Haber / Yorum / Bildiri

Yerel Seçimler Öncesi Türkiye’de Durum

Türkiye yerel seçimlere doğru giderken Erdoğan’ın AKP’si ve Bahçeli’nin MHP’si Türkiye’de faşist bir rejım kurma yolunda ittifaklarını yenilediler. Yerel seçimlerde yeniden birbirlerini detekleme kararı aldılar. MHP özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir’de aday göstermiyeceğini ve AKP adaylarını destekliyeceğini açıkladı. Bu ise faşist iktidarını gerçekleştirme yolunda Erdoğan’a verilen en büyük desteklerden biridir. Bu üç büyük ilde belediye başkanlıklarını alan Erdoğan artık faşist yükselişinin durdurulamıyacağını hesaplamaktadır. Zira o Hitler’in yükseliş yolunu izlemekte, Hitler’in yükselirken seçimleri kullandığı gibi o da seçimleri kullanmaya çalışmaktadır. Hitler o günün Almanya’sının özgül koşullarında faşist iktidarını kurmayı başardı, ama bu kez, günümüzde Erdoğan Türkiye’de faşist iktidarını kurmayı başaramayacak. Zira Kürt Özgürlük Hareketi, Türkiye işçi sınıfı ve demokrasi güçleri, devrimciler, komünistler, sosyalistler, gençler, kadınlar bir seçim ittifakı başarabilirlerse Erdoğan’ın faşist yükselişini engelleyebilecek güçtedirler.

1933 yılında Almanya’da Hitler yükseldi, ama onun bu yükselişi engellenemez değildi. Bunun için Hitlere kaşı işçi sınıfının eylem birliği temelinde tüm demokratik güçlerin birlikteliği gerekiyordu. İşçi sınıfının eylem birliği için ise, işçi sınıfının iki büyük siyasi örgütü Sosyal Demokrat Partisi SPD ile Komünist Partisi KPD’ nin gelmekte olan faşizm tehlikesine karşı ittifak yapması gerekiyordu. Maalesef bu ittifak gerçekleşmedi. Hitler’e karşı demokratik bir cephe oluşturulamadı. Sonunda Hitler kaçınılmaz olarak iktidarı ele geçirdi. Bu  ittifakın gerçekleşmemesinde hem KPD’nin hem SPD’nin büyük hataları vardı. KPD, Komintern’in de etkisiyle sosyal demokratlara karşı uyguladığı sosyal faşizm politikası ve SPD’nin KPD ve Komintern’e karşı uyguladığı iflah olmaz antikomünist tutumu böyle bir ittifakın oluşmasının engellenmesinde rol oynadı. Bu yanlış politikaların bedeli hem Almanya hem tüm insanlık için çok ağır oldu. Komintern sonra bu politikasını değiştirdi. VII. Kongre’de demokratik halk cephesi politikası kabul edildi. Hitler faşizminin zulmü altında bir çok sosyal demokrat antikomünist tutumunu değiştirip komünistlerle eylem birliğine girdi. Harpten sonra sosyal demokratlar Doğu Almanya’da  KPD ile birleşip Sosyalist Birlik Partisi SED’yi ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti DDR’i kurdular. Bir kısmı Batı Almanya’da kalıp bugün ki reformist SPD’yi oluşturdular.

Tarihten ders almak, ders çıkarmak gerekir.

Bugün benzer bir durum ülkemizde CHP ve HDP arasında kurulması gereken bir seçim ittifakı sorununda da yaşanmaktadır. Şüphesiz, ne CHP bir sosyal demokrat partisi, ne de HDP bir komünist partisidir. Ama CHP içinde büyücek bir kesim Kürtlere, HDP’ye karşı milliyetçi şoven konumlar almakta, Erdoğan’ın da etkisiyle Kürtlerden uzak durmaya kalkışmaktadır. HDP onların bu tutumlarını eleştirmekte ve ittifak kapısını açık tutmaktadır. Zira her iki partinin de  Türk ve Kürt emekçi yığınları, demokratik güçleri üzerinde büyük etkisi vardır. Nasıl sosyal demokrat yığınlarla komünist yığınlar arasında kurulacak bir ittifak Hitler’ın korkulu rüyası olduysa, bugün Türk ve Kürt emekçileri, demokratları arasında kurulacak böylesi bir seçim ittifakı da Erdoğan’ın korkulu rüyasıdır. Erdoğan bu ittifakın kendi sonunun başlangıcı olacağını çok iyi bilmekte, bunu engellemek için de sürekli Kürt düşmanlığını, özellikle PKK düşmanlığını ve Türk milliyetçiliğini körüklemektedir. Böylece Türk yığınlarını, CHP yöneticilerini ve taraftarlarını esir almakta, hem üst yöneticiler arasında hem de tabanda Türk emekçi yığınlarının Kürt emekçi yığınlarına yaklaşmasını sürekli engellemeye çalışmaktadır.

Oysa her iki parti, CHP ve HDP, bunların tabanı Erdoğan’a ve Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı faşist rejime karşıdırlar. O dönem Alman komünistlerinde olduğu gibi bugün HDP’de, birçok Kemalist ve şovenist tutumu nedeniyle CHP ile ittifak yapılmaz gibi sekter bir tavır görülmemektedir. Tersine, HDP, eğer bu seçimde ittifak yapılırsa üç büyük şehri, İstanbul, Ankara ve İzmir belediyelerini AKP alamaz ve böylece Erdoğan faşizmine büyük bır darbe indirmiş olur, diyor. Ama, maalesef başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP yöneticilerinin büyük bir kısmı HDP’nin önerisini ellerinin tersiyle itmekte, bazı MHP, İYİ Parti, Saadet Partisi gibi faşist ve gerici partilerle ittifak arayışına girmekte, daha şimdiden bu üç ili Erdoğan’a gümüş tepsi içinde sunmaya hazırlanmaktadırlar. Oysa, nasıl 1932 Kasım seçimlerinden sonra Hitler’in yükselişi durdurulamadıysa, yerel seçimlerde bu üç büyük ili alan Erdoğan’ın faşizan rejimini kurmaktaki yükselişi de durdurulamayacak duruma gelecektir. Zaman daha geç değildir. 1933’de Hitler’in yükselişi durdurulamadı, ama eğer 31 Mart 2019’da İstanbul, Ankara ve İzmir’de Erdoğan yenilirse, onun faşist yükselişini engellemek için Türk, Kürt, tüm Türkiye demokrasi güçleri büyük bir fırsatı ellerine geçirmiş olacaklardır. Bu fırsat kaçırılmamalıdır.

Tarihten ders almak ve ders çıkarmak böyle ‘ölüm-kalım’ günlerinde gereklidir. Yalnız CHP içerisindeki değil tüm ilerici ve demokratik güçler, özellikle de Haziran Hareketi’nden sol, devrimci ve kendisine komünist diyen partilere kadar tüm Türk demokrat ve devrimcileri, solcu ve komünistleri şimdi CHP yönetici ve adaylarına, tabanına HDP ile görüşmesi, yerel seçimlerde Erdoğan faşizmine karşı ortak bir ittifakın oluşması için baskı yapmalıdırlar, bu ittifakın tabanda yayılması için çalışmalıdırlar. Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan bile AKP’yi İstanbul’da Kürt oylarını ihmal etmemesi için uyarıyor ve şöyle diyor: ‘İstanbul’da Kürt oyları önemli… Kürt oylarını alma kapasitesi yüksek adayın şansı daha fazla olacak… AK Parti’nin işin bu kısmını atlamaması şart… Yoksa tüm dezavantajlarına rağmen İstanbul’u CHP’ye kaptırabilirler.’ (Hürriyet 9.9.2018)

