Türkiye’de Kürt sorunu ve Özerklik
Mehmet BAYRAK
Genellikle Türkler kendisine, Kürtler neden ayaklanırlar, neden silahlı PKK gibi bir örgüte sahip çıkarlar, neden Öcalan gibi ağır tecrit altında hapiste yatan birini kendilerine önder olarak seçerler diye bir kez olsun sormaz, üzerinde düşünmez. Türk asker ve polisi, güvenlik güçleri neden Kürdistan’da Kürtlere karşı, PKK’ya karşı savaşır, neden Türk uçakları Cudi dağından Kandil dağına kadar Kürt dağlarını sürekli bombalar diye bir kez olsun sormaz. Devlet büyüklerinin, özellikle Erdoğan’ın dedikleriyle yetinir: “Biz orada bölücülere ve teröristlere karşı savaşıyoruz.” Gerçek böyle midir, sormaz. Erdoğan Fırat’ın doğusuna Rojova’ya gireceğim diye tutturur? Yine sormaz. Zira hükümet orada PKK’nın “uzantılarına” karşı savaştığını söylemiştir, öyleyse doğrudur. Ama gerçek bu mudur, sorgulamaz. PKK ile hemen hemen 35 yıldır savaşılıyor, bu savaşın ne zaman biteceği henüz belli değil. Bu savaş neden bitmez, Kürtleri böylesine ardıcıl direnmeye iten nedir? Bu neden Kürtlerden mi kaynaklanıyor, yoksa Türklerden mi, bir kez olsun sormaz, sorgulamaz. Hükümet böylesi soruların sorulmasını ve Kürt sorununun sorgulanmasını, tartışılmasını yasaklamıştır. Neden yasaklar? Sormaz, sorgulamaz. Eğer Türkler çoğunlukla bu soruları sormaz, Kürtlerin neden ayaklandıklarını, neden PKK’ya sahip çıktıklarını ve Öcalan’ı neden önder olarak gördüklerini anlamaya çalışmazsa, sorunu tartışmazsa Kürtlerle birlikte yaşamayı sağlayacak barışçıl, demokratik bir çözüm yolunun önünü açamaz. Eğer Türkler Kürtlerin bu başkaldırılarında kendi suçunu, payını görmez ve sorgulamazsa, direndikleri ve savaştıkları için Kürtleri “bölücü”, “terörist” diye 35 yıldır yaptığı gibi suçlamaya devam ederse, Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulunamaz, geliştirilemez. İşte o zaman aman bölünmesin dediği vatanın bölünmesi kaçınılmaz olacaktır. Yakın Osmanlı tarihine bir bakmak, bu gerçeği görmek, anlamak için yeter.
Kürtler Türk devletine karşı neden direnirler, neden ayaklanırlar? Türkleri sevmedikleri veya Türklere düşman oldukları için mi ayaklanıyorlar? Hayır. Kürt halkının Türk halkıyla, Arap veya Acem halkıyla bir sorunu yoktur. Yüzyıllardan beri halklar bu topraklarda birlikte yaşamaktadırlar. Kürtlerin bu topraklardaki egemen güçlerle, özellikle de Türk egemen güçleriyle sorunu vardır. Evet, özellikle Türk egemen güçleriyle, Türk devletiyle sorunu vardır, çünkü Türk devletinin Kürtlere karşı uyguladığı politika, inkâr, imha ve asimilasyon politikası başka bir yerde, ülkede görülmüş değildir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte 1924’te kabul edilen anayasa ile bir halk olarak Kürtlerin varlığı, dili, kimliği, hatta Kürt ve Kürdistan kelimeleri yasaklanmıştır, inkâr edilmiştir. Kürt yoktur, Türk vardır. Türkiye sınırları içinde yaşayan herkes kendisine “Türküm” diyecektir, kendi milliyetini, kimliğini inkâr edecek, Türk olacaktır. Türküm dedikçe de kendini dünyanın en mutlu insanı hissedecektir. Türk devletinin bu politikası insanlık dışı bir davranıştır, bir nevi barbarlıktır. Bir halkı tümden aşağılamaktır. İşte Kürtler bu aşağılanmayı, kendi kimliğini, dilini, milliyetini inkâr etmeyi kabullenmediler, kendilerine dayatılan başka bir kimliği, Türk kimliğini reddettiler. Zorla asimilasyona, devletin bu Türkleştirme politikasına karşı başkaldırdılar, isyan