Haber / Yorum / Bildiri

İklim sorunu sınıf sorunudur

Ceylan DENİZ

DÜNYADA iklimin değiştiğinin saptanması için bilim adamları ne diyor diye bakmaya artık gerek yok. Son 10 yılda yaşanan kuraklıklar, beklenmedik yağışlar ve sel felaketleri, kutuplarda ve dağlarda eriyen buzullar, ısınan denizler artık insanlığın bir iklim değişikliği ile karşı karşıya olduğunu gözler önüne sermektedir. Bunun için alınacak acil tedbirler de bellidir: Fosil yakıtlardan; petrol, gaz ve kömürden uzak durmak, rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir enerjilere yönelmektir.

Paris İklim Konferansı: Aman küresel ısınma 1,5 dereceyi aşmasın

İşin ciddiyeti iyice ortaya çıkınca Birleşmiş Milletler (BM) 1995 senesinden beri tüm dünyadaki ülkelerin devlet adamlarının katılımıyla her sene iklim değişikliğini görüşmek için konferanslar düzenlemektedir. 2015 senesinde Paris’te yapılan konferansta iklim değişikliğini önlemek, en azından durdurabilmek için sanayileşmenin başladığı 1850 yıllarına kıyasla küresel ısınma artışını 2 derecenin altında, en iyisinin 1,5 derecede tutulmasının şart olduğu karar altına alındı ve tüm dünya devletleri buna uyacaklarına taahhüt ettiler.

Maalesef şimdiye kadar kimse verdiği sözü tutmadı. Bugün gelinen noktada 1,5 derece hedefinin tutturulamayacağı ortaya çıktı. Bilim insanları bu gidişle dünyanın 2,5 derece daha fazla ısınacağını ve bunun sonuçlarının büyük bir felaket olacağını belirtmekte, fosil yakıtlardan hızla vazgeçilmesini tavsiye etmektedirler. Ama nafile. Devlet adamları her sene toplansalar da dünyanın daha kötüye gittiğini tespit etmekten, yenilenebilir enerji kaynaklarını vurgulamaktan başka bir şey yapmamaktadırlar. Laf çok, ama icraat yok. Böyle toplantılardan biri Aralık ayı başında Dubai’de yapıldı.     

Dubai: Fosil yakıtlardan enerji üretimi ne olacak?

30 Kasım- 12 Aralık tarihleri arasında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başşehri Dubai’de yapılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı, 28. Taraflar Konferans-COP 28 fosil yakıtların geleceği ve iklim finansmanı gibi konular konuşulsun istendi. Ama 13 gün süren tartışmalardan istenilen bir sonuç alınamadı. Konferans Avrupalıların dayatmasıyla bir gün daha uzatıldı. Sonunda kimsenin tatmin olmadığı, ama herkesin bu kadarı bile bir başarıdır dediği bir Sonuç Açıklaması çıktı, Konferans sona erdi.

Konferans başkanı BAE Sanayi Bakanı ve BAE’nin devlet petrol şirketi ADNOC ve yenilenebilir enerji şirketi Masdar’ın CEO’su olan Sultan Al Jaber idi. Al Jaber sunduğu ilk açıklama metninde, fosil yakıtlardan vazgeçilmesi konusunda bir şey söylenmiyordu. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Zira dünyanın en büyük petrol şirketinin CEO’sundan başka ne beklenebilirdi ki? Konferans zaten bu nedenle şaibeli başlamıştı.

Avrupalılar ilk metne karşı çıktılar ve değişiklik istediler. Yeniden tartışmalar başladı. İlk metni başta Suudi Arabistan, Katar, Rusya, Çin ve Hindistan olmak üzere birçok ülke destekliyordu. Çünkü bu ülkeler hem fosil yakıtları üreten hem de enerji gereksinimi için tüketen ülkelerdir. Bunların yenilenebilir enerji üretimine geçmeleri daha uzun zaman alacaktır. Avrupalılar ise yenilenebilir enerji üretiminde oldukça ilerdeler ve fosil enerjiyi de hâlâ oldukça yoğun kullanmaktalar. Onlar kendilerinin fosil yakıtları tamamen terkedebilecekleri tarih olarak 2050 senesini düşünmektedirler. 2030 senesine kadar da yenilenebilir enerji payı yüzdesi 30’dan 45’e çıkartılacaktır. Almanya 2030 senesine kadar elektriğin yüzde 80’ini yenilenebilir kaynaklardan üretmeyi hesap etmektedir. Avrupalılar bu planlarını konferansa katılan diğer ülkelere dayatmak istediler, ama olmadı.

