Haber / Yorum / Bildiri

ÇİNGENE OLMAKTAN UTANMALI MIYIZ?

Bayram CAMBAZ

Roman, Çingene, Beşli, Esmer Vatandaş, Elekçi, Sepetçi, Arabacı, Kıpti ne derseniz deyin hepimiz çingeneyiz.

Çingeneler; falcılıkları, hırsızlıkları, müzikleri, dansları, ayı oynatıcılıkları ve hep gezgin oluşlarıyla siyah bir magi (korku sembolü, büyücü) olarak beyinlerde yer alıyor. Pek az kişinin çingenelerle dostluğunu saymazsak, çocuk kitapları onları ya romantik bir dille ya da korku dolu hikâyelerle anıyor. Gerçekte herkes gibi onlar da insan. Ne yazık ki, içimizde taşıdığımız çingene resimlerine göre yaratılıyor. Oysa Agatha Christie’nin „Çingene“sini, Prosper Merome’nin „Carmen“ini, Notre Dame’ın Kamburu‘ndaki „Esmerelda“ gibi yaratılmış modeller değil, bizler gibi gerçek insanlar.

Nazi döneminde Avrupa’da 500 bin Çingene’nin katledildiği, ölüme terkedildiği, İsveç‘te Çingenelerin aşağılık yaratıklar addedilip, sayısı bilinmeyen kadının 1935-1976 yılları arasında sistemli olarak sterilize edilip kısırlaştırıldığı, çocukların ellerinden alınarak Hıristiyan ailelere verildiği ve yapılan katliamların Yahudi katliamları kadar yüksek sesle dillendirilmeye cesaret edilemediği, hiç kimsenin çingeneler için kolunu kıpırdatmadığı „insanlığın yüz karası, karanlık bir tarih“ yaratılmıştır.

Belki yoksul oldukları için bazıları sürekli gezgin, bazıları dilencilik yapıp, çalıyor; ama hep kafalarda çizilen resme uygun olmaları isteniyor. Kuzey Hindistan’dan kalkıp Fars, Türk, Kürt, Yunan, Makedon müzikleriyle tanışan ve kendilerine göre yorumlayan, nota da kullanmadıkları için şarkıları ve melodileri sürekli değişen çingeneler, dans ve doğayla bütünleşmiş renkli yaşamlarıyla herkesin içinde özlemini duyduğu, taviz verilmeyen yaşamın da adı oluyor. Tıpkı “Çingeneler Zamanı” filminin ruhumuzu özgürleştiren Çingeneleri gibi. Aslında her insanın ruhunda, derinlerde bir yerde Çingenelik vardır. Çünkü insan doğuştan özgürdür. 

Çingene‘ye çeşitli adlar verilmiş

Çingene, sahip oldukları topraklar, hayvan sürüleri ve ormanlık araziler ellerinden alındığı için geçimlerini çeşitli zenaat ve hizmetleri sunarak sağlamak zorunda kalan tüm kavimlerin; Balkanlar, Anadolu, Orta Asya ve Ortadoğu’nun bir bölümündeki ortak adıdır.

Roman kavmi dünyanın her yerinde yaşayan sayısız Çingene kavminden bir tanesidir. Romanes isimli bir dilleri ve kendilerine ait bir tarihleri vardır. İki yanlıştan birincisi „Çingene“ adının kaba ve aşağılayıcı bir kullanım olduğunu iddia ederek, bunun yerine „Roman“ kelimesinin kullanımını önermektir. Diğer yanlış tavır ise, Roman kimliğinin 1971 yılında Londra’da yapılan 1. Dünya Romanlar Kongresi’nde ortaya atılmış, uydurma bir kimlik olduğunu savunmaktadır. Bu fikrin savunucuları Roman halkının gerçekte var olmadığını iddia etmektedir.

Beşli, TDK Sözlüğü‘nde “Beşli” sözcüğünün eş anlamlarından biri “Çingene”  olarak geçiyor.

Esmer Vatandaş, yine yanlışlıkla kibar olmak, aşağılamamak için Çingenelere verilen bir addır.

Kıpti, Mısır’da kökleri çok eskilere dayanan ve çoğunluğu Katolik olmakla birlikte aralarında az sayıda Müslüman da bulunan topluluğa „Kıpti“ denmesine karşın,   Türkiye’de „Müslüman Çingeneler“ için de Kıpti tabiri kullanılıyor. Çingeneler’e ‘Kıpti’ yakıştırması, yaptığı kötü işle övünenler için de “çingenenin merdi, kendini överken hırsızlığını anlatır” şeklinde atasözüne de yansıyor. Merdikıpti’de denilen Çingeneler Roman Kurultayı‘nda bu tabirleri de aşağılayıcı bulmuşlardır.

Elekçi-Sepetçi-Arabacı, icra ettikleri meslek ve göçebe yaşam biçimleri sebebiyle de “Çingene” dememek için kullanılan kimlik tanımlarıdır.

Irkçılık ve Hoşgörüsüzlük Karşıtı Avrupa Komisyonu (ECRI)

AB’nin bir organı olan ECRI (Irkçılık ve Hoşgörüşüzlük Karşıtı Avrupa Komisyonu) Türkiye ile ilgili yayınladığı üçüncü raporunda diğer azınlıklarla birlikte onlardan da bahsetti. Avrupa Parlamentosu da, AB’ne aday ve üye ülkelere çağrıda bulunarak Çingenelerin durumunun iyileştirilmesi ve azınlık haklarından faydalandırılmalarını istedi. Türkiye de bu çağrıdan payını aldı. Türkiye’deki Çingene nüfusu tam bilinmiyor. 2, hatta 5 milyon gibi rakamlar dolaşıyor Çingenelerin arasında. Büyük şehirlerdeki yerleşimleri bir yana, neredeyse her ilçenin bir Çingene mahallesi olduğu düşünüldüğünde rakamı tahmin etmek güçleşiyor.

Fakirlikle suçun yolu sık sık kesişiyor; onların da bazıları suça bulaşmış durumda. Diğerleri de etiketleniyor, işe alınmıyor, kimliklerini gizliyor. Ancak Çingene araştırmaları uzmanı Adrian Marsh, „Türkiye’de toplumsal şiddete dönüşen büyük bir nefret yok“ diyor. Hükümet ve yerel yönetimler de Çingenelerle fazla ilgilenmiyor. 

Samsun’da ve Edirne’de birer Çingene derneği kuruldu, başka illerde de girişimler var. Yine de esas dertleri azınlık hakları değil, daha iyi yaşamak. Merkezi İstanbul’da bulunan „Ulaşılabilir Yaşam Derneği“ ile „Edirne Çingene Kültürü Araştırma, Geliştirme, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği“ Edirne’de ilk uluslararası Roman Sempozyumu‘nu düzenledi. Tam da Hıdrellez günlerinde yapılan Kakava Şenlikleri‘nin ardından… 

Tüm dünyada Çingeneler kendilerini kabul ettirme çabasında Çingeneliğe yüklenen olumsuz anlayışlarla mücadele ediyorlar.  Yaşadıkları toplumda politikaya müdahil oluyorlar. Bunlardan biri Livia Jaroka’dır. Kendisi Avrupa Parlamentosu’nda ilk Çingene milletvekilidir. Onunla yapılan bir röportajda Avrupa’daki Çingenelerin durumunu gözler önüne sermektedir:

-Macaristan’da Çingene çocukların en az yarısı ya Çingene okullarına, ya da zeka özürlü çocukların okullarına gönderiliyor. 

-Doğu Avrupa ülkeleri ayrımcılık karşıtı yasayı kabul etmek zorunda kaldı. Ama AB’nin yine ayrımcılığa karşı işsizlikle ilgili direktifi konusunda Doğu Avrupa’da hiçbir şey yapılmadı. 10 ülkenin geçen Mayıs‘ta AB’ye katılımından beri Çingeneler için farklı bir dönem başladı. 1 Mayıs 2004’e kadar Çingene sorunu, Doğu Avrupa’nın Komünizm sonrası sorunu diye görülüyordu. Şimdi bu tüm Avrupa’nın sorunu. Ben Çingenelerin yaşadığı bütün Avrupa ülkelerine gidiyorum. Hepsinde işsizlik ve çok kötü yaşam koşulları var. Hatta zorunlu kısırlaştırma bile var.

-Çek Cumhuriyeti, Slovakya gibi ülkelerde hala zorunlu kısırlaştırma olduğuna dair bilgilerimiz var ve araştırıyoruz.

-Avrupa Komisyonu’ndan ulusal hükümetlere gönderilen para gerçek yerine ulaşmıyor. Çünkü Çingeneler siyasette çok az temsil ediliyor ve paranın kullanımını izleyemiyorlar. Son üç yılda 77 milyon Euro harcandı Çingeneler için, ama neredeyse hiçbir şey değişmedi. 

