Haber / Yorum / Bildiri

Burası Türkiye: Batı’daki Merkez Bankası para politikaları bizim ülkemizde neden yürümez (2. Bölüm)

Barış ALPER

AB ülkelerinde ve ABD’de merkez bankası para politikaları tıkır tıkır “işlemektedir.” Bunun birçok nedeni var. En önemli neden üretimdir, buna bağlı olarak tüm dünyada sayılan, geçerli olan, diğer ülke paralarına ayar veren kendi ülkesinin parası olmasıdır, yani euro veya doları olmasıdır. Bu paraların değerinin düşmesi 1. enflasyonun yükselmesine, 2. ihracatın artırılmasına bağlıdır. Enflasyonun yükselmesinde temel belirleyici olan üretimin, işletme kârlarının artmasının yanı sıra ücretlerin de artmasıdır. Ücret artışları üretim maliyetine bindirildiği için enflasyon da artar. Yine ülke ihracatını artırmak için kurlarla da oynanır. Kur düşerse ihracat da artar. Ama bunların hepsi belli bir çerçeve içinde kalır, enflasyon yüzde 2’yi geçmez. Geçtiği takdirde sıkı para politikasının bütün enstrümanları uygulanır. Ülkenin ihracat fazlası veya fazlalık veren bir ödemeler dengesi vardır. Ekonomisi sağlamdır. Halkı ürettiğinin yüzde 10’dan azını tüketir veya yüzde 10’nu tasarruf eder. Devlette israf minimumdur. Sayıştay her israfın hesabını sorar. Devlet de hesap verir. Devlet başkanları veya başbakan ve bakanlar devlet adına özel uçaklarla gidip gelemezler, normal sefer uçaklarını veya hava kuvvetlerinin uçaklarını kullanırlar. Her yerde tasarruf vardır. İtibarda da.

Türkiye de ise durum tam tersidir. Halk ürettiğinin yüzde 10’nundan fazlasını tüketir. Ödemeler dengesi tutmaz, cari açık GSMH’nın yüzde 10’nu bulur. Çok yüksektir. Üretim düşüktür, istihdam sınırlıdır, işsizlik büyüktür. Ülkenin teknolojik ve bilimsel kalkınma düzeyi düşüktür, ekonomik büyüme ancak inşaat sektörüyle sağlanmaktadır. Yatırım yapmak için paraya gereksinim vardır; hem yabancı paraya, dolara, hem de iç tasarrufa ihtiyaç vardır. Ürettiğinden fazlasını yiyen, tüketen bir ülkede yatırım için tasarruf çok cüzidir. Onun için bu durumda olan ülkelerin ve bu arada Türkiye’nin yatırım için yabancı paraya, dolara ihtiyacı yüksektir. Dolar olmadı mı yatırım yoktur, üretim yoktur, istihdam yoktur. Ama yokluk, sefalet ve işsizlik çoktur. Dolar yoksa veya kısıtlıysa dolara talep artar, doların değeri yükselir, TL’nin değeri düşer. Dışarıdan alınan mallar başta petrol ve ara mallara dolar ödendiği için bunların TL karşılığı yükselir. Benzine, enerjiye, tüketim mallarına zam gelir. Her şey pahalanır, sonunda enflasyon yükselir. Avrupa ülkelerinden farklı olarak Türkiye’de enflasyonu belirleyen doların fiatıdır. Eski maliye bakanı Albayrak her ne kadar alış-verişi dolarla yapmıyorsunuz dese de, Türkiye’de her malın fiyatını belirleyen dolardır. AKP iktidarının ilk yıllarında olduğu gibi dolar bolsa enflasyon azdır.  Ama şimdi AKP iktidarının son zamanlarında dolar az, enflasyon da yüksektir. Enflasyonda dolar belirleyicidir.

Doların az olması ekonomiyi ve yaşamı derinden etkilediğinden hükümet, başta Erdoğan ikide bir dolar aramaya çıkar. Ama o şimdi dolar bulmakta zorlanmaktadır. Serbest piyasada dolar ise ekonomisi zayıf ve riskli olan yere gelmez, gelirse de riskin karşılanmasını ister. Bunun karşılığı da yüksek faizdir. Bu nedenle Merkez Bankası döviz bulmak için sürekli faizleri artırmak zorunda kalmaktadır. Yüksek faiz ise içeride kredi maliyetlerinin artmasına neden olduğu için yatırımın zehiridir. Erdoğan burada yüksek faizin olduğu yerde yatırım olmaz diyerek sanki doğru bir şeyi söylüyormuş gibi ortaya çıkmaktadır. Onun hedefi ülke sanayisinde zorunlu olan ara malı tedarik etmek için dolar bulmak değil, yandaş inşaat tekellerinin düşük faizle ev satışlarının artmasını sağlamaktır. Doların değeri artarsa artsın, önemli değil, bulunan az mıktarda dövizle petrol ve askeriye için ara mal alınır, yeter, esas önemli olan TL ile yapılan ev satışlarıdır. Dolar bulmak faizlerin artışlarına neden olduğundan Erdoğan kolayca faiz enflasyon ilişkisi kurabilmaktedir. Zira yüksek faiz inşaat sektörüne yaramamaktadır, onlar için faizleri düşük tutmak gerekmektedir. Bu tutum iradeci tavırdır, sorun önceliğin nereye verileceğidir. Erdoğan için ise öncelik eekonomik kalkınmada, sanayide değil, inşaat sektöründen gelen büyümededir.  

Enflasyon ve devlette israf

Türkiye’de enflasyonun en önemli nedenlerinden biri de devlette yaşanan israftır. Erdoğan döneminde itibarda ise tasarruf yoktur denerek devlette israf arttı. Buna son örnek devletin Kıbrıs’a “piknik yapmaya” 7 uçakla gitmesidir. Halka acı reçeteler hazırlayan devlet kendisine karşı hâlâ çok bonkör davranmaktadır. Örtülü ödeneklerden harcananlar hariç Bütçeden Saraya ayrılan para 5 milyardır. Diğer bir örnek de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesidir. 2020 yılı için ön görülen 11,5 milyar liradır. Yandaş inşaat şirketlerine ayrılan garanti ödemeleri ise korona virüs nedeniyle köprü ve tünellerden geçişler azaldığı için 10 milyarı bulmaktadır. Bu yılın ilk 9 ayında bütçe açığı 140,6 milyar liradır. Yine yılın ilk 9 ayında faize ödenen para 108,7 milyar liradır. Bu savurganlık saymakla bitmez.

Bu israfa giden paralar halkın ödediği vergilerden, tüketim maddelerine yapılan zamlardan çıkmaktadır. Eğer bu israfın kökü kurutulursa hem pahalılık, enflasyon azalır, hem ülkede teknoloji ve bilime yatırılacak daha çok para kalır, halkın acı reçeteler yutmasına da gerek kalmaz. Ama burası Erdoğan Türkiyesi. Esas olan vatandaşın mutluluğu değil, küçük bir azınlığın zenginliğidir. Vatandaşın anasını bellemek bu iktidarın fıtratında vardır.

Enflasyonun en önemli bir nedeni Kürtlere karşı savaştır.

Türkiye’de enflasyonun en önemli nedenlerden biri de savaştır. Başta Türkiye, Irak ve Suriye’de Kürtlere karşı yürütülen savaş olmak üzere, Suriye İdlib’de, Libya’da, Azerbaycan’da yürütülen savaşlara harcanan, cihadist canilere ödenen paralarla, Afganistan’dan, Katar’dan, Somali’den Kıbrıs’a, Bosna’ya kadar tutulan birliklerin masrafları, Doğu Akdeniz ve Ege’deki operasyonların giderleri enflasyonu körükleyen önemli nedenlerdendir. Önümüzdeki yıl Milli Savunma Bütçesine 61 milyar, İçişleri Bakanlığı ve güvenlik birimlerinin bütçesine ise 148 milyar lira para ayrılmıştır. Bu paraların çoğu Kürtlere atılan kurşunlara verilen paralardır. Erdoğan’ın kendisi enflasyon ve pahalılıktan dert yanan vatandaşlara “sıkılan kurşunun parası nerden geliyor” diyerek savaşın nasıl para yuttuğunu, enflasyonu artıranın savaş olduğunu itiraf etmiş oluyordu.

