Haber / Yorum / Bildiri

Allah’ın „emri“: „Altı gün çalışacaksın, yedinci günde dinleneceksin“

Pazar günü ilk kez 1700 yıl önce resmi tatil ilan edilmişti

Mümin TOPRAK

OKULA yeni başlayan öğrencilere öğretmen daha ilk derslerde sorar: “Bir haftada kaç gün vardır, 7 mi, 6 mı, 5 mi?” Her bir ağızdan birçok ses çıkar. Kimi 7 der, kimi 6, kimi 5. Öğretmen her birine, “sen de haklısın”, “sen de haklısın”, “sen de haklısın” deyince öğrencilerin kafaları iyice karışır. Bunun üzerine öğretmen öğrencilere anne-babalarının haftada kaç gün çalıştıklarını sorar. Bazıları 7 gün der, bazıları 6, bazıları da 5 gün der. 7 gün çalışan toprakla uğraşan çiftçiler ve köylüler, küçük esnaftır. 6 gün çalışan büyük mağaza ve ticarethanelerdeki ücretlilerdir. 5 gün çalışanlar da daha çok büyük işyeri ve fabrikalardaki işçiler, devlet ve kamu kuruluşlarındaki memurlardır. 7 gün sabahtan akşama kadar çalışan köylü ve esnafın hiç dinlenme günü ve hakkı yok. Bunlar kendi kendini sömürenlerdir.6 gün çalışanın 1 gün dinlenme, 5 gün işe gidenin ise 2 gün dinlenme hakkı vardır. Şu halde bir hafta 7 takvim gününden, 6 çalışma gününden ve 5 işgününden oluşmaktadır. Her bir sayının altında ise yüz yılları, hatta bin yılları bulan hikâyeler ve mücadeleler yatar.

Yaradılış hikâyesi

7 gün, insanlığın oluşum ve gelişim tarihinde önemli bir yer tutar. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’a göre; Allah yeri ve göğü 7 günde yaratmıştır. Birinci günü ışığı, aydınlığı ve karanlığı, ikinci günü göğü, üçüncü günü kara ve denizleri, meyve veren bitki ve ağaçları, dördüncü günü gündüzle gecenin ayırt edilmesi için güneşi, ayı ve yıldızları yaratır, beşinci günü üresinler ve çoğalsınlar diye denizde yüzen balıkları ve gökte uçan kuşları yaratır, altıncı günü önce her türden hayvanları; sonra üresinler ve çoğalsınlar diye kendine benzeyen insanları, erkek ve kadınları yaratır, yedinci günde dünya tamamdır: Balıklar yüzüyor, kuşlar uçuyor, insanlar ve hayvanlar karada yaşıyorlardı. Allah yorgun düşmüştür. 7. günü kutsadı ve dinlenmeye çekildi. “Altı gün çalışacaksın, yedinci günde dinleneceksin” dedi. Bu hikâyeye göre çalışan insanların haftada bir gün dinlenmesi kutsal bir hak olarak ortaya çıktı.

Sümerlerin Gılgamış destanında da insanların doğadan medeniyet dağdan şehre geçmeleri de yedi gün sürer. Gılgamış sonradan kendi arkadaşı olacak olan Enkidu’nun hayvanlarla sürdürdüğü doğa yaşamından çıkıp medeni yaşama geçmesini sağlamak için gönderdiği çariyesi Şamhat Enkidu’ya 7 gün içinde yemesini, içmesini ve konuşmasını öğretir ve şehre, Uruk’a getirir. Yine Gılgamış Enkidu ile 6 günlük bir yolculuğa çıkar. 7 günün bir hafta olması ise aya ve uydulara bakarak Babillerde gerçekleşmiş, oradan Roma’ya geçmiştir. 