-Çözüm, uzun dönemde parayı eğitim, sağlık, işsizlik gibi ana sorunlar için harcamak. Bu sorunlar tüm yoksulları kapsıyor;

-Sadece Çingeneleri ilgilendiren konuların başında Çingene düşmanlığı geliyor.

– Avrupa Komisyonu 2007’yi eşit fırsatlar yılı olarak belirledi. Bence biz de Çingene düşmanlığını gündemde çok üst sıralara koymalıyız.

Jaroka’ya Göre Çingene karşıtlığı ile savaşmanın yolu

– Birbirimizi öğrenmek. İş yerleri, karma okullar gibi mekânlar önyargıların ve korkuların azalabileceği yerler. Çoğunluk Çingeneleri stereotiplerle (aşırı genelleştirilmiş) kabul etmeyi çok daha kolay buluyor. Ama bu imaja uymayan birini gördüklerinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar, mesela ben…

-Avrupa’da Çingeneler açısından en sorunlu ülkelerBulgaristan, Romanya ve Slovakya görülüyor.Aslında bütün Avrupa’da sorun Çingene olduğunu söylemekte. Bunu deklare etmek cesaret istiyor.

Türkiye’de Çingeneler: Toplumun ve devletin aşağılamaları

Edirne Çingene Kültürü Araştırma Geliştirme Derneği Başkanı Erdinç Çekiç ise röportajlarından birinde; Neden Çingene olduğunu gizlemeyen doktorlar, avukatlar, hakimler olmasın? diye soruyor.

Erdinç Çekiç (35) sarışın bir Çingene, akrabalarının çoğu Almanya’da. Anne tarafı mübadeleden önce Yunanistan’dan Edirne’ye göç etmiş, baba tarafı ise Edirne’nin köylerinden. Soğuk demircilik yapan babası Edirne’ye göre önemli bir girişim olan 370 dükkânlı sanayi sitesinin kurucusu, Adalet Partisi Edirne İl Teşkilatı‘nda yöneticilik yapmış, 1969’da belediye başkan aday adayı olmuş. 

Çekiç „Babaannemin gençliğinde silecek pencereleri olmadı, çünkü çadırda yaşıyordu. 1920’lerden bahsediyorum. Bu kadın ancak torunları doğduktan sonra bir evde yaşayabildi“ diyor. Kendisi ise daha şanslıydı, iki katlı bir evde büyüdü. Büyük ailede demircilik yapmayan tek kişi o oldu, ortaokulu dışarıdan bitirdi, işletmecilik, ticaretle uğraştı. Maddi açıdan şanslı sayılabilecek bir gruptaydı ama daha aşağıdakileri de unutmadı, Çingene meselesini sahiplendi: Edirne Çingene Kültürü Araştırma Geliştirme Yaşatma Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (EDÇİNKAY) Mart 2004’te kuruldu. 

Araştırmalar Üç Etnik Kolun da Türkiye’de Varlığını Gösteriyor

Bugün Türkiye’de Çingene nüfusunun yaklaşık 3 milyon olduğunu tahmin ediyoruz

Domlar: Bu grubun Hindistan’dan 9. yüzyılda Ortadoğu’ya göç ettikleri sanılıyor.

Lomlar:(Poşa veya Boşa) Hindistan’dan Ermenistan’a göç ettiler, 1060’da Selçuklular tarafından dağıtıldılar. Ağrı ve Van civarında yaşıyorlar. Ani’de Yezidi Lomlar olduğu da söyleniyor.

Romlar: Yaklaşık 1000’de Hindistan’dan Anadolu ve Avrupa’ya göç ettiler. Sulukule’deki Romanlar 1050’lerden beri İstanbul’da yaşıyor. Türk Romancası dünyada 12 milyon kişinin kullandığı Çingene dilinin ilkel bir biçimi.

Çeribaşı

Türkiye’de Çingeneler arasında “Çeribaşı” hiyerarşisi vardı. Çeribaşı geleneği kendi içlerinde bir denetim mekanizmasıydı. Hatta Sulukule‘nin son zamanlarında ve kapkaç suçlarının yoğun olduğu dönemlerde bu Çeribaşları‘na gidildiğinde zararınız karşılanırdı. Otomobili çalınan bir banka müdürü araştırmalar sonucu bu çeribaşlarından birine ulaşarak arabasını geri aldığını biliyorum. Ancak o eski Çeribaşı sistemi artık kalmadı denilebilir.

Ulaşılabilir Yaşam Derneği Başkanı Metin Şentürk’ün bir röportajında „Türkiye’de Çingene olarak bir işte çalışmak mümkün mü?“ sorusuna verdiği yanıtlar şöyle:

Kim olduğunu öğrenirlerse „naş“ diyebilirler.

-Kuştepe’de oturup başka işler yapan da var. Ama çoğu kimliğini gizliyor. Arkadaşımız Kutup Dalgakıran’ın elinde fotoğraf makinesini gören biri hemen „Fotoğrafımı çekme bozuşuruz“ diyor. „Yüksek yerde çalışıyorum anlatabildim mi, Roman olduğumu bilmiyorlar. Ne olur ne olmaz söylemiyorum. Fotoğraf olursa öğrenirler ve ‘naş’ diyebilirler. Ne gerek var yani anlayacağın“… 

Metin Şentürk, Ümit Kocayemiş isimli bir Roman’ın başından geçenleri anlatıyor: „Bu kardeşimiz Nişantaşı’nda bir konfeksiyon işine müracaat etmiş, işe kabul edilmiş, istenilen evrakları tamamlamış. Patronu ikametgâh belgesinde Kuştepe’de oturduğunu görünce ‘Roman mısın?’ diye sormuş. ‘Evet’ deyince de ‘Seni işe alamam’ demiş.’“

Matbaa ve market işçiliği yapan 32 yaşındaki Tamer Duran üç senedir işsiz. „Çalışmamıza izin verseler kötü insan olmadığımızı görecekler“ diyor. Ümit Gibi (32) Bomonti’de dört yıldır bir kemer atölyesinde çalışıyor. İşyeri sahipleri onun Roman olduğunu biliyor, ama o da sigortasız çalışıyor.

Türkiye’de Çingenelerin Devlet Karşısında “Durum”u

Bununla ilgili çok hikâye var ancak; bunlardan bir tanesini anlatmadan “durum” anlaşılamaz. Mustafa Aksu’nun hikâyesi Çingenelerin iyi bir yaşam istemelerinin ötesine geçiyor.Türkiye’de Çingene topluluklarının pek farkına varamadıkları etnik kimlik sorununun, devletle aralarında ne kadar uçurum yarattığını gösteriyor.

Mustafa Aksu müfettişlik bile yaptı ama (Çingene olduğunu saklayarak)

Emekli memur Mustafa Aksu 65 yaşına kadar Çingene olduğunu sakladı. Aksu „Türkiye’de Çingene Olmak“ kitabının yazarı. Bu, Türkiye’de Çingenelerin içinden çıkan birinin yazdığı ve onları anlatan ilk kitaptı. Mustafa Aksu’nun Çingeneler konusundaki çalışmaları, kişisel deneyimlerine, yaşamı boyunca sıkıntısını duyduğu ayrımcılığa, içinde bulunduğu pek çok ortamda kimliğini gizlemek zorunda kalmasına dayanıyor. 

1931’de Düzce’de doğan Aksu, ortaokuldan itibaren kimliğini gizledi: „Ortaokul ve lisede Çingene olduğumu beni yakından tanıyan arkadaşlarım, bilmeyenlere gizlice söyledi. Başarılı bir öğrenciydim, o yüzden tam olarak dışlanmadım, ama kıskançlıktan olsa gerek, kulaktan kulağa yayılıyordu. Öğrendikten sonra bana davranışını değiştiren öğretmenlerim de oldu.“

Kravatlı Kimseyi Çingene Saymıyorlar

Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdikten sonra Devlet Demiryolları’yla başlayan memurluk yaşamı, öğretmenlik, müdürlük ve müfettişlik gibi görevlerle geçti. Evlenip iki çocuk sahibi oldu: „Eşimin Çingene olduğumdan nişanlanıncaya kadar haberi olmadı, iki ay sonra öğrendiğinde hiçbir önemi yok, dedi. Ama biz yine gizlemeye karar verdik. Bu gizlilik 65 yaşımda emekli oluncaya kadar sürdü. Son dokuz yıldır bu sorunun çözümü için uğraşıyorum.“

Aksu, 1982’de emekli olduğunda kimliğini çevresine deklare etti: „Bir gün tanıdıklarımla parkta oturuyorduk, onlara Çingene olduğumu söyledim. ‘Dalga geçiyorsunuz, Çingene olamazsınız, kılık kıyafetiniz, sözleriniz, memuriyet kademesindeki yerlerinizi düşününce mümkün değil‘ dediler. Düşünün kıravatlı kişiyi Çingene sayamıyorlar. Israr edince bu kez ‘Yok canım Mustafa Bey öyle değildir’ diye aralarında tartışmaya başladılar: ‘Gerçekten öyleyse annesi onu Çingene olmayan bir aileden çalmıştır!’ Bu durumda annem hırsız olmalıydı… Arkasından ‘Mustafa Bey’in annesi (hiç değilse bey diyorlar) evliliği sırasında Çingene olmayan bir adamla ilişkide bulunmuş olabilir’ diye başka bir teori ortaya atıldı. Biri anneme hırsız diyor diğeri o… İşte Türkiye’nin durumu.“

Mustafa Aksu, önyargıların diplomayla alâkası olmadığını söylüyor: „Emekli bir hakim albay bana, ‘Çingenelerin nüfus kâğıdı yoktur, askere alınmazlar, zararlıdırlar‘ demişti. Düşünün beni tanıyor ve bunu bana söylüyor.“

Kendini bir dava adamı olarak görüyor Mustafa Aksu. Hedefi Çingene Dernekleri Federasyonu’nu kurmak, ama bunun için dernek sayısının artması gerekiyor.

Kültür Bakanlığı’nın kitaplarında bile hâlâ aşağılayıcı ifadeler var, bunlarla ilgili açılan davalar AİHM’de.

Mustafa Aksu, sözlüklerde, yasalarda Çingeneleri aşağılayan, ırkçılık içeren ifadeleri değiştirtmek için savaş veriyor. İşte onun da çabasıyla yapılan bazı değişiklikler:

Diyanet İşleri hurafelere dayalı olarak Çingenelere yapılan suçlamaların doğru olmadığı konusunda 2000’de fetva yayınladı. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın Örnekleriyle Türkçe Sözlüğü‘nde yakın zamana  kadar Çingeneler hakkında yeralan ‘cimri, eli sıkı, hasis, yüzsüz, arsız, çığırtkan’ gibi sözcükler kaldırıldı.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın İslam Ansiklopedisi ve Türk Ansiklopedisi’nde ‘Hayvan ve çocuk çalıp satarlar, göçebe olarak yaşarlar, hırsızlık yaparlar, inançsızdırlar, nikâha ve sünnete itibar etmezler, buçuk millet olarak bilinirler’ ifadeleri kaldırıldı. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğü, 2003’te Çingenelerle ilgili kötü ifadelerini değiştirdi.

Kültür Bakanlığı’nın katkısıyla çıkarılan Doç. Dr. Ali Rafet Özkan’ın ‘Türkiye Çingeneleri’ isimli kitabında „derme çatma evlerde ve çadırlarda yaşarlar, çokeşli, çok çocuklu olurlar, kavgacıdırlar, dilencilik, vurgunculuk, gaspçılık, fuhuş yaparlar, karıları da kocalarını aldatır“ ifadelerinin değiştirilmesi için Mustafa Aksu „Toplumsal barışı bozar, AB sürecine, hukuka ve haklarına aykırı“ gerekçeleriyle mahkemeye başvurdu. Bu yazıların „hakaret ve benzeri unsurlar taşımadığı“ gerekçesiyle davayı kaybetti. Ancak bu kez 2004’te AİHM’ye başvurdu, dava henüz sonuçlanmadı.

Çingene Barakasında Bir Çocuk

Bir nüfus sayımı nedeniyle Çingene Mahallesi‘nde görevlendirildim. Mahallede bütün çocuklar çingene oldukları için aralarında ayrım yoktu. Çocuklar aralarında eşitti. Çocuk her yerde çocuktur. Bir plastik top peşinde koşturanı da, bir duvar dibine çömelip derinlere dalanı da vardı.

Dış duvarları teneke kaplı tek odalı bir barakadan içeriye girdiğimde içerisi kalabalıktı. 7’den yetmişe herkes vardı. Beni bir yer minderine oturttular. ”Yalnız bu evde oturanlar nüfusa yazılacak” dedim. Kadın “Hepimiz burada oturuyoz.” dedi. “Başka odanız varsa  sırayla gelsinler” dediğimde. “Başka oda yok, evimiz bu kadar” cevabını aldım. “Kaç kişi yaşıyorsunuz burada?”  “Bu kadar, bir oğlan da dışarda gelir şimdi.” Dedi aynı kadın.

“Durun bir sayayım” dedim. Saydığımda 15 kişi vardı. Bir de dışarıda olan, toplam 16 kişi bir odada yaşadıklarını anladım.

Bu tek odalı gecekonduya 100,00 Lira kira veriyorlarmış. İçeriden toprakla sıvanmış duvarların bir köşesinde yağmurdan ya da kar erimesinden akıntı olduğu anlaşılıyordu. Duvarda asılı büyük bir leğen duruyordu. Dededen toruna bu odada yatılıyor, yemek yeniliyor, ortada duran ördek sobada ısınılıyordu. Hava soğuk olmasına rağmen soba yanmıyordu. Soğuktan parmaklarım hissetmez olmuştu. Yazmakta güçlük çekiyordum.

Formları yarılamıştım. Kapıda 10 yaşlarında bir çocuk göründü. Nefes nefeseydi sevinçle “Anne parayı bulduk!” diye bağırıyordu. Dışarısı aydınlık içerisi loştu. Beni farketmemişti. Elinde bir telefonla içeri girdi. “Bak anne para bu, odun, kömür, ekmek…” diye sayıyordu. Beni görünce dondu kaldı. Annesi, “Nerden buldun onu oğlum. Götür sahibine ver!” diye çıkıştı. Bana dönerek “Çocuk işte kim bilir kim düşürdü. Gel karakola götürelim sahibini bulurlar.” dedi. “Sayım bitsin sonra götürürsünüz.” diyerek durdurdum. Sayımı bitirip ayakkabılarımı giyerek evden ayrılırken çocuğun alçak sesle “Anne ben bu telefonu geri götürmem” dediği sırada; babası ya da dedesinin “Aslan oğlum” dediğini, kapıya kadar uğurlayan annesinin kapıyı kapatmadan daha “Sus salak oğlum benim” sözleri de duyuluyordu. Başka bir eve geçmeden önce karımı aradım telefona cevap vermiyordu. İçerden o sıralar yeni çıkmış olan kavisli Nokia’nın kendine özgü sesi geliyordu. Bir sigara yakıp tekrar aradım yine içerden telefonun sesi geliyordu. Şüphelendim bu kez tekrar aradım bu kez telefon çalmadı. “Ulaşılamıyor” diyordu telesekreter.

Kısa süren bir kararsızlıktan sonra bir sigara daha yakıp bir başka eve doğru yürüdüm. Tam ayakkabılarımı çıkarıyordum telefonum çaldı. Karşımdaki karımdı: “Pazarda çantamdan telefonu çalmışlar. Pazarda domates seçiyordum. Para ödemek için çantama baktım. Dış gözünün fermuarı açıktı. Cüzdanım iç gözündeydi, onu alamamışlar.” diyordu. “Geçmiş olsun, üzülme canın sağ olsun, gelince konuşuruz” dedim.

Ben o teneke evde bu eylemi gerçekleştiren çocuğun sevinçle geldiğini gördüm, aile büyükleri tarafından kahraman gibi karşılandığını duydum. En küçüğünden en büyüğüne masumdular.

Çingeneler “doğuştan hırsızdır” demiyeceğim, “başka çareleri olmayan ilkel insanlar  gibi sadece avlanıyorlar” diyorum.

Müzisyenlerin evlerinde her şey vardı. Kapılarının önlerinde arabaları da vardı. Onlarla kahve sohbeti sırasında hemen hepsi mahalleden taşınmak istediklerini söylediler. Hatta daha da ileri giderek “Burada pis çingeneler arasında yaşamak istemiyorum, hırsız bunlar” diye soydaşlarını ötekileştirenlere de rastladım. Onlar da bu mahallede oturdukları için Çingene kimlikleri yüzünden aşağılanmaktan kurtulmak amacıyla kaçmayı düşünüyorlardı. Şehrin merkez mahallelerinden ev alabilecek paraları vardı. O halde artık Çingene kimliğini gizleyerek normal insanlar gibi yaşayıp, çocuklarını iyi okullara gönderebilirlerdi.

Ya çocukları eğitim, öğrenim gördükten sonra yaşamak için bu sırlarını Emekli müfettiş Mustafa Aksu gibi açıklarsa toplum onları kabul edecek mi?

Devlet onları asker, polis, hakim, savcı, memur olarak işe alacak mı?

Türkiye’nin önünde kat edilmesi gereken daha çok yol var.

Çingeneler ya kendilerini inkâr edecekler ya da kimlikleri için savaşacaklar.

Bir yanıt yazın