Haber / Yorum / Bildiri

“Daha neler olacak neler…”

128 milyar dolar gitti, Damat gitti, Peker gitti, Ağar, Eken, Alan ve Çakıcı geri geldi..

“Bunlar daha iyi günler” Şimdilik! Bundan sonra gelecek olan “siyasi cinayetler”dir!

CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın 26 Mayıs 2021 Çarşamba günü Meclis’te partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma kamuoyuna bomba gibi düştü, milleti tedirgin etti. Erdoğan konuşmasında, Rize İkizdere’de İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e yapılan saldırıyı AKP’lilerin organize ettiğini ifade ederek Akşener hakkında şunları söyledi: “Yine dua et ki, gelin hanıma çok ileriye gitmeden ders verdiler. İkizdere yetmedi, Çayeli’ne gittin. Orada da gerekeni yaptılar. Daha neler olacak, neler… Bunlar daha iyi günler”

Anayasa ve yasaları sürekli çiğneyen Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerinin vahameti toplumu ürküttü. Herkese “bu kadar da olmaz!” dedirtti. Çünkü söylediği sözler, iki sene içinde seçime de gidileceği düşünülürse, önümüzdeki ayların ve yılların Türkiye’de çok sıcak, gerilimli geçeceğinin, belki yeniden “oluk oluk” kan akacağının kötü habercisi gibiydi.  Sanki Ocak 2016’da barış Akademisyenleri için “oluk oluk kanlarını akıtacağız, kanlarında duş alacağız” diyen Sedat Peker’i hatırlatıyordu. Bu yaklaşım Erdoğan’ın iktidarı vermemek için her şeyi göze almaya hazır olduğunun habercisiydi.

Tekrar yolda olan siyasi cinayetler

Ne demekti “Bunlar daha iyi günler.”? Kötü günler nasıl olacaktı? Akşener İkizdere’de, Çayeli’nde esnafla konuşturulmadı, linç edilmek istendi, zor kurtuldu. Demek bundan sonra yapılacak olanlar linçtir, insan katliamlarıdır. Erdoğan’ın bu tehditi yalnız Akşener’e değil, tüm muhalafete, sol ve demokratik güçlere yöneliktir. Seçimlerin kanlı geçeceğinin habercisidir. Failleri belli veya meçhul cinayetler tekrar bu ülkede yaşanacağa benziyor. Bunun için mafya yeniden görev üstlenmek için beklemektedir. Peker gitti, Ağar, Eken, Alan ve Çatlı geldi. Önümüzdeki yıllarda 90’lı yılların tekrar geri geleceği anlaşılmaktadır.

Eski Milli İstihbaharat Teşkilatı (MİT) Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür’le, Sedat Peker’in yayınladığı videolar hakkında bir röportaj yapan gazeteci İsmail Saymaz’a, Eymür günümüzdeki olayları 90’lı yıllarla karşılaştırarak “90’larda bu kadar kepazelik yoktu. Bu derece yoktu” dedi ve Mehmet Ağar’ın eski “takımı” ile birlikte ortaya çıkmasının yarattığı tehlikeli ortama ve geçmişte Mehmet Ağar’a yaptığı ağır ithamlara değinerek “Hatta zamanında söylediğim bir lafı yine tekrarlamak istiyorum. Bu gidişin sonu siyasi cinayetlerdir” diye belirtti. 90’lı yıllar Türkiye’nin en karanlık, en çok faili meçhul cinayetlerinin işlendiği yıllardı, “kepazelik” yıllarıydı. Eğer Eymür gibi Mehmet Ağar’ın ve “tosunlarının” cinayetlerini çok iyi tanıyan “deneyimli” eski bir istihbaratçı günümüzün 90’lardan daha “kepaze” olduğunu belirtip, ve bu işin sonunun 90’lardan daha beter “siyasi cinayetler” işlenebileceğinin haberini veriyorsa ve bu röportajdan bir hafta sonra Erdoğan’da böyle cinayetleri ima ediyorsa muhalefetin, sol ve demokrasi güçlerinin bu haberleri çok ciddiye alması gerekmektedir.

İsmail Saymaz Eymür’le bu röportajı yayınlandığında herkes “Aman Allah göstermesin, o günlere dönülmesin” dedi. Ama bir hafta sonra Erdoğan o günleri, belki daha beterini “Allah’ın göstereceğini” belirtti. Hem Eymür’ün, hem Erdoğan’ın söyledikleri birer uyarı olarak görülmelidir. Geçmişte de böylesi benzer uyarılar çok oldu. Ama ciddiye alınmadığı için sonuçları da çok ağır yaşandı. 17-24 Aralık yolsuzluğunun, 15 Temmuz darbesinin, uçurulan 128 milyar doların olacağının birçok habercisi, uyarıcısı vardı. Ama bunlar gerektiği gibi dikkate alınmadı, sonuçları da ülke için çok kötü oldu. Bugün yaşanan sancılar o gün çıkan o “küçük” haberlerin altında yatan olgulardı. Avrupa’da ise bu gibi uyarıcılara çok önem verilir. 

Krizleri duyuran erken uyarı sistemleri

Gelişmiş kapitalist ülkelerde, burjuva demokrasilerinde gelmekte olan bir ekonomik krizi veya toplumda çıkabilecek bir sosyal patlamayı haber veren ekonomik ve politik birçok erken uyarı sistemleri vardır. Bilim insanları, ekonomistler, politoglar, sosyologlar, kamu araştırmacıları, istatistikçiler değişik kurum ve kuruluşlar sürekli sayısal verileri, gazetelerde, sosyal medyada çıkan haberleri, toplumun değişik kesimlerinde beliren eğilim ve tepkileri, tedirginlikleri, kızgınlık ve hayal kırıklıklarını değerlendiren araştırmalar yaparlar ve varılan sonuçların nelere yol açabileceği konusunda öngörülerini işletme ve devlet yöneticilerine sunarlar.

Türkiye’de de, düzenli olmasa da bunlar bir yere kadar yapılmaktadır. Özellikle komuoyu araştırması yapan birçok kuruluş var. Bunlar içinde toplumdaki eğilimleri öngörebilen ciddi, güvenilir olanlar da var. Ama maalesef Türkiye’de özellikle devletin, resmi kurumların verdiği sayıları irdeleyerek bir öngörüde bulunmak imkânsız gibidir. Alalım korona vaka sayılarını veya TUİK’in işsizlik veya enflasyon sayılarını. Vaka sayılarına bakarak üçüncü salgın dalgası kırılıyor demek mümkün, zira vaka sayıları 50-60 binden 10 binlere düştü. Ama gerçek durum insana bunu dedirtemiyor, çünkü salgın etrafımızda azgın şekilde kol geziyor, can alıyor. Bu sayıların turizm için yapıldığı bir sır olmaktan çoktan çıktı. TUİK’in verdiği sayılar da aynı. TUİK’ın sayılarına göre işsizlik düşüyor, enflasyon azalıyor veya duraklıyor. Ama gerçekler bambaşka. İnsanlar iş bulmak için kıvranıyor, sokaklar işsiz insanlarla dolu. Zamlar ve fiat artışları üst üste geliyor. İşsizlik can, pahalılık cep yakıyor. Bir bilim insanının devletin verdiği sayılara bakarak bir öngörüde bulunması mümkün değil, bulunmaya kalkan da kendini gülünç duruma düşürür.

Türkiye’de sosyal medaya ve bazı gazete haberleri erken uyarıcı olabiliyor 

Buna rağmen Türkiye’de, insanın gözünün içine baka baka, “ben geliyorum” diyen öyle olaylar oldu ve oluyor ki, çoğu kez bu olayların uyarıcısının gazetelerde çıkan bazı haberler olduğunu görmek mümkündür. Gazete sayfalarını bazen şöyle bir dikkatlice karıştırmak, bir ekonomist, politolog veya sosyolag gözüyle bakmak, oradaki bir haberin büyük bir tehlikeye işaret ettiğini söylemek için müneccim olmaya gerek bile kalmaz.

Mesela Hazinenin ve Merkez Bankası’nın kurutulacağının, 128 milyar doların uçurulacağının habercisini 4 Eylül 2018’de ve onu takip eden günlerde yayınlanan bir köşe yazısında bulmak mümkündür. Yine 17-25 Aralık’da ortaya çıkan yolsuzlukların habercisi 15.04.2011 tarihinde bir gazetede çıkan haber ve resim veya aynı tarihte Fethullahçı başkaldırısının habercisi, 7 Şubat 2012’de cereyan eden olay olduğunu söylemek büyük bir buluş değildir. Sedat Peker’in de yurtdışına gitmesine müsaade edildikten sonra “büyük ifşaat”da bulunacağının habercisi eski dörtlü çetenin (Ağar, Alan, Eken, Çakıcı) yayınladığı fotoğraf olduğunu söylemek artık herkesin bildiği bir sırdır. Zira iki cambaz bir ipte oynamaz. Mafya birbirine düştü, pislikleri ortaya saçıldı. Bu fotoğraf aynı zamanda Türkiye’nin 90’lı yıllara doğru gidebileceği hakkında bir uyarı olduğu konusunda herkes hemfikir. “Adamlar” biz geliyoruz diye resmen ilan ettiler. Çünkü bu resimdeki 4’lü çete liderleri 90’lı yıllardaki faili meçhulleri gerçekleştiren kişilerdir. Peker bunları tek tek ifşa etmeye başladı.

