Haber / Yorum / Bildiri

Erdoğan ve tek adam iktidarı yaşanan depremden ders çıkaramaz

Kurtuluş O’nu 14 Mayıs’ta göndermektir

Yalçın ÇELİK

ERDOĞAN ve onun iktidarının bu depremden bir ders çıkarması beklenemez. Erdoğan geçmişte yaşanan maden, sel, yangın ve hatta deprem gibi afetlerden ve felaketlerden de ders çıkarmayacağını kaç kez göstermiştir. Çünkü bunlar ona göre doğa afetlerdir, kaderdir, mücbir sebeptir. Bunlara karşı çıkılamaz, katlanılır. Katlanmak istemeyen, itiraz eden Soma’da olduğu gibi tokatlanır tekmelenir, Mersin’de olduğu gibi “Ananı da al git” denir. Her şeyi en iyi bilen Erdoğan’dır. O da hep bildiğini okumaya devam etmiştir. Onun ise bildiği bir şey yoktur, en iyi bildiği inşaattır, ranttır, devleti ve halkı soymaktır, ülkeyi yağma ve talandır.

Bilim ve teknik insanları dinlemeden tespit edilen keyfi çadır ve bina inşaat yerleri

Deprem ülkeyi tam da seçim öncesi vurdu. Depreme Erdoğan hazırlıksız yakalandı. Onu seçim de zor duruma soktu. Herkes resmi rakamlarla 50 binin üstünde insanın enkaz altında yaşamını kaybetmesinin baş sorumlusu olarak Erdoğan’ı işaret etti. Aradan iki aya yakın zaman geçmesine rağmen depremzedelerin ne çadır, ne konteyner, ne tuvalet, ne hijyen ne de temel ihtiyaç ve gıda maddeleri sorunu çözülebildi. Erdoğan’ın istediği helallik, dağıttığı “sadaka” da halkta karşılık bulmadı. Erdoğan alelacele halka, “bana bir sene müsaade edin, sizlere evlerinizi yapıp bir sene içinde teslim edeceğim” diye vaadlerde bulunmaya başladı. Amacı gelmekte olan seçimde yüzü kızarmadan halktan oy isteyebilmekti. Burası deprem bölgesi, yeniden inşaata başlamadan zemin kontrolünün, sismik araştırmaların yapılması gerekir. Ama Erdoğan dinlemedi. Hemen deprem illerinde konut, bina inşaati için harekete geçti. Seçim öncesi konutların temellerinin atılacağını açıkladı. Bu açıklamalar enkaz altında arama-kurtarma çalışmaları bitmeden, adli soruşturma için molozlardan numuneler alınmadan yapılması açıkca delil karartmaktı. O bir anda arama kurtarma çalışmaların durdurulmasına, inşaata başlanacak şekilde enkaz kaldırma çalışmalarına hızla başlanmasına karar verdi. Erdoğan’da yine “her şeyin en iyisini ben bilirim”, “ben yaptım oldu” tavrı hakimdi.

Açıktı ki, Erdoğan’ın hemen konut inşaatını ilan etmesi depremzedelerin barınma sorununu çözmeye yönelik değildi, politikti, seçime yönelikti, bir seçim propagandasıydı. Akla, bilime dayalı bir karar değildi. Yer bilimcileri, TMMOB’nin mühendis ve mimarları şiddetle Erdoğan’ın gerekli araştırmalar yapılmadan gelişigüzel konut inşaat yeri tespit edilmesine karşı çıktı. “Gerekli inceleme ve hazırlıklar yapılmadan atılacak her adım, yapılacak her konut yeni felaketlere davet çıkarmak anlamına gelmektedir” dendi. Ama Erdoğan dinlemedi. Hemen TOKİ’ye ihalelerin hazırlanmasını ve pazarlık usulüyle vakit geçirmeden müteahhilere verilmesini emretti. Tabii ki, bu müteahhitler yandaş müteahhitler olacaktı.

