Haber / Yorum / Bildiri

Helallik isteyen Erdoğan’a halk “hesaplaşma” diyor!

Pandemiye karşı verdiğin “mücadele” ile yoksulluk, yolsuzluk, yasaklarla,

Başur’da Kürtlere karşı yürüttüğün savaşla hesaplaşalım!

Helalleşme değil hesaplaşma zamanı!

Haydar KURT

ESNAFA, serbest meslek sahibi insanlara, emekçilere hiçbir maddi ve mali yardımda bulunmadan, onların ve ailelerinin aç kalacaklarını düşünmeden, 29 Nisan’dan 17 Mayıs Ramazan Bayramı sonuna kadar “tam” kapanma uygulatan Erdoğan bayram sonrasında yaptığı açıklamada, salgınla mücadele kısıtlamalarından etkilenen “sıkıntıya düşen insanlarımız, esnafımız, çalışanımız olduysa hepsinden helallik istiyoruz” dedi. Sanılmasın ki, Erdoğan aç ve çaresiz kalan bu insanlara gerçekten “vicdanı” sızladı. “Onları aç bıraktım” diye vicdan azabına kapıldı. Onda zaten sızlayacak bir vicdan yoktur. O, Ramazan Bayramından da istifade ederek halk arasında yaygın olan helalleşme duygusunu kullanıp kendi seçmen tabanını konsolide etmek istedi. Halktan büyük bir destek bekledi.

Ama Erdoğan’ın hesabı tutmadı. Kepenk kapatmakla karşı karşıya kalan esnaf, pazarcı, işini- aşını kaybeden insanlar, çarşıda-pazarda alış-veriş yapamayan ev kadınları, işsiz gençler, emekliler “hakkımızı helal etmiyoruz” diye feryadı bastılar. “Erdoğan’la helalleşme değil hesaplaşma zamanıdır!” dediler. “Sandığı” gösteren muhalefet partilerini dinlemeden “hesaplaşmaya bugünden başlayacağız!” dediler. Erdoğan’ın tamda nasırına bastılar. Halkın kendisinden hesap sorması Erdoğan’ın korkulu rüyasıdır. Helalleşme değil hesaplaşma talebi Türkiye’nin dört bir tarafından yükselmeye başladı. 128 milyarın hasabından sonra şimdi korona salgınında açlığın, işsizliğin, aşı yokluğunun hesabı sorulacaktı. Artık hesap sorma zamanı halktan gelmişti.

Bu tepkilerden ürken Erdoğan hemen bir “kabine” toplantısından sonra esnafa iki grup halinde destek vereceklerini açıkladı. Birinci grupta yer alan kahve, kıraathane, pastane, internet kafe ve benzeri işletmelere “bir defaya mahsus 5 bin liralık hibe”, ikinci grupta yer alan bakım, onarım, tamirat, hırdavatçılar, oto yıkamacılar, müzisyenler, ayakkabıcılar, konfeksiyoncular gibi benzer işletmelere yine “bir defaya mahsus 3 bin lira hibe” desteği yapılacağını bildirdi. Esnaf Erdoğan’a sordu: “Bu 5 bin veya 3 bin lira hibe ile ne yapılır? Kira mı ödenir, çocuklar mı geçindirilir? Sen bizimle alay mı ediyorsun?” diye tepki gösterdiler. “Ayrıca “hibe” nedir? Sen kendi cebinden mi veriyorsun? Halkın vergilerini, hazineyi babanın özel kasası mı sanıyorsun?” dediler. Artık Erdoğan’la köklü bir hesaplaşmanın zamanı gelip çatmıştı.