Şimdi herbir Türkün kendisine sorması gerekir: Biz Türkler Kürtlerle neden savaşıyoruz? Kürtlerin dili, kültürü, kimliği, özerkliği gibi en demokratik haklarını neden gaspediyoruz? Neden Kürtlerle ve komşularımızla barışamıyoruz? Türkiye dediğimiz bu ülkede bu ülkenin halklarıyla ve komşularıyla barış yapmasını öğrenebilsek, savaşa giden 200 milyar para ülke kalkınmasına gidecek, üretim ve istihdam artacak, enflasyon Avrupa’daki gibi yüzde ikilere düşecektir. Bu bizlerin elindedir. Savaş enflasyonu sürekli tetikler. Savaşa karşı gelmek yanan cebi södürmektir, “kardeşin” ölmesini önlemektir.

Erdoğan’a karşı alternatif kalkınma modeli

Erdoğan’ın bu ülkeyi kalkındırma, halkın refahını sağlama diye bir derdi ve programı yoktur. Onun programı ülkenin gelir kaynaklarını çar-çur etmek, ailesine ve yandaşlarına peşkeş çekmek, vatandaşa da acı reçeteler yutturmaktır. Bunun için ülkede milliyetçiliği, şovenizmi körüklemek, Kürtleri ve onların Ulusal Özgürlük Hareketi PKK’yı bölücü düşman ilan edip sürekli bir savaş ortamı yaratmak ve sürdürmek, Yeni Osmanlı yayılmacılığı altında komşu ülkelere saldırma politikası yürütmektir. Bu politikayla O iktidarda kalmakta, muhalefetin tek adam rejimine karşı birleşmesini engellemekte, ülkeyi ve halkı talan ve yağma etmektedir.

Erdoğan’ın bu politikasına karşı ilk yapılacak iş Kürtlerle savaşa karşı çıkmak, barışı savunmak, onlarla demokratik bir cumhuriyette eşitlik, özgürlük ve özerklik içinde birlikte yaşamak istediğimizi ilan etmektir. Savaşa giden paralarla ülkemizin kısa zamanda kalkınabileceğini halkımıza anlatmaktır.

İkincisi Erdoğan’ın israfına karşı çıkmaktır. Bu israfın önü alınarak ülkede yatırımlar için önemli bir tasarrufun birikeceğini halka göstermektir.

Üçüncüsü ürettiğinden fazlasını yiyen değil azını yiyen, tasarruf sağlayan bir halk olmamız gerektiğini bilince çıkarıp hayata geçirmektir. İnşaata dayalı büyüme politikasına son verileceğini, yapılan tasarruflar sonucu oluşan kapitalin sanayiye, teknolojiye, bilime yatırılacağı, planlı bir kalkınmaya geçileceği halka anlatılmalıdır. Birikim, yatırım, istihdam, üretim ve ihracata dayalı bir kalkınma yöntemiyle sağlanacak dövizler tekrar ülke kalkınmasına yatırılacak, dövize bağımlılık giderek azaltılacak, ülke güçlü, otark ve hatta fazla verebilen bir ekonomiye kavuşacaktır. Böyle bir ekonomi dövize ve faize bağlılığı kendiliğinden bertaraf edecek, enflasyon sorunu da kendiliğinden çözülmüş olacaktır.

Önümüzdeki görev bu üç konuda emekçi halkımız arasında yoğun bir ajitasyon ve propaganda ve örgütlenme çalışmasına girmektir. Bu çalışmalar yapılarak demokratik güçlerin birliği sağlanabilir ve Erdoğan’ın sonunu getirecek mücadelenin önü açılabilir.

Bir yanıt yazın