreyle kısıtlı kalmıştır. O çevre Avrupalı gibi giyinen, birkaç dil bilen, balolarda boy gösteren kadınlar olmuştur. Osmanlı Devleti’nde ilk fabrikalarda çalışan kadınlar, Müslüman kadınlar değil, Ermeni, Rum kadınları olmuştur.

Kemalizm’de ise “Türk kadını dünyanın en aydın, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır” cümlesiyle özetlenen medeniyetin aydınlık yüzü, Batılı gibi giyinen modern Türkiye, okumuş ama yönetim kadrolarında temsil edilmeyen, yaşamını kazanmak için değil de bir ‘’işe yarayan’’, cinsiyetsiz ama hayır kurumlarında çalışan, kamuda çalışan ama kadınlık ve analık görevlerinden feragat etmeyen hayırlı vatan evlatlarını yetiştiren, halkı eğiten, iyi dans eden, erkeği iyi temsil eden, özgürlüğünü babasına veya eşine borçlu ve de bağımsız kadın örgütlenmesine izin verilmeyen ama ona ‘’hakları verilen’’ bir objeydi. Kadınların çalışma hayatına atılmasında da bir avuç kentlerde yaşayan burjuvalaşmakta olan paşa kızları gibi elit kesim bu ayrıcalıklardan yararlanmıştır. Ne Sultanahmet mitinglerine katılan yüz binlerce kadın ne de Kemalistlerin çok övünerek ‘’kahraman Türk kadını’’ diye resimlerini pazarladığı Anadolu’da Kara Fatma, Gördesli Makbule Hanım, Tayyar Rahmiye Hanım, Hatice Hanım, Fatma Seher Hanım ve Nezahat Hanım gibi kağnıyla mermi taşıyan, cephelerde savaşan kadınlar bu haklardan yararlanabilmiştir. Hatta Anadolu’da çoğu kadının bu ayrıcalıklardan haberi bile olmamıştır.

Kemalist Türkiye bu anlayışla doğduğu toprakları bombalayan Ermeni devşirmesi Sabiha Gökçen gibi kişilikler, ya da dikte ettirilen tarihin inşasını yazan Afet İnan gibi karakterler yetiştirmiştir. Bugün bu zihniyeti taşıyan CHP’li kadınlar; hâlâ ‘’cahil’’ halkı eğitmek gibi üstenci tutumlarıyla, Cumhuriyetin değerleriyle donatmak gibi suni gündemlerle emekçi, köylü, aydın kadınlarla bağ kuramıyor, dar bir çerçevede sıkışmışlık yaşıyorlar. ‘’Modern Kemalist’’ devlet Ermeni Katliamı’nda kadınlara tecavüz ederek, kaçırarak, Ermeni yetim çocukları alıkoyup Müslümanlaştırarak, kimliğini unutturarak, Kürt kadınlara Dersim’de tecavüz ederek, katlederek, Alevi kadınları karınlarını deşecek kadar kana susamışlıklarıyla, yakın tarihlerde de IŞİD’le işbirliği ile Yezidi kadınları Şengal’de pazarlarda köle olarak satacak kadar tescillidir.

Dikte ettirilen bu tarihe göre ‘’Türk kadınına’’ seçme ve seçilme hakkı dünya kadınlarından çok önce verilmiştir. 1870’den Cumhuriyet’e kadar Nisvan Hareketi gibi 100’e yakın dernek kuran, 30’dan fazla dergi yayımlayan, hatta kendi içinden çıkan burjuva feminist hareketi Kadınlar Halk Fırkası önderi Nezihe Muhiddin’e iftiralar atarak, linç kampanyası başlatarak dünyayı dar etmişlerdir. Hatta TKP’li Naciye Hanım’ın güne göre çok ileri taleplerine rağmen, bir lütuf gibi seçme ve seçilme hakkının dünyada bir ilk olduğu yalanına sarılmışlardır. Finlandiya’da kadınların 1906’da, ABD’nin 1920’de, İngiltere’nin 1928’de bu hakkı aldıkları göz önüne alındığında Kemalistlerin bütün tarih tezleri gözden geçirildiğinde muhaliflerin ve bu topraklarda başta kadın, Kürt, Ermeni, Rum-Pontus, Aleviler; Çerkes katliamları gibi birçok meselenin açıklığa kavuşması ülkeyi Kemalizm heyulasından kurtarıp kadınların ve halkların gerçek kurtuluşuna götüren aydınlık yol aralanacaktır.