İhalelerin şehirlere dağılımı keyfi, ayrımcı ve partizanca 

Erdoğan’ın depremden iki hafta sonra 21 Şubat’ta başlattığı ihaleler sürüyor. Bugüne kadar 77 ihale kampanyasında 75 milyar TL tutarında 41 bin 950 konut ihale edildi. Buna göre bir konutun inşaat maliyet 1 milyon 800 bin liraya gelmektedir ki bu oldukça yüksek bir fiyattır. Akla depremde bile yine yandaş müteahhitler zengin mi ediliyor sorusunu getirmektedir.

İhalelerin deprem bölgesindeki 11 ile dağılımı ise tam bir partizanlık, ayrımcılık örneğidir. AKP’nin kaleleri ve Sünni tarikatların etkin yerlerinden olan Gaziantep 18,4 milyar, Kahramanmaraş 17,5 milyar, Malatya 11,8 milyar TL’lik ihale ile en büyük payı alırken depremde en çok hasar gören, yerle bir olan, ama CHP’nin ve sol güçlerin Aleviliğin etkin olduğu Hatay’a 3,4 milyarlık ihale ile 2169 konut yapımı öngörüldü. Bu Erdoğan’ın yalnız deprem felaketinden ders çıkarmadığının örneği değil, aynı zamanda deprem yardımında bile ülkeyi kutuplaştırdığının örneği idi.     

Deprem bölgesinde sel felaketi ders çıkarılmadığının bir başka örneği

Kamuoyunda ise hâlâ Kahramanmaraş merkezli 11 ilde yaşanan ağır deprem felaketinden çıkarılacak en önemli dersin, artık bundan sonra hükümetin, yetkililerin atacakları adımlarda, alacakları önlemlerde bilim insanlarını, uzman mühendis ve mimarların önerilerini dinlemesi ve uygulaması beklentisi yönündeydi. Bu enkaz altında kaybedilen 50 bin canın yüklediği sorumluluktu. Maalesef yine olmadı. Erdoğan bildiğini okumaya devam etti. Bunu kamuoyu bir kez daha deprem bölgesinde yaşanan sel felaketinde gördü. Bilim insanları, uzman mühendisler depremzedeler için çadır kurulurken bu çadırların sert zemin üzerine kurulması gerektiğini, asla plansız bir şekilde dere yataklarına, park alanlarına ve boş arazilere, toprak zemin üzerine ve yere yakın şekilde kurulmaması gerektiğini vurguladılar. O illerdeki mühendis ve mimar odaları havanın kurak gittiğine bakılmaması gerektiğini, bir yağış anında çadırların su ve çamur içinde kalacağını, depremzedelere yaşamın zehir olacağını söylediler. Ama dinleyen olmadı.

Bu ülkede AKP’liler için bilim insanların, uzmanların değeri yoktur. Çadırlar genellikle dere ve park yataklarına, arazilere ve toprak zemin üzerine kuruldu. Hatta bazı AKP’li ilçe belediye başkanları arazisi derğerlensin diye çadırları akrabalarının arazisine kurdurttular. Depremin üzerinden bir ay geçmeden yağışlar başladı. Dereler taştı. Deprem bölgesinde büyük bir sel felaketi yaşandı. İlk anda 15 vatandaş selde hayatını kaybetti. Çadırlar su ve çamur içinde, yaşanamayacak duruma geldi. Çadır kentlerde depremzedeler rezil oldu. Yetkililer ders mi çıkardı? Hayır! AKP’li Tarım Bakanı’nın dediğine bakın. “Sel 15 vatandaşımızın hayatına maololdu. Ama toprak suya kavuştu.” Sayın Bakan, eğer senin görevlilerin bilim insanlarının, uzmanların dediğini tutup çadırları toprak araziye kurmasalardı, toprak 15 vatandaş ölmeden de suya kavuşurdu. Buna “özürü kabahatinden büyük” derler. AKP’nin Reis’i de, Bakan’ı da, görevlisi de böyledir. İnsan hayatının onlar için bir değeri yoktur. Artık bunların 14 Mayıs’da gitmesi gerekmektedir.