MHP; Ulusalcılar ve Ergenekoncularla ittifak 90’lı yıllara dönüştü

1984 yılında başlayan Kürt halkının direnişi durdurulamıyordu. Çünkü Kürt halkı bu direnişinde haklı idi. Cumhuriyetin kuruluşundan 12 Eylül 1980 askeri darbe dönemine kadar Kürt, Kürtçe, Kürdistan fiilen yasaktı, ama yasal dayanağı yoktu. 12 Eylül cuntacıları 1983 senesinde çıkarttıkları 2932 sayılı yasa ile yasalardaki bu “boşluğu” doldurdular. Çıkardıkları yasa ile “Türkçe dışında herhangi bir başka dil kullanmak yasak” dediler. Böylece Kürtçe’yi resmen yasakladılar. Dilini konuşamayan, kimliğini, kültürünü, ülkesini dillendiremeyen, inkâr ve imha ile karşı karşıya kalan bir millet ne yapar? İsyan eder. İşte Kürt halkı da 1984 senesinde PKK’nın, Apo’nun öncülüğünde isyan etti. Her seferinde olduğu gibi, isyanın nedenleri üzerinde durulacağı, politik çözümler aranacağı yerde, isyanı bastırmaya, “güvenlikçi çözümler” arama yoluna gidildi. Her zaman olduğu gibi asker isyanla başetmekte zorlanınca devreye Gladio, Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı, Milli Emniyet, MİT, Kontrgerilla, Özel Harekât gibi diğer güvenlik birimleri girdi. Bunlar devletin bekası tehlikededir diyerek geçmişte sol ve demokratik güçlere, komünistlere karşı kullandıkları yasa dışı Ülkücü çetelerle, yeraltı dünyası ve mafyayla işbirliğine girdiler. Bu işbirliğini o zamanki MGK’da Tansu Çiller onaylattı. Artık icraata geçilebilirdi. Daha sonra İçişleri Bakanı olan Mehmet Ağar yönetiminde Özel Harekâtçı Korkut Eken, Engin Alan ve yeraltı dünyasından Abdullah Çatlı, Alaattin Çakıcı, Sedat Peker ve diğer mafya şefleriyle birlikte siyasetten MHP’li Bahçeli’nin, Kürtlerden Sedat Bucak’ın desteği ile 90’lı yıllarda hem PKK’ya, hem demokratik güçlere, ama özellikle Kürtlere karşı işlenen faili meçhul cinayetlerin örgütleyicisi ve uygulayıcısı oldular. Susurluk olayı ile bu devlet-siyaset-mafya işbirliği ortaya çıktı. Ağar bakanlıktan istifa etti ve diğerleri bir müddet geri çekilmek zorunda kaldı. Taa ki, günümüze kadar.

2002’de AKP, Erdoğan iktidara geldiğinde önce Fethullahçılarla ittifak yaptı. Kemalistlerin gücünü kırmak, askeri “vesayetten” kurtulmak için açtırdığı “Ergenekon” davalarıyla orduda Fethullahçı subayların önünü açtı. Bu subaylar 15 Temmuz 2016’da darbe girişimine kalkışınca Erdoğan kendine yeni ittifaklar arama arama yoluna girdi. Zaten 7 Haziran 2015 seçim yenilgisi ve HDP’nin barajı aşıp Meclise girmesiyle değişen politik ortamda Erdoğan Kürtlere karşı yeni bir güvenlikçi politika uygulamak gereğini duydu. 90’lı yıllarda olduğu gibi Polis ve jandarmadan Özel Harpçi ve Harekâtçılar harekete geçirildiler. “Esedullah Timleri” denilen Özel Harekâtçılar Hakkâri’de ve diğer Kürt illerinde terör saçmaya başladılar. Bu timlerin oluşturulmasında MHP’ye yaklaştı. 15 Temmuz darbesiyle birlikte Erdoğan tam olarak MHP ve şovenist Kemalist ulusalcılarla, Perinçekçilerle, 90’lı yıllardaki faili meçhul cinayetlerin örgütleyicisi ve başı Bahçeli, Çiller ve Ağar ile ittifaklar arayışına geçti. 2018 seçimlerinde bu ittifak perçinlendi. Bahçeli, Çiller ve Ağar yeniden sahneye çıktılar. Erdoğan bunları özel olarak kabul etti. Çiller’in oğluna rant sağladı, Ağar’ın “tecavüzcü” oğlunu milletvekili, Bahçeli’yi de hükümet ortağı yaptı. Bahçeli’nin dayatması ile çıkarılan bir “af yasası” sayesinde Alaattin Çakıcı’yı hapisten kurtardı. Böylece yeraltı dünyası canlandırıldı. 90’lı yılların alt yapısı hazırdı. Harekete geçmek için sinyal bekliyordu.