1924 Meclisinde bir yanda Osmanlı düzenine son verip demokratik bir ülke yolunda adım atılması yolunda mücadele veren sosyalist bir grup, diğer yanda Osmanlı mebusları, dinci ve hilafetçi bir grup mevcuttur. 1924 Anayasası çalışmaları sırasında sosyalist grup ‘’kadınların nüfustan sayılması, vatandaş olarak kabul edilmeleri’’ne ilişkin yaptıkları öneri üzerine meclis birbirine girmiş, öneri reddedilmiştir. Bugün bile bu kesim tüm canlılığı ile yaşamaktadır. ‘’İstanbul Sözleşmesi’’nin iptalinin alıcısı bu Osmanlı artıklarıdır. AKP’dir. Kendi de hilafet rüyalarıyla yatan AKP, bu kesime ‘’İstanbul Sözleşmesi’’ ile göz kırparak, kadınları, bu ağızlarından ‘kadın’ denince salyalar akan gruba, dinci-hilafetçi, yobaz kesime sunmaktadır. Fakat kadınlar ‘’Cumhuriyetin kazanımları’’ ile özgürleşmemiş, kendileri dişleri ve tırnaklarıyla mücadele vererek bu geri kalmış topraklarda kendilerini var etmişlerdir.

1926 yılında İsviçre Medeni Kanunu’nun taklit edilmesiyle Batılı olma eşiğini atlayacaklarını sanan Kemalistler; çok eşliliğin yasaklanması, kadına boşanma hakkı, mirasta eşitlik, evlilik yaşında sınırlandırılma, mahkemelerde erkekle eşitlik gibi döneme göre ileri görünen bu yasalarla ve ama hâlâ erkeğin reis olarak belirlendiği, kadının ise aile ve çocukların bakımından sorumlu olduğu, kadının ancak evin ekonomisine katkıda bulunmak için çalışabilmesiyle ataerkil bir toplum yapısını yansıtmaktadır. Bu devleti şeyhlerle, ağalarla kurdukları ve hâlâ onlarla birlikte yönettikleri ve onların imtiyazlarına dokunulmaması bu değişikliklerin şeklen olduğunu göstermektedir. Gerici-feodal geleneklerle savaşılmadığı, kurumların alt üst olmadığı, Şeyhülislam yerine Diyanet gibi bir kurumun geçirildiği, bugün bile çoğu yerlerde hâlâ imamın, tarikatların tahakkümünde kadınların okullaşma oranının yükseltilmediği, karanlıktan kurtulmadıkları ve 100 yıl önce çalışma yaşamına atılan kadının hakları yasal güvence altına alınmış ise de bu çerçeveye sıkıştırılması ilerici bir adım olarak görülemez.

Daha sonra 60’lı yıllarda kurulan kadın derneklerinde de bu izlere rastlamak mümkündür. Atatürk ilkelerine, sevgisine bağlı, özgürlüğünü ona borçlu Türk kadını bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük şiarlarıyla gericilikle savaşacak, aile sorumluluğuna sahip başarılı iyi eş, iyi anne, iyi meslek sahibi olarak mutlu anneyi topluma kazandıracak, sosyal, kültürel ve mesleki çalışmalarla Türk kadınına rehberlik yapacaktır. Bu kadınlara göre ezilen kadın ‘’köylü, emekçi’’ kadındır, köylerde-kırsalda yaşayan kadınlardır, ‚‘kendisi‘ değildir. O, kendisini özgür saymaktadır, çünkü Ata’sı ona özgürlük bahşetmiştir.  Kadınların durumunun erkek egemen sistem sorunu olarak alınmadığı, feodal düzen artıklarının, gericiliğin ve bağnazlığın ‘’devrimleri’’ engellediği ve daha köklü reformlarla, eğitimle çözümlenmesi gerektiğine işaret edilmiştir.

Kemalist rejim, kadınların siyasal hak taleplerini reddederek, savaştaki ‘’kahramanlıkları’’ her zaman övgü malzemesi olsa da, ‘’komünizmi de biz getiririz’’ söylemlerinde olduğu gibi, erkek egemen, cinsiyetçi kafa yapılarıyla kendilerinin kontrol edemediği bir kadın hareketine izin vermemişlerdir. Bu nedenle kadınların, Kadınlar Halk Fırkası olarak meclise girme çabaları engellenmiş, bunun yerine Türk Kadınlar Birliği adı altında örgütlenmelerine izin verilerek rejimin karakterini ortaya koymuşlardır.

68’li yıllarda tüm dünyada yükselen gençlik hareketi içinde, kadın hareketi de canlanmıştır. Ancak arkasından gelen 71 cuntası ile kesintiye uğramıştır.1972 yılında Suat Derviş’in açtığı ‘’Devrimci Kadınlar’’ derneği kapatılmış, daha yığınsal kadın hareketinin, kadınların özgürleşmesi şiarının çıkması için 1920’den beri illegal olarak çalışan TKP’nin 73 Atılımı beklenecekti. Uluslararası Demokratik Kadınlar Federasyonu’na da üye olan İlerici Kadınlar Derneği, İKD komünist kadınlar öncülüğünde 1975 yılında kuruldu. İKD’nin kuruluşundan sonra kadınların özgül mücadelesinden hareketle ayrı sosyalist kadın örgütlenmeleri, TİP, TSİP gibi partilerin programlarında kadın sorununa ilişkin satırlar eklenmiş, ancak başkanı Behice Boran olan TİP’te ayrı bir kadın örgütlenmesine sıcak bakılmamıştır. Ama TSİP ‘’Demokratik Kadın Birliği’’ adı altında kadın derneği kurarak kadınları sınıf mücadelesine çekmek için örgütlenmişlerdir.