Geçiş dönemi enerji olarak fosil yakıtların sonunun başlangıcı

Avrupalıların bu istemini özellikle gelişmekte olan ülkeler şiddetle reddettiler. Avrupalılar, Konferansı bir gün uzatarak yine de sonuç belgesine kendi isteklerine cevap verecek bir kavram soktular: “Geçiş dönemi enerjisi.” Böylece petrol, gaz, kömür gibi fosil yakıtlar “geçiş dönemi enerjisi” olarak adlandırılarak fosil enerji çağının sonunun başladığını ve bunun büyük bir başarı olduğunu ilan ettiler. Bunun yanı sıra açıklamada dünya çapında yenilenebilir enerji kapasitesinin 2030’a kadar üç misline çıkarılması ve enerji verimliliğini iki katına yükseltilmesi talep edildi. Bu zaten uzun zamandır gündemde tutulan bir talepti ama bunun tutulup tutulmayacağı ise ayrı bir sorun.

Oysa Birleşmiş Milletler ve Avrupalılar bu konferansta diğer önemli iklim konuları yanısıra özellikle fosil yakıtlardan, yani petrol, gaz ve kömürden enerji üretimine kendilerinin ön görülebilir bir zaman içinde terk edileceği kararının alınmasını bekliyorlardı. Bu beklentilerinde de haklıydılar. Çünkü günümüzde yaşanan iklim sorunlarının ana nedeni bu fosil yakıtlardan enerji üretimi sırasında havaya, atmosfere salınan milyarlarca tonu bulan karbondioksittir. Avrupalılar planlarını yapmışlardı, ama dünyadaki diğer ülkelerin çoğu Avrupa’ya ayak uyduracak durumda değildi. Gelişmiş kapitalist ülkeler gelişmekte olan kapitalist ülkelere kendi planlarını dikte etmek istiyorlar, ama bunun için gerekli olan finans yardımını yapmaya da yanaşmıyorlar. Onlar böylece ikiyüzlülüklerini ortaya koyuyorlar, küresel ısınmanın sorumluluğunu gelişmekte olan ülkelerin üstüne atmaya çalışıyorlar. Atmosfere en çok karbon salımını kendilerinin değil gelişmekte olan ülkelerin yaptığını ileri sürebiliyorlar. Oysa durum tam tersidir. Bunu görmek için ülkelerin karbondioksit emisyonlarına (salınımlarına) bir bakmak yeterlidir.

Atmosfere en çok karbondioksit salan ülkeler

Dünya çapında yılda atmosfere bırakılan karbondioksit 40 milyar tondur. Bunun 10 milyar tonu Çin’de, 4,7 milyar tonu ABD’de, 3,3 milyar tonu AB’de, 2 milyar tonu Rusya’da havaya salınmaktadır. Bu sayılara bakılınca Çin’in dünyada iklime en çok zarar veren ülke olduğu saptaması yapılabilmektedir. Oysa bilimsel olarak belirleyici olan her ülkede kişi başına düşen karbondioksit miktarıdır. Kişi başına salınan karbondioksit ise Çin’de 7,7 ton, ABD’de 14,2 ton, Katar’da 25,3 ton, Suudi Arabistan’da 16,6 ton, Rusya’da 13,5 ton AB’de 7,4 tondur. AB içinde Lüxemburg’da 38,2 ton, Almanya’da 8,8 tondur. Bu sayılar sanayi ülkelerinde ve Petrol üreten ülkelerde çok yüksektir. ABD hâlâ dünyada atmosfere kişi başına 14,2 tonla en çok karbondioksit salan ülkeden biriyken, Çin 7,7 tonla orta büyüklükte salınım yapan bir ülke konumundadır. Maalesef Çin, Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler sanayilerini kurabilmek için daha uzun süre fosil yakıtlara ihtiyaç duymaktadırlar. Avrupa enerjisini 200 yıldır fosil yakıtlardan karşılıyor. Gelişmekte olan ülkeler bunu daha kısa zamanda aşacaklardır. Ama bunun içinde yardıma ihtiyaçları vardır.

Atmosfere bırakılan 40 milyar ton karbondioksidin nerelerden kaynaklandığı da çok önemli. Bunun en büyük kısmı, yüzde 37’si, yani 15 milyar tonu dünya çapında fosil yakıtlardan enerji üretilirken salınmaktadır. Diğer iki büyük kısmınını da sanayi üretimi ile taşıt ve ulaşım alanında salınan karbondioksit oluşturmaktadır. Tüm karbondioksit salınımında sanayi üretiminin payı yüzde 21, taşıt ve ulaşımda yüzde 20’dir. Binalardan, evlerden çıkan karbondioksit salınımının payı yüzde 9 dur. Fosil enerji terkedilip yenilenebilir enerjiye geçildiğinde tüm bu karbondioksit salınımı sona erecek, iklim ve ekolojik sorunlar büyük ölçüde çözülmüş olacak ve insanlık bir nefes alacaktır. O zaman alınan 1,5 derecelik küresel ısınma hedefine varılmış olacaktır. Ama insanlık şu an bundan çok uzaktır. Fosil enerji üretimi böyle devam ederse insanoğlu kendi sonunu, kıyameti kendi getirecektir. O zaman insanoğlunun neden eli kolu bağlı olduğunu sormak gerekiyor. İnsanoğlu esasında çırpınıyor, ama onun elini kolunu bağlayan biri var, o da kapitalizm.

Kapitalizmin tek hedefi kârdır, dünyanın sonunun geleceğini bilse de kârdır

İster gelişmiş olsun ister gelişmekte olsun, Karl Marks “Das Kapital” eserinde (Almanca, cilt 23 s. 788) kapitalle profit, kâr arasındaki kopmaz bağı şu tespitlerle anlatır: “Uygun bir kârda kapital cesurdur. Yüzde 10 garanti ise, ki bu her yerde uygulanabilir; yüzde 20 ise, o coşkuludur; yüzde 50 ise o pozitif delidoludur; yüzde 100 kâr için o tüm insancıl yasaları ayağının altına alıp çiğner; yüzde 300 ise kendisi için darağacı tehlikesi olsa bile, riski alamayacağı hiçbir cinayet yoktur.” Evet, kapitalin hedefi kârdır. Kâr ne kadar yüksek olursa onun çiğnemeyeceğı hiçbir yasa, sonunda kendisinin öleceğini bilse bile, işlemeyeceği hiçbir cinayet yoktur. Bugün fosil yakıtları kullanmak kapital için hâlâ çok kârlıdır. Fosil yakıt enerjileri dünyanın sonunu ve kendisinin de ölümünü getireceği onun umurunda değildir. O kâr “aşkına” her şeyi, kendini de, dünyayı da, insanlığı da feda edebilir, ateşe atabilir.

Kapitalizm toplumda, doğada ve kâinatta, uzayda hiçbir sorunu çözmez, tam tersine toplumda, doğada, kainattaki tüm sorunların kaynağı, nedeni, müsebbibidir. Kapitalizmin varlık nedeni insanı, doğayı, kâinatı sömürmektir. Kendisini yeniden ve yeniden varetmesi için insanı, doğayı, kâinatı tahrip etmesi, yağmalaması ve talan etmesi, üretimi, ekonomik büyümeyi sürekli arttırması gerekmektedir. Kâr amaçlı sürekli ekonomik büyüme tüm sorunları daha da ağırlaştırmaktadır. Toplumdaki açlığın, fakirliğin, yoksulluğun, sefaletin, işsizliğin, savaşların ve çatışmaların, şiddet ve diktatörlüğün, zulmün ve esaretin, kadın ve gençlik, demokrasi ve özgürlük sorunlarının, doğadaki iklim krizinin, ekolojik ve çevre sorunlarının, kaninatta, uzayda tahribatın kaynağı ve tek sorumlusu kapitalizmdir. Bunların şiddeti, boyutu zaman içinde bazen azalır, bazen kabarır ama asla yok olmazlar, derinleşerek sürerler. İklim ve ekoloji sorunları dahil tüm bu sorunların, kötülüklerin yok olması, bertaraf edilmesi için kapitalizmin sistem olarak yok olması, üretimdeki anarşinin, sürekli büyümenin bertaraf edilmesi, yerine sosyalist sistemin, planlı ekonominin ikame edilmesi gerekir. Bunu yapacak olan işçi ve emekçi sınıf ve katmanlardır. Kapitalizmin bu “pisliklerine” karşı açacağı savaştır.