Yaradılış mitolojiisine göre Allah konuşunca, bir söz sarfedince, “ol” deyince her şey oluyor. Önce söz, ruh var sonra madde. Ama Allah bu arada boş durmuyor, o da yapıyor, yaratıyor, çalışıyor ve yoruluyor, dinlenmeye ihtiyaç duyuyor. Allah yalnız söz sarfetmiyor, aynı zamanda eserler yaratıyor. Çalışma veya emek sarfetme ve sonra dinlenme insanın yaradılışıyla birlikte ortaya çıkıyor. Tabii bu mitolojide, dinde böyle. Gerçekte ise Friedrich Engels’in dediği gibi insanı insan yapan, insanı yaratan emektir, çalışmadır. Birlikte yaşayan, yardımlaşan, birlikte çalışan, bir şeyler başaran insanın birbirine söyleyeceği vardır. Konuşma, söz ve dil; emeğin, çalışmanın bir sonucudur. Önce madde sonra söz, ruh vardır. Çalışmak, emek sarfetmek insanın oluşum ve gelişmesidir, doğadan kopuşudur.

Konstantin’in 3 Mart 321 yılındaki Edikt’i (Buyruk’u)

Mitolojide anlatılan çalışma ve dinlenmeden oluşan 6 ve 7 gün insanlığın gelişme tarihinde bir dönemi kapsıyor. Daha sonra bu dönem hafta olarak adlandırılıyor. Çalışan insan yorulur. Yorulan insanın da dinlenmeye ihtiyacı olduğu daha dünya ve insanlık yaratılırken ortaya çıkıyor ve dinlenme kutsanıyor. Ama dinlenmenin kutsallıktan çıkıp gerçek olması uzun yıllar alıyor. İlk kez Milattan sonra 3 Mart 321yılında, yani bundan tam 1700 yıl önce, Roma İmparatoru Konstantin yayınladığı bir Buyruk’la (Edikt) Pazar gününü tatil günü ilan ediyordu. İmparator böylece hem Tanrı Apollon taraftarlarını, hem de yayılmakta olan Hıristiyan dini taraftarlarını memnun etmiş oluyordu. Konstantin Edikt’inde şöyle diyordu: “Tüm hâkimler ve şehir sakinleri, aynı zamanda tüm sanat alanında çalışanlar güneşin saygı değer gününde dinlenecekler.”  Güneşin saygı değer günü ise Pazar günüdür.

Tabii ki, Konstantin’in bu Edikt’i Antik çağda köleler, feodalizmde köylüler, kapitalizmde işçiler için geçerli değildi. Onlar sabahtan akşama kadar hafta, ay, yıl demeden çalışmak zorundaydılar. Ortaçağda kilise, Hıristiyanların dini ayinlere katılmaları için pazar günün dinlenme günü olması için uğraşmıştır. Fransız Devrimi, geçici bir süre için de olsa, tüm tatil günlerini kaldırdı ve Pazar gününü çalışma günü ilan etti. 19. Yüzyılda sanayileşmeyle birlikte Pazar gününün dinlenme günü olması mücadelesi başladı. İşçilerin de 6 gün çalışıp bir gün dinlenme hakkı olmalıydı. Bunun için mücadele kolay olmamıştır.

İslam’da Hıristiyanlıktaki Pazar gününün yerini Cuma günü alır, ama Cuma Kuran’da ve hadislerde tatil, çalışılmayan bir gün değildir. Yalnız öğlen Cuma namazına gitmek için işe ara verilirdi. 20. Yüzyılda ise birçok İslam ülkesinde Cuma günü tatil, dinlenme günü oldu. Osmanlı’da 1839, Cumhuriyet’de 1924’den sonra Cuma günü resmi tatil günü ilan edilmiştir. 1935 yılında çıkarılan bir yasayla Batı’yla artan ilişkiler ve modernleşme nedeniyle hafta tatili Cuma’dan Pazar gününe alındı. 1 Haziran 1935’den beri Pazar Türkiye’de de tatil günüdür. Ama bu demek değildi ki, Pazar günü tüm işyerleri kapalı ve insanlar dinleniyordu. Bu daha çok okullar ve resmi daireler için geçerliydi. Köylüler ve işçiler yine 7 gün sabahtan akşama kadar çalışmak zorundaydı.

Kapitalizm ve işçilerin işgünü mücadelesi

Özellikle 19. Yüzyıl Avrupa’sında sanayileşme hızla gelişirken, arka arkaya fabrikalar kurulup, kapitalizm sistem olarak otururken kapitalistler aralarında kızışan rekabet mücadelesinde başarılı olmak, kârı artırmak ancak işçileri daha çok sömürmekle, yani iş gününü çoğaltarak, çalışma saatlerini arttırarak mümkündü. Pazar ve bayram tatili demeden işçiler haftanın 7 günü, günde de en az 16 saat çalıştırılıyorlardı. Kapitalistler makinaların verimli ve sürekli çalıştırılması için Pazar, bayram tatili dinlemiyordu. August Bebel 1888 senesinde bu konuyla ilgili şunu yazıyordu: “Özellikle Alman sanayisinin büyüyen ve sürekli artan ölçüde ihracat için ürettiğinden beri, kapitalistler sınıfı arasında artarak keskinleşen rekabet mücadelesi, büyük sayıda kapitalistin rekabet savaşının daha kolay üstesinden gelebilmek için, çareyi çalışma zamanını gecelere, Pazar ve bayram günlerine uzatmakta görmektedirler.” Pazar gününün resmi tatil olması için yoğun mücadeleler verildi. Almanya’da 1919 Kasım Devrimi’nden sonra yapılan Weimar Anayasası ile Pazar resmi tatil günü kabul edildi. Daha sonra diğer Avrupa ülkelerinde de benzer uygulamalara geçildi.  Böylece haftada 6 gün çalışması, bir gün de dinlenmesi gerçekleşmiş oldu. 19. Yüzyılda kapitalistler için işgününü çoğaltarak ve uzatarak, eksansif emek kullanımıyla işçiyi sömürmek ve kârı arttırmak en uygun yöntemdi.

Haftanın 5 işgününe inmesi ise daha uzun bir işçi ve sendikal mücadelesi gerektirdi. Artan iş yoğunluğu ve gelişen teknik ile başlayan entansif üretim, bununla artan iş kazaları işçinin daha çok dinlenmesini gerektiriyordu ve cumartesinin de çalışma gününden çıkarılmasını dayatıyordu. Ayrıca cumartesinin işgünü olmaması, babanın aile ve çocuklarla daha çok beraber olması da demekti. Bu mücadele 20. Yüzyılın ortalarına kadar sürdü. 1956 yılı 1 Mayıs’ında yükseltilen mücade 70’li yıllarda yapılan toplu sözleşmelerle haftalık çalışma saatinin 40 saate düşürülmesiyle haftanın 5 işgünü olması, böylece işçilerin 2 gün dinlenmesi de sağlanmış oldu. Ama bununla haftalık işgününün kısaltılması mücadelesi bitmiş olmadı. Üretimde artan üretgenlik, otomasyon, robotlaşma ve dijitalleşme işgününün günümüzde daha da kısaltılabileceğini göstermektedir. Avrupa’da sendikalar yıllardan beri haftada 35 saat çalışma için mücadele etmektedirler. Birçok sanayi dalında haftalık çalışma saati 40 saatin altına düştü. Hatta son zamanlarda bazı alanlarda haftalık çalışma saati 28 saate düşürülerek günde 7’şer saatten 4 günlük çalışma olanağı da yaratıldı. Ama bu uygulama ücret denkleşmesini, yani 5 günde aldığı ücreti 4 günde almasını ön görmediği için emekçilere pek çekici gelmemektedir. Ayrıca kapitalistlerde ne 40 saatten, ne de pazar ve tatil günlerinden asla vazgeçmediler. Her vesileyle gündeme getirdiler. Emek ve sermayeden hangisi güçlüyse o isteğini dikte edebiliyordu. Uzun zaman emek güçlüydü. Reel sosyalizmin yıkılmasıyla sermaye güçlü duruma geçti. 1990’dan sonra her şey emek aleyhine gelişmeye başladı.