ettiler. Çünkü bu politika onların bir halk olarak yok edilmesi, imha edilmesi anlamına geliyordu. İşte Kürtlerin isyanlarının altında Türk devletinin bu inkâr, imha ve asimilasyon politikası yatar. Türkiye’de Kürt sorununu diğer ülkelerdeki Kürt sorunundan ve dünyadaki ulusal sorundan ve sömürge sorunundan ayıran en büyük özellik Türk devletinin bu inkâr ve imhacı politikasıdır. Bir ülke içinde yaşayan halklara ve azınlıklara veya sömürgelerdeki halklara karşı o ülkelerin egemen güçleri tarafından uygulanan değişik baskılar ve asimilasyon yöntemleri vardır. Ama bunların hiç biri Türkiye’de uygulandığı gibi kendini, kimliğini, milliyetini inkâr edeceksin, Türk olacaksın şeklinde değildir. Acem Kürde sen artık Kürt değilsin Acemsin dememiştir. İngiliz Hintliye sen artık Hintli değil İngilizsin ve bundan sonra İngiliz olacaksın dememiştir. Bu inkâr politikası Türk devletinin Kürtlere ve Türkiye’de diğer halklara karşı uyguladığı politikada vardır. Buna göre Kürt artık Kürt değil Türktür. Türk devletini diğer devletlerin ulusal ve azınlık politikalarından ayıran benzeri olmayan bu inkârcı uygulamadır. Türkiye’de bugün Kürtlerin bir yere kadar inkarcılığı kırmış ve kendilerini ifade edebiliyor olmaları bu gerçeği değiştirmez, çünkü devletin politikasında hâlâ temel bir değişiklik yoktur, inkâr, imha ve asimilasyon politikası sürmektedir.
Türk devletinin bu inkâr, imha ve asimilasyon politikasına karşı Kürtler cumhuriyet tarihinde 29 kez isyan etmişlerdir. Son 29. isyan 1984 senesinde PKK önderliğinde başlayan ve hâlâ devam eden isyandır. Şimdiye kadarki 28 isyanın hepsi kanla bastırıldı. Ama bu son 29. isyan bastırılamadı, 35 yıldır sürüyor. Bastırılması da imkansız görünüyor. Zira Kürtler artık bundan 100 yıl önce olduğu gibi Türklerin “zavallı” olarak gördüğü, geri bırakılmış bir halk değidir. Çözülen derebeylik ilişkileri üstüne doğan burjuvazisi ve işçi sınıfıyla, köylü ve emekçi katmanlarıyla, aydın ve gençleriyle, kadınlarıyla ulusal bilinci yükselen, kendi ulusal ve demokratik haklarına sahip çıkan, örgütlenen ve kendi önderini yaratan, yalnız olmayan, uluslararası alanda bağlar kurabilen bir halktır. PKK ve APO bu gelişmenin bir sonucudur. PKK, Kürt halkının istem ve özlemlerini ifade eden, programlaştıran, ona güç veren ve ondan güç alan, onun ulusal ve demokratik hakları, özgürlüğü için elinde silah savaşan bir örgüttür ve Kürt halkı PKK’yı ve Öcalan’ı önder olarak görmektedir. PKK elinde silah savaşmaktadır, çünkü Türk devleti Kürtlerin bu haklarını demokratik yollardan almasının önünü kapatmıştır. Onlar da haklarını elde etmek için isyan etmek, silaha sarılmak ve silah elde savaşmak zorunda kalmışlardır. Savaşan yalnız PKK değildir, savaşan yılların Türk baskısına, inkâr ve imhaya yeter diyen, kendi kaderimi kendim tayin edeceğim diyen Kürt halkıdır. İsyan artık örgütlü bir halkın isyanıdır. Haklılığı uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından kabul edilmektedir. Onun için bu 29. isyanı bastırmak zordur. Artık günümüzde baskı altındaki bir halka ve onun silahlı birliklerine, gerillasına karşı savaş tüm insanlık tarafından itham edilmektedir. Zira baskı altındaki bir halkın baskıya karşı direnişi haklı, egemen devletin bu direnişi zorla, savaşla bastırmaya kalkması haksızlık, zorbalık olarak görülmektedir. Çözümün de savaş değil barış ve müzakere olduğu kabul edilmektedir.