Kahramanmaraş depreminden önce Erdoğan’ın yapmadıkları

Erdoğan hep yaptıklarımız yapacaklarımızın ispatıdır der. Gerçekten de Kahramanmaraş merkezli depremden önce ve hemen depremden sonra yaptıkları bundan sonra yaptıklarının ispatı olacak ise vay memleketin haline. Deprem ve diğer doğa afetlerinde daha çok insanımızı kaybedeceğiz demektir.   

1999 senesinde Türkiye Marmara Bölgesi’nde Gölcük’te büyük bir deprem felaketi yaşadı. Ve o zamanki hükümet bu depremden büyük bir ders çıkardı: Türkiye bir deprem ülkesidir. İki fay hattı vardır. Biri Van’dan başlayıp Erzurum-Erzincan, Tokat, Çankırı üzerinden Sakarya’ya, oradan İstanbul’a uzanan, Marmara ve Ege’ye yayılan hattır. İkinci hat yine Van ve Muş’dan başlayıp Bingöl, Elazığ, Adıyaman, Kahramanmaraş üzerinden Hatay’a, oradan da Kıbrıs’ın güneyinden Akdeniz’e uzanan hattır. Bu fay hatları aktiftir. Türkiye’de her zaman bir deprem olabilir. Bunun için 1. depreme hazırlıklı olmak lazım, 2. kalıcı önlemler almak lazım.

O zaman ki hükümet; Türkiye’nin bir deprem bölgesi olduğuna ve her an bir deprem olabileceğine göre, meydana gelecek depremin yaratacağı felakete müdahale etmek, yaraları sarmak için her an hazırlıklı olmaya karar verdi. Hazırlıklı olmak demek ise 1. Kızılay’ın yanısıra arama-kurtarma çalışmalarında teknik bilgiye sahip bir kuruma ihtiyeç olduğunu saptamak ve 2. mali kaynak yaratmak demekti. Hükümet Gölcük depreminde büyük başarı gösteren AKUT’u Arama Kurtarma Derneği’ni kurumsallaştırdı, teknik bilgi ve cihazlarla donattı. AKUT’ta gönüllülerden oluşan her zaman müdahaleye hazır büyük bir gönüllüler ağı oluşturdu. Mali kaynak yaratmak için de o zamanki hükümet bir kanunla telefon, televizyon ve internet faturaları üzerinden yüzde 5 ile 25 arasında vergi alınmasını sağladı.

Hükümet kalıcı önlemler olarak da bir deprem yönetmeliği çıkartarak yeni binaların depreme dayanıklı olarak nasıl yapılacağını saptadı, eski binaların gözden geçirilip güçlendirilmesine veya yıkılıp yeniden dayanıklı olarak yapılması gerektiğine hüküm verdi. Toplanan vergiler bunun için de kullanılacaktı. Böylece bundan sonraki deprem de insan kaybı ve hasarlı bina sayısı çok az olacaktı. Olmadı. Olmadığını son Kahramanmaraş merkezli deprem gösterdi. Neden olmadı. Erdoğan yüzünden olmadı. Asrın felaketi meydana geldi.

Erdoğan depreme hazırlık yapmadı, varolan hazırlıkları da sabote etti

2002 senesinde iktidara gelen Erdoğan ve AKP, AB’nin de desteği ile başlattığı kentsel dönüşümle depreme karşı bir şeyler yapıyor izlenimini yarattı. AB ile arası açıldıkca, Türkiye’de sürekli iktidar dizginlerini elinde toplayıp otoriterleştikce depreme karşı mücadeleyi de tavsattı. Bu konuda bilim insanlarının çalışma ve tespitlerini dikkate almaya da gerek yoktu, çünkü bu ara olan depremlerin çoğu küçük depremlerdi, bunlarda küçük hasarlarla atlatılıyordu. Bu nedenlede ne zaman olacağı bilinmeyen büyük bir deprem için büyük bir hazırlığa gerek yoktu. Erdoğan yürüyen hazırlıkları felce uğrattı.