Günlük ve haftalık çalışma saati mücadelesi

Sanayinin emek yoğun olduğu ve makinaların düz mekanik işlediği 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyılın ilk yarısında sömürüyü artırmanın yolu mutlak iş saatlerini uzatmaktı. 1860 yılına kadar günlük iş saati 14-16 saatti. 1860’dan sonra 12-14 saat olarak gerçekleşmeye başladı. Bu koşullarda işçilere bedenen ve ruhen dinlenmesi için zaman kalmıyordu. İşçiler günlük iş saatlerinin azaltılması ve 10, hatta 8 saate düşürülmesi için yoğun bir mücadele veriyorlardı. Marx “Kapital”de işçi sınıfıyla kapitalistler sınıfı arasındaki bu mücadeleyi “çok veya az saklı bir iç savaş” olarak niteler. Ve Marx İngiliz işçilerinin 30 yıllık mücadelesi sonunda meclisten geçen “On saat yasası” ile günlük çalışma saatinin 10 saate düşürmeyi başardıklarında, 1. Enternasyonal’in Kuruluş Çağrısı’nda bu başarının yalnız sıradan “büyük pratik bir kazanım değil, bu bir ilkenin zaferidir” der ve devam eder: “İlk kez orta sınıfın (burjuvazinin) ekonomi politiği güpegündüz işçi sınıfı ekonomi politiği karşısında yenilmiştir” der. Marx İngiliz burjuvazisinin, “çalışma saatlerine getirilecek herhangi bir yasal sınırlamanın, vampir gibi kan, hem de çocuk kanı emmeden yaşayamayan İngiliz sanayisinin ölüm çanlarının çalınması demek olacağını görmüş” olmasını belirtir. O dönem başta İngiltere olmak üzere tüm Avrupa’da en çok sömürülen emek çocuk emeği idi. Ve aynı dönemden beri çocukların çalışmasının yasak edilmesi mücadelesi günümüze kadar sürüp gelmiştir.

Günlük 10 saat çalışmayla haftalık çalışma saati 60 saate inmişti. Şimdi işçi sınıfının önünde bunu günlük 8, haftalık 40 saate indirme mücadelesi duruyordu. 8 saatlik işgünü ilk kez İngiltere’de 1810 senesinde Robert Owen tarafından talep edilmiş ve “8 saat çalışma, 8 saat uyku, 8 saat boş zaman ve dinlenme” olarak ifade edilmiştir. 1830 senesinden sonra gelişen İngitere sendikal mücadelesinin ana taleplerinden biri 8 saatlik işgünü olmuştur. 10 saatlik iş günü bu mücadeleler içinde elde edilmiştir. 1. Enternasyonal’in 1866’daki Cenevre Kongresi’nde Marx ve Engels’in etkisiyle uluslararası alanda yasal 8 saatlik işgününün talep edilmesi kararlaştırıldı ve tüm dünya işçi sınıfının genel talebi haline geldi. 1886 yılı 1 Mayıs’ında ABD’de işçiler 8 saatlik işgünü için kanlı bir mücadele verdiler. 1889 senesinde Paris’te toplanan II. Enternasyonal 1886 Amerikan işçi direnişine atfen 1 Mayıs’ı “işçi hareketinin mücadele günü” olarak ilan etti ve 1 Mayıs 1890’da 8 saatlik iş günü için enternasyonal dev bir manifesto yazıldı. Bundan böyle Almanya’dan Amerika’ya kadar 1 Mayıslarda, grevlerde işçilerin ana taleplerinden biri 8 saatlik işgünü olmuştur.

8 saatlik işgününün yasallaşması

8 saatlik işgünü ilk kez 1847 senesinde İngiltere’de 9-14 yaşları arasında çalışan çocuklar için yasallaştı. İngiltere işçilere ise 8 saatlik yasa çıkartmayı bugüne kadar reddetti. Ama bu talep dünyada ancak 20. Yüzyılın başlarında I. Dünya savaşı sonrasında patlak veren devrim ateşleri içerisinde gerçekleşebilmiştir. Almanya’da işçilerin Rusya’da olduğu gibi şuralar cumhuriyeti mücadelesini engellemek için 15 Kasım 1918’de hemen 8 saatlik işgünü uygulaması getirildi. Fransa’da 1919 senesinde 8 saatlik işgünü, 1936’da da 40 saatlik haftalık çalışmaya geçildi. Amerika’da bazı eyaletlerde 8 saatlik iş günü 19. Yüzyılda getirildi, ama ilk büyük uygulamaya 1914 senesinde otomobil sanayinde Henry Ford geçti. Ford hem 8 saatlik işgününü getirdi, hem işçilerin günlük ücretini 2,34’den 5 dolara yükseltti. Ford işçilerin direnişi sonucu bu uygulamaya geçerken, bir hedefi de pazarı canlandırmaktı. Tüm Amerika için 8 saatlik işgünü 1938 senesinde yasallaştı. Diğer dünya ülkelerinde de benzer gelişmeler yaşandı. Daha sonra Ford haftalık işgününün 5 olmasını getirdi. Büyük tepki gördü. İşgününün haftada 5, günlük çalışmanın 8 saat, yani haftalık çalışma süresinin 40 saat olması için işçilerin ve sendikaların uzun mücadele etmesi gerekti. Acak 20. Yüzyılın son çeyreğinde haftada 5 gün, 40 saat çalışma toplu sözleşmelerle hayata geçirilebildi.

Osmanlı’da ve Türkiye’de de işçiler grevlerde ve 1 Mayıs gösterilerinde 8 saatlik işgünü talebini yükseltmişlerdir. Ama devlet her zaman işçinin karşısına çıkmış, onların mücadelelerini ve taleplerini zorla bastırmış, Cumhuriyet’le birlikte de uzun süre her türlü işçi eylemlerini yasaklamıştır. 1936 senesinde çıkarılan İş Yasası ile çalışma süresi günde 8, haftada 48 saat olarak saptanmıştır. Ama uygulamalar hep farklı olmuştur. 1946 daki sendikalaşma mücadelesi kısa sürmüş, 1950’lerde hemen hemen hiçbir yetkisi olmayan Türk-İş oluşmuştur. 1960-70 arasında yükselen sınıf mücadelesi ve 1967’de DİSK’in kurulmasıyla çalışma süresinin kısıtlanması mücadelesi de hızlanmıştır. 1971’de çıkan İş Kanunu ile çalışma süresi günlük 7,5 saat, haftalık 45 saat olarak belirlenmiştir. 2003’de AKP döneminde çıkan yasayla işçi yılda 270 saat fazladan çalıştırılabiliyor. Bunlar yasa, gerçek ise başka. İşçilerin 12 saate kadar çalıştıkları çok iş kolu bulunmaktadır.

Günümüzde yine haftada 7 gün 85 saat çalışmaya mı geçiliyor?

Çalışma süresi yasal olarak kâğıt üzerinde günde 8, hafta 40 saate indirilmişti, ama onun hayata geçmesi, uygulanması ise başka bir sorundu. Patronlar savaşları, krizleri, ulusal çıkarları bahane ederek her seferinde yasaları ve bu uygulamaları delmeye kalkıştılar, çoğu kez de başarılı oldular. 20. Yüzyılın son çeyreğinden sonra, uğrunda çetin mücadelerle kazanılmış olan çalışmadan muaf Cumartesi günleri yeniden çalışma alanının üçte birinde işgünü olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Çalışma hayatının bu üçte birine hastahane, itfaiye, kültür gibi hayati önemi olan alanlar dâhil değildir. Cumartesi çalışması ekonominin özel alanlarında yeniden uygulamaya konmuştur. Küreselleşme ile birlikte dünya pazarının gereksinimlerini ileri süren patronlar birçok sanayi dalında Pazar günü çalışmayı artık normal addetmektedirler. Makine ve otomobil dalında hafta sonu çalışma %26’yı bulmaktadır. Bunlara ek olarak bir de vardiye çalışmaları gelmektedir. Hafta sonu, özellikle Pazar gününün dinlenme günü olarak “kutsallığı” konusunda kamuda, özellikle de sol ve sendika kesimindeki olması gereken duyarlılık, hassasiyet kaybolmaktadır. Günümüz kapitalizminde haftanın 7 günü çalışma günü ve günde 10 saate kadar çalışma kabul görmeye başlamıştır. Ne 7 gün ne 10-12 saat çalışma tabudur. Böylece 2000 yıllık bir kazanım kaybolmaktadır.