Hesaplaşmaya 3 Y Politikasından ve Kürtlere karşı savaştan başlamak gerek

Erdoğan 2002 yılında iktidara gelirken 3 Y dediği “Yoksulluk, Yolsuzluk, Yasaklar”la mücadele edeceğini vaadetmişti. Ama onun yine takiye yaptığı ortaya çıktı. Zira gelinen nokta tam tersi. Ülkede yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar diz boyu. 15 aydır yaşanan korona pandemisi döneminde, yıllardan beri süren yokluk ve yoksulluk hızlandı. Enflasyon, pahalılık aldı başını gitti. Fiatlar ateş pahası, el yakıyor. Koronada işini kaybeden işçi, dükkânını kapatmak zorunda kalan esnaf iflasın eşiğine geldi. Çoğu kepenk kapattı. Merkez Bankası’nın 128 milyarını iç ederken, hazineden patronlara, özellikle 5’li inşaat çetesine milyarlar akıtırken işçiye, esnafa, sanki kendi kesesinden veriyormuş gibi, “üç-beş kuruş” hibede bulunmaya kalktı. Hazinede koronaya karşı aşı alacak para bırakmadı. Bu nedenle her gün 300 kişi ölüyor. Aşı olmayınca salgınla da mücadele edilemiyor. Vaka ve ölü sayılarında Avrupa’da, dünyada en önde gelen ülkelerden biriyiz. Salgında halk ölmüş, Erdoğan’ın umurunda değil. O yoksullukla mücadele etmiyor. Kendini ve çevresini zenginleştirmeye çalışıyor.

Yolsuzlukla değil mücadele etmek, yolsuzluk onun günlük yaşamının bir parçası haline geldi. 17-25 Aralık Fethullah çatışmasında ayakkabı kutularından çıkan paralar, Halk Bankası’nın kara para aklamaları ve ABD’de yargılanıyor olması Erdoğan döneminde yolsuzlukların vardığı yeri gösteren olaylardı. Bununla bitmedi. Mafyayla içiçe girdi. Susurluk çetesi liderlerinden Ağar ve Çakıcı’nın yeniden önünü açtı. Yapılan eroin, kokain ticareti tonları buldu. Ama lağım borusu patladı. Sedat Peker denen organize suç örgütü liderinin açıklamaları başta Erdoğan’ın, bakanlarının, politikacıların, medyasının, polisinin boğazına kadar foseptik çukurunda oldukları ortaya çıktı. Ağır bir koku etrafa yayıldı. Susurluk olayında ABD, Türkiye’nin bağırsaklarını temizliyoruz demişti. Galiba şimdi de Sedat Peker ile ikinci kez yine Türkiye’nin bağırsaklarını temizlemektedir. Sedat Peker Arap Emirlikleri’nde “bülbül” gibi öterken Erdoğan’ın dut yemiş bülbül gibi susması, bu işin arkasında ABD’nin olduğu göstermektedir. Ama Erdoğan’ı köşeye sıkıştıran ABD değil halkımız olacaktır. Hesaplaşma bunun ilk adımıdır. Erdoğan tüm yolsuzlukların hesabını verecektir.

Erdoğan’ın yolsuzlukları korona salgını ile mücadelede bile durmadı. Tam tersine daha da arttı. Maske ve dezenfektan alışında, aşı siparişinde halkın sağlığı değil, yandaş aracıların cebine girecek paralar hep ön plana çıktı. Çin’den aşıların tedarikinde yandaşlar milyarlar vurgun vurdu. Bunun açık bir örneği istifa eden Ticaret Bakanı Pekcan’ın kendi firmasıyla yaptığı dezenfektan yolsuzluğudur. Yolsuzluk Erdoğan rejiminin kopmaz bir parçası haline geldi, kurumsallaştı. Beşli inşaat çetesine verilen ihaleler, havuzlara atılan milyonlar artık kanıksandı. Türkiye’nin neresinde olursa olsun Erdoğan’dan habersiz tek ihale verilmemektedir. Tüm bunların hesabını halk bir bir ondan soracak!