Tabanını kaybeden Erdoğan’a yasa dışı yapılar gerekli olmaya başladı

17-25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet olaylarından ve 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Erdoğan sürekli oy kaybetmeye başladı. Halk kitleleri yoksullaşırken devletin olanaklarıyla Erdoğan’ın kendisi, ailesi ve çevresi oldukca zenginleşti. Servetleri artık lirayla değil dolarla, milyon dolar değil, milyar dolarlarla ölçülüyordu. İktidar tatlıydı ve mutlak olarak kaybetmemek gerekiyordu. Ama nasıl? Ekonomisi güçlü olmayan ülkelerde bunun iki yolu vardı. Dışta savaş ve içte şiddet. 

Yıllardan beri içte ve dışta Kürtlere karşı yürütülen savaş 2014’de İŞİD’in Suriye’de Kobane’ye saldırmasıyla hızlandı. Erdoğan bilfiil İŞİD’i destekleyerek savaşa müdahil oldu. Arkasından İŞİD’ci cihadistlerle işbirliği içinde Cerablus ve El Bab’ı, sonra Afrin’i ve daha sonra Serekaniye’yi zaptetti. Bununla yetinmedi. Elindeki İŞİD canilerini Libya’ya, sonra Dağlık Karabağ’a gönderdi. Akdeniz ve Ege’de komşularla gerilim yarattı. Ülkede milliyetçilik ve şovenizm tavan yaptı. İçerde de Cizre’de ve Sur’da direnen Kürt gençlerini canlı canlı bodrum katlarında imha etti. Savaşa karşı çıkan akedemisyenlere, demokratik güçlere terör estirdi. Onları işten, bir kısmını da hapse attırdı. Çoğu yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Ama ne Kürt halkı ne de Türk demokrasi güçleri susmadan, yılmadan direnişi sürdürdüler. 2019 yerel seçimlerinde Erdoğan’a büyük bir darbe indirdiler. Erdoğan başta “büyük aşkım” dediği İstanbul ve mutlak kazanmak istediği Kürt illeri olmak üzere tüm önemli büyük şehirlerin belediye başkanlıklarını kaybetti. Artık Erdoğan dönüşü olmayan bir inişe geçmişti. Aynı zamanda bu savaşların getirdiği ekonomik yük ise halkın belini iyice bükmüştü. Halk yığınları homurdanmaktan da ileri feryat etmeye başlamıştı. Buna bir de korona salgınının getirdiği ekonomik yıkım ve salgınla mücadelede Erdoğan hükümetinin ‘beceriksizlikleri’ eklendi. Artık Erdoğan ve çevresi de sonlarının gelmekte olduğunu görmeye başladılar. Ama iktidarı kesin olarak vermek istemiyorlardı. “Ne yapmalı?” sorusu tekrar tekrar gelip karşılarına dikiliyordu.

Erdoğan için iktidarı kurtarmanın yolu tam bir faşizan rejime geçmek

Yapılacak bir seçimde iktidarı kaybedebileceğine hükmeden Erdoğan, iktidarı kurtarmanın yolunu seçim yapmamak dâhil, kurmakta olduğu tek adam rejimini tam bir faşizan rejime dönüştürmekte görmektedir. Bu rejimi kurmak için o Hitler’in yöntemlerini uyguluyor. Arkasında ekonomik bir güç olmadığı için onun gibi hızlı gidemiyor. Hitler kısa bir zamanda Rayştag’ı, meclisi yapmış, partileri kapatmış, milletvekillerini hapse atmış, orduyu savaşa yönlendirmiş, polisi, yargıyı, basını, üniversiteleri, sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını kendine bağlamış, SA ve SS’le toplumu estirdikleri terörle teslim almışlardı.  Erdoğan da bu yolda gidiyor. Meclisi kapatamadı, ama işlevsiz hale getirdi. Partileri yasaklamak için HDP’den başladı, diğerleri daha sırada. Milletvekillerini tutuklamakta da HDP’den başlandı. Önümüzdeki günlerde 11 milletvekilinin fezlekeleri oylanacak. Kılıçdaroğlu’na varıncaya kadar diğer partiden milletvekilleri için fezlekeler beklemede. Ordu Kürt bölgelerinde savaşla meşgul. Basının, yargının, üniversitelerin büyük bir çoğunluğu saraya bağlı. SA ve SS’lerin yerini, bekçiler, SADAT’ın yetiştirdiği özel birimler almakta.

