Haber / Yorum / Bildiri

Deprem felaket mi, nimet mi?

Mümin Toprak

BU günlerde depremin bir nimet olduğunu söylemek kolay bir iş değildir. Çünkü ülkenin doğusundan batısına kadar arka arkaya acı deprem haberi gelmektedir. Elazığ’da 6,8 büyüklüğünde deprem. Enkaz altında hayatını kaybedenlerin sayısı 41’e yükseldi, yaralı sayısı 1607’e çıktı. Manisa 5,1 büyüklüğünde bir depremle yine sallandı. Vatandaş evlere girmekten korkuyor, geceyi sokaklarda geçirdi. Marmaris’te 5,4 büyüklüğünde deprem. Can kaybı yok, hasar var. Doğu Anadolu fay hattı canlandı. Maraş’ta da deprem beklenebilir. Bu felaket haberleri arasında depremin bir nimet, hele ülkenin bir zenginliği olduğu üzerinde konuşmak mümkün mü? En azından kolay değil!

Deprem bir doğal afettir. Bazılarına göre bu doğal afet takdir-i ilahidir, Allah’ın insanları imtihan etmek için bir fiili, bir takdiri, isteğidir. Allah’ın bir felaketi, cezasıdır. Bazılarına göre ise deprem tabiatın bir yasallığıdır, kaçınılmazdır, ama bir felaket olmayabilir. Depremin takdir-i ilahi olduğunu söyleyenler görevi halkı uyutmak, manipüle etmek olan din tüccarları ve bazı politikacılardır. Depremin doğanın oluşumundan gelen bir yasallık olduğunu söyleyenler ise bilim insanlarıdır.

Bu depremde depremin bir takdir-i ilahi, önlenemeyecek bir felaket olduğunu söyleyenlerden biri de Erdoğan’dır. Deprem sonrası Elazığ’a giden ve Elazığ’da depremde hayatını kaybeden Ayşegül Hanım ve çocuğunun cenaze namazına katılan Erdoğan, namazdan sonra halka şu açıklamaları yapabiliyordu: “Tabii bu tür afetler bizler için büyük bir imtihan ve böyle bir imtihanı milletçe biz hep sabırla davrandık. Biz Van depremini yaşadık, Simav’ı, Düzce’yi Sakarya’yı yaşadık… Şimdi yine bir imtihandayız.. Biz hakkında surenin de bulunduğu bu deprem olayları hakkında teslimiyetin en güzelini hep verdik veriyoruz. Şimdi de böyle bir imtihanla karşı karşıyayız. Az önce diyanet İşleri Başkanımız bunun kıyametin bir tefsiri olarak, yani insanın ölümünün bir küçük kıyamet olduğunu bilenlerdeniz. Ama bu kardeşlerimiz inanıyorum ki rabbimin cennet müjdesine kavuşanlardan…” Erdoğan için depremde ölenler “kader-i ilahidir”, cennette yerleri hazırdır, bu Allah’ın bir müjdesidir. Önlem alınmadı, bir şey yapılmadı gibi eleştirilerle hükümeti suçlamaya kalkanlar Allah’ın takdirine, imtihanına karşı gelenlerdir, depremi durdurma şansımız yok, önlenemez, o zaman felaketine de katlanmak zorundayız, felaket depremin fıtratında vardır. Erdoğan’ın tutumu bu! O bu tutumuyla suçunun üstünü örtmek için çabalamakta, yıllardır ihmallerinin ve almadığı önlemlerin, vurdumduymazlıklarının hesabını vermekten, sorumluluktan kaçmaktadır. Kaderin, takdir-i ilahinin arkasına sığınmaya çalışmaktadır. Kamuoyunda “devlet-millet elele” vererek Allah’ın imtihanını başaracakları “algısını” yaratmakta, yaymaktadır.

Ama bu kez Erdoğan ve çevresi bu algı operasyonlarıyla halkı uyutup aldatamayacaklardır. Artık halk kader, takdir-i ilahi gibi açıklamalara toktur, kanmamaktadır. Erdoğan’dan hesap sormaktadır. İşte tam da burada özellikle Erdoğan’a karşı kamuoyunda ve medyada, öncelikle de sosyal medyadan ağır eleştiriler geldi. Bu eleştirilere tahammül edemeyen Erdoğan, savcıları harekete geçirerek, bunlar hakkında soruşturmalar başlattı. Ama eleştirilerin hemen hepsi somut verilere, açık delillere dayanmaktadır. Normal bir demokraside, hukuk devletinde savcıların soruşturmaya gerek görmeyip bu soruşturmaları durdurmaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktur. Ama burası Erdoğan Türkiye’si. Elbette “Reisin” dediği olacaktır. Ama bu kez halkın tepki büyük, Reis köşeye sıkışmış durumda.

Geliyorum diyen deprem

Aylardan beri Prof. Naci Görür, Prof. Şener Üşümezsoy gibi bilim adamları Elazığ-Malatya arasında Sivrice’nin deprem bakımından riskli olduğunu ve acilen önlem alınması gerektiğini söyleyip durdular. Hükümet, Erdoğan bunları duymazdan geldi. Şimdi vatandaş Erdoğan’dan hangi önlemler alındı, bu bilim insanlarının ikazları neden dikkate alınmadı diye hesap sormayacak mı? Soracak ve soruyor da! Vatandaş korku duvarlarını yıkıyor, ama Erdoğan’da vatandaş uyanıyor diye korku büyüyor.

Vatandaş soruyor: 1999 Gölcük depreminden sonra depremin yol açacağı felaketleri önlemek için alınacak ön tedbirleri finanse etme amacıyla konan deprem vergisinde toplanan paralar nereye gitti? Sarayın hangi giderleri için harcandı? Yoksa Erdoğan için kurulan uçak filosuna mı harcandı? AKP iktidarı döneminde toplanan deprem vergisi 65 milyar TL. Bu paralarla İstanbul da dahil deprem bölgelerindeki hasarlı veya dayanıksız binalar yenilenecek, depreme dayanıklı hale getirilecek ve böylece bir sonraki depremde can ve mal kaybı olmayacaktı. Ama Elazığ depremi gösterdi ki, ortada para yok, önlem de yok! Hele bir deprem sonunda büyük bir felaketten korkulan İstanbul’da alınmış “tek” önlem yok! Vatandaş bunun hesabını soracak. Bunun hesabını soran CHP Başkanı Kılıçdaroğlu’na Erdoğan, “Harcanması gereken yere harcadık. Bundan sonra da Bay Kemal’e bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok” diye cevap veriyor. Ama Erdoğan şunu bilsin ki, milletin parasının hesabını veremeyenlerin hesabını millet sandıkta görür ve döver. O günler uzak değildir.

Bu deprem nedeniyle en çok sorulan sorulardan ve işlenen konulardan biri de, 6,8 hatta 7 üzerindeki bir depremde Japonya’da bırakalım can kaybını, tek bir binada bile bir hasar meydana gelmezken, nasıl olurda bizde yüzlerce insan ölür, binlerce bina hasar görür, çevredeki binalar dimdik dururken ortalarındaki bir kaç bina karton gibi çöker, onlarca insana mezar olur? Japonya da deprem bölgesinde, bizim ülkemiz de! Neden bizde bu kadar büyük acı ve kayıp? Bu tek başına kader ve takdir-i ilahi ile açıklanamaz. Burada söz konusu olan Allah’ın imtihanı değil, mühendisliğin imtihanıdır. Öldüren deprem değil binadır. Bunun sorumlusu inşaatları kontrol etmeyen iktidardır. Toplum genlerine işleyecek kadar talanı, yolsuzlukları, soysuzlukları, toplanan yardımları suistimal etmeyi normalleştiren AKP iktidarıdır, Erdoğan’dır. Onların takdir-i ilahiye sığınmaları boşuna değildir.