Kapitalizmin korkusu işçi ve emekçi yığınların kalkışmasıdır

Kim ki, bu sorunların kapitalist sistem içinde reformlarla düzeleceğini, hatta kapitalizmin de bu sorunları çözebileceğini ve çözülmesinde çıkarı olacağını iddia eder, o kendini aldatır ve eninde sonunda kendisini kapitalizmin hizmetinde bulur. Zira kapitalizm kârı için sürekli insanı sömürmesi, doğayı ve evreni talan ve yağmalaması gerekmektedir. Artık insanlar bunu görmeye başladılar. Kapitalizmin en çok korktuğu yığınların bu sorunları kapitalizmin çözemeyeceğini, hatta bu sorunları kapitalizmin yarattığını, ürettiğini anlayıp kendisine karşı ayaklanmasıdır. O nedenle kapitalizm herhangi bir konuda çıkan yığınsal bir hareketi kendi kontrolüne alıp söndürmek için tüm elindeki güçleri seferber eder. Buna en iyi bilinen örnek Greta Thunberg adlı İsveçli küçük bir kızın öncülüğünde doğan ve gelişen öğrenci ve gençlerin katıldığı “Friday for Future” hareketidir.

Kapitalizm Thunberg’i bir “yelkenli” ile Atlantik’i aşırıp New York’a BM’e götürttü. Thunberg orada tüm devlet ve hükümet başkanlarına “siz bizlerin geleceğini çalıyorsunuz” diye hitap ettirtti, onu çok güzel konuştu diye tüm devlet ve hükümet başkanlarına alkışlattırdı. İklim için herkesin bir şeyler yapması gerektiğini yaygınlaştırdı. Bu ise kimsenin yapmayacağı birşey  idi. Ama o böylece gelişen bir iklim hareketini kontrolleri altına alınmasını sağladı. İklim değişikliği kapital sınıfının umurunda değildir. Sıkıştığı zaman gerekirse bir aklim aktivisti gibi öne atılır ve “enerjisiz yaşanamaz, toplumun refahı için fosil yakıtları ve nükleer enerjiyi daha bir süre kullanmak gerekmektedir” diyerek iklim sorumluluğunu insanların üstüne atar. İnsanlara bunu kabul ettirir. Kapitalizmle mücadele komünist partisinin ve onun ideolojisi Marksizm-Leninizmi gerektirir. Yalnız yoksulluk, kadın, gençlik gibi sosyal sorunlar değil iklim, ekoloji, çevre gibi doğa sorunları da sınıfsal sorunlardır. İşçi ve emekçi yığınlar tarafından kapitalizm ortadan kaldırılmadan bu sorunlar da asla çözülemez. Bu nedenle iklim, çevre aktivistleri ve diğer kimlik hareketleri işçi sınıfının doğal müttefikleridir. Sorunların müsebbibi kapitalizmdir diyerek hep birlikte kapitalizme ve onun yarattığı sorunlara karşı savaşılmalıdır.

Gelişmiş kapitalist ülkelerin ikiyüzlülüğü

İnsanlık, bilim insanları, iklim aktivistleri dünyamız elden gidiyor diye çırpınıyor. Toplanan konferanslar, alınan kararlar, koca koca devlet adamlarının verdikleri sözler, yaptıkları açıklamalar havada kalmaktadır. Kapitalistler kendi bildiklerini okumaya, insanı, doğayı, evreni sömürmeye, talan ve yağmaya devam etmektedirler. Küresel ısınmanın 1,5 dereceyi aşmaması için bilim insanları projeler geliştirirken, devlet adamları planlar yaparken kapitalistler hiç o taraflı olmadan üretimlerini arttırarak devam ediyorlar. 2030, 2040, 2050 yılları gibi hedeflere gülmektedirler. Çünkü onlara göre bu “hayalleri” gerçekleştirecek maddi koşullar daha oluşmamıştır. O halde yağma ve talana devam edilecektir.

