Haber / Yorum / Bildiri

Devletin elindeki “terör” silahını etkisizleştirebiliriz!

Savaş YENER

-Oya Baydar’a açık mektup-

„Terörün baş destekçileri, Kürtlere siyaset alanını kapatanlardır“  başlıklı 25 Eylül 2019’da T24’de çıkan yazınızı okuduktan sonra, “bir çürük incir bir çuval inciri berbat edermiş”  sözü aklıma geldi. Bence kaleme aldığınız o “güzel” yazıyı, “PKK’nin Türkiye Partisi olan bir HDP’den, hele de “ortak vatan” ve “barışçı çözüm” diyenlerden hoşlandığını mı sanıyorsunuz?“  cümlesi berbat etmiş. Gerçi cümlenizi soru şeklinde kurarak yapmak istediğiniz eleştiriyi veya suçlamayı biraz örtmeye, yumuşatmaya çalışmışsınız. Ama esas söylemek istediğiniz şey, PKK’nin Türkiye Partisi olan bir HDP’den, hele de “ortak vatan” ve “barışçı çözüm” diyenlerden, yani Demirtaş gibilerinden hoşlanmadığı yönündedir. Her ne kadar yazınızın başlığı da biraz sorunlu olsa bile, bu cümle üzerinden okunup geçilecek sıradan bir cümle değildir, yaptığınız tespitin sonuçları bence vahimdir: MHP’den AKP’ye, Perinçek’ten Kemalistlere kadar bütün Kürt Özgürlük Hareketi, özellikle PKK ve HDP düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekte, oluşturulmaya çalışılan demokrasi cephesini ise zayıflamaktadır.

Egemen güçler, AKP ve MHP iktidarı ve havuz medyası yıllardan beri HDP, İmralı, Kandil arasında bir “rekabet” olduğu, Demirtaş, Öcalan, Bayık veya Karayılan arasında bir “liderlik çatışması” yaşandığı yalanını kamuoyunda yaymaya çalışmaktadır. Bunun son örneğini 23 Haziran 2019 seçimi arifesinde gördük. Tüm yandaş medya bir ağızdan Öcalan’ın, Demirtaş’ın ve HDP’nin Cumhur İttifakı adayına oy verilmemesi ve demokrasi bloğunun güçlendirilmesi ile ilgili yaptıkları açıklamalar arasında çelişkiler bulmaya, iktidar kavgaları yaratmaya uğraştılar. Hatta bu kervana şahsen AKP başkanı Erdoğan ve MHP başkanı Bahçeli de katılma gereğini duydular, HDP’de “sapmalar”, Öcalan’la Demirtaş’ın liderlik konusunda “ayrışmaya ve yarışmaya” girdikleri savını yaymaya çalıştılar. Gerçi hem HDP, hem Demirtaş ve 23 Haziran’da da HDP seçmeni bu iftiralara gereken yanıtı verdi. Ne İmralı, Kandil ve HDP arasında bir rekabet, ne de Öcalan’la Demirtaş arasında bir liderlik yarışı vardır. Bunların her biri farklı alanlarda ve yerlerde bir tek hedef için, Kürt halkının özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele eden örgüt ve kişilerdir. PKK illegaldir, mücadeleyi silahlı yürütmektedir. HDP (daha) legaldir, mücadeleyi parlamenter siyaset alanında yürütmeye çalışmaktadır. Öcalan ve Demirtaş’a gelince biri İmralı’da tecrit altında, diğeri Edirne kapalı cezaevinde tüm dünyanın gıptayla izlediği bir direniş sergilemektedirler. Şimdi sizin “PKK’nin Türkiye Partisi olan bir HDP’den, hele de “ortak vatan” ve barışçı çözüm diyenlerden hoşlandığını mı sanıyorsunuz?“ sözünüzü nereye koymak gerekir?