Önce tam olarak sözünü geçiremediği, ama başarılı çalışmalara imza atan AKUT’a müdahale etti. Onun faaliyetlerini asgariye indirtti. 2009 senesinde de kendi kontrolünde, kendi adamlarıyla doldurduğu AFAd’ı kurdu. Artık gerekli olan liyakat, teknik bilgi değil, itaat ve Reis’e biat idi. 81 ilde önce Başbakan’a sonra İçişleri Bakanı’na bağlı bir AFAD ağı kuruldu. Ama burası arama-kurtarma çalışmalarında uzman kişilerden değil Reis’e biat eden kişilerle doldurulmuş, iktidarın arpalığına dönüşmüş, hantal bir yapı oluşmuştu. Bir deprem için bir hazırlıkları yoktu. 24 bin kişilik kadronun ancak 8 bini arama-kurtarma çalışmalarına uygundu. Kahramanmaraş depreminde günlerce sahada olamamalarının nedeni bir hazırlıklarının, koordinasyon çalışmalarının olmamasıydı. Reis’den talimat gelmeden adım atamıyorlardı. Kendi başlarına adım atacak, hareket edecek bir yardım anlayışına sahip olmamalarıydı. Bu tutum ve anlayış Kahramanmaraş merkezli depremde binlerce insanın hayatına mololdu.

Deprem vergisinden toplanan paralar betona gömüldü, “yendi”

Oysa AFAD’ın bilim insanlarının uyarılarına bakarak yakında deprem olabilir dediği yerlerde merkez kurup çadır, konteyner evler, mobil tuvaletler, yiyecek, içecek, ilaç, hijyen malzemeleri, araç gereç stok etmesi gerekirdi. Bilim inanlarının yakında bir deprem olabilir dedikleri yerden biri Kahramanmaraş, diğeri İstanbul’du. Maraş’ta deprem oldu ve AFAD’ın, yani devletin hiçbir hazırlığı olmadığı ortaya çıktı. Çünkü Erdoğan’da, devlette büyük bir depreme hazırlık diye bir anlayış yoktu. Hazırlık masraftı, masrafa girmemek gerekiyordu. Oysa deprem için toplanan vergiler vardı. O paralar ise “uçmuştu.” Kızılay bile masraf diye konteyner evler üreten fabrikasındaki üretimi durdurmuş, elindeki çadırları halka yetiştireceğine AHBAP gibi yardım kuruluşlarına fahiş fiyata satıp kâr etmeye kalkmıştır. Bunlarda hazırlık anlayışı budur. Bakan Soylu Kahramanmaraş’taki eksikliği örtmek için utanmadan “biz Kahramanmaraş değil, İstanbul depremi için hazırlık yapıyorduk” diyor. Tam bir yalan! İstanbul depremi için de hiçbir hazırlık yoktur. Tam tersine halkın bir deprem anında toplanabilecekleri alanlar ranta açıldı. Kendi inşaat firmalarına, çetelere ihale edildi. Hazırlık demek bu toplanma alanlarına merkez kurup hem malzeme stok etmek, hem halkı deprem konusunda aydınlatmak, canlı tutmak demektir. Ama nafile. Hem Erdoğan, hem Soylu, hem AFAD, hem Kızılay, her şey çürümüş kokmaktadır.

Vergilerle toplanan mali kaynak da bu ara epeyce büyümüştü. Deprem olmayacağına göre bu paranın daha fazla hesapta beklemesine gerek yoktu. Kendi çevresine, müteahhitlerine para lazımdı. İhaleye açılan yollar, köprüler hangi parayla ödenecekti? Hazırda deprem parası vardı, “yenmeliydi”. 2011 yılında o zamanki Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bu vergi paralarının çeşitli ulaşım ve tarım projeleri için kullanıldığını açıkladı. Yani para yola, köprüye, müteahhide gitmişti. “Uçurulmasaydı” bugün için bu deprem hesabında 34 milyar dolar para olması gerekiyordu. Erdoğan’a göre deprem için para biriktirmeye gerek yoktu. Ölümde, felakette Allah’ın emri, kader, alın yazısıydı. O zaman paralar “afiyetle” yenebilirdi. 34 milyar dolar yendi, gitti. Tüm bunlar deprem hazırlığına bir sabotaj değilde nedir? Yağma, talan, vurgun Erdoğan ve partisinin mayasında vardır.