İKD, 1921’den sonra ilk kez 8 Mart Kadınlar Günü’nü kutlamış, kısa sürede yığınsallaşan dernek 15.000 üye sayısına ulaşmış, tüm sayfalarının kadınlar tarafından hazırlandığı ‘’Kadınların Sesi’’ dergisi 30.000 baskıya kadar ulaşmıştır. Türkiye’nin batısından Kürdistan’a kadar uzanan 33 şubesi ve 35 temsilciliği ile İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatılan ilk dernek olmuştur. Kapatıldıktan sonra 1.5 yıl illegal olarak çalışmalarını sürdüren İKD ‘’Kadınların Sesi’’ etrafında etkinliklerini yürüterek 12 Eylül 1980’e kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Kadının sosyal- ekonomik hakları ( eşit işe eşit ücret, her iş yerine kreş, emzirme odaları, doğum izinlerinin uzatılması, 20 yılda emeklilik, çocuklara bedava süt gibi kampanyalarla) ve kadınların sosyal kurtuluşunu amaç edinen İKD, bugünden bakıldığında çalışan kadın nüfusun göreceli az olmasına rağmen işçi kadınlar arasında, gecekondu semtlerinde, aydın ve sanatçılar içinde yaptıkları başarılı, özverili çalışmalarla kadınları hem bilinçlendirerek, sosyalleştirerek- öz güvenlerini artırarak hem de sınıf savaşına çekerek örgütlülüğü yükseltmişlerdir.

İKD’liler bildiriler kaleme aldılar, fabrikalara işçi olarak girdiler, pazarlarda pahalılığa karşı korsan eylemler, mitingler yaptılar, bildiriler, afişler bastılar-dağıttılar, tiyatrolar sahneye koydular, grev alanlarına dayanışmaya koştular, okuma yazma kursları açtılar, kadınları sağlık sorunlarında bilinçlendirmek için mahallelere doktor getirdiler, mahallenin sorunlarına ilişkin dikkat çekici kampanyalar düzenlediler, gündelikçi kadınların sigortalanması için imza kampanyaları, kreş kampanyaları açtılar. Bu kampanyaların sonucu talepleri hayata geçiren iller ve beldeler olmuştur. İKD, siyasi cinayetlerin arttığı o dönemde ‘’Evlat Acısına Son’’ mitingleri de düzenledi.  Uzun bir yürüyüştü İKD…

Bu denli yığınsallaşan, 8 Mart’ın Türkiye’nin gündemine oturmasını sağlayan, hayatında toplum içinde konuşmayan, söyleyecek sözlerini söyleyemeyen kadınları sahnede, miting alanlarında konuşturan, onların önünü açan kadın – erkek komünistler, partide, derneklerdeki erkek egemen sistemle, kadının ve erkeğin geleneksel yapısı, feodalleşme ile hesaplaşmadılar. Kadın ve erkek kadrolar birbirlerini eğitmeli, bu görev sosyalist topluma ertelenmemeliydi. Geleceğin toplumunu kuracak olanlar da bu değişen, dönüşen kadrolar olacaklardır. İKD’de eksik kalan bu politika, Kürt Kadın Hareketi ile varlık bulmuş, partilerde, sendikalarda, derneklerde, inisiyatiflerde ‘’eşbaşkanlık’’ sistemi kadınlarda, erkeklerde, toplumda bilinç sıçramasına yol açmıştır. Nasıl Kürt sorunu aslında Türk sorunu ise kadın sorunu da ‘’erkek’’ sorunu olmakla, bu bilinçle kadınları mücadeleye katarak, İKD’de eksik kalan bu politikayla, feodal erkeği öldürmenin silahlarını da vererek kadınlar TKP’ni yeni Atılımlara hazırlamalılar.

Başta Meryem Suphi olmak üzere Cemile-Rahime kardeşler, Naciye Hanım, Suat Derviş, Zehra Kosova, Behice Boran gibi TKP nice kadın yoldaşlara okul olmuş, nice kadrolar yetişmiş, yetişecek, sınıf ve kadının kurtuluş mücadelesinde safları sıklaştıracaklardır.

18 yıldır AKP iktidarının erkek egemen diliyle, erkekleri yüreklendirmesiyle kadına yönelik taciz, saldırılar ve katliamlar artmıştır. Tek adamın elindeki yargı ve yürütme katil, tacizci erkekleri aklamakta, sokağa salmaktadır. Bugün her zamankinden daha çok komünist kadınlara, kadın bilinçli erkek yoldaşlara ihtiyaç vardır. Naciye Hanımın dediği gibi “karanlıkta sendelediğimiz ya da derin uçurumların kıyısında durduğumuz doğrudur, fakat korkumuz yok, çünkü biz biliyoruz ki her insan gün doğumunu görmek için karanlığın içinden geçmek zorundadır.”

Bu karanlıktan geçeceğiz!

Bir yanıt yazın