Bunun böyle olacağını gösteren her beş yılda bir yayınlanan Küresel Durum Değerlendirmesi raporudur. Bu rapor iklim değişikliği ile mücadelede ulusal değil, küresel olarak ne kadar yol alındığını ve ne yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Buna göre insanlık küresel ısınmayı 1,5 derecede tutma hedefinden çok uzaktadır. Çünkü küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırmak için 2030 yılına kadar atmosfere salınımların, emisyonların yüzde 43 oranında azalması gerekmektedir. Oysa tüm hedefler uygulansa dahi 2030 ylında emisyonlar yalnız yüzde 2 azalmamış olacaktır. Yüzde 2 nerede, yüzde 43 nerede? Belki 2030 yılına kadar bazı gelişmiş kapitalist ülkeler ulusal olarak yüzde 43 hedefine yaklaşacaktır. Ama bunun küresel ısınmayı durdurmaya bir katkısı kemen hemen olmayacaktır. Zira global olarak yüzde 2 hedefinde kalınacaktır. Bu ise küresel ısınmanın önüne geçilemeyecek demektir. Yani küresel ısınmanın bu kapitalist sistemde sınırlandırılması hayaldir, insanları avutmaktır, argo tabiriyle “dalga geçmektir.” Eğer global olarak küresel ısınmanın sınırlandırılması isteniyorsa gelişmiş kapitalist ülkelerin bunun maddi koşulunu yaratması gerekmektedir. Bu da para demektir.

Kapitalizm kendi öleceğini bilse bile, kârdan kesmez, para hediye etmez

İklim sorununun çözümü global düşünmeyi ve global planlamayı gerektirmektedir. Ama bu kapitalizmin doğasına aykırıdır. Gelişmiş kapitalizm için globalizm, büyük ölçüde gelişmekte olan ülkeleri sömürmek ve yağmalamak demektir, sorun çözmek değildir. İklim sorunu ise globaldir ve global çözüm istemektedir. Bu ise ekonomik kalkınmasını sağlamak için hâlâ fosil enerjisi kullanan ülkelere yenilenebilir enerjiye geçmeleri ve iklim değişikliğinin neden olduğu hasarları telafi etmeleri için yardım etmeyi zorunlu kılmaktadır. BM’in yaptığı hesaplara göre bunun için ihtiyaç duyulan finansman 2030 yılına kadar yıllık 160-340 milyar dolar, 2050 yılına kadar ise yıllık 315-565 milyar dolardır.  Bunu kim sağlayacak?

Gelişmiş kapitalist ülkeler böyle bir yardıma asla yanaşmamaktadırlar. 2009 senesinde 100 milyar dolarlık bir yardım fonu kurulması kararlaştırıldı. Ama bunu asla tutmadılar. Şimdi Dubai’de gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliğinin verdiği zararı karşılamak için Birleşik Arap Emirlikleri’nin ve Almanya’nın 100’er milyon dolar ödeyerek kurulan fon büyük bir başarı olarak ilan edildi. Diğer devletlerin yaptıkları taahhütle bu fonda 700 milyon dolar para birikmiş oldu. Bu para dev iklim değişikliği sorunları karşısında sıcak demirin üstüne düşen bir damla su bile değildir. Gelişmekte olan ülkelerin isteği, bugünkü iklim değişikliğinin ana sorumlusu 150 yıldan beri kurduğu dev sanayi ile atmosfere saldığı ve orada birikmesine neden olduğu gazlarla gelişmiş kapitalist ülkelerdir. Gelişmiş kapitalist ülkeler ise günümüzde Çin gibi gelişmekte olan ülkelerin gaz salınımlarına bakarak, iklim değişikliğinin sorumluluğunu onların üstüne atmaktadır. Bu kapitalistler arasında bir kavgadır. Ama ikisnin de söylediği iklim değişikliğinden sorumlu olan kapitalizmdir.