Erdoğan depreme karşı kalıcı önlemleri baltaladı

Depreme karşı kalıcı önlemler demek yönetmeliğe göre depreme dayanıklı bina yapılması demektir. Sağlam bina, yani yönetmeliğe göre yapılan bina fay hattı üzerinde olsa bile sallanır, belki hasar alabilir, ama yıkılmaz ve insan hayatına, canına malolmaz. Erdoğan ikidarının ilk yıllarında 1999 depreminde hasar gören ve “çürük” topraklar, yani dere yataklarına, kumsal, alüvyonlu araziye inşaa edilen ve 2000 yılından önce daha çok tuzlu deniz kumuyla yapılan binaları kentsel dönüşüme tabi tuttu. Bunun altında yatan anlayış ise inşaat sektörünü canlı tutarak ekonomi çarkını döndürmek, istihdam olanakları yaratmak, çevresine “yağlı” ihaleler sağlamak ve böylece iktidarını sağlamlaştırmaktı. Zamanla köprü, yol inşaatı öne çıkınca bina inşaatları, kentsel dönüşüm tavsadı. AB desteği de kesildi. Binanın yıkılıp yapılması vatandaşın üstüne kaldı. Geçim sıkıntısıyla boğuşan vatandaş da binanın yıkılıp yapılmasını hep gelecek yıla erteledi. Böylece gelmekte olan faciaya davet çıkarıldı.

TÜİK’e göre Türkiye’de 25 milyon 330 bin hane bulunuyor. Bunların %47,4’ü 2001 ve sonrasında inşa edilen binalarda oturuyor. Yani hanelerin ve halkın yarısının oturduğu binalar 2001 öncesi yapılan riskli binalardır. Halkın kendisinin devletten, belediyelerden kendi binalarının depreme dayanıklı olup olmadığını kontrol ettirmesi gerekiyor. Halkın kendi isteği ile İstanbul’da kontrol edilen yapılardan 96 bin 48 birimin riskli olduğu ortaya çıktı. Bunlar kontrol edilenler. Kontrol edilmeyen binaların 600 bininin İstanbul’da bir depremde hasar görmesi öngörülen binalardır. Bu İstanbul’da halkın bir deprem anında yaşayacağı felaketin boyutunu göstermektedir. Kahramanmaraş merkezli deprem bölgesinde de binaların %51’i 2001 senesinden sonra, %49’uda 2001 senesinden önce yapılan binalardı. Erdoğan ise utanmadan deprem bölgesinde “yıkılan tüm binalrın yüzde 98’inin 1999 yılı öncesi inşa edilenler” olduğunu iddia etmiştir. O bu iddia ile 2018 seçimlerinden önce oy almak için çıkarrtığı imar affı ile depremde neden olduğu insan katliamının üstünü örtmek, sorumluluğu üstünden atmak istemektedir. İmar affı ile Erdoğan depremde binlerce insanın ölümünde “yataklık suçu” işlemiştir. 14 Mayıs’da bunun hesabı ondan sorulmalıdır.

Kahramanmaraş merkezli deprem ve “asrın felaketi”

Kahramanmaraş depreminden önce Türkiye’nin yaşadığı ve büyük bir felakete neden olan deprem 1999 senesinde meydana gelen Marmara-Gölcük depremidir. Her iki deprem, 1999 Gölcük ve 2023 Kahramanmaraş depreminde yaşanan büyük bir felaketti, “asrın” felaketleri idi. Ama bunları asrın felaketi yapan deprem ve şiddeti değildi. Hem Türkiye hem dünya kamuoyunda bu depremleri “asrın” felaketi yapan insan hafızasını alamayacağı ölü sayısı, şehirlerdeki yıkım ve tahribatın görülmemiş boyutu idi. 1999 Gölcük depreminde ölü sayısı 18 bin 373, Kahramanmaraş merkezli depremde ise ölü sayısı çoktan 50 bini aştı. Yıkılan binaların sayısı yüz binler, yerle bir olan mahalleler ve şehirler ise yüzlerce. Son depremde Antakya yok oldu. Böylesi bir felaket asrın felaketidir. Ama onu asrın felaketi yapan neden deprem ve deprem şiddeti değildir, Erdoğan’dır, Erdoğan’ın deprem karşısındaki tavrı ve tutumudur. Bilim inanlarının uyarılarına karşı gösterdiği vurdumduymazlıktır.

