Haber / Yorum / Bildiri

Kavel’den Çayırhan’a Çıkan Yol

Ekrem EBEDİ

ÇAYIRHAN Termik Santrali’nde ve Maden Ocağı’nda varlık satışına karşı yeraltında ve yeryüzünde çalışan yüzlerce işçinin, eylemlere ara verildiği yerden devam ettiğini biliyoruz

Ülkemizde ve dünyanın her yerinde madenci grevleri kamuoyunun ve özellikle emek dünyasıyla yakın ilgisi olanların, her zaman dikkatini çekmiştir.

Emek dünyasına ilgi duyanlar, sadece madenci grevleri değil, işçi sınıfının ve emekçilerin her hareket ve eylemiyle de yakından ilgilenirler

Çayırhan eylemine dönecek olursak, özelleştirme kararına karşı başlatılan, ulusal menfaatlerimiz kadar, orada çalışan yüzlerce işçi ile binlerce işçinin eş ve çocuklarıyla alâkalı bir eylemdir.

Maden alanında eylemlerini sürdürürken, seslerini duyurmak amacıyla ayrı bir koldan da Ankara’ya yürüyen işçiler, Ankara’da hükümet temsilcilerinden bazı sözler alarak evlerine ve işlerine döndüler. Kısa bir süre bekledikten sonra hükümetin uygun adım atmasını beklediler, ancak nafile.

Hükümet temsilcilerinin verdiği tüm sözlere rağmen sözlerine uymayan, gerekli koşulları yerine getirmeyen hükümete karşı, madenin özelleştirilmesine karşı, işçiler kendilerini yeniden maden ocağına kilitledi.

Bildiğimiz kadarıyla, bu santralin bir yıllık kârını dahi karşılayamayacak bir tutar karşılığında özelleştirilmek istenmesi, ülkenin ekonomik kazanımlarının nasıl elden çıkarıldığını tekrar hatırlatıyor.

Kârlı işletmelerin tek tek elden çıkarılması, özelleştirme adı verilen, işletme veya tesislerin birkaç aylık kazançlarını bile karşılamayacak tutarlara devredilmesi, ülkenin tüm yer altı ve yer üstü değerlerinin yok pahasına satılması hepsi bir plânın parçasıdır. Bu politikaları hayata geçirmek için, ülke bir kaosa sokuldu.

Bu özelleştirme politikalarına nasıl gelindiğini de hatırlamak gerekir: 24 Ocak kararlarını uygulamak için uygun zemini, 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen faşist cunta sağlamıştı.

12 Eylül’de faşist bir cuntaya gelinen yol oldukça düşündürücüdür.  

Zira yükselen işçi sınıfı mücadelesi ile sınıf partisinin işçi sınıfı içerisinde örgütlenerek kök salması, ülkeyi yöneten burjuva sınıfını ürkütmüş, 12 Eylül faşist cuntasının nedenlerinden biri olmuştu.

Ülkeyi karanlık bir sürece sokan, böylelikle kardeş kavgasını başlatanlar, bu kardeş kavgasını durdurmak ve ülkede sükûneti sağlamak gerekçesini kullanarak bu girişimi yapmışlardır.

İşçi sınıfının beyleri korkutan böylesi bir örgütlenme ve mücadele azmi içerisinde olması elbette kolay olmadı. Buna zemin olan, işçilerin önceki tecrübelerini belirtmekte yarar vardır. Tabii ki bunların başında işçilere, önder olan sendikal kadro ve Kemal Türkler ile çoban ateşi olan Kavel işçilerinin haklı ve cesur direnişini belirtmemiz gerekir.

9 Temmuz 1961’de Türkiye’de ilk kez işçilere grev hakkı tanıyan 27 Mayıs Anayasası kabul edilir. Konuya ilişkin Anayasanın 47. Maddesi aynen şöyledir:

“Madde 47: İşçiler, işverenle olan münasebetlerinde, iktisadi ve sosyal durumlarını korumak veya düzeltmek amacıyla toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler. Grev hakkının kullanılması ve istisnaları ve işverenin hakları kanunla düzenlenir.”