Hafta sonu ve Pazar günü çalışmalarının en bariz şekilde uygulandığı alan ticaret, dükkân ve mağazalardaki çalışma alanıdır. Eskiden özellikle Avrupa’da dükkân ve mağazalar hafta içinde saat 18:30’da, Cumartesi günleri saat 14:00’de kepenkleri kapatıyorlardı. 2000’li yıllardan itibaren Cumartesi de dâhil dükkânların açık kalma süresi saat 20:00’ye kadar uzatıldı. Fuar, festival, dini yortular gibi haftalarda Pazar gününün de dükkânların açılmasına karar verildi. Turizm mevsiminde turistik tesislerin Pazar hatta 24 saat açık olması kuralları getirildi. Artık Pazar günün kutsallığı kalmamıştı. Pazar gününün kutsallığının kalktığı en önemli ekonomik alan Online çalışma veya E-Ticaret alanıdır. Özellikle dünya çapında e-ticaret tekeli olan Amazon ne gece, ne gündüz, ne Cumartesi ne Pazar tanımaktadır. Tüm Amazon şubelerinde haftada 7 gün 24 saat aralıksız çalışılmaktadır. Bu patronlar için çalışanlar ailesi, çocukları olan, akşamı, pazarı olması gereken insanlar değildirler, onlar hiçbir ihtiyacı olmaması gereken ”kölelerdir.”  Kapital için kutsal olan insan değil, insan sağlığı değil, sömürüdür, profittir. Neoliberal küresel ekonomide emekçilere insan gibi çalışma ve yaşama hakkı yoktur. İnsanların tek varolma nedeni kapitale kapital katmaktır, kapitali çoğaltmaktır. Tekellerin insanların bireysel yaşamlarını düzenlemelerine müdahalede sınır tanımamaktadır. İnsanın özel yaşamı kalmamaktadır.

Corona pandemisi ve çalışmanın kalmayan kutsallığı

Ekonomide artan elektronik donatımlı makina kullanımı ve dijitalleşme çalışma alanına çalışma saatlerinin esnekliği olarak girdi. Esnek çalışma yalnız insanın mesai saatlerini ileri geri alması, bazen çok, bazen az çalışması, çok çalıştığı saatleri biriktirip izin olarak kullanması veya yarım gün veya günde değil, haftada ön görülen belli beş saat çalışması demek değildir. Esnek çalışma öylesine gelişti ki, işçilerin işyerlerinde sürekli bulunmalarına gerek kalmamakta, smartfonunu sürekli açık tutup, çağrıldığı zaman hemen işbaşı yapması anlamına da gelmektedir. Bunun hafta sonu, gecesi ve gündüzü yoktur. İşçiler 24 saat kapitalin emrinde hazır bulunacaklardır. İnsanın boş zamanı, dinlenme zamanı, özel yaşamı kalmamaktadır. İnsanın boş zamanı çokmuş, iş saatlerini kendisinin belirleme özgürlüğü varmış gibi gözüken bu uygulama insanın yaşam düzenine tam bir müdahaledir. İşin korkunç yanı, çalışma koşullarının ve biçiminin dijitalleşme ve iletişim tekniği ile birlikte değiştiğini söyleyen sendikalar da, amaçlarının artık bundan sonra haftalık kollektif çalışma saatlerinin kısıtlanması için mücadele olmadığını, hedefin esneklik ve işçilerin çalışma saatlerini kendileri belirlemesi olduğunu söylemektedirler. 80’li yıllarda çalışma saatlerinde esneklik isteyen patronlardan haftalık çalışma saatlerini düşürülmesini isteyen sendikalar bu taleplerinden tamamen vazgeçmiş gözüküyorlar. Böylece sendikalar da önemini kaybetmekte, kiralık işçi düzenlemesi, düşük ücret sektörleri hızla çoğalmakta, çalışanlar patronların keyfi davranışlarına terk edilmektedirler. İşsizlik ve yoksulluk işçiler arasında çığ gibi büyümektedir. Sendikaların ise tam burada uzlaşmaya değil, sistem sorununu gündeme getirmesi gerekmeketedir. Ama onlar bu anlayışın çok uzağındalar.