Dünyanın diğer ülkelerinde, bırakalım bir deprem ülkesi ve ekonomisi güçlü olan Japonya’yı, Türkiye düzeyinde olan Şili, Meksika gibi ülkelerde 7,7’den daha büyük 8 ve 9 büyüklüğündeki depremlerde bu kader insan ölmüyor, bu kadar bina yıkılmıyor, bu kadar şehirler tahrip olmuyor. Şili’de 2010’en son 8,8 büyüklüğündeki depremde tsunami ile birlikte ölü sayısı 500, Meksika’da 2017 en son 7,1 büyüklüğündeki depremde ölü sayısı 396’dır. Bunun nedeni Şili ve Meksika hükümetlerinin bundan önceki depremle birlikte gelen felaketten ders çıkarmaları, depreme dayanıklı bina yapmaları ve diğer tedbirleri almalarıdır. Erdoğan ne yaptı? Koca bir hiç! Ama o bir şey yapmaya çalıştı. Depremle birlikte gelen felaketin büyüklüğünü kendi hatalarını kapatmak için kullanmaya kalktı. Halka, bakın tüm dünya bu deprem felaketini asrın felaketi olarak niteliyor. Böyle bir felaketle mücadelenin zor olduğunu söylüyor. Böylesi bir felakette benim eksikliklerimi dünya hoş görüyor, siz de hoş görün demeye getiriyor. Oysa Avrupalılar söyledikleri “asrın” felaketi saptamasıyla Erdoğan’a “bu ülkeyi sen bu hale getirdin, geri kalmış bir üçüncü dünya ülkesi yaptın” demek istiyorlar. Erdoğan ise bunu çarpıtıyor, kendi kabahatini örtmeye çalışıyor. Mum güneş doğuncaya kadar “yanar”, sonra etkisiz kalır. Erdoğan’ın da ışığının söneceği günler yakındır. 14 Mayıs’ta halk onun ışığını söndürmelidir.    

Depremi felaket olmaktan çıkartmak Erdoğan’ı göndermekle mümkündür

Artık ne yaşanan Kahramanmaraş merkezli deprem afetinden ne de şimdiye kadar yaşanmış ve bundan sonra da yaşanacak doğa ve toplumsal felaketlerden, afetlerden Erdoğan’ın ders çıkaracağı vardır. Bu onun tabiatına aykırıdır. Ona göre her şeyi en iyi bilen, her şeye en iyi karar verebilen kendisidir. O kendisini bilge bir insan zanneder. Ekonomiden politikaya, doğa bilimlerinden toplum bilimlerine kadar her konuda karar ve talimat verecek bilgi sözüm ona kendisinde mevcuttur. O kendine göre en büyük ekonomisttir, asrın en büyük politikacılarından biridir, en büyük bilim ve irfan yuvasıdır. Ona göre deprem, doğal afet kaderdir, Allah’ın işidir. Geldi mi çekeceksin, katlanacaksın.

Erdoğan’ın birilerinden akıl ve fikir almaya ihtiyacı yoktur. Ülkeye fabrika mı, bina mı dikilecek? Buna en doğru kararı verecek olan Erdoğan’dır. Enflasyon, pahalılıkla mücadelede faizi yükseltmek mi, düşürmek mi gerekir? Buna en doğru kararı verecek olan Erdoğan’dır. Yine halktan toplanan deprem vergilerini tedbir almak için mi, yoksa yol, köprü yapmak için mi kullanmak gerekir? Buna en iyi karar verecek olan Erdoğan’dır. Kalkınmak için ARGE’ye mi, üniversiteye mi, yoksa betona mı yatırım yapmak gerekir? Buna en iyi karar verecek olan yine Erdoğan’dır. Artık Türkiye’nin böylesi bir “dehaya” ihtiyacı yoktur. Türkiye’nin bilime, uzmanlığa önem veren mütevazi, halkın kontrol ettiği bir yönetime ihtiyacı vardır. 14 Mayıs’ta halk Erdoğan’ı göndererek bunun ilk adımını atmalıdır.