Kimin kimden hoşlanıp hoşlanmadığını bilemem. Bildiğim bir şey varsa o da, PKK’nın ve Öcalan’ın zaman zaman HDP’ye yönelttikleri “ağır” eleştirilerdir. Bu eleştiriler daha çok HDP’nin yığınları harekete geçirme konusundaki atıllığı ve belediyelerdeki yanlış tutumları üzerinedir. Mesela 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra PKK HDP’yi “pasiflikle” suçladı ve AKP’nin hükümet kurma konusundaki oyalama oyunlarına karşı tüm demokratik güçlerle birlikte aktif bir yığın siyaseti yürütememe konusunda eleştirdi. Yine HDP’li belediyelerin halka hizmet götürmekteki, demokratik belediyecilik konusundaki eksikliklerini dillendirdi. Hele Öcalan’ın, dışarda olsam sokakları temizlerdim veya yerellerde toplum için para almadan çalışabilecek üç kişi bulunamıyor mu? sözleri HDP’ye yönelik ciddi eleştirilerdi. Bu eleştiriler yanlış mı? Bence doğru ve yerinde olan eleştirilerdir ve bu eleştirilerden PKK HDP’den, Demirtaş’tan hoşlanmıyor sonucu çıkarılamaz. Kaldı ki, işçi sınıfı ve devrimci mücadelede yapılan yanlış ve hataların karşısında susmamak, bunlar üzerine tartışmak solculuğun ve devrimciliğin, hele komünistliğin en başta gelen özelliklerinden biridir. Yapıcı, acı eleştiri hareketi geriletmez, ilerletir, yaşatır, güçlendirir, dinamizm kazandırır.

Daha başında Türkiye halklarının bir partisi olarak kurulan HDP bu eleştiri ve tartışmalar içinde gelişti, gerçek bir Türkiye partisi olarak ete kemiğe büründü. Burada özellikle Demirtaş’ın da büyük katkıları oldu. Şimdi kalkıp HDP’nin bir Türkiye partisi, Demirtaş’ın da bu partinin lideri olması PKK’nın hoşuna gitmiyor demek, PKK ile HDP arasında suni bir rekabet yaratma anlamına gelir ki, bu da PKK düşmanlığı yaratmaya çalışan iktidarın işine yarar. Hele de “ortak vatan” ve “barışçı çözüm” diyenlerden PKK’nın hoşlanmadığını söylemek, tam anlamıyla gerçekleri tepetaklak etmek olmuyor mu? Oslo görüşmelerinden İmralı heyetlerine kadar barış görüşmeleri yapan, müzakere masasında taraf olan, bu müzakerelerin başarıyla sonuçlanması için çalışanlardan biri de, bildiğim kadarıyla, Öcalan ve PKK idi. Şimdi PKK’nın barışçı çözüm diyenlerden hoşlanmadığını ileri sürmek, hükümetin Kürtlere karşı yürüttüğü savaşa, Rojova’ya, Kandil’e saldırılarına haklılık getirmez mi? Şu anda barışçıl çözüme, bunun için müzakereye ve bunları talep edenlere acımasız karşı çıkan AKP-MHP iktidarı değil midir? Barış masasını deviren ve bir daha kurulmayacağını ilan eden Erdoğan değil midir? Bu durum sizin tespitlerinizle çelişmiyor mu?

Ortak vatan ise üzerinde titizlikle durulması gereken bir konudur. Biz Marksistler gibi PKK da ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunuyor. Bu hak, hepimizin bildiği gibi, ayrılma ve ayrı devlet kurma da dahil, halkların kendi kaderi, ayrılma veya birlikte yaşama konusuna özgürce karar verme hakkını öngörür, Türkiye gibi devlet baskısının yoğun olduğu, inkâr, imha ve asimilasyon politikalarının uygulandığı bir ülkede ayrılma talebi ağır basar. Demokrasi ve özgürlüklerin geniş olduğu, özerkliğin ve özyönetimlerin uygulandığı ülkelerde ise ortak yaşam ve ortak vatan anlayışı öne çıkar. Bugün Türkiye’de Kürtlerin ayrılma, yani bölünmek istemelerinin nedeni devletin uyguladığı ulusal baskıdır, inkâr, imha ve asimilasyon politikasıdır. Tarihteki Kürt isyanlarının ve son PKK isyanının çıkmasının nedeni devletin Kürt halkına karşı uyguladığı bu baskı, inkâr ve imha politikasıdır. Bunu siz de söylüyorsunuz. Hem PKK, hem HDP ve hemen hemen diğer tüm Kürt örgütleri Türk devletinin baskısı böyle devam ederse biz ayrılırız ve bunun için de barışçıl ve barışçıl olmayan her türlü savaşı veririz diyorlar. Ama biz ayrılmak değil, Türklerle birlikte yaşamak istiyoruz, bunun için de Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi gerekmektedir, diyorlar. Onun için “ortak vatan”, “ortak yaşam” bir hoşlanma sorunu değil, bir demokrasi ve özgürlükler sorunudur. Hoşlanmanın da temeli eşitlik, özgürlük ve demokrasidir. Bu nedenle Türkiye’nin demokratikleşmesi öylesine yakıcı bir sorundur ki, bu aynı zamanda Türkiye’nin beka sorunudur. Türkiye demokratikleşirse, Türkiye tüm Türkiye halklarının ortak vatanı olacaktır. Demokratikleşemezse maalesef parçalanma önlenemez “kader” halini alabilecektir.  

Bugün Türkiye’nin demokrasi için verilen mücadelenin düğümlendiği nokta ise faşizan AKP-MHP iktidarına son vermek ve bunun için bu iktidara karşı olan tüm güçleri demokratik bir ittifak çatısı altında toparlayabilmektir. AKP-MHP iktidarına, özellikle Erdoğan’ın kurduğu faşizan otoriter tek adam rejimine karşı yığınlarda hem ekonomik, hem politik, hem sosyal ve kültürel büyük bir tepki olmasına rağmen demokratik güçlerin toparlanamamasının en büyük nedeni Erdoğan’ın sürekli ürettiği PKK düşmanlığı ve PKK terörü propagandasıdır. O bu PKK terörü silahıyla Türk halkının ve demokratik güçlerin büyük bir kısmını esir almaktadır. Nasıl geçmişte partimiz TKP barış ve demokrasi mücadelesinde en geniş yığınları ve güçleri örgütlemekteki en büyük engel devletin elindeki antikomünizm ve antisovyetizm silahı idiyse, bugün de demokratik güçlerin birleşmesini engellemekte devletin elindeki en büyük silah PKK düşmanlığı ve PKK terörüdür. Özellikle Erdoğan demokrasi güçlerinin kendisine karşı bir ittifak oluşturmasını engellemekte bu silahı etkin biçimde kullanmaktadır. O zaman demokrasi mücadelesi için Erdoğan’ın elindeki bu “terör” silahını etkisizleştirmek gerekmektedir. Bu da Türk halkına Erdoğan’ın “PKK terörü” adı altında devlet terörü uyguladığını göstermeyi gerektirir. Bunun için de devletin baskıcı, inkârcı, asimilasyoncu Kürt politikasını anlatmaktan, Kürt halkının direnişinin haklılığını göstermekten geçer.

Ben PKK’nın ne sempatizanı ne savunucusuyum. Kendi partim TKP’yi savunurum. Ama ülkemizde Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yollardan çözülmesini ve ortak yaşamın eşitlik, özgürlük, özerklik temelinde demokratik bir Türkiye’de mümkün olacağını savunanlardanım. Günümüzde silahlı mücadeleyi tasvip edenlerden değilim. Ama Kürtlere de direnmek için silahlı yoldan başka bir yol bırakılmamaktadır. Sizin de saptadığınız gibi, Kürtlerin Türkiye’de silaha sarılmasının, PKK’nın ortaya çıkmasının nedeni herkesin gözüne batacak kadar ortadadır: “Kürt hareketine legal siyaset alanını kapatmak”, “Kürtlere karşı imha siyaseti uygulamak”, “Dağ’ın yolunu açmaktır”. O halde Kürtleri dağa çıkaran, PKK’yı yaratan devletin uyguladığı baskı ve terördür. Kürtleri dağdan indirecek, PKK’ya silahı bıraktıracak, Kürtlere siyaset alanını açacak olan da, devletin baskı, inkâr, imha ve asimilasyon politikasına karşı çıkmak, onu yeni bir barış ve müzakere sürecine zorlamak, bunun için en geniş güçlerin katılımını sağlayacak demokratik bir ittifakın oluşturulmasıdır. Size bu mektubu yazmamın nedeni yalnız uzun yıllar partimiz TKP saflarında çalışmış olmamız, bir zamanlar yoldaş olmamız değil -ki bunlar da önemlidir- sizin hâlâ Türkiye sol ve demokrasi hareketinde bir yere ve kişiliğe sahip olmanız, Türk, Kürt ve diğer Türkiye halklarından sol ve demokrasi güçlerinin ortak mücadelesinin yaratılmasında etken rol oynayabilecek birisi olmanızdır. Buna olan ihtiyaç bugün her şeyden daha yakıcıdır. Bu demokratik ittifakı ördükçe iktidarın, “şoven milliyetçi, savaşçı, militarist önyargılarla, düzmece bir beka aldatmacasıyla, halklar arasına zehirli nifak tohumları ekerek, korkutma ve sindirme yöntemleriyle” sürdürdüğü bu oyunlara karşı yığınlarda ve demokrasi güçlerinde gerekli refleks ve cesaret de artacaktır. Yılgınlığı yenmek, devletin elinden ‘terör’ silahını almaktan geçmektedir.

Bir yanıt yazın