Yasaklarla mücadele edeceğini söyleyen Erdoğan kurduğu faşizan tek adam rejımiyle yasaklardan da öteye bir korku, sindirme, yıldırma imparatorluğu yarattı. Basın ve fikir özgürlüğü yok, fikrini söylemek yasak. Aydınlara, işçilere, kadınlara, gençlere ve öğrencilere gösteri, yürüyüş, toplantı yapmaları yasak. Her tarafta devlet terörü. Demokrasi, güçler ayrılığı rafa kaldırıldı. Yargı, Meclis Erdoğan’ın emrinde, onun kuklası oldu. Erdoğan’a her eleştirinin sonu ceza ile, bazen yıllarca hapis cezası ile bitiyor. Kavala yıllardan beri içerde. Kürt halkına onurlu yaşama hakkı yasak. Onun irade beyanı yok hükmünde sayıldı. Belediye başkanları görevden alındı, vekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, Demirtaş ve sayısız HDP’li içerde. Kürtlerin partileri hakkında kapatılmak üzere dava açıldı. Karşı gelirlerse başlarına bomba yağdırıldı, onlara savaş açıldı. Savaş Erdoğan’ın elinde iktidarı güçlendirmenin, halkı sindirmenin, susturmanın en iyi yolu oldu. Kürtlere karşı savaş aynı zamanda pahalılığın ve zamların da nedeni. Bunların hepsının hesabı sorulacak. Halk sürekli bunların hesabını sormadan, yığınlar harekete geçmeden Erdoğan’ın sonu gelmez.

Pahalılıkla, yolsuzlukla Kürtlere karşı savaşın bağı mutlak kurulmalı

Son günlerde yolsuzluklarla ilgili Erdoğan’dan çok hesap soruldu. Özellikle Merkez Bankası’ndan iç edilen 128 milyar doların hesabını muhalefet iyice sordu ve Erdoğan’ı köşeye sıkıştırdı. Şimdi sırada mafya yolsuzlukları var. Tüm bu yolsuzluklar, özellikle Merkez Bankası’ndan aşırılan 128 milyar Türkiye’yi oldukça fakirleştirdi. 80’li yıllarda olduğu gibi henüz daha 70 cente muhtaç değil, ama parayı bastırıp aşı alacak durumda da değil. Aşı ısmarlandı, geldi gelecek diye aylardan beri insanları oyalamaktadırlar. Allahtan Uğur Şahin 30 milyon doz göndereceğini belirterek halkımız biraz rahatladı. Nasrettin Hoca misali, parayı vermeyen düdüğü öttürememektedir. Kasada para olmayınca koronadan mağdur olan işçi ve emekçiler, esnaf, serbest meslek sahiplerine geçimleri için günde ancak 39 lira reva gördüler. Ama diğer yandan elektriğe suya, gaza, benzine sürekli zam gelmektedir. Son günlerde yine akaryakıta kalitesine göre %54’den %189’a kadar zam geldi. Pazarda fiatlar aldı başını gidiyor. Tüm bu zamlar Erdoğan’ın sarayda lüks yaşamınını sağlamak, çevresini zengin etmek için yapılmaktadır. Bu israfın, bu hesapsız harcamaların, vurgun ve yağmanın hesabını sorma zamanı gelmiştir. Ama yalnız 128 milyar doların hesabını sorarak Erdoğan yenilemez. Ondan esas olarak Kürtlere karşı saldırgan savaş politikasının hesabını sormak gerekmektedir.

Zamlar ve pahalılığın bir nedeni israf, vurgun ve yağmaysa, bir diğer nedeni de Erdoğan’ın özellikle Kürtlere karşı yürüttüğü savaştır. Esasında pahalılıkla savaş arasındaki bağı kurması ve sürekli göstermesi gerekenler sol ve demokratik güçler olmalıdır. Zira savaş ölümdür, yıkımdır, acılardır, yokluk ve sefalettir, zam ve pahalılıktır. Savaş halkları birbirine düşman eder, halkın cebindeki parasını son kuruşuna kadar çekip alır. Savaşın Suriye’de, Irak’da, Kürdistan’da nasıl bir yıkım ve kırıma, acı ve ölümlere, yokluk ve sefalete yol açtığını Türkler her gün görmekte ve yaşamaktadırlar. Ama aynı zamanda susmaktadırlar. Çünkü bu savaşı Türkler adına yürüten AKP-MHP iktidarıdır, Erdoğan ve Bahçeli’dir. Onlar ise pervasız. Bu savaşı yürütmek için ihtiyaç duydukları parayı utanmadan halka dönüp, savaşın maliyetini senden çıkartacağız, masraflarını sana ödettireceğiz diyebilmektedirler. Erdoğan ile hesaplaşırken esas konu Kürt sorunudur, Kürtlere karşı İŞİD canileriyle birlikte yürütülen savaştır. Bu sorulmadan, Erdoğan’ın elinden “bölücülük”, “PKK terörü” gibi yalan silahları alınmadan onu yenmek ve ondan kurtulmak mümkün olmayacaktır.