Anayasanın 47. Maddesi uyarınca çıkarılması gereken kanunlar beklentilere rağmen çıkarılmaz. İşçiler ve sendikaları bu kanunların çıkarılması için 1961 yılının Aralık ayında on binlerce işçinin katılımıyla Saraçhane Mitingi’ni yaparak seslerini yükseltirler. Bu mitingi yürüyüş ve yemek boykotları takip eder, yasaların çıkması için hükümeti zorlamaya çalışırlar. Bunların en önemlisi Kavel Elektrik ve Kablo Fabrikası direnişidir.

Kavel Kablo ve Elektrik Fabrikası’nda çalışan ve Türk-İş’e bağlı Maden-İş Sendikası’na üye olan 173 işçi, kıdem esasına göre verilmekte olan yılbaşı ikramiyelerinin işverenin kararıyla eksik ödenmesi, ücretlerde yapılan ayarlamalar, sendikadan çıkılması için yapılan baskılar ve dört sendika temsilcisinin işten atılması üzerine, 28 Ocak 1963 günü, beş gün sürecek bir oturma eylemi başlatırlar.

Eylemin ilk gününde fabrikada asayişi bozdukları gerekçesiyle patron on işçinin işine son verir. İşten çıkarılan on işçi, aileleriyle birlikte Kavel’in önünde beklemeye başlarlar.

Kavel kablo fabrikasında başlayan direniş, kısa sürede diğer sektörlerde çalışan işçilerin, çalışmakta oldukları fabrikalara da sıçrar. Buralarda çalışan işçiler, Kavel işçileriyle dayanışmaya davet eden bildiriler dağıtırlar. Bu dayanışma diğer sendikalara da yansıyarak, her bir taraftan dayanışma ve destekler oluşmaya başlar.

Bu gelişmeler, işvereni ve hükümeti korkutmuş ve geri adım attırmıştır. İşçilerin istedikleri zemin üzerinde, işveren sendikası TİSK ve Türk-İş bir protokol imzalayarak, işçilerin ikramiyeleri ile diğer haklarının öncesi gibi ödenmeye devam olunacağını hüküm altına alır. İşten atılan işçi temsilcileri işe iade edilecek, işten çıkarılan diğer işçiler ise, fabrikanın tekrar çalışmaya başlaması itibariyle işlerine geri döneceklerdir.

İşçiler, 11 Mart günü işbaşı yaparlar, ama onları beklemedikleri acı bir sürpriz beklemektedir. 14 işçi tutuklanır ve mahkemeye çıkarılır. 13 Mart’ta 5 işçi daha, “polise mukavemet ve mesken masuniyetini ihlâl ile toplantı ve gösteri yürüyüşlerine muhalefetten tutuklanır, dava açılır. Haklarında üçer buçuk yıl hapis cezası istenmiştir.

Sendikaları ile TİP avukatları davaları takip ederek işçileri Nisan 11’inde özgürlüğüne kavuştururlar.

İşçilerin, işbaşı yapmalarında, işverenler protokole rağmen işbaşı yaptırmak istemezler. Burada yine işçi sınıfının eylem, birlik, mücadelesi ile dayanışması devreye girince, işçiler farklı kadrolarda olsa da işbaşı yapar.

Kavel orta büyüklükte bir fabrika olmasına rağmen, buranın işçileri beklenenden fazla ses çıkararak, ülkenin diğer işçilerine örnek olur.

Grevin başlamasından kısa bir süre sonra, 18 Şubat 1963’de hükümet 274 sayılı Sendikalar Yasası’nı ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası’nı TBMM’ye getirir. Yasa 15 Temmuz’da onanır ve 24 Temmuz’da resmî gazetede yayınlanır. 6 Mart 1963’de ise Anayasa Mahkemesi 1936’da çıkarılan İş Kanunu’nun grevi yasaklayan 72. Maddesini iptal eder.

Kavel işçileri tam anlamıyla çoban ateşidir. Onların yaktığı ateş ve başarısı tüm işçi sınıfına bir sınıf mücadelesi örneği olmuştur.

Dün onların yaktığı ateşin devamı olarak, bugün de Çayırhan işçileri bu mücadeleyi devam ettiriyor.

Dün başarıldı, bugün de başarılabilir.

Eksik olan, işçilere yol gösteren, sınıfsal düşünen, sınıf sendikacılığıdır. 

Eksik olan, sınıfın gerçek partisidir.

Bir yanıt yazın