Halk yine Erdoğan’ı seçerse sorumlusu devrimci demokratik güçlerdir

21 yıldır Erdoğan iktidarda. O ülkenin tüm gelir ve kaynaklarını, halktan toplanan vergileri binaya, betona, inşaata gömdü. Ailesini, çevresini, 5’li müteahhit çetesini ihya etti, onları ve kendisini dünyanın en zenginlerinden biri yaptı. Bu 21 yıl içinde ülkeyi yağma ve talan etti. Halkı soydu, sömürdü, açlığa mahkûm etti. Rant, yağma, sömürü, vurgun onun mayasında, ruhunda varmış. Para, iktidar onun için her şeydir. İnsan ölmüş, ülke gerilemiş, halk fakirleşmiş onun umurunda değildir. Onun için önemli olan insanın sömürülmesi, ülkenin yağmasıdır. Gerisi teferruattır. Erdoğan ve AKP’deki bu gelişmeyi, dönüşümü 2002’de iktidar olmadan evvel mütedeyyin çevrelerin yaşadıklarını hatırlatan Vakit yazarı Dilipak şöyle özetliyor. “O günlerin çilesini çekenlerle, sefasını sürenler ya da iktidar olurken verdikleri sözü unutup, karşı çıktıklarına benzeyenlerin sayısı aramızda o kadar çok ki! Onlar ötekilerden daha şerir (kötü) olabiliyorlar bazen! Yani boynuz kulağı geçiyor bu gibi durumlarda.” Doğru söze ne denebilir ki? Ama onlar daha iktidara gelmeden de daha “şerir (kötü)” idiler ve tek hedefleri “sefa sürmek” için ülkeyi yağma etmek ve halkı soymaktı. Yalan (takiyye), dolan, kindarlık, toplumu bölmek, itaat ve biata mahkûm etmek onların içinde varmış. Şimdi çıkarıyorlar.

Erdoğan’ın gitmesi veya halkın onu 14 Mayıs’ta sandıkta göndermesi için tüm nesnel koşullar mevcuttur. Deprem bu koşulları bir kat daha olgunlaştırdı. Ama sübjektif koşullar daha tam mevcut değildir. Halkın bilinç seviyesini yükseltecek, devrimci mücadeleci ruhunu geliştirecek, kendi dava ve sorunlarına sahip çıkmasını sağlayacak yeterli bir örgütlülük yoktur. Soma’da halkın 60’ı kendisine tekme tokat atanlara, Erdoğan’a oyunu verdi. Şimdi de yine deprem bölgesinde resmi 50 bin, resmi olmayan 100 binden fazla canın kaybomasından, evinin, şehrinin başına yıkılmasından sorumlu olan Erdoğan’a oy verirse şaşmamak, halkı suçlamamak gerek. Diyarbakır ve Hatay dışındaki deprem bölgesinde etkili olan Menzil tarikatının etkisinin kırılması için devrimci demokrat güçlerin kendilerini sorgulaması gerek. 14 Mayıs’a az zaman kaldı. Şimdi işçi ve emekçilerin, köylü ve esnafın, gençlerin ve kadınların seçim meydanlarına, sokaklara çıkmalarını, Erdoğan’a karşı güçlü bir hareket yaratmalarını sağlamak gerekmektedir. Erdoğan meydan ve sokaklardaki mücadelelerle gidecektir. Sandık yalnız bu mücadelenin bir sonucu olacaktır, devrimci güçlerin çalışmasına bağlıdır.

Bir yanıt yazın