“Bir merminin fiyatı kaç lira?” diyen Erdoğan ve Bahçeli’ye Aşı parası sorulmalıdır   

Pahalılıkla ve enflasyonla savaş arasındaki bağı açıkça kuran ve bunu halka açıkça söyleyen maalesef muhalefet, sol ve demokratik güçler değil Erdoğan ve Bahçeli oldu. Pahalılıktan, enflasyondan, pazardaki gıda maddelerinin, domates, patlıcan, patates, sivri biberin cebi yakan fiyatlarından dert yanan halka Erdoğan “Düşünün, bir merminin fiyatı nedir, düşünün” diye yanıt verdi. Yine Afrin’i hatırlatarak “2 ay Afrin’de leblebi çekirdek mi kullandık? Mermi bombaları kullandık, silahlı, silahsız İHA’larla teröristleri yok ettik. Bu ne domatese, ne patlıcana, ne sivri bibere benzer” dedi. Erdoğan savunmadan saldırıya geçmekte, kirli savaşlarına kamuoyunda haklılık kazandırmaya kalkışmaktadır. Muhalefeti sanki suçmuş gibi HDP ile işbirliği yaptığını ileri sürerek kendi savaş pollitikasına kamuoyunda destek aramaktadır. Erdoğan HDP’yi bir terör örgütü, Kürt direnişini bir terör eylemi olarak gösterip kamuoyunu yanıltmakta, Kürtlerle karşı savaşı kendi iktidarını sürdürmek için kullanmaktadır. Halka Kürt sorunu gerçeği anlatılıp Erdoğan’a verdiği destek kırılmazsa, Erdoğan’ı iktidardan göndermek o kadar kolay olmayacaktır.

Hayat pahalılığı ile savaş arasında bağı kamuoyunda açıkça kuran bir diğer kişide Bahçelidir. Bahçeli emeklilik haklarını arayan emekçilere şöyle konuşuyor: “Terörle mücadelenin bir bedeli var. Bu bedele var olmak için katlanmak zorundayız. Ekonomide spekülasyon yapanlar ne kurşunun, ne bombanın maliyetini bilenlerdir. Bunlar boş boş konuşmaktadır… Biraz da milli hedefleri anlamak gerekiyor… sayın cumhurbaşkanının açıklamaları isabetlidir… Mesela Fırtına Obüsleri dakikada altı ile sekiz mermi atma kapasitesine sahip. Bir saatte yaklaşık 240-250 mermi atabiliyorlar. Obüsler günde iki saat kullanılıyor, bu da ortalama 500 obüs mermisinin kullanıldığı anlamına geliyor. Bu mermilerin ortalama fiyatı 1000 dolar. Günde 500 mermi 500 bin dolar eder. Tek bir fırtına obüsünün sadece atıştaki mermi maliyeti yılda 50 milyon dolara yaklaşıyor. Bir harekâtta 100 obüs topu kullanıldığını düşünürsek yılda sadece 5 milyar dolar obüs maliyeti karşımıza çıkar. Bir savaş uçağının attığı sıradan bir bombanın fiyatı 2500 dolar. F-16’ların attığı bombanın ortalama fiyatı da yaklaşık 3 bin dolar. Bir F-16, hiç ateş açmadan 1 saat havada uçmasının maliyeti 14 bin dolar. Sadece Zeytin Dalı Harekâtı’nın ilk gününde uçan savaş uçaklarımızın yakıt bedeli 1 milyon dolar. Bomba ve mühimmat bedelinden bakınız hiç bahsetmiyorum bile.” Bahçeli’nin verdiği bu sayılar çok şeyler ifade etmektedir. En başta halkımızın şu an iktiyacı olan milyar dolarları savaşın nasıl yuttuğunu, savaşın gereksizliğini ve anlamsızlığını ifade etmektedir.