Erdoğan seçimleri Fırat’ın doğusuna girerek kazanmak istiyor

Kürtler Türkiye’de yalnız seçimlerde değil, Erdoğan iktidarının yıkılması, Türkiye’nin demokratikleşmesi, ekonomik kalkınması, sosyal gelişmesi için verilen mücadelelerde de belirleyicidir. Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümü Türk ve Kürt emekçilerinin, demokrasi güçlerinin birliğinden geçer. Şimdi yerel seçimlerde kurulacak böylesi bir ittifak, Türkiye’in en önemli sorunu olan Kürt sorununun, TBMM’de dahil en geniş güçlerin katılımıyla, demokratik ve barışçıl yollardan çözümünün de önünü açacak güçtedir. Kürt sorununda barışçıl ve demokratik çözüm demek Erdoğan’ın sonu demektir. Erdoğan bunu çok iyi bilmektedir. 7 Haziran 2015 seçimlerinde bunu gördü. O artık seçimleri hilelerin yanı sıra, öz olarak Kürtlere karşı uyguladığı şiddetle, savaşla kazanabilmektedir. 1 Kasım 2015 seçimlerini, 24 Haziran 2018 seçimlerini böyle kazandı. Hatta 24 Haziran seçimleri öncesi ‘Kandil’e bayrak dikeceğiz, alacağız’ diye Kandil’e karşı büyük bir operasyon başlattı. Günlerce Kandil’de kayalıklar bombalandı. Kandil’e ne bayrak dikildi, ne de alındı. Bu zaten imkansızdı ve tamamiyle halkı oyalamak, milliyetçi duyguları kaşımak, oy toplamak için yapılan bir manevraydı. Seçim sonrasında da unutuldu gitti.

Erdoğan şimdi bu yerel seçimlerde de aynı yola başvurmaktadır. ‘Türk Savunma Sanayii Zirvesi’ toplantısında yaptığı konuşmada ‘Fırat’ın doğusuna operasyon bir kaç günde başlayacak’ diyerek yerel seçim öncesi Rojova’daki Kürtlere, YPG ve PYD’ye, Kuzey Doğu Suriye Yönetimi’ne karşı savaş açacağını ilan etti. Böylece yine kabartılan şoven duygularla halktan oy alma hesapları, sahte zaferlerle seçim kazanma planları yapmaktadır. Ama bu kez bu planlar tutmayacaktır. Zira hem halk onun bu manevralarını artık anlamaya başladı, hem de Kürtlere karşı savaş bumerang gibi geri dönüp onu vurmaya yöneldi. Askerler arasında hızla savaş bitkinliği ve yorgunluğu yayılıyor. Donarak ölümlere, dinlenmeden operasyonlara çıkmaya karşı büyüyen tepkiler giderek bu anlamsız savaşın sorgulamasını getirecektir. Neden, ne için, kim için savaşıldığı, Türkiye’ye tek bir topun, kurşunun atılmadığı Rojova’ya neden girileceği, oradaki Kürtlere karşı neden savaşılacağı sorulacaktır. Halk da artık gelen ekonomik krizlerın, artan pahalılığın, yoksulluğun Erdoğan’ın Kürtlere karşı yürüttüğü savaşla bağını çoktan kurmaya başladı. Her gün Erdoğan’a sırtını dönenler çoğalmaktadır. Hatta Erdoğan artan bu huzursuzluğun Paris’deki sarı yeleklilerin direnişi gibi bir direnişe dönüşmesinden şeytanın Allahtan korktuğu gibi korkmaktadır. Fox TV’den Fatih Portakal’ın bu konuyu dillendirmesinden O’nun çılgına dönmesinin nedeni, ‘Allah göstermesin, halk Paris’deki sarı yelekliler gibi ayaklanırsa benim sonum ne olur?’ korkusudur. Korkunun ise ecele faydası yoktur. Erdoğan Fatih Portakal’ı linç ve nefret diliyle tehdit ederek ve hedef göstererek halka gözdağı verip susturmaya kalksa da, toplumda kendisine karşı derinden derine kaynayan bir öfke birikimi bulunmaktadır. Bu öfkenin ise en geç 31 Mart 2019’da sandıkta patlayacağı beklenmektedir. Erdoğan sürekli toplumda kavga çıkararak, toplumu gererek, dışarıya karşı hamaseti yükselterek zevahiri kurtarmaya çalışmaktadır. Oysa savaşla, nefretle, kinle halkı susturmak ve manüpüle etmek her gün daha çok zorlaşmaktadır.

Bu nedenle bu seçimlerde savaş ve halkın bozulan ekonomik durumunun belirleyici bir rol oynayacağı görülmektedir. Seçim sonrasında bir zam ve pahalılık furyasının geleceği, dolar kurunun başını alıp gideceği herkesin bildiği bir sırdır. Halk arasında yükselen bu hoşnutsuzluğun sandığa da yansıyacağını Erdoğan her ay yaptırttığı anketlerde görmektedir. Bu anketler AKP’nin açıkça gerilediğini ortaya koyuyor. Bu gidişin ancak sınır ötesine yapılacak bir operasyon veya açılan bir savaşla durdurulabileceğini gören Erdoğan, Fırat’ın doğusuna gireceğiz, ne ABD’yi ne de AB’yi dinleriz diye naralar atmaya başladı. Daha şimddiden Türk savaş uçakları Şengal ve Mahmur’u, tanklar da Rojova’yı bombalamaya başladı. Fırat’ın doğusuna düzenlenecek bir operasyon ise, Türkiye’nin Ortadoğu savaş batağına iyice gömülmesi demektir. Böyle bir operasyon binlerce askerin telef olmasına, Türkiye’ye karşı orada yaşayan Arap, Kürt, Türkmen ve diğer halkların düşmanlığın artmasına, ekonomik olarak bunalımın daha da derinleşmesine neden olacaktır.  Burda kaybeden Türkiye olacaktır.

Ama Rojova’ya girmek, oradaki demokratik yönetime karşı savaş açmak nara atıldığı kadar kolay değildir. Afrin’in işgal edildiği gibi Kobane’nin, Kamuşlu’nun, Serekani’nin işgal edileceğini sanmak başından yanlış bir hesaptır, başarısızlıkla sonuçlanacak bir girişimdir. Her şeyden evvel Rojova halkı, Kürdü, Arabı, Türkmeni, Süryanisi, Ermenisi, Ezidisi, bunların silahlı gücü YPG ve SDG Türk operasyonlarına tüm gücüyle karşı çıkacak ve geri pükürtecek güçtedir. Kaldı ki, Erdoğan’ın Rojova’ya girme emellerine başta ABD olmak üzere tüm dünya karşı gelmektedir. Bu, ABD Suriye’den askerlerini çekmeye kalksa bile böyledir. Zira ABD, Kürtler, YPG ve SDG İŞİD’e ve ileride İran’a karşı mücadelede benim müttefikimdir, saldırırsan karşında beni bulursun diye Erdoğan’ı sürekli uyarmaktadır. Erdoğan da ABD’ye ‘Kürtlerle, ‘terörist’ YPG, SDG ile işbirliğini bırak, benimle, Türk ordusuyla işbirliği yap’ diye çağrıda bulunarak, açıkca ABD’ye taşeronluk önermektedir. Kendi ülkesi Rojova’yı barbar İŞİD’den temizlemek amacıyla ABD ile “işbirliği” yaptığı için Kürtleri, PKK’yı, YPG’yi ABD’nin taşeronu olarak suçlayan sözde antiemperyalistler ise, Erdoğan’ın ABD’ye taşeronluk önerisi karşısında sus pus olmaktadırlar. Antiemperyalistlik önce kendi devletinin emperyalist emellerine karşı savaşı gerektirir.

Salih Müslüm: ‘’Emperyalistlere hiçbir zaman bel bağlamadık’’

Rojavalı Kürtlerin liderlerinden Saih Müslim kendilerini emperyalizmin teşeronluğu ile suçlayanlara, Uluslararası Koalisyon’u çağırmadıkları gibi “git”de demediklerini kaydederek şöyle seslendi: “Onlar da (Amerikalılar) zaten bizim korumamız için gelmemişlerdi. Kendi öz gücümüze ve savunmamıza dayanıyoruz. Meşru savunma durumumuz var. Bunu hiçbir zaman eksik etmedik. Gidip gitmeyecekleri onların işidir. Çıkarlarımız çakıştı, beraber hareket ettik, ama hiçbir zaman onlara bel bağlamadık.” Salih Müslim’in ABD ile “çıkarlarımız çakıştı”dediği an, Erdoğan’ın İŞİD canilerini Kobane’de Kürtlerin üzerine sürüp “Kobane düştü düşecek” dediği bir anda İŞİD’in insanlık için büyük bir tehlike olduğunu ve durdurulması gerektiğini gören ABD’nin İŞİD’e karşı dişi tırnağı ile savaşan YPG’nin yardımına koşmasıdır. ABD YPG’nin İŞİD’e karşı büyük bir özveri ile savaştığını görünce, İŞİD’e karşı mücadelede YPG’yi ve Suriye Demokratik Güçleri SDG’yi kendine “müttefik” seçti. Bu mücadele içinde Kürtler de Rojova’da, Kuzey Suriye’de tüm halkların katılımıyla demokratik bir yapı oluşturdu. Bu yapı Erdoğan’ın gözüne diken gibi batmaya, Türkiye’ye bir tehdit olarak görmeye başladı. Trump’la görüşmelerinde İŞİD’e karşı mücadeleyi YPG ile değilde kendisiyle yapmaya bir an “ikna” eden Erdoğan, en kısa zamanda gerçek yüzünü ortaya koydu, hedefinin İŞİD’i değil, YPG’yi yok etmek olduğunu gösterdi. Bunu  üzerine önce ABD Dışişleri Bakanı Pompeo Suriye’de müttefikimiz Kürtleri “Türklere katlettirmeyiz”, “boğazlatmayız” diyerek Erdoğan’ın bir barbar olduğunu ve O’nun bu barbarlığına karşı çıkacasklarını belirtmiş oldu. Son olarak da Trump’ın kendisi de”Eğer Türkiye Kürtleri vurursa, Türkiye’yi ekonomik yönden mahvederiz. 20 millik güvenli bölge kuracağız” diyerek Erdoğan’ı tehdit etti. Seçim öncesi Trump ile çatışmanın bedelinin ağır, ekonominin, döviz kurlarının mahvolacağını gören Erdoğan, Trump’ın ekonomik yönden mahvederiz tehdidini yuttu, 20 millik güvenli bölge teklifinin üstüne atıldı. Güya ABD’nin bu güvenli bölgeyi Türklere bırakacak izlenimini, yalanını yaymaya başladı. Oysa ABD Fırat’ın doğusunda kendinden başka bir gücü, hele hele Türkiye’yi görmek istemiyor.

Erdoğan’ın Kuzey Suriye’ye yönelik tehditlerini değerlendiren, bu tehditlerin Ortadoğu Halklarını hedef aldığını söyleyen Salih Muslim, “Erdoğan ikide bir saldıracağını söylüyor. Saldırabilir. Biz de kimseye ‘aman saldırma’, kimseye de kalkıp  ‘aman bizi koruyun’ diye yalvaramayız. Biz de varız, kendi savunmamızı yaparız. Topyekun direniş kararlılığımız var. Biz halkımıza ve kendi savunma sistemimize güveniyoruz. Herkes kendi üzerine düşeni yapacaktır” şeklinde konuştu ve “Birisi senin evinin içine gelip sana saldırırsa ne yapacaksın, elbette kendini savunacaksın. Biz de kendimizi savunacağız, öyle başkalarına yalvaracak konumda değiliz” dedi.

Salih Muslim, Türkiye’nin Suriye’de sadece işgal ve katliamı düşündüğünü, ‘güvenli bölge’ kavramını da bunun için kullandığını belirtti. Türkiye’nin içinde parmağının olduğu hiçbir projeye destek vermeyeceklerini vurgulayan Muslim, BM veya uluslararası bir gücün oluşturacağı ‘güvenli bölgeden’ yana olduklarını söyledi.

ABD’si de, AB’si de, Rusya’sı da, İran’ı da, Erdoğan Türkiye’si de emperyalist güçlerdir. Sonunda işçi ve emekçilere, demokratik güçlere ve halklara karşı birbirleriyle anlaşırlar. Erdoğan’ın Fırat’ın doğusuna operasyonuna karşı çıkan Trump ‘’şeker ve kamçı politikasıyla” Erdoğan’ın önüne güvenli bölge yemi atıyor ve O’na seçimlere kadar böyle bir destek sunuyor. Böylece Erdoğan’ın savaş ve şovenizm tamtamları içinde yerel seçimleri kazanmasına yardımcı oluyor. Hileyle, savaş tamtamlarıyla da olsa seçimleri kazanan bir Erdoğan’ın emperyalist büyük güçlere yararlılığı, demokrasi güçleri karşısında seçimleri kaydedip zayıflayan bir Erdoğan’ın yararlılığından daha fazladır.

Seçimde Erdoğan’ı yenmek mümkündür!

Şu bilinmeli ki, en son kertede ABD’si, Avrupa’sı, Rusya’sı Türk olsun, Kürt olsun demokratik güçleri değil Erdoğan’ı ve çevresindeki gerici güçleri desteklerler. Onun için bizler: Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Roman, Laz, Çerkes, Balkanlı, Kafkaslı, Hristiyan, Müslüman, Sünni, Alevi, Ezidi, Süryani, tüm Türkiye halklarının işçi ve emekçileri, demokratik güçleri, devrimcileri, sosyalist ve komünistleri, gençleri ve kadınları şimdi güçlü bir ittifak kurmalı ve yerel seçimlerde, özellikle Kürdistan illerinde ve üç büyük ilde Erdoğan’a ve gerici güçlere büyük bir darbe indirmelidirler. Bu Erdoğan’ın faşist yükselişini durdurmakta kazanılacak önemli bir adım olacaktır. Yerel seçim kampanyaları boyunca Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin, demokratik güçlerinin üstte ve tabanda birlik ve dostluğunu güçlendirelim, Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için başta Leyla Güven olmak üzere hapishanelerde dönüşümsüz ve süresiz yürütülen açlık grevleriyle, ölüm oruçlarıyla dayanışmayı yükseltelim. Faşizme karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesi, seçim mitingleri ve açlık grevleriyle, sandık ve sokak eylemleriyle, zam ve yoksulluğa karşı direnişlerle, Rojova ve Şengal’e karşı yapılan askeri operasyonları protestosuyla, sınıf mücadelesiyle bir bütündür. Birini diğerinden ayırmayalım, birini diğerinin karşısına koymayalım, hepsi Türkiye’nin demokratikleştirilmesi mücadelesinin bir parçasıdır. Seçim mitingleri yalnız işsizliğe ve pahalılığa, fakirliğe ve yokluğa, talan ve yağmaya, siyasi şiddet ve keyfi tutuklamalara karşı değil, savaşa karşı barışın, tecride karşı özgürlüğün savunulduğu, açlık grevleri ve ölüm oruçlarıyla dayanışmanın yükseltildiği mitingler, yürüyüşler, işçi ve köylü, gençlik ve kadın direnişleri olmalıdır. Unutmayalım, seçimler, seçim kampanyalarının demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesi kampanyalarına dönüştürüldüğünde kazanılır.

Bir yanıt yazın