Corona pandemisiyle birlikte bu süreçler daha da hızlandı. Corona ile birlikte nasıl politikada otoriterleşmenin yoğunlaşması ve temel hakların kısıtlanması vuku bulduysa, ekonomik ve çalışma alanında da corona ile birlikte dijitalleşme hızla gelişti, homeoffice (evde çalışma) hızla arttı, virüsle savaşta zorunlu olan insanların izolasyonu, karantina dönemi evde çalışma sistemini getirdi. Bu eski ev çalışması değildi. İnternet üzerinden video ile bağlantılı online çalışmasıdır. İşini internet üzerinden evde yapıyorsun ama her an için kontrol altındasın ve yapman gereken işi, çocukların bakım ve eğitimi, yemek yapma gibi işler nedeniyle geceye, Pazar gününe uzatabiliyorsun. Evde istediğin gibi çalışma özgürlüğü olarak gözüken bu durum esasında insanın iş hayatıyla özel yaşamının tamamen içiçe girmesi anlamına gelmekte, insanın kendini sömürtmesini arttırmaktadır. Korona ile birlikte internet, online-eğitim, online-seminer, online-konferans, online-alış-veriş insanın yaşamına iyice girmiş bulunmakta. Özel ve genel tüm işler internet üzerinden, evden yapılabilmektedir. Bu coronanın yarattığı yepyeni bir durumdur. Önümüzdeki yıllarda iş ve özel yaşamımız kökten daha da değişeceğe benzemektedir. En azından patronlar şimdiden homeoffice ile daha az metrekare çalışma alanına ihtiyaç duyduklarını farkına vardılar ve kiradan tasarruf için daha küçük binalara geçmeye bile başladılar. Çalışanların bürosu işletmelerde değil, çalışanların evi idi. Vehbi Koç şimdiden 4000 işçinin bundan sonra evden çalışacağını duyurmasıyla, geleceğin işçilere, emekçilere neler getireceğini tahmin etmek hiç de zor değil.

Corona ile birlikte hastane, itfaiye, yaşlı ve hasta bakımı gibi hayati önemde olan iş alanlarının yanısıra paket servisleri, dağıtım ve ulaşım hizmetleri, sipariş merkezleri gibi yeni hayati öneme haiz alanlar ortaya çıkmıştır. Dükkân ve mağazaların, AVM’lerin kapalı olduğu Lockdown ve karatina günlerinde insanlar yaşam için gerekli ihtiyaçlarını bu paket ve taşımacılık şirketleri üzerinden karşıladılar. Amazon gibileri dünyanın her tarafında hayati öneme haiz tekeller haline geldi. Bunlar paket, lojistik ve dağıtım servislerinde çalışma saatlerini ve koşullarını daha da ağırlaştırdılar. İnsanlar Pazar dâhil 7gün, 24 saat karın tokluğuna, çoğu kez sosyal sigortasız çalıştırılırken, bu tekeller Lockdown süresince servet ve kârlarını ikiye katladılar, daha da zenginleştiler.

Bu süreç Türkiye’de daha da korkunç işlemekte. Corona nedeniyle işten atılmalar, işsizlik çığ gibi büyürken, çalışmak zorunda olanlar da en ağır ve kötü koşullarda virüsle burun buruna yaşamaktadır. Yoksulluk ve açlık da çığ gibi artmakta, corona en çok çalışanları ve yoksulları vurmaktadır. İşten atılanlar, iş bulamayanlar günlük 47,70 lira ile yaşamak zorunda bırakılmaktadırlar. Dijitalleşme ise altyapı olmadığından her tarafa giremiyor. İnternet, bilgisayar her tarafta yok. Erdoğan ise “lebaleb” doldurduğu salonlarla iktidarını korumaya çalışırken, corona vakalarının artmasına sebep olmaktadır. Çalışma saatleri ve günleri, artan işsizlik nedeniyle önemini kaybetmekte, iş bulabilen gün ve saatin ne olduğuna bakmadan ölümüne çalışmaktadır. Türkiye ve onun gibi ülkelerde önemli olan iş bulabilmek, gerisi patronun insafına kalmış. Türkiye’de işçiler 21. Yüzyılda artık modern kölelerdir.

İki bin yıl önce insanlar haftada bir gün dinlenmeyi kutsal bir hak görürken günümüzde artan internet ve dijitalleşme, homeofice ve Amazon’la birlikte insanların gecesi gündüze, Pazar günleri işgününe dönmüştür. Dinlenme artık bir hak değil, fırsat buldukça gerçekleştirilecek bir andır. İnsanlık tarihinde böylesine geri bir adım kapitalizmde atılmaktadır. Kapital “6 gün çalışacaksın, 7. günde dinleneceksin” diyen Allah’ın emrini de tanımıyor. Bu durumdan kurtuluşun yolu, gözü kârdan başka bir şey görmeyen kapitalist düzenin sonlandırılmasıdır. Aksi takdirde insanlığı sonu barbarlıktır.

Bir yanıt yazın