İnsanların sağlığını, onları virüsten koruyacak olan aşı için para yok diyen Erdoğan ve Bahçeli’den bu savaşa gömülen milyarların hesabı sorulmalıdır. Kürtlerle savaşa son verilmesi istenmeli, Barış Masası’na geri dönülmesi talep edilmeli, bu savaşın ve bu savaşa gömülen milyarların anlamsızlığı halka anlatılmalıdır. Bahçeli ne diyor? “Bir harekâtta 100 obüs topu kullanıldığını düşünürsek yılda sadece 5 milyar dolar obüs maliyeti karşımıza çıkar.” 5 milyar dolar! Ya aşı için kaç milyar dolar gerekir? En iyi aşı: Biontech. Piyasa değeri 20 dolar. Uğur Şahin’ın bu aşıyı kendi halkına maliyetine, 10 dolara vereceği kulis bilgilerini bir yana bırakalım. Piyasa fiyatından bir hesap yapalım. Türkiye’de sürü bağışıklığının sağlanması için nüfusun en az 50 milyonunun 2 kez aşılanması gerekir. Yani acilen 100 milyon doz aşıya ihtiyaç var. Bunun maliyeti 100 milyon x 20 dolar = 2 milyar dolar. Yani obüs bombalarına verilen 5 milyar dolarla halkımız hemen hemen 3 sene virüsten korunabilir duruma getirilebilmektedir. Bu sırf obüs paralarıyla nelerin yapılabileceğine bir örnektir. Bunu bir de F16’latn benzin ve bomba paralarını, İŞİD canilerine verilen 3-5 bin dolar maaşları ekleyin ve savaşa gömülen dolarlarla ülkede nelerin yapılabileceğinin hesabını kendiniz yapın! Ve sonra sorun! Kürtlere karşı savaş neden yapılmaktadır? Kendinize sorun ki, Erdoğan ve Bahçeli’den hesap sorabilesiniz.

Türkler Kürtlerle neden savaşmak zorundadırlar?

Bahçeli “Terörle mücadelenin bir bedeli var. Bu bedele var olmak için katlanmak zorundayız” diyor ve bunu “milli hedef” olarak niteliyor. “Terör” dediği Kürt halkının direnişidir. Bu direnişi boğmak Türklerin “var olmak” meselesidir, bu da kutsal “milli hedef”tir diyor. Yani Türklerin var olması için Türkiye’deki tüm halkların, öncelikle Kürtlerin Türkleşmesi, asimile olması gerekmektedir. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesiidir, “milli hedef”tir. Bu milli hedefi gerçekleştirmek için Türkleşmek istemeyenlere karşı savaşmak gerekmektedir. Türkleşmek istemeyen Kürtler nerede varsa, orada Irak’ta, Suriye’de onlara karşı savaşmak gerekmektedir. Erdoğan bu savaşları “seve seve”  yapmaktadır, çünkü milli mesele diye savaşın bedelini halka ödettirmekte, savaş yürüterek hem kolayca vurgun vurmakta, hem iktidarını sürdürebilmektedir. Kürtlere karşı savaş onun her bakımdan sigortasıdır.

