Haber / Yorum / Bildiri

Erdoğan’ın Rojova’ya saldırısına karşı çıkalım, destek Erdoğan’a seçim kazandırır!

Erdal ŞİYAR

ERDOĞAN’ın son günlerdeki konuşmalarının ana konularından biri Kuzey ve Kuzeydoğu Suriye’ye, Rojova’ya düzenlemeyi planladığı askeri harekâttır. Sürekli harekâtın hazırlıklarının tamamlanmakta olduğunu vurgulamakta ve böyle bir askeri harekâtın gerekliliğini Rojova’dan “Türkiye’nin güvenliğine” olan “tehdit” ile açıklamaktadır. Oysa Suriye’nin kuzeyinden, Rojova’dan ve orada güvenliği sağlayan ve İŞİD haydutlarına karşı savaşan YPG ve YPJ güçlerinden Türkiye’ye yönelen ne bir tehdit vardır, ne de bir saldırı. Tam tersine Rojova’ya ve orada PYD’nin, YPG ve YPJ’nin Kürtler ve diğer halklarla birlikte oluşturdukları demokratik yapıya, Kantonlara ve onların savunma gücü SDG (Suriye Demokratik Güçleri) karşı sürekli saldıran ve onları tehdit eden Erdoğan’ın ta kendisidir. Önceki saldırıları bir yana, hazırlamakta olduğu harekât bunun bir delilidir.

Erdoğan Kürtlere karşı savaşla seçim kazanmak istiyor

O zaman sormak gerekiyor: Erdoğan durup dururken neden bir askeri harekât hazırlığı içine girdi? Erdoğan’ın ve Türk devletinin ezeli Kürt ve PKK karşıtlığı, Rojova’da YPG’nin oluşturduğu demokratik yapıya düşmanlığı, esasında Kürtlerin oluşturdukları her politik yapıya karşı tahammülsüzlüğü bilinmektedir. Böyle bir yapıyı yok etmek ve ona karşı savaşmak Türk devletinin ve Erdoğan’ın temel politikasıdır. Erdoğan bu politikayı “sınır ötesi operasyonlarla” sürdürmektedir. Ama Erdoğan bu politikayı sürdürmeyi kendi iktidarını korumanın ve sürdürmenin bir aracı olarak kullanmaktadır. O çok iyi biliyor ki, Kürtlere, PKK’ya, YPG’ye saldırdığı, savaş açtığı sürece iktidarda kalabilmekte ve seçim kazanabilmektedir. Erdoğan’ın “Türkiye’nin güvenliği” dediği esasında kendi iktidarının güvenliğidir. Bu nedenle onun için şiddetin her türünü kutsamaktadır.

Türkiye’de seçimlere bir yıl kaldı. Erdoğan ise seçmen tabanını hızla kaybediyor. Artan hayat pahalılığı, üstüste gelen zamlar, hiper enflasyon, doların durdurulamayan yükselişi Erdoğan’ın erken veya zamanında yapılacak bir seçimi kaybedeceğini göstermektedir. Birçok anketlere göre oy oranı yüzde 30’ların altına düşmüş bulunmaktadır. Erdoğan’ın ekonomiyi düzeltmesi, enflasyonu düşürmesi, doları durdurması imkânsız gözükmektedir. Çünkü bunun için gerekli olan yüklü bir dolar kredisini bugün Erdoğan’a verecek ne bir devlet ne de bir kurum vardır. Ekonomiyi düzeltemeyeceğini gören Erdoğan tekrar şiddet, savaş, saldırı politikasına sarıldı. Bunun en kolayı yine Kürtlere saldırmaktı. Geşmişte olduğu gibi Kürtlere saldırarak önümüzdeki seçimi kazanmayı planlamaktadır. Ama bu planın da tutmayacağını görmesine rağmen başka bir olanak olmadığından dönüp dönüp Kürtlere karşı yeni harekât planları yapmaktadır. Bu kez bu saldırıların seçim kazanmaya yetmeyeceği görülmektedir.

Başur’a saldırı, istenen “başarıyı” vermedi

Erdoğan ülkeyi soktuğu ekonomik krizden halkın dikