Haber / Yorum / Bildiri

Kayyum Türkiye’nin batısına da gelir miydi? Mahkemenin Türk Tabibler Birliği TTB’ye kayyum atama kararının anlamı

Berivan POLAT

ANKARA Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebiyle Türk Tabipler Birliği TTB hakkında açılan davada 31. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin TTB Merkez Konseyi’nin görevden alınması ve yerine kayyum atanması ile ilgili verdiği kararı duyunca, insan ister istemez “Kayyum batıya da geldi” demekten kendini alamıyor. Genellikle ülkenin batısında “Kayyum mu? O doğuda, Kürt illerinde yaşanan bir uygulamadır, batıya uğramaz” gibi bir anlayış vardı.  

Batıda Türkler yıllarca Kürdistan’daki zulme sessiz kaldı

Oysa bu anlayış yanlıştı. Çünkü doğudaki baskılar aynı zamanda batıda halkın devlete itaat etmesi için verilen bir gözdağıdır. Yıllardan beri Türkiye’de alışılmış bir uygulama vardır: Yasalar doğuda Kürdistan’da ayrı, batıda İstanbul’da ayrı uygulanır. Mahkemeler doğuda ayrı, batıda ayrı işler. Ordu, polis, bürokrasi doğuda başka, İstanbul’da başka çalışır, başka davranır. Batıda her şey biraz daha medeni yürütülürken, doğuda Kürdistan’da keyfilik diz boyu olur, baskı ve zulüm, ölüm ve eziyet, işkence ve devlet terörü her tarafta kol gezer. Bunlar onların yaşamının bir parçası haline getirilir.

Genellikle batıdakiler “doğuda yapılanlar bizden uzak” deyip seslerini şimdiye kadar çıkarmıyorlardı ve böylesi uygulamaların batıda olmayacağından hareket ediyorlardı. Oysa yanılıyorlardı. Doğuda Kürtlere yapılan baskılar bir gün batıda kendilerine de gelecekti. Zaten gelmişti de. Hakkını arayan işçi sınıfına, onun örgütlerine, sendikalara, Komünist Partisi’ne karşı yıllardan beri en ağır baskıları uygulanıyordu. Devlet, komünist ve Kürt düşmanlığı ile halkı uyutuyordu ve uyuttukça onlara daha çok hükmedebiliyordu. Özellikle batıdaki halk doğuda Kürtlere uygulanan baskılarla devletin kendilerini esir aldığının farkında olamıyordu. Bu durum Kürdistan’da halkın Türk devletinin zorba uygulamalarına karşı PKK öncülüğünde direnişe geçmesiyle daha da belirginleşti. Erdoğan’ın dinsel gerici faşizan tek adam rejimiyle kabaran milliyetçilik ve Kürt düşmanlığı onların elini kolunu bağladı, onları felç etti. Kendi çıkarları için, en başta işsizliğe, hayat pahalılığına karşı direnemez hale geldiler. Bugün artık Türklerin kendi kurtuluşunun Kürtlerle dayanışmaya geçip devletin harpçi, saldırgan politika ve uygulamalarına karşı çıkmaktan geçtiğini görmesi ve anlaması gerekmektedir. Devletin Kürtlere yaptığı her saldırı bir gün fazlasıyla Türklere geri dönecektir. TTB’ye kayyum bunun ilk işaretlerinden biridir.

Kayyum artık doğudan batıya geldi

Erdoğan Kürtlere karşı savaş açtı, operasyonlar, silahlı saldırılar düzenledi, hâlâ da düzenliyor. Bununla kalmadı, onların barışçıl, demokratik savaş yöntemlerine de saldırdı. Partilerini kapatma tehditiyle sürekli baskı altında tuttu. Kürtler ve onlarla birlikte olan Türkler sürekli yeni partiler oluşturmak zorunda kaldılar. Başta Selahattin Demirtaş, Kışanak, Yüksekdağ ve diğerleri olmak üzere bu partilerin yöneticilerini tutukladılar. Yıllardan beri hapishanelerde rehin tutulmaktadırlar. Son olarak HDP hakkında kapatma davası açıldı. Dava sürerken Yeşil ve Sol Parti YSP canlandırıldı. Bu partiyle seçime girildi. Şimdi de bu parti isim değiştirdi, HEDEP oldu. Bundan böyle çalışmalar HEDEP’te yürütülecek. Ama sürekli kan kaybederek çalışmak insanları zorlamaya başladı. Buna rağmen Kürt halkı yılmıyor.

Erdoğan sırf bu saldırılarla da yetinmedi. Bu kez kendisinin de “kutsal” saydığı halkın iradesine, seçilmiş belediye başkanlarına saldırdı. Halkın iradesini hiçe sayarak halkın yüzde 60 ve 70’lerle seçtiği belediye başkanlarını görevden aldı, onların yerine o ilde veya kasabadaki vali ve kaymakamları Kürt belediyelere kayyum olarak atadı. Herkes “böyle şey olmaz!” dedi. Sosyal medyada birkaç mesaj paylaşıldı. Herkes görevini yaptığını zannetti ve sonra sustu. Erdoğan’ı sallayacak sokaklara dökülen yığınsal bir çıkış olmadı. Herkes sustu. Çünkü “böyle uygulamalar doğuda Kürt illerinde olur, Kürtlere mahsus bir uygulamadır” dendi. “Böyle bir uygulamayı Erdoğan batıda yapamaz” dendi. Oysa yanılıyorlardı. Erdoğan doğuda Kürtlere uyguladığını bir gün batıda Türklere da uygulayacaktı. Bu da fazla gecikmedi. TTB’ye kayyum kararı geldi. Erdoğan Kürtlere karşı giriştiği her uygulamayla Türklerin nabzını tutuyor, reaksiyonlarını ölçüyor, batıda ne zaman ve ne kadar ileri gidebileceğini hesaplıyordu. Çünkü bu uygulamalar onun varlık nedeni, iktidarını sürdürme nedeniydi. Kaldı ki bu uygulamalar onun kurmayı planladığı faşizan rejimin fıtratında vardı.

Hitler faşizmi de önce yerel yönetimlerin ve meslek kuruluşlarının özerkliğini kaldırdı

Erdoğan Türkiye’de faşizan bir rejim yaratmak istiyor. Faşizan bir rejimin nasıl yaratılacağına en iyi örnek Hitler faşizmidir. Hitler’in ilk yaptığı iş partileri kapatmanın, parlamentoyu, Reichstag’ı yakmanın, basını susturmanın yanı sıra eyaletlerin, yerel yönetimlerin, devlet kurum ve kuruluşlarının özerkliğini kaldırmak, dağıtmak, kendine bağlamak ve oralara kendi adamlarını yerleştirmek, yığın örgütlerini kendi örgütlerine katmak veya onların yönetimine kendi adamlarını doldurmak olmuştur. Bunlar yapılmadan faşizan bir rejimi ikame etmek zordur. Erdoğan çevresi bunu çok iyi bildiklerinden adım adım bu yönde ilerliyorlar. Önce Kürdistan’da deney kazanıyorlar. Erdoğan Hitler’i taklit etmeye kalkıyor, ama Erdoğan her ne kadar güçlü olsa da elinde Hitler’in sahip olduğu gibi bir güç yoktur. Faşizan uygulamalarını Hitler gibi hızlı yapamamaktadır. Bu onun bir handikapıdır.

Erdoğan parlamentoyu, TBMM’sini kendi “oyuncağına” çevirdi. Meclisin ne legislatif, yasama, kanun yapma, ne bütçe yapma, ne de kontrol yetkisi kaldı. Yargının bağımsızlığını kaldırdı. Hepsini Hitler gibi kendisine bağladı. Ama yerel yönetimleri ve mesleki yığınsal örgütleri tam kontrolüne alamadı. Daha doğrusu batıda alamadı. Doğuda Kürdistan’da bunu büyük ölçüde başardı. Kürt illerinde halkın iradesi seçilmiş belediye başkanlarını hemen görevden alıp yerine kayyum atamak olağanlaştı. Kimseden ses çıkmıyor. Bunun üzerine Erdoğan da batıda artık kayyum atama, kurum ve kuruluşların özerkliklerinin kaldırılma zamanının geldiğine inanmaya başladı ve dikkatli şekilde denemeler yapmaktadır, en azından koşulları hazırlamaktadır. Hitler ise elindeki güçle bunları kısa zamanda halletmişti. Erdoğan ise “zayıflığından” bunları fırsat kollayarak, deneyerek yapmaya çalışmaktadır. Onun için faşizan tek adam rejimini kurmak uzun sürmektedir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi İBB’nin başında sallanan Demokles kılıcı: Kayyum

Erdoğan TTB’ye kayyum kararı çıkartmadan evvel İstanbul Büyükşehir Belediyesi İBB’ye bir “punduna” getirip kayyum atamayı çok denedi. İmamoğlu hakkında “PKK’lı militanları işe aldı” suçlamasından, “ihalelerde suiistimal var” ithamlarına kadar kaç tane soruşturma açtırdı. Ama tutmadı. En sonunda “bir basın toplantısında Yüksek Seçim Kurulu YSK üyelerine hakaret etti” diye bir dava açtırdı. Mahkeme İmamoğlu’nu suçlu buldu ve ona 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve siyasi yasak kararı verdi. Böylece fiilen İmamoğlu’nun politik yaşamı bitirilmek istendi ve bu karar İmamoğlu’nun tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya başladı. İmamaoğlu bu karara bir üst mahkemede, istinafta itiraz etti. İstinaf kararı onayladığı anda İmamoğlu görevden alınacak, yerine kayyum atanacaktır.

Ama Erdoğan bugüne kadar istinaf mahkemesinde davayı bekletmekte, “kılıcı” sallamaktadır. Çünkü 6’lı Masanın dağılacağından hareket eden Erdoğan, İmamoğlu’nun seçimleri kaybedebileceğinden hareketle beklemeyi tercih etti. 31 Mart 2024’deki yerel seçimlerde İmamoğlu’nun seçilemeyeceğini hesap etmekte, seçildiği takdirde de istinaf mahkemesini harekete geçirip cezayı onaylatarak mahkeme kararını yürürlüğe koyacak, Kürt illerinde yaptığı gibi İmamoğlunu görevden alacak ve İstanbul belediyesine kayyum atayacaktır. Ama hâlâ insanlar Erdoğan’ın İstanbul’a kayyum atayamayacağından hareket etmekte. Onlar ise bu konuda çok yanılmaktadırlar. Tehlikeyi görüp harekete geçeceklerine beklemektedirler. Oysa TTB için verilen kayyum kararı ilerde İBB’ye verilecek kayyum kararının habercisidir. Bunu bilince çıkarmak ve birkaç Twitten daha fazlasını yapmak gerekmektedir.

Kayyumlar batıda da olağanlaşacak

Erdoğan batı illerinde de kayyumu olağanlaştırmak için yıllardan beri tüzel kişiliğe ve geniş bir yığına sahip olan Barolar, Mimar ve Mühendis Odaları’na, Tabipler Birliği’ne saldırmaktadır. Zira bu odalar Batı Avrupa’dakilerden farklı olarak Türkiye’de genellikle iktidara muhalif, demokrasi ve özgürlüklerin savunucusu kurumlar konumundadırlar. Bu tutumlarıyla bu meslek örgütleri faşizan bir rejim kurmak isteyen Erdoğan’ın önünde büyük bir engel teşkil etmektedirler. Ve yıllardan beri Erdoğan bu engeli aşmak için planlar yapmaktadır. Gezi olaylarından beri Mimar ve Mühendis odaları gözüne batmaktadır. Baro başkanının adli yıl açılışlarında demokrasi ve özgürlük vurgularına tahammül edememektedir. Tabiplerin eleştirilerini ise bir türlü hazmedememektedir. Bunları Hitler’in yaptığı gibi kendi kontrolüne alabilmek ve onlara kayyum atayabilmek için can atmaktadır. Bunun için onların bir açığını yakalamaya çalışmakta, özellikle devlete karşı bir suç işlemelerini beklemektedir.

Şimdiye kadar Barolar, Mimar ve Mühendis Odalarından böyle bir hata gelmedi. O zaman bunları ele geçirmek için Erdoğan başka yollar aramak zorunda kaldı. İlk yaptığı plan bu kuruluşları önce bölmek, parçalamak ve çoğaltmak oldu. Çünkü bunlar çok büyük, tek ve güçlüydüler; çoğaltarak bunların güçlerini kırmak, sonrada kendine bağlı olanı güçlendirmek, diğerlerini de kapatmak gerekiyordu. Bunun için önce ikinci bir Baro, ikinci bir Mimar ve Mühendis Odaları kurdurma yoluna gitti. Bunu önce Baroda denetti, ikinci bir Baro kurdurttu. Ama bu tutmadı. Tutmayınca da bu kez onları içten fethetmeye, yöneticilerini satın almaya kalkıştı. Bir zamanlar “kanlı-bıçaklı” olduğu Baro Başkanı Feyzioğlu’nu kazanmayı denedi, başarılı da oldu, satın aldı, elçi yaptı. Ama avukatlar Feyzioğlu’nu dışladılar, Barolarının demokrasi ve özgürlük, hak ve adalet savunucusu olarak varolmasını sağladılar. İkinci Baro tamamen işlevsiz kaldı.

Baro ve Odaları bertaraf etmenin yolu zoraki kayyum 

Mimar ve Mühendis Odalarını bölmek daha zordu. Erdoğan buna yanaşmadı. Ama Gezi direnişinde büyük bir rol oynayan bazı Mimar ve Mühendis Odası yöneticilerini darbe girişimi bahanesiyle tutuklattı ve 18 sene ağır hapis cezasına mahküm ettirdi. Onları itibarsızlaştırmaya kalkıştı ama sökmedi. Odalar demokrasi ve özgürlüğü savunmaya devam edeceklerini ilan ettiler. Bugün Baro ve Odalar Erdoğan’ın bertaraf edeceği kurumlar olarak önünde durmaktadır. İktidarını sürdürmek, faşizan rejimini kurmak için meslek odalarını mutlak kendisine bağlaması gerekmektedir. Bunun için son plan onların yönetimlerini Kürt belediyelerinde yaptığı gibi herhangi bir bahaneyle görevden alıp kayyum atamaktır.

Erdoğan bunun nasıl olacağını TTB kararında gösterdi. TTB Erdoğan için tehlikeydi, çünkü doktorlar çalıştıkları sağlık alanı gereği her gün halkla içiçeydiler. Onların karşılaştıkları sorunlar daha ağırdı. Bu nedenle TTB daha aktifti ve halk sağlığı için getirdikleri önerilerle Erdoğan’ın sağlıkta özelleştirme politikalarına karşı çıkıyorlardı. Erdoğan “TTB’ye nereden saldırırım” diye düşünürken, TTB’nin bir açıklamasını fırsat bildi. Uluslararası alanda Türk ordusunun Irak ve Surıye’de Kürtlere, PKK ve YPG, YPJ’ye karşı saldırılarında sık sık kimyasal silah kullandığı ithamları yapılmaktadır. TTB ve onun başkanı Fincancı bu iddiaların araştırılmasını, gerçeğin ortaya çıkmasını talep etti. Erdoğan bu açıklamaya feci şekilde kızdı, TTB ve başkanı Fincancı’nın Türk ordusunun bu silahları kullanmayacağını bilmesi ve savunması gerektiğini belirtti. TTB ve Fincancı’nın açıklamalarını orduya hakaret sayarak savcıları harekete geçirdi. Sonuç belli. Mahkemeden TTB’e kayyum kararı çıktı. Şimdi bu karara hep birden karşı çıkmak gerekmektedir. Erdoğan önümüzdeki dönem Mimar ve Mühendisler Odası için de benzer davalar açtıracak veya 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’ndeki başarısına göre davasız kayyum atama yöntemlerini deneyecektir.

Kayyumların önlenmesi; yerel seçimlerde yığınsal sokaklara çıkmaktır

Erdoğan hile ve suistimallere baş vurarak 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerini kazandı. Konumunu güçlendirdi. Eli oldukça rahatladı. Şimdi sıra 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde. Eğer Erdoğan İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya gibi büyükşehir belediyelerini kazanırsa, faşizan rejimini kurmak için önemli bir mesafe daha katetmiş olacak. Demokrasinin hâlâ vorolan Baro, odalar, sendikalar, kadın, gençlik ve aydın kuruluşlarını bir bir yıkacak ve faşizan tek adam rejimini oturtmaya çalışacaktır. Artık bu kuruluşlara kayyum atamak çok daha kolaylaşacaktır. Erdoğan’ın bu planlarını sekteye uğratmak hâlâ mümkündür. Bunun için önümüzdeki, yerel seçimleri çok iyi değerlendirmek gerekiyor.  Yerel seçimlere aktif olarak katılmak, işçi ve emekçi yığınlar arasında çalışmalara hız vermek gerekmektedir. Eğer yerel seçimlerde işçi ve emekçi yığınlar, gençler, kadınlar, aydınlar, köylüler sokaklara çıkarılabilirse, sokaklarda onlara sorunlarını dillendirmelerine yardımcı ve öncü olunabilirse, demokratik özgürlükler savunulabilirse, genel seçimlerde yenilmeyen Erdoğan yerel seçimlerde yenilebilir, demokrasi yeni bir güç kazanabilir. Burada görev işçi sınıfına ve onun örgütlerine, komünistlere, sosyalistlere, devrimcilere, tüm demokratik güçlere düşmektedir. Yerel seçimlere az kaldı. Haydi yığınlar içinde çalışmaya ve örgütlenmeye! TTB’ye verilen kayyum kararını uygulatmamak, yeni kayyum kararlarını engellemek yığınlar içinde çalışmalarla mümkündür.

Bir yanıt yazın