Gerçekten de, Erdoğan’ın dediği gibi Kuran’da depremle ilgili sure vardır. A’raf suresinde ve diğer surelerde depremle, yer sarsıntısıyla ilgili birçok ayet bulunmaktadır. A’raf surenin 155. Ayetinde bundan 3 bin yıl önce Musa’nın başına gelenler anlatılır: “Musa kavminden belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti. Onları müthiş deprem yakalayınca, Musa dedi ki: ‘Ey rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” İşte Erdoğan’ın Allah’ın imtihanı dediği bundan 3 bin yıl Musa’nın başına gelenlerdir. İnsanlar o zaman depremi Allah’ın bir cezası, bir imtihanı olarak görüyorlardı. O zaman, bundan 3000 yıl önce insanlar dünyayı yuvarlak değil, tepsi gibi düz biliyorlardı. İnsanların bilgisi bu kadardı. Ama bugün insanların bilgisi çok daha fazla, bilim ve teknoloji çok gelişmiştir. İnsanlar artık dünyamızın düz değil yuvarlak olduğunu, nasıl oluştuğunu, depremin nasıl meydana geldiğini bilmektedir. Bunları Erdoğan da biliyor. Ama onun hala 3 bin yıl önceki Musa’nın sözlerine sarılması, halkın “temiz” dini inançlarını sömürerek, halkı aldatmak ve politik hatalarını, yolsuzluklarını örtmek içindir. Onu bu kez ne Musa ne de Muhammet kurtaracaktır. Halk yakasına yapışmıştır, bırakmayacaktır.

Deprem: Tabiatın bir yasallığı

Deprem yerküremizin bir yasasıdır. Güneşten bir ateş parça olarak kopan dünyamız, yerküremizin oluşması, bu ateş parçasının soğumaya başlamasıyla olur. Böylece yerkürenin dış kısmında 70-100 km kalınlığında bir taşküre meydana gelir. Bunun altında kalınlığı 2900 km’lik manto denen bir kuşak vardır. Bunun altında da çekirdek denen bir magma bulunmaktadır. Taşkürenin altındaki yumuşak üst mantoda oluşan kuvvetler ve akımlar taşküreyi parçalamakta, kırılmalara ve birçok “levhalara” bölünmesine neden olmaktadır. Bu levhalar birbirlerine isabet ederler, sürtünmeye ve sıkıştırmaya başlarlar. Bunun sonucu büyük enerji birikimi oluşur. Bu enerjinin boşalmasıyla taşkürede kırılmalar ve sarsıntılar, deprem meydana gelir. Bu levhaların buluştukları yerler fay hatlarıdır.  

Türkiye dünyanın en etkin deprem kuşaklarının birinin üzerinde bulunmaktadır. Altından birçok fay hatları geçmektedir. Ülkenin %92’si deprem bölgesi içerisindedir. Nüfusun %95’i deprem tehlikesi altında yaşamaktadır. Sanayinin %98’i ve barajların %93’ü deprem bölgesinde bulunmaktadır. Son 60 yıl içerisinde depremden hayatını kaybeden vatandaşlarımızın sayısı 58 bin, yaralananların sayısı 122 bindir. Yıkılan veya ağır hasar gören bina sayısı 411 bindir. Depremin yarattığı hasar milyar dolarla ölçülemeyecek kadar büyüktür. Yalnız Marmara depreminde ortaya çıkan zarar 8,5 milyar dolardır. Bu kadar büyük kayba rağmen Marmara depreminden sonra bir deprem seferberliği gerekli iken hiçbir şey yapılmadı. Elazığ depremi bizleri bir kez daha uyandırdı, ama bu kez tekrar uyumayalım, zinde kalalım.

Deprem bir nimettir

Ülkemizin bir deprem kuşağındadır. Bir deprem ülkesi olmamız, depremi bizim üzerimize çöken bir kâbus olarak algılatılmakta, zararlı bir bela olarak gösterilmektedir. Gerçekten öyle mi? Bilim insanları başka görüşte. Esasında biz normal vatandaşlar da farkında olmadan başka görüşteyiz. Mesela bir su içmek istediğimiz zaman maden suyunu veya şifalı bir suyu tercih ederiz. Sırtımız, dizimiz ağrıdığında, solunum ve göğüs darlığı sıkıntısı çektiğimizde bir kaplıcaya gider sıcak kükürtlü sularda şifa arar buluruz. Ülkemizde böylesi kaplıcalar bulunduğuna şükreder, seviniriz. Seviniriz ama, bunun depremle bir ilişkisi olduğunu görmeyiz, kurmayız, düşünmeyiz. Anadolu’nun altında depremi yaratan fay kırıkları olmasa, yerden ne sıcak şifalı ne de kükürtlü su çıkar. Ülkemiz için depremin o kadar büyük yararları var ki, bakın bilim adamları ne diyor:

“Depremin başlıca üç yararı vardır. Birincisi, ülkemizdeki organik olmayan madenlerin nerede ise tamamı fay hatları nedeniyle oluşmaktadır. Ülkemizin dünyada bor madeni zenginliği açısından birinci olmasını deprem fay hatlarına borçluyuz. Depremin ikinci bir yararı, doğal maden sularının deprem fay hatları nedeniyle oluşmasıdır. Maden suları, içinde bulundurduğu çeşitli mineraller ve iz elementleriyle vücudumuz için yararlıdır. Beypazarı doğal maden suyu bunun en güzel örneğidir. Depremin üçüncü bir faydası ise, ülkemizin içilecek kaynak suları ve ılıcalar açısından zengin olmasının nedeni de deprem fay hatlarıdır.”

Bunlar gösteriyor ki, ülkemiz Türkiye’nin bir deprem ülkesi olması bir felaket değil bir nimettir, ülkemizin büyük bir zenginliğidir. Ne var ki biz bunun bilinçli farkında değiliz. Depremin faydaları değil, hep insanoğlunun neden olduğu zararları üzerinde konuşuyoruz. Bu kıskaçtan, şeytan çemberinden çıkmamız, deprem ülkesi olduğumuza sevinmeye alışmalıyız. Bunun için hem kendimizi, ama özellikle de her şeyi “fıtrat” ve “takdir-i ilahi” sayan şu Erdoğan iktidarını değiştirmek gerekmektedir.

Ne yapalım?

Görülüyor ki, deprem bizim bir parçamız, biz depremin zararları ve faydalarıyla içiçe yaşamaktayız. Ama ülkede ne politikacısında, ne vatandaşında bu bilince çıkılmış değildir. Bizde deprem, depremden depreme hatırlanır, bir felaket olarak lanet okunur. Bir deprem olduğunda politikacılar bol vaatte bulunur, vatandaş bunlarla avunur, 3 gün içinde, bir dahaki depreme kadar hepsi unutulur. Ondan sonra da deprem bir kader, takdir-i ilahi olur. Bu gidişe dur demenin zamanı gelmiştir. Milletçe ayağa kalkmak, yaşam biçimimizi depreme göre ayarlamamız gerekmektedir. Japonya’da olduğu gibi binaları depreme dayanıklı inşaa etmek, evlerimizi, mobilyalarımızı depreme göre düzenlememiz gerekmektedir. Deprem doğal bir afettir, doğanın bir yasallığıdır, ama felaketi değildir. Depremi felaket yapan; yaşamında bilimi kullanmayan insanoğludur. Bilimin gereklerini yapmayan hükümetlerdir, depremi kader sayan Erdoğan’dır. Yaşamımıza bilimin girmesi bu hükümetle, Erdoğan’la mümkün değildir. Yaşamımızı bilim temelinde yeniden düzenlemek bu baskıcı faşizan rejimde mümkün değildir. Bilime göre yaşam demokrasiyi gerektirmektedir. Demokrasi de Erdoğan’ın gitmesini gerektirmektedir. Bu depremle birlikte Erdoğan’a karşı büyük bir tepki ortaya çıktı. Halkın hesap sormaya başlaması “yepyeni” bir olgudur. Erdoğan köşeye sıkışmıştır. Hesap vermekten kaçmaktadır. Bu onun en yumuşak karnıdır. Şimdi halkımızı Erdoğan’dan hesap sorması için örgütlemenin, harekete geçirmenin zamanıdır. Sınıf mücadelesi aynı zamanda politik mücadeledir. Toplumda çelişkilerin derinleştiği yerlere müdahale edebilmektir. Şimdi tam da depremi yanız bir felaket, bir takdir-i ilahi gören Erdoğan’a karşı demokrasi ittifakını örmekte yeni bir fırsat doğmuştur. Hükümetten hesap sormaya başlayan halk demokrasi için ardıcıl bir mücadeleyi göze alan halktır. İşçi sınıfı ve demokrasi güçleri tarafından bu olgular çok iyi değerlendirilmelidir. Demokrasi bazen elle tutulabilecek kadar yaklaşabilir, ama onu tutmak bizlerin görevidir.

Bir yanıt yazın