Türkiye’de de isyanı “bastırmanın” yolunun savaş değil, müzakere, barış olduğu her gün daha açık ortaya çıkmaktadır. Ama devlet ise hâlâ geçmişte olduğu gibi isyanı zorla, şiddet ve şavaş yöntemiyle bastırma yolunda gidiyor. Barış ve müzakereye asla yanaşmak istemiyor. Erdoğan bir ara müzakere ve barış yolunu seçer gibi oldu. Ama kısa zamanda ortaya çıktı ki, Erdoğan’ın devletin inkâr, imha ve asimilasyon politikasını terk etmek gibi bir niyeti yoktur. O yalnız devletin inkâr ve asimilasyon politikasındaki şimdiye kadar varolan kaba, barbar inkarcılığı kabul ederek, Kürtlere kendilerini Kürt olarak ifade etmelerine müsaade edeceğini belirterek, sorunu “çözeceğini”, Kürtleri “kandıracağını” zannetti. Ama Kürtler Erdoğan’ın bu oyununa gelmedi. Sorun çoktan Kürtlerin kendilerini ifade etme sorunu olmaktan çıkmış, Kürtlerin politik bir statü elde etme sorununa yükselmişti. Politik statü ise cumhuriyetin temel kuruluş zihniyeti olan “vatanı ve milletiyle bölünmez üniter devlet” anlayışına taban taban zıttı. Egemenlere göre Kürtlere tanınacak her politik hak, özerklik veya muhtariyet gibi bir statü Türkiye’nin bölünmesi, üniter devletin sonu demekti, kabul edilemezdi. Bu ise Kürtlerle savaşa devam demekti. Toplumda ise barış ve müzakere talepleri içten içe yükseliyordu. Bu durumda Kürt sorununun savaşla mı, barış ve müzakereyle mi çözüleceği sorunu Türkiye’de temel bir sorun olarak ortaya çıkıyordu ve toplumda Türk devletiyle ilgili temel bir zihniyet değişikliğini, devletin kendisinin değişmesini dayatıyordu: Ya üniter, merkeziyetçi ceberrut devlet devam edecek, ya da özerk, ademi-merkeziyetçi demokratik yeni bir devlet oluşacak. Sorun özünde diktatörlük mü, demokrasi mi, sorunuyla sıkı sıkıya bağlıydı, Bugün Erdoğan’ın “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak, tek din” olarak ifade ettiği üniter devlet anlayışı, Kürtlerin inkârına ve savaşa devam etmek demektir. Savaş yerine barış ve müzakere yoluna geçebilmek için ise üniter devlet anlayışını aşmak, onun yerine eşitlik, özgürlük, özerklik ve demokrasi temelinde Türkiye’nin yeniden yapılandırılması anlayışını, zihniyetini egemen kılmak gerekmektedir. Kürt sorununun barışçıl çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi bu üniter devlet yapısının değişmesiyle mümkündür. Başta Erdoğan ve ulusalcılar olmak üzere egemen güçler Kürtlerin bir statü elde etmesine karşı çıkarken Türkiye’nin demokratikleştirilmesine, demokratik temelde devletin yeniden yapılandırılmasına da karşı çıkmaktadırlar. Böylece onlar Kürt sorununun barışcıl çözümünü reddetmekteler ve iktidarı kaybetmemek için faşizan üniter devlete can simidine sarılır gibi sarılmaktadırlar. Üniter devlet faşist baskılarını yalnız Kürtlere karşı değil Türklere karşı da uygulamaktadır. Sürekli “bölünme” öcüsüyle Türk işçi ve emekçileri, köylüleri, aydınları esir alınmakta, miiliyetçilik ve şovenizm körüklenmektedir. Türk yığınları Kürtlere karşı kışkırtılmakta, özerkliğin kabul edilemez bir bölücülük olduğu yalanı yayılmaktadır. Oysa özerklik olmadan Türkiye’de demokrasi olamaz, Kürt halkı baskı altında olduğu sürece, Türk halkı özgür olamaz, demokrasiye kavuşamaz. Ulusal sorunun, Kürt sorununun çözümü böylesine Türkiye’de demokrasi sorunuyla içiçedir.