Bu nedenle Erdoğan’la hesaplaşırken onu vurmanın can damarı Kürt sorununda alınacak tutumdur. Cumhuriyet’in inkâr ve imhaya dayalı milli felsefesinin karşısına demokratik bir tutum sergilemenin zamanı gelmiş ve geçmiştir bile. Artık Türklerin politikasının Türkiye’deki halkları Türkleştirmek değil, bu halklarla eşitlik, özgürlük, özerklik, barış temelinde demokratik bir cumhuriyette yaşamak olduğunu ilan etmek, bu görüşü ardıcıl şekilde savunmak gerekmektedir. Cumhuriyetin 100. yılına girerken onu yaşatmanın yolunun halkları ezen anlayışla değil, halklarla barış içşinde birlikte yaşayışı sağlayacak olan demokratik cumhuriyet anlayışıyla olacağını halk arasında yaymak gerekmektedir. Rize İkizdere’de İYİ Parti Genel başkanı Akşener’e “HDP ile işbirliği yapan CHP ile işbirliği yapıyorsun” diye yapılan saldırı, linç girişimi Erdoğan’ın Kürt direnişini kullanarak halkı hangi boyutlarda zehirlediğinin bir göstergesiydi. Akşener’in yaptığı gibi, Kürt konusunda Erdoğan’dan daha milliyetçi tavır takınarak halkı kazanamazsın, daha da Erdoğan’ın kucağına itersin. Muhalefetin de, sol ve demokratik güçlerin de Kürt sorunun da ardıcıl bir tavır takınmadan Türkiye’nin normalleşemeyeceğinin, Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine son verilemeyeceğinin anlaşılması gerekmektedir. Kürt konusunda takınılacak her milliyetçilik, her PKK düşmanlığı Erdoğan’ın iktidarını güçlendirmeye yarayacaktır. Erdoğan’ı esas devirecek olan “128 milyar nerede?” Kampanyası değil, Kürtlere karşı savaşın hesabını soran bir kampanya olacaktır. 

“Pençe Şimşek ve Pençe Yıldırım” operasyonlarına hemen son verilmelidir

Korona salgınıyla mücadelede Türkiye aşı almak, zor durumda olan işçiye, emekçiye, esnafa yardım etmek için her bir kuruşa muhtaçken, Erdoğan 23 Nisan 2021 akşamı Kuzey Irak’a, Başur Kürdistan’ında Metina, Avaşin-Basyan, Kandil, Zap ve Gara bölgelerin kapsayan  “Pençe Şimşek ve Pençe Yıldırım” adlarıyla yeni bir operasyon başlattı. Geçmişte değişik adlarla gerçekleştirilen bu sayısız operasyonlara bir yenisi daha eklenmiş oldu. Ama bu operasyonun kapsamının geniş olduğu görülmekte: Harekâta yaklaşık 50 uçak, sayısız IHA ve SIHA’larla ATAK helikopterleri katılmakta. Sikorsky ve Chinook helikopterleri sürekli kara unsurlarını bölgeye indirmektedir. Karadan da sınır karakollarındaki Fırtına obüsleri, diğer uzun menzilli obüslerle “saha temizliği” atışları yapılmakta, sonra da komandolar ve özel kuvvetlerden oluşan birlikler Metina bölgesine girişler yapmaktadırlar.

Bu yokluk ve yoksulluk döneminde operasyonların halka kaç milyar dolara malolduğunun hesabını herkes kendisi yapsın. Belki o zaman gaza, elektriğe, en son akaryakıta yapılan %54 ile %189’a varan zamların neden yapıldığını anlar ve bu anlamsız savaşla bağını kurar. Bu savaş halk için anlamsız, ama Erdoğan için anlamlıdır. Çünkü her seferinde bu savaş ve operasyonlarla Erdoğan, kamuoyunun dikkatlerini başka yere, sözde “bölücü” PKK’yla savaşa çekmekte, halkın kendisinden hesap sormasını önlemekte, iktidarını korumaktadır. Ama bu kez daha operasyonun ilk dakikalarında PKK öyle bir direniş sergiledi ki, helikopterler inemedi, kara birlikleri ilerleyemedi, üst düzey iki subay anında hayatını kaybetti. Helikopterlerin inemeyişini, birliklerin ilerleyemeyişini, verilen kayıpların nedenini Bakan Hulusi Akar PKK’nın elinde çok modern silahların bulunmasıyla açıklamaya kalktı. Bu, PKK’nın yenilemeyeceğinin, harekâtın başarısızlığının bir itirafı idi. İşte şimdi tam da Erdoğan’a “Ne işin var Başur’da?” diye hesap sormanın zamanıdır. Zaten “2,5 ay önce Garé’den bir “başarı” elde etmeden, PKK’nın elindeki rehineleri ölü “kurtarıp” cenazesini alıp geldin, yeter artık bu operasyonlar! demenin zamanı değil midir? Her Türkün bunu artık kendisine sorması ve barış diye harekete geçmesi gerekmektedir.

Erdoğan da bu operasyonlardan başarı elde edemeyeceğini çok iyi bilmektedir. O bu operasyonlarla PKK’yı Türkiye’den uzak tuttuğuna, onları Irak’ta ve Suriye’de meşgul ettiğine, böylece Türkiye’nin bekasını koruduğuna halkı inandırmaya kalkmaktadır. O daha bugünden, ilerde ABD’nin Ortadoğu’dan çekilip Uzakdoğu’ya, Çin’e yöneldiği zaman bu bölgede doğacak boşluktan istifade edip Kürtlerin bir devlet kurmalarını önlemenin, Türkiye’nin “milli davasının”, “Misak-ı Milli”nin, Yeni Osmanlıcılığı gerçekleştirmenin, PKK’ya karşı sürekli operasyon yapmaktan geçtiği intibaını halkta yaymaya çalışmaktadır. Oysa baskı altında direnen her halk gibi, Kürt halkının da özgürlük mücadelesi ve kendi kaderini belirleme hakkı yok edilemez. O bu hakkı bir gün elde edecektir. Erdoğan’ın Türk egemen güçlerinin uğraşısı boşunadır. Şurası bir gerçek ki, Erdoğan’ı yıkmak isteyen muhalefet de tam da bu konularda Erdoğan’ın baş destekçisi kesilmektedir. Çünkü onlar için de Irak ve Suriye’de kurulacak bir Kürt devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu demek olacaktır. Bu anlayışı yıkmak, demokratik bir cumhuriyette Türklerin, Kürtlerin ve diğer halkların barış içinde bir arada yaşayabileceklerini halka anlatmak önde duran en acil görevdir. Onun için Erdoğan’la hesaplaşmaya Kürt sorunuyla başlamak, muhalefetteki yıkılmaz sanılan ceberut Atatürk Cumhuriyeti anlayışını da sarsacak, yıkacak ve halklarımızın önüne demokratik cumhuriyet yolunu açacaktır.  

Bakan Akar operasyona katılan askerlere “Sultan Alparslan’dan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kadar bin yıldır bize vatan olan bu topraklarda bu günlere, bu seviyelere gelmemizi sağlayan bütün devlet büyüklerimizi ve komutanlarımızı saygıyla, şükranla anıyorum” diyerek bu operasyonun hedefini açık olarak ifade etmektedir. O bu topraklarda yalnız Türklerin yaşama hakkı olduğunu, bu toprakların kadim halklarına bu toprakları vatan yaptırtmayacaklarını, bu operasyonların süreceğini dillendirmektedir. Bunun için operasyonlara hemen son verilmesini, bundan böyle yeni operasyonların yapılmamasını istemek, Kürt sorununun çözümünün ve Türklerin bekasının demokratik cumhuriyette olduğunu savunmak sol ve demokratik güçlerin önde duran görevidir. Bu aynı zamanda Erdoğan’la hesaplaşmanın ilk adımıdır. Kürtlere karşı savaş durdurulup barış masasına dönüldüğü zaman Erdoğan’ın da sonu gelmiş olacaktır. Bunu sağlamak sol ve demokratik güçlerin doğru mücadelesine bağlıdır.

Bir yanıt yazın