Faşistleşme yolunda Erdoğan daha her şeyi yüzde yüz kontrol altına almış değil. Faşizan gelişmeyi hızlandırmanın yolu sokakta terörü arttırmak, toplumda korku ve tedirginliği yükseltmek, toplumu yıldırmak ve susturmak, paralelize etmektir. Bunun için de yasa dışı, mafya tipi örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Bu işi yapacak olanlarda MHP’nin, Bahçeli’nin eski ülkücü tayfasıdır, pardon “dava arkadaşlarıdır.” Alaattin Çakıcı bunun için özel bir afla hapishaneden çıkarıldı. İlk eylemi Kılıçdaroğlu’na küfür, hakaret ve tehdit dolu bir mektup yazmak oldu. Mektupta Kılıçdaroğlu’na “seni bakla kazığı ile tanıştırırım” diyerek haddini bildirmeye kalktı. Sonra Mehmet Ağar, Korkut Eken, Engin Alan’la birlikte Mehmet Ağar’ın zorla el koyduğu Bodrum Yalıkavak’taki Mansimov’un marinasında çektirdikleri fotoğrafla tüm kamuoyuna “biz geliyoruz” diye mesaj verdiler. Şimdi bu mesajı iyi okumak gerekiyor. Bunlar Erdoğan’ı iktidarda tutmak, onun seçimle veya seçimsiz iktidarda kalmasını sağlamak için 90’lı yıllardaki faili meçhul cinayetler dâhil her türlü yola başvuracaklardır. Akşener’e karşı “daha neler olacak neler” diyen Erdoğan’ın kastettiği bu mafya çetelerinin harekete geçip başta HDP ve Kürtler, demokratik güçler olmak üzere tüm muhalefeti tehditle baskınla, linç girişimleriyle, cinayetlerle susturacakları ve yıldıracaklarıdır. Kılıçdaroğlu’na yapılan tehdit, Rize’de Akşener’e yapılan linç girişimi seçim öncesinde neler yapılabileceğinin göstergesidir. Daha büyük saldırı ve cinayetler işlenmeden bu mafya çetelerine dur demek gerekmektedir. Bunun zamanı bugündür, yarın faili meçhul cinayetler işlenmeye başlayınca her şey çok geç olabilir.  

Mafyanın kendi arasındaki hesaplaşma nedeniyle Sedat Peker’in yaptığı ifşaatlar sonunda hem dörtlü çete (Ağar, Eken, Alan, Çakıcı) hem hükümet köşeye çok sıkışmış, devlet-siyaset, basın ve mafya ilişkileri bir kez daha insanlara dudaklarını ısırtacak şekilde sere serpe ortaya dökülmüştür. Dün Peker ile işbirliği yapan Erdoğan bugün Ağar-Çakıcı çetesini tercih etmektedir. Zira Erdoğan iktidarda ancak bunlarla kalabileceğini hesap ediyor. Şu an hem mafya hem hükümetin kamuoyunda itibar kaybettiği en zayıf andır. Bu an mafya-siyaset ilişkilerini ve bunların Erdoğan’ı iktidarda tutmak için kurmaya başladıkları 90’lı yıllardaki gibi cinayet planlarını halka açıklamak için en uygun zamandır. Sedat Peker’in videolarını seyredip “vay anasına, şu katillere bak” demek yetmez. Bu katillerin en yakın gelecekte bu cinayetleri işleyeceklerini bilince çıkarmak gerek. Peker’in videolarını seyretmekten kurtulup sokağa çıkmak, 90’lı yıllardaki cinayetlerin aydınlanması içim kampanyalar açmak, Erdoğan’ın bu mafya çeteleriyle ilişkilerini protesto etmek, Erdoğan’ın istifasını istemek günümüzde yapılacak en sıradan eylemler olması gerekir. Bu eylemler yapılmaz, halk yığınları ayağa kaldırılmazsa Erdoğan faşizan rejimini kurmakta büyük bir mesafe daha katetmiş olacaktır.

Bir yanıt yazın