Görüldüğü gibi tüm diğer sosyal ve çevre sorunları gibi iklim sorunu da kapitalizmde çözülemez. Çözüm kâr için kapitalist büyümenin sonlandırılması, planlı ekonomiye geçilmesidir. Bunun maddi koşulları hazırdır. Çözüm, kapitalizm dışındadır. Kesin çözüm işçi sınıfının ve emekçi yığınların iklim ve diğer kimlik harekletleriyle birlikte kapitalizme karşı mücadele etmek ve bu mücadele sonunda sosyalizme giden demokratik bir düzeni kurmaktır. Rosa Lüxemburg haklıdır: “Kapitalizmin sonu ya barbarlık ya sosyalizmdir!”. İklim değişikliği bunu tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır: Ya iklim felaketi ya da sosyalizm!

Erdoğan ve iklim değişikliği 

Dubai’ye gidip konferansta büyük laflar eden devlet başkanlarından biri de Erdoğan idi. Erdoğan konuşmasında Türkiye ile ilgili pembe bir tablo çizdi. Erdoğan, “2053 yılı itibarıyla net sıfır emisyon hedefini gerçekleştirmeyi öngörüyoruz. 2030 senesine kadar emisyon azaltma hedefimizi iki katına çıkardık” diye konuştu. Toplam kurulu güç içinde yenilenebilir enerji kaynakları payının yüzde 55’e yükseldiğini, bu oranla Avrupa’da beşinci olduğumuzu açıkladı ve jeotermal kurulu gücünde Avrupa’da birinci, dünyada 4. olduğumuzu vurguladı. “2053’te yenilenebilir enerjinin payını yüzde 69’a çıkarmayı planlıyoruz” dedi. (2050 değil de 2053 denmesi manidar. İstanbul’un fethinin 600. yılı!)

Erdoğan’ın söylediği bu sayıların çoğu bir vaattir. İcraat ise bambaşkadır. Uluslararası alanda 2030’a kadar ciddi bir karbonsuzlaştırmayı öngören Türkiye’nin, kömüre hâlâ yatırım yapması ve doğal gaza olan ihtiyacı nedeniyle eleştiriliyor. Aynı zamanda yeterli olmasa da rüzgâr ve güneş enerjisine yatırımları, nükleer enerji vurgusu Türkiye’nin kömürden çıkışa doğru bir adımı olabilir mi diye soruluyor. Bu soru haklıdır, çünkü Türkiye fosil yakıtlara yaptığı yatırımları artırmaktadır. Bunun en son örneği Akbelen ormanlarının başına gelendir. Bu bölgede Erdoğan’ın 5’li çetesinden Limak Holdingin İştaş Holdingle birlkte işlettikleri termik santrala Akbelen ormanları altında yatan linyit kömürünü çıkarmak için büyük ağaç katliamına, doğa felaketine girişildi. Eğer Erdoğan Dubai’de söylediklerinde ciddi ise Akbelen’deki doğa katliamını hemen durdurması gerekir. Aksi takdirde 2030 hedeflerine ulaşmak mümkün değildir, boş laftır. Ayrıca yakılan linyit kömürünün çevreye ve insanlara verdiği zarar ise cabasıdır.

Akbelen ormanlarının başına gelen göstermektedir ki, Erdoğan’ın derdi iklim değişikliğini durdurmak değil, Limak ve İçtaş Holdinglere kâr ve çıkar sağlamaktır. Onun için gerisi, iklim de çevre sorunu teferruattır. O kendi holdinglerine çıkar ve kâr sağlamak için doğayı tahribattta, buna karşı direnen aktivistleri ezmekte diğer ülke devlet yöneticilerinden çok daha gaddar ve barbardır. Türkiye’de iklim aktivistlerinin küresel ısınmanın sınırlandırılmasına en büyük katkıları; işçi sınıfı ve diğer güçlerle birlikte Erdoğan rejimine son vermek için ortak mücadeleyi yükseltmek olacaktır.