Ama savaşın çıkmaz bir yol olduğu, çözümün barış ve müzakerede olduğu anlayışı yayıldıkça Türk halkının kendini sorgulamaya başlaması da artmaktadır. Çünkü Türkler şimdiye kadar gözlerini kapattıkları Kürtleri görmeye başlamışlardır. Artık Türkiye’nin yalnız Türklerin olmadığı, bu ülkede Türklerden başka halkların, Kürtlerin, Lazların, Balkan ve Kafkas halklarının ve diğer başka halkların yaşadığı gerçeği algılanmaya başlanmıştır. Bu gerçeği olduğu gibi görme ve algılama konusu Türkler için yepyeni bir gelişmeydi, kendini de tanımanın, sorgulamanın bir başlangıcıydı. Madem Türkiye’de Türklerin dışında başka halklar vardır, o zaman bu halkların da hakları vardı ve bu hakların tanınması gerekmektedir. Neydi bu halkların bu hakları? Onlar ne istiyorlardı? Dilini, kimliğini, kültürünü, siyasi varlığını özgürce kullandığı ve belirlediği özerklik statüsü mü? Ayrılmak mı, bölünmek mi? Yoksa birlikte yaşamak mı? Bölünme hakkıyla birlikte yaşamak mümkün mü? Mümkünse bu nasıl gerçekleşecek? Bu soruları sormak ve tartışmak gerekiyordu. Günümüzde bu gerçeği tartışmaktan korkan biri vardır, o da Erdoğan’dır. O bu tartışmalardan şeytandan korktuğu gibi korkmaktadır. Çünkü O, bu tartışmaların kendi iktidarının sonu olacağını çok iyi bilmektedir. Bunun için O, Kürt sorununu tartışmaya, barışçıl çözüm yolları aramaya, Kürtlerle dayanışmaya başlayan Türk demokratik çevrelerine baskı ve şiddet uygulamaya başladı. Onları zulüm ve zindanla, sürgünlerle, işten atmalarla, tehdit ve saldırılarla susturmaya çalıştı, devletin politikasını eleştirilemez ilân etti. Ama bunlar tutmadı. Kürtlerin ayrı bir millet olduğu ve her millet gibi kendi kaderini özgürce belirleme hakkı olduğu anlayışı geniş Türk kesimlerinde de yayılmaya başladı.
Halkların kendi kaderini belirleme hakkı
Halkların kendi kaderlerini belirleme hakkı sırf devrimci demokratların, komünistlerin bir talebi değildir. Bu talep bugün Türkiye’nin de imzasının olduğu bir çok Birleşmiş Milletler belgesinde de bulunmaktadır ve çok önemli temel bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir. Bu belgeler çok uluslu, çok halklı ülkelerde her halka kendi kaderini, politik statüsünü özgürce belirleme, ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını tanımaktadır, Referandum bu hakkın kullanılmasında önemi bir yoldur. Her halk gibi Kürt halkının da kendi kaderini belirleme hakkı vardır. Ama Türkiye’de devlet Kürtlere bu hakkı tanımamaktadır. Hatta Türk aydınlarından küçümsenmeyecek bir kesim Afrika’da, Asya’da, Latin Amerika’da ulusal kurtuluş savaşı veren halkların özgürlüğünü savunurken, kendi ülkesinde Kürt halkının mücadelesini, kendi kaderini özgürce belirleme hakkını savunmaz, tersine karşı çıkar. Çünkü onlara göre Kürtlerin kendi kaderlerini belirlemesi demek Kürtlerin Türkiye’den ayrılması, kopması, ülkenin bölünmesi demektir. Gerçekten bu böyle midir? Önce şunu belirtmek gerekir ki, birlikte yaşamda ayrılmak anayasal bir haktır. Nasıl güçlü bir aile yaşamının temeli boşanma hakkı ise, halkların birlikte yaşamının temeli de ayrılma hakkıdır. Bu hakkı o halkın ne zaman ve nasıl kullanacağı kendi kararıdır ve bu daha çok o ülkedeki ve o halkın yaşamındaki sosyo-ekonomik, politik, tinsel-kültürel gelişmelere bağlıdır. Bu da bir plebisitle, halkoylamasıyla belirlenir. Sonuç ayrılma yönünde de, birlikte yaşam yönünde de olabilir. Sonuç genellikle baskı ve şiddetin olduğu yerde ayrılma, özgürlük ve demokrasinin geniş olduğu yerde birlikte yaşama yönünde çıkmaktadır. Devrimciler, işçiler, komünistler genellikle demokrasi ve sosyalizm temelinde büyük devletlerden, birliklerden, enternasyonal oluşumlardan yanadır, ama bir halkın kendi kaderini belirleme, ayrılma hakkından asla taviz vermezler, savunurlar, birlikte yaşamı ayrılma hakkının önüne koyamazlar. Günümüzde Kanada’da Fransızca konuşan Kebek, İngitere’de İskoçya, İspanya’da Katalonya halkları ayrılmak için referanduma gittiler. Kebek ve İskoçya’da halkın çoğunluğu ayrılmaya karşı çıkarken, Katalanlar ayrılma yönünde karar verdi. Katalanların ayrılmak istemelerinin altında bazılarının ileri sürdüğü milliyetçilikten çok tarihsel nedenler vardır. Katalanlar üzerinde özellikle İspanya İç Savaşının ve faşist Franko dönemindeki baskıların, Katalancanın yasaklanmasının etkileri hâlâ devam etmektedir. İspanya hem Franko dönemiyle tam yüzleşmedi, hem de Katalonya’nın geniş özerklik istemlerine yanıt vermedi, baskı uyguladı. Bu olgular karşısında kaçınılmaz olarak Katalonya halkı da ayrılma yönünde karar verdi. Brexit de benzer bir olaydır. İngiltere halkının AB’den ayrılma kararı Avrupa Birliği AB’nin Alman egemenliğindeki bürokratik, antidemokratik, otoriter yapısına karşı bir tepkiydi. Şu halde ayrılmanın panzehiri geniş eşitlik, özgürlük, özerklik ve demokrasidir. Hiçbir halk baskıyı kabul etmez. Baskı ve şiddet ayrılmanın, boşanmanın en önemli nedenlerinden biridir. Bunun için ayrılma hakkı temel bir haktır. Ayrılma hakkı, birlikte yaşamaya karar verildiğinde de, birlikte yaşamın garantisidir, baskıyı önleyen, karşılıklı saygıyı arttıran bir gerçekliktir. Ayrılmak demek ayrı bir devlet oluşturmak, bağımsız olmak, yeni bir yaşam demektir.
İleride bir referandumla Kürtler de Türkiye’den ayrılmaya, ayrı bir Kürt devleti kurmaya karar verebilirler. Bu onların kararıdır ve hakkıdır. Türklerin bunu saygıyla karşılaması ve yeni kurulan Kürt devletiyle karşılıklı yarara dayalı dostça ilişkiler geliştirmesi gerekir. Ama Kürtler bugün ayrılmak istemediklerini, Türklerle ve Türkiye’deki diğer halklarla birlikte yaşamak istediklerini beyan etmektedirler. Ama bu birlikte yaşamın şimdiye kadar olduğu gibi baskıcı, inkarcı, asimilasyoncu üniter Türk devletinde değil, eşitlik, özgürlük ve özerklik temelinde demokratik bir Türkiye’de olabileceğini açıklamaktadırlar. Bu ise şimdiki üniter, merkezi, antidemokratik faşizan devletin aşılmasını, onun yerine yeni demokratik bir devletin, cumhuriyetin oluşturulmasını gerektirmektedir. Bu demokratik devlette, cumhuriyette Kürtlerinde özerk bir cumhuriyeti olacak ve özerk cumhuriyette kendi sorunlarını kendileri çözecektir.
Özerlik gerçekte nedir?
Bugün Avrupa’da özerkliğin olmadığı devlet hemen hemen yok gibidir. İsviçre kantonlar şeklinde Fransız, Alman, İtalyan halklarından oluşan bir devlettir. Almanya 16 özerk eyaletten oluşan federal bir devlettir. Özerklik, başka bir deyişle muhtariyet, otonomi, federasyon, ademi merkeziyetçilik, yerelde, yerinde yönetim günümüzde demokrasilerin olmazsa olmazıdır, halka en iyi hizmetin ve halkların yönetime katılımının en iyi koşuludur. Özerklik halkları birbirinden ayırmaz, tam tersine kaynaştırır, birbirine olan güven ve saygıyı arttırır. Devlet yapısını demokratikleştirir, daha iyi işler kılar. Merkezin de yerelin de hak ve hukukları bellidir. Bunlar anayasayla saptanmıştır. Ne merkez kendi başına yerelin ve diğer halkların, özerk yönetimin aleyhine, ne de yerel veya özerk yönetim kendi başına merkezin ve diğer halkların aleyhine bir karar alabilir. Tüm özerk yönetimler merkezi organlarda temsil edilir, kararlara katılır, kararlar konsensüsle, oybirliğiyle alınır ve alınan kararlar merkez ve tüm özerk yönetimler için bağlayıcıdır. Özerk yönetimler kendi içişlerinde serbestirler. Burada Demokratik Merkeziyetçilik tam olarak işler.
Türkiye’deki halklar, başta Kürt halkı Türk halkıyla eşit haklı, özgür, barışçıl demokratik bir ortamda birlikte yaşamak istediklerini beyan ettikten ve bu beyan Türkiye tarafından kabul edildikten sonra devletin demokratikleştirilmesi işine girişmek, devleti hem merkezi, hem de eşitlik, özgürlük ve özerklik temelinde demokratik merkeziyetçi ilkelerle yeni baştan örgütlemek, yapılandırmak gerekecektir. Böyle bir yapılandırma sağlandıktan sora devletin nasıl işleyeceği hakkında bir fikir sahibi olabilmek için aşağıda özerk bir yapının temel ilkelerini ortaya koymaya ve Türkiye örneğinde somutlaştırmaya çalıştık. Bu sırf bir örnektir. İlerde hukukçular bunun üzerinde daha çok çalışıp daha iyi işleyen bir yapı çıkarabilirler. Biz bu örnekle eşitlik, özgürlük, özerklik temelinde demokratik bir devlet yapısının halkları ayrıştırmadığını, tersine daha çok kaynaştırdığını, hem merkezi, hem de yerel yönetime daha çok sahip çıkabileceğini göstermek istedik. Nedir bu ilkeler?
Türkiye toplumunun yeniden yapılandırılması, demokratik devletin içeriği
1. Demokratik cumhuriyet veya demokratik devlet, bugünkü Türkiye sınırları içinde yaşayan bütün ulusların ve sayısal olarak büyük veya küçük milliyetler, ulusal azınlıklar, ulusal topluluklar olmalarına bakılmaksızın halkların tümünün ortak iradesini ve temsilini ifade etmesini içerir. Bu halklar Türk, Kürt, Laz, Rum, Ermeni, Yahudi, Asuri-Süryani, Arap, Roman, Çerkes, Gürcü ve diğer Kafkas halkları, Makedon, Boşnak, Arnavut, Bulgar, Romen ve diğer Balkan halklarıdır. Demokratik devlette bu halkların yerleşik veya dağınık olmalarına bakılmaksızın bunların tümünün merkezi erkte temsil edilmesi gerekir.
2. Demokratik ve merkezi esaslar temelindeki yeni yapı, özerk devlet ve otonom bölgelerden oluşacaktır. Merkezi erk, Türkiye halklarının tümünün temsil edildiği bir erk olacaktır.
3. Merkezi hükümetin elinde yalnız demokratik devletin genel işleyişi olacaktır.
Buna göre:
a. Dış ticaret de dahil olmak üzere, dış ilişkiler, deniz, hava, demiryolları ve ulusal güvenlik, haberleşme, mali ve gümrüklerle ilgili sorunlar merkezi erk tarafından yürütülecektir.
b. Merkezi erkin ve özerk devletlerin erk ve idari organlar sisteminin ilkeleri ve bunların çalışma düzeni merkezi ve özerk yönetimlerin anayasalarında belirlenir. Merkezi erkin kararları bağlayıcıdır. Özerk cumhuriyetler, kendi ulusal özgül çıkarları açısından bu ilkelerin geliştirilmesinde yetkili olacaktır.
c. Merkezi erk, ülkenin birlik içinde politik ve ekonomik bakımdan gelişmesinin güvence altına alınması amacıyla özerk devletin anayasa ve öteki yasalarla çelişen karar ve talimatlarını ertelemek veya iptal etmek yetkisine sahip olacaktır.
4. Özerk erk veya cumhuriyet (devlet), demokratik devletin sınırları içinde belirlenmiş topraklar üzerinde (Kürt ulusunu alacak olursak) Kürt ulusunun kendi sorunlarını kendisinin çözmesi demektir. Bu Kürt halkının egemenliğini yansıtacaktır. Özerk erk, demokratik devletin kendi iç örgütlenmesidir.
Buna göre:
a. Özerk Kürdistan Cumhuriyeti’nin en yüksek organı olan meclis, Türkiye Kürdistan’ındaki il, ilçe, köylerden seçilmiş halkın temsilcilerinden oluşacaktır. Şimdiye kadar ki T.C.’nin uygulayageldiği, merkezi atamalarla oluşturduğu, yerel ve bölgesel yönetim makamları kaldırılacaktır.
b. Özerk Kürdistan’da yaşayan tüm halkların özerk yönetimin organlarında sayısal olarak temsil edilmesi o cumhuriyetin veya otonom bölgenin nüfus oranıyla saptanacaktır. Bu ilke diğer özerk cumhuriyet ve diğer otonom bölgeler için de geçerli olacaktır.
c. Seçimlerde, tespit edilmiş temsilcilikleri aracılığıyla bütün halklar nispi olarak merkezi erkin yasama ve yürütme organlarında temsil edilecektir.
d. Özerk cumhuriyet, merkezi erkçe onaylanmak koşuluyla kendi bölgesinin iç taksimatını ve sınırlarının tespitini kendisi yapacaktır.
e. Özerk cumhuriyet, merkezi devlet yasalarının, karar ve talimatlarının uygulanmasına, cumhuriyetin eğitim, sağlık, tarım, sanayi, yerel ticaret, trafik, maliye ve vergilerin örgütlenmesine, kendi bütçesinin hazırlanmasına ve kamu düzeninin korunması ve denetlenmesi özerk cumhuriyette yaşayan bütün halkların haklarının korunmasına görevli ve yetkili olacaktır, bu merkezle uyum içinde yürütülecektir.
f. Özerk cumhuriyetin devlet organlarında ve eğitim kurumlarında Kürt halkının ulusal dili Kürtçe konuşulacaktır. Bütün dillerin gelişip güçlenmesi için bütün olanaklar sağlanacak, her ulus ve ulusal azınlığın kendi dilinde okuması, yazması, yayın yapması yasaklanmayacaktır.
5. Komünistler, ulusların kendi yazgılarının kendileri tarafından çizilmesi hakkının Leninci özgül içeriğinden ve deneylerinden hareket ederler, Türkiye Kürdistan’ında Kürt halkının ulusal, topraksal özerklik istemini tanırlar, ulusal, topraksal özerkliği Türk, Kürt ve diğer tüm ulusal azınlıkların ortak çıkarları için adil bir çözüm olarak görürler. Türkiye Kürdistan’ında özerkliğin yerleşmesiyle Kürt halkı yaşadığı topraklar üzerinde demokratik kültürünü, ulus ve dil eşitliğinin özgürce gelişmesini sağlayacak, Kürt ve Türk halkının ve diğer tüm ulusal azınlıkların karşılıklı yakınlaşmaları için objektif eğilimlerin gelişmesine büyük olanaklar yaratacaktır. Ulusal topraksal özerklik demokratik devletin bir iç örgütlenmesidir.
6. Ulusların kendi yazgılarını kendilerinin belirlemesi hakkı, ulusal eşitsizliği ve ekonomik bakımdan zayıf olan ulusu egemenlik altına almayı getiren ve bir burjuva teorisi olan “ulusal kültürel özerklik” ile temelden ayrılır. Ulusların kendi yazgılarının kendileri tarafından belirlenmesi hakkını, “etnik kültürel sorunlara” ve “etnik kimlik”lere indirgeyen görüşlere karşı sürekli savaş gerekir. Ulusal topraksal özerklik temelinde, demokratik cumhuriyet, demokratik toplum, demokratik devlet için mücadele sosyalizm için savaşın kopmaz bir parçasıdır.