Haber / Yorum / Bildiri

Deprem ve Türk Devleti’nin hassasiyetleri, sinir uçları (Bölüm: 2)

Erdoğan, demokrasi, 6’lı Masa ve devletin hassasiyetleri

Savaş YENER

BU süreç 2018’de Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni kurması ve tek adam rejimini oluşturması, faşistleşmesi ve otoriterleşmesi, demokrasi ve özgürlükleri kısıtlaması, yargıya müdahalesi, Hazineyi ve Merkez Bankasını yağmalamasıyla keskinleşti. Bir anda Merkez Bankasından 128 milyar dolar “buharlaştı.” Burjuva muhalefeti, ulusalcı egemen güçler bu gelişmelere tepki göstermeye başladılar ve Erdoğan’ın tek adam rejimini devirip yeniden parlamenter sisteme geçilmesi için mücadeleyi yükselttiler. Bunlardan ulusalcı CHP’den ve milliyetçi İYİ Parti’den, islamcı SP’ye, liberal, muhafazakâr DEVA, GP ve DP’ye kadar uzanan 6 parti Erdoğan’a karşı bir masa etrafında toplandılar, 6’lı Masa diye bir ittifak oluşturdular. Sonra kendilerini Millet İttifakı olarak adlandırdılar.

6’lı Masa hedefini Erdoğan’ın tek adam rejimini devirmek, güçler ayrılığının işlediği, yargı bağımsızlığının sağlandığı, basın özgürlüğü dâhil birçok demokratik hak ve özgürlüklerin korunduğu güçlendirilmiş parlamenter sistem dedikleri sisteme geçmek olarak saptadı. Bu Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu devletin ve Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesini öngören bir sistem değildi. Tam tersine böyle bir demokratik dönüşümü engelleyen, sınırlayan bir sistemdi. Türkiye’nin ihtiyacı olan demokratik sistem ise başta Kürtler olmak üzere tüm Türkiye halklarının, din ve mezheplerin eşitliğini, özgürlüğünü ve özerkliğini öngören bir sistemdir. 90’lı yıllarda Kürtlere karşı operasyon ve savaşları yöneten içişleri bakanı olarak görev yapan İYİ Parti Başkanı Meral Akşener ise böylesi bir demokrasi anlayışına kökten karşıydı.

Akşener’in işlevi 6’lı Masa’yı HDP’den uzak tutmaktı

Akşener 6’lı Masa’nın Kürtlerle, HDP ile ilişki kurulmasını, onların masaya katılmasını kesinkes istemiyordu. Çünkü bu Kürtleri eşit kabul etmek, onlara demokratik haklar tanımak demekti ki, bu da devletin hassasiyetiyle oynamaktı, Kürtlere hak vermek değil, onları ezmek gerekiyordu. Akşener demokratik bir sisteme kökten karşıdır. Onun istediği sistem ise devlete sürekli bir tek burjuva grubunun çökmesi, ihaleleri bir tek burjuva grubunun alması değil, diğer burjuva gruplarına da devletten nemalanmasını sağlayan, iktidarın bir burjuva grubundan diğerine geçmesini mümkün kılan bir parlamenter sistemin ikame edilmesidir.

6’lı Masa Erdoğan’ı devirmek istiyordu, ama 20 yıldan beri devlet olanaklarıyla kendisine biat ve itaat eden bir taban yaratmayı başaran Erdoğan’ı tüm ekonomik zorluklara, enflasyona, katlanılmaz pahalılığa rağmen her geçen gün devrilmesinin beklendiği gibi kolay olmayacağı ortaya çıktı. 6’lı Masa’nın Erdoğan’ı devirmek için; Kürtlerin oyuna, HDP ile ittifaka ihtiyacı olduğu görülmeye başlandı. 6’lı Masa’ya kamuoyundan baskı arttı. HDP ile ittifak kurmadan 6’lı Masa’nın cumhurbaşkanı adayının seçimi kazanmasının imkânsız olduğu belirtildi. Ama Akşener “Nuh dedi, peygamber demedi.” HDP ile ilişkinin 6’lı Masa’nın sonu olacağını ima ediyordu. Sanki onun görevi HDP’yi 6’lı Masa’da uzak tutmaktı. Akşener yalnız HDP’ye değil sol ve demokratik güçlerle de işbirliği yapılmasına karşıydı. Çünkü Kürtler, Aleviler, sol ve demokratik güçler devletin hassasiyetleriydi ve devletin hassasiyetleriyle oynanmamalıydı. Akşener 6’lı Masa’da derin devletin temsilcisiydi ve Masa’yı Kürtlere ve sola kapatıyordu. Bu durumun ne kadar süreceği “merak” konusuydu. Zira gün geçtikçe Erdoğan’ın devrilmesi için Kürtlerden, sol ve demokratik partilere, gruplara, akımlara, kadın, gençlik, çevre ve iklim aktivistlerine kadar en geniş güçlerle bir ittifak, bir işbirliği yaratmak gerekiyordu. Bu zorluğun aşılmasına yardımcı olan, ne var ki, yaşanan deprem felaketi oldu.

Depremin yarattığı paradigma değişikliği

Maraş merkezli 6 Şubat 2023 depremi Türrkiye’de yalnız toprağı sallamadı, toplumu da salladı. Deprem Türkiye’yi çökertti. Ama iki önemli konuyu da ortaya çıkardı. Birincisi bu devletin ve iktidarın felç olduğunu, çürüdüğünü, “yok” olduğunu, halkı düşünen bir devlet olmadığını ortaya koydu. İkincisi de devletin yokluğunu dolduran, devletin yapamadığı görevleri üslenen STK, Sivil Toplum Kuruluşları’ndan oluşan bir yapı, devlete paralel çalışan, devlet gibi işleyen ikinci bir yapı ortaya çıktı. Her iki fenomen de önemliydi: Üstten ceberut, baskıcı, otoriter devletin yok oluşu ve onun yerine tabandan demokratik, özgür, özerk ama birlikte bir hedef için, enkaz altından insanlarımızı kurtarmak ve yaralarını sarmak için çalışan, tüm Türkiye’yi harekete geçiren bir yapı. Bu geleceğin umudu, demokratik yeni Türkiye’nin sahada doğuşunun ilk adımıydı. Onun için toplumda bir paradigma değişikliğine işaret ediyordu. Böyle bir durum 2013 Gezi Direnişi sırasında da ortaya çıkmıştı.

6 Şubat depremi Erdoğan iktidarının devletinin gerçek yüzünü ortaya koymuştu. Enkaz altında göz göre göre insanlarımız ölüyordu. Yakınları devlet nerede diye çığlıklar atıyordu. Devlet yoktu, ama yanında onunla birlikte tırnaklarıyla enkaz altından yakınlarını, sevdiklerini kurtarmaya çalışan STK temsilcileri vardı. Devletin üstüne, hazinesine, bankalarına, kaynaklarına çökmüş, onları yiyip bitiren Erdoğan iktidarının, bilim insanlarının geliyor dedikleri deprem için hiçbir hazırlığı olmadığı görüldü. Afetlerde insan kurtaracak olan AFAD kötürümdü, Kızılay ticari şirket olmuştu. Hantal iş yapamaz durumdaydı, depremzedelere çadır yetiştireceğine çadır satışı yapıyordu. Ordu, jandarma ortalıkta yoktu. Uluslararası yardımları bile kordine edecek bir kurum, kuruluş bulunmuyordu.

Deprem: Erdoğan’ın halk nezdinde bittiği yer

Bu halk nezdinde Erdoğan iktidarının bittiği yerdi. Erdoğan halkın malına, onun hazinesine el koymuş yiyordu. Ama halkın canına el koyamazdı, insanların ölümüne seyirci kalamazdı. İnsanlar ölürken seyirci kalmak bir başka boyut ve düzeydir, bir paradigma değişikliğidir. Erdoğan iktidarının bittiği, artık halk nezdinde gitmesi gerektiği noktadır. Halktan toplanan vergileri Erdoğan “har vurup harman savururken” halk Erdoğan’a ses çıkarmıyordu, ama enkaz altında 100 bin insan ölürken durum çok farklıydı. Anadolu insanının malını alırsın ama canını alamazsın. Bunun sorumluluğu büyüktür, affedilmez. Canlar enkaz altında yatarken iki gün atıl kaldık, hareket edemedik deyip helallik isteyerek, depremzede çocuklara “utanmadan” sadaka gibi para dağıtarak kendini aklamaya çalışmak Erdoğan’ın da, iktidarının da, devletin de bittiği yerdir, günleri de sayılıdır. Halkın yeni bir devlete, yeni bir iktidara gerek duyduğu andır.

Bu durum neyi gösteriyordu? Artık Erdoğan’ı devirmenin zamanı gelmiştir ve onu devirecek olan güçler de deprem sahasında doğmaya başlamıştır. Bunlar en başta Erdoğan iktidarının beceriksizliğini, bu felakete hiçbir hazırlığı olmadığını gören Türkiye halklarıydı ve sahada çalışan, halkın yanında duran devrimci demokrat güçlerdi. Bunlar arasında AHBAP vardı, Mor kadın hareketi de olmak üzere kadın örgütleri vardı, gençler vardı, çevre ve iklim aktivistleri, değişik kültür ve yardım kuruluşları, Alevi dernekleri vardı. Parti olarak CHP’den ve HDP’den TİP ve Sol Parti’ye kadar küçük büyük sol ve demokratik parti ve kuruluşlar vardı. Bunların hepsi Erdoğan’dan depremin hesabının sorulmasını ve artık halkın Erdoğan’dan kurtarılmasını istiyordu. Şimdi vakit geçirmeden halklarımızı, tüm bu kurum ve kuruluşları Erdoğan’ı devirmek üzere toparlamak ve harekete geçirmek zamanıydı. Artık gelişmeler tüm ittifakları aşıp daha büyük bir birliktelik yaratmayı dayatıyordu. Bir paradigma değişikliği yaşanıyordu.

Kılıçdaroğlu ile Akşener arasında ipler kopuyor

Bu paradigma değişikliğini ilk görenlerden bir “Bay Kemal”, Kılıçdaroğlu oldu. Kılıçdaroğlu depremin Erdoğan’ı bitirdiğini ve deprem sahasında onu yenecek bir gücün doğmakta olduğunu gördü ve bunun önümüzdeki mücadelelerde tutulacak halka olduğunu kavradı. Bu paradigma değişikliğini görmeyen veya görüp de engellenmesi, devletin yalnız bırakılmaması gerektiğini gören ve bunun devletin hassasiyetlerine yönelmemesi gerektiğini kavrayan da Akşener oldu. Kılıçdaroğlu sahada çalışan diğer güçlerle birlikte depremzedelerin yanında, onların yaralarını sarmaya çalışırken Akşener Ankara’da bürosonda oturup gelişmeleri uzaktan izlemeye ve çürümüş devleti korumaya çalışıyordu.

Kılıçdaroğlu ile Akşener arasındaki ipler Kılıçdaroğlu’nun adaylığının konuşulduğu ve bu konuda mutabık kalındığı 6’lı Masa toplantısı sonrası 3 Mart’ta kopmadı, özünde bu ip deprem sahasındaki çalışmalar sırasında koptu. Zira Kılıçdaroğlu sahada çalışan HDP’den diğer sol ve demokratik kuruluşlara kadar ayırım yapmadan herkesle sıcak ilişkiler kurdu ve yeni bir birlikteliğin ilk adımlarını atmaya başladı. Gerçekten de Erdoğan’ı devirmek için HDP’den sol güçlere kadar 6’lı Masa’yı aşan büyük bir birliktelik gerekiyordu. Türkiye’nin beklediği bu birlik acılar içinde deprem sahasında doğmaya başlamıştı. Artık Erdoğan gitmeli, halk bir nefes almalıydı.

Kılıçdaroğlu Buldan’la karşılaşıyor ve konuşuyor

Deprem sahasında oluşan bir başka, belki de en önemli gelişme artık devlet hassasiyetlerinin aşılması zorunluluğunun ortaya çıkmasıydı. Çünkü deprem acılarını sarmak için Kürdü-Türkü, Alevisi-Sünnisi, Hırıstiyanı-Müslümanı, sağcısı-solcusu, laiki-mütedeyyini bu ceberut devletin yokluğunda yan yana canla başla birlikte çalışıyorlardı. Aralarında ne bir husumet ne de bir devlet hassasiyeti vardı. Bunun en öemli göstergelerinden biri Diyarbakır’da deprem sahasında enkaz altından arama-kurtarma çalışmaları sırasında bir “tesadüf de” olsa CHP Başkanı Kılıçdaroğlu ile HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’ın karşılaşmaları, kamuoyu önünde arama-kurtarma çalışmaları ve deprem felaketi hakkında konuşmalarıydı. Hem Akşener’in hem derin devletin yıllardan beri “hassasiyetimiz” dedikleri bir engel kırılmıştı. CHP ve HDP başkanları el sıkışmıştı. Bu uzaktan gelişmeleri seyreden Akşener ve derin devlet için 6’lı Masa’nın bittiği andı. Ama yeni bir birlikteliğin, yeni bir Türkiye ve demokrasi anlayışının yeşerme umuduydu. Devlet ve derin devlet acilen harekete geçme gerekliliğini duydu.

Erdoğan hemen OHAL ilan etti. Hükümetin beceriksizliğini, hazrlıksızlığını, koordinasyon noksanlığını eleştirenlere, akademisyenlere, gazetecilere, demokratik güçlere saldırıya geçti. STK’ların çalışmalarına müdahale etmeye, engellemeye başladı, topladıkları yardımları devlete maletmeye kalkıştı, onları AFAD’a teslim etmeye zorladı. Kürtlerle, HDP ile doğmakta olan ortaklığı boğmak için sahadaki HDP koordinasyon merkezlerine, toplanan yardımlara el koydular, kayyum atadılar. Ama nafile! Sahada doğan ortaklığı önlemeye devletin bile artık gücü yetmiyordu. Ok yaydan çıkmıştı. Derin devletin acilen Akşener’i harekete geçirmesi gerekiyordu.

Akşener 6’lı Masa’dan ayrılıyor

Cumhurbakanı adayını konuşmak üzere 6’lı Masa 2 Mart’ta bir araya geldiğinde İYİ Parti ve Akşener Kılıçdaroğlu’nun adaylığını engellemekte tam kararlıydı. “Kılıçlar” çekilmişti, karşılıklı twittler atılıyordu. Masa’daki 5 parti aday olarak Kılıçdaroğlu’nu öneriyordu. Akşener ise “seçilecek” bir aday olsun gerekçesiyle Ankara ve İstanbul BB Başkanları Yavaş ve İmamoğlunu öneriyordu. Bu kasıtlı bir öneriydi. Zira İmamoğlu hüküm almıştı, adaylığı bile tartışmalıydı. Yavaş ise geçmişi nedeniyle Kürtlerden oy alamazdı ve seçilemezdi. Akşener’in “seçilemez” gerekçesi altında başka nedenler, en başta da derin devletin planları vardı.

Derin devlet Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi durumunda devletin sinir uçları, hassasiyetleriyle oynanacağından, bir Alevi ve Kürt olan Kılıçdaroğlu’nun Alevilere inanç, Kürtlere dil ve kimlik özgürlüğü gibi en temel insan haklarını tanıyarak devlete egemenliğinin elden gideceğinden, ellerindeki ceberut devletin demokratikleşeceğinden korkmaktaydı. Bunun için Kılıçdaroğlu’nun yükselişinin önlenmesi gerekmektedir. Bunun için derin devlet iplerin Akşener’in elinde olduğu bir çözüm planlamaktadır. Bunun için de cumhurbaşkanının göstermelik, Akşener’in de gücü elinde toplayan bir başbakan veya bakan olmasıydı. Böylece devletin hassasiyetleri korunmuş olacaktı.

Erdoğan’ı devirmek için daha büyük bir ittifak gerektiriyor

2 Mart toplantısında yapılan tartışmalarla “kıskaca” alınan ve kendisine “dayatılan” Kılıçdaroğlu adaylığı ile kendi parti organlarına götürmek şartıyla “mutabık” olduğunu açıklayan Akşener toplantıdan ayrıldı. Partisiyle görüşen Akşener 3 Mart’ta 6’lı Masa’dan ayrıldığını bildirdi. İYİ Parti’nin adayının Kılıçdaroğlu değil, Yavaş veya İmamoğlu olduğunu açıkladı. Bu CHP’ye karşı “saygısızlığın” ötesinde ona dışardan açık bir müdahale, bir “dayatmaydı.” Zira İmamoğlu ve Yavaş CHP üyesiydiler. Bu, üye ile başkanın karşı karşıya gelmesi demekti. Bu çıkışıyla Akşener Erdoğan’ın bir dönem daha önünü açmış oluyordu. Bu hem derin devletin hem ABD, AB ve Rusya’nın Erdoğan’a verdikleri destekle de örtüşüyordu. Hem iç hem dış gerici güçler kendi çıkarları gereği hâlâ Erdoğan’ın iktidarda kalmasını istemektedirler.  

Görülen o ki, Akşener’in bu çıkışına Kılıçdaroğlu deprem sahasında elde ettiği deneylerden de çıkarak Erdoğan’ı yenmek, devirmek için “sofra”nın, Masa’nın daha da genişlemesi, daha geniş bir ittifakın oluşturulması gerektiğini “dayatarak” cevap verdi. Kılıçdaroğlu 2 Mart toplantısından sonra HDP önderliğinde kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı üyesi TİP Başkanı Erkan Baş ve Sosyalist Güç Birliği bileşeni Sol-Parti ile görüşeceğini açıkladı. Ve 3 Mart’ta da görüştü. Böylece devlet hassasiyetlerine bir kez daha dokunulmuş oldu. Bu gelişme şunu gösteriyordu: Akşener’in ayrılmasıyla 6’lı Masa’nın gelişmesinin önündeki en büyük engel kalkmış, demokratik bir Türkiye için daha büyük ve geniş bir ittifakın önü açılmış oluyordu. Geniş halk yığınlarını Erdoğan’a karşı harekete geçirme, Erdoğan’ı devirme ve muhalefetin ortak adayının gerçekten kazanma olanağı yaratılmış oluyordu.

Akşener 6’lı Masa’ya geri dönüyor, Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı oluyor 

Toplumda 6’lı Masa’yı da aşan geniş bir ittifakın doğmakta ve muhalefetin ortak adayının kazanacağı umudunun yükselmekte olduğu gerçeği derin devleti yeniden harekete geçirdi. Ortak adayın Kılıçdaroğlu olması durumunda onun seçilmesini engellemek ve seçildiği durumda da etrafını sarmak, kamuoyu baskısından uzak tutmak gerekiyordu. Bunun yolu da Akşener’in yeniden 6’lı Masa’ya dönmesi ve derin devlet tarafından kendisine verilen görevi yerine getirmesiydi. Bu da devletin hassasiyetleriyle oynamayacak ve gerekirse Erdoğan’ın seçilmesinin önünü açacak bir durumu yaratmaktı. Görülen o ki, Akşener’in 6’lı Masa’dan ayrılması ve geri dönmesi operasyonuyla derin devlet hedeflerine büyük ölçüde ulaşmış oldu. Kılıçdaroğlu’nun tek başına değil İmamoğlu ve Yavaş’ın herhangi bir şekilde eklemlenmesiyle aday olması getirildi. Bu da kabul gördü ve Akşener döndü. Kılıçdaroğlu 6’lı Masa’nın cumhurbaşkanı adayı oldu. Bu gelişmeler Akşener’in ne kadar kaypak ve güvenilmez, iplerinin derin devletin elinde oldunu gösterdi. Onun için önemli olanın ülkenin demokratikleşmesi, halkın refahının yükselmesi değil devletin hassasiyetlerinin korunması, sinir uçlarına dokunulmamasıdır.

Akşener ve derin devlet bu operasyonla Kılıçdaroğlu’nun kamuoyunda adaylığına gölge düşürmüş, kazanma şansını azaltmış, 6’lı Masa’nın, Millet İttifakı’nın itibarını ve inandırıcılığını düşürmüş, tek adam rejimini değiştirme iradesini sarsmış oldu. Milletin sorunlarını çözen değil, kendi küçük çıkarları uğruna birbirine düşen bir ittifak izlenimi yarattı. Sonunda bunların Erdoğan’a yarayacağı açıktır. Bu gösteriyor ki, muhalif burjuva partilerinin çatıştırdığı ittifaklarla Erdoğan yenilmez, muhalefetin ortak adayı Kılıçdaroğlu da 13. Cumhurbaşkanı olamaz. Erdoğan’ı yenecek olan sokakta ve sandıkta yığınların oluşturacağı direniştir. Kılıçdaroğlu eğer gerçekten seçilmek istiyorsa; acilen Akşener ve partisi İYİ Parti’nin etkisinden kurtulması, Emek ve Özgürlük İttifakı, Sosyalist Güç Birliği ile giriştiği geniş cepheye diğer sol ve demokrasi güçlerini, kadın, çevre, iklim aktivistlerini de katarak işçi ve emekçi yığınlarını harekete geçirerek iktidara yürümelidir. Bu onun deprem sahasındaki deneyleriyle de örtüşmektedir. Kılıçdaroğlu’nun önünde şimdi tüm bu güçlerin adayı olma görevi durmaktadır. HDP, Sol Parti ve diğer sol ve demokratik güçler Kılıçdaroğlu’na destek vereceklerini açıklamaya başladılar. Kılıçdaroğlu da tüm bu güçleri kucaklamalı, onların ayaklarına gidip birlikte yürüyeceklerini beyan etmeli, artık devletin hassasiyetlerinin kırılacağı mesajını vermelidir. Yeni olan ve adayı iktidara taşıyacak olan bu yaklaşım olacaktır.  

Deprem sahasında oluşan Erdoğan’ı yenecek güçler: İşçi sınıfı, sol ve devrimci güçler, gençler, kadınlar, çevre ve iklim aktivistleri

Kılıçdaroğlu adaydır. Adaylığı 3 Nisan’da kesinleşecektir. Bu uzun bir zamandır. 6’lı Masa’da daha neler gelişir, bilinmez. Önemli olan Kılıçdaroğlu’nun 6’lı Masa’dan gelen baskılara ne kadar direneceği, ne kadar Kürdün-Türkün, Alevinin-Sünninin, Hristiyanın-Müslümanın, solcunun-sağcının adayı olacağını gösterebilmesidir. Bu Kılıçdaroğlu’nun işidir. Ama sonunda Kılıçdaroğlu da bir burjuva politikacısıdır, sonunda o da derin devletin bir parçasıdır. Her an hizaya getirilebilir.

Bu nedenle sol ve devrimci güçler, işçi sınıfı ve emekçiler için önemli olan adayın ismi ve cismi değil, savunduğu ilkelerdir, bu ceberut devletin tüm hassasiyetleriyle birlikte ne kadar demokratikleştirebileceğidir. Sol ve demokratik güçlerin turnusol kâğıdı budur. Ama şu asla unutulmamalı ki, burjuva kesiminin her adayı her zaman dönebilir, belli koşullarda söylediği ilkeleri terk edebilir, verdiği vaatlerden vazgeçebilir. Bunların sırtında yumurta küfesi yoktur. Son aşamada hepsi için geçerli olan yine de devletin hassasiyetleridir. Bu asla unutulmamalıdır.

Bu nedenle sol ve devrimci güçler, işçi sınıfı ve emekçiler için, her ne kadar Kılıçdaroğlu diğer adaylara göre bir ehveni şer olsa da, önümüzdeki dönem çalışmalarının merkezine Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi değil, Erdoğan’ın gitmesi, devrilmesi konmalıdır. Sandıkta Kılıçdaroğlu’na oy kullanılırken, o oyun Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olması için değil, Erdoğan’ın gitmesi, devrilmesi için verildiği bilince çıkarılmalıdır. Kılıçdaroğlu seçildiği takdirde yapabileceği çok fazla bir şey olmayacaktır. Onun da eli-kolu derin devlet tarafından bağlanacaktır. Ama tek başına Erdoğan’ın gitmesi bile bugün için büyük bir kazanımdır. En azından başta Kavala, Demirtaş, Öcalan olmak üzere hapishanedeki aydın, akademisyen, gazeteci, politik tutukluların özgürlüklerine kavuşmaları bile büyük bir kazanım olacaktır. Bu kazanımlar bile yukardan hediye edilmeyecek, sol ve devrimci güçlerin, işçi sınıfı ve emekçilerin, gençler ve kadınlar, çevre ve iklim aktivistlerinin tabandan eylem ve baskılarıyla gerçekleşecektir. Bu güçlerin hem seçim kampanyası esnasında hem seçim kampanyası sonrasında örgütleyecekleri tabandaki eylemler ve baskılar belirleyici olacaktır.

Deprem sahasında Erdoğan’a karşı feryatları tüm Türkiye’ye yayalım

Şimdi vakit geçirmeden sol ve devrimci demokratik güçlerin, komünistlerin sosyalistlerin, genç, kadın, çevre ve iklim aktivistlerinin işçi, emekçi, köylü, esnaf, aydın, genç, kadın yığınlarının, çevre ve iklim direnişçilerinin içinde çalışmalarını ve örgütlenmelerini artırmalıdırlar. Burada depremzedelerle birlikte yapılan çalışmalara ayrı bir önem verilmelidir. Depremin üzerinden bir ay geçti, ama depremzedelerin sorunu hala sarılmış değil. Erdoğan iktidarının beceriksizlikleri, çaresizlikleri hâlâ devam etmektedir. Hâlâ daha çadır, tuvalet, temel ihtiyaç maddeleri eksik. Hükümet depremzedelerin ihtiyaçlarını gidermekle değil, seçim için şovla meşgul. Şimdi Erdoğan’ın depremdeki başarısızlıklarının ülkenin hiçbir sorununu çözemeyeceğinin ispatı olduğu gösterilmeli, deprem sahalarında Erdoğan’a karşı yükselen feryatların tüm Türkiye’ye yayılması sağlanmalı, 14 Mayıs’ta halkın nasıl hesap sorduğu Erdoğan’a gösterilmeli, devletin hassasiyetleri kırılmalı, Kürdü-Türkü, Alevisi-Sünnisi, Hrıstiyanı-Müslümanı, laiki-mütedeyyini, sağcısı-solcusu demokratik bir Türkiye’de eşit, özgür, özerk barış içinde birlikte yaşayacaklarının ilk adımları atılmalıdır. Deprem sahalarındaki deneylerimiz demokratik Türkiye’nin habercisidir.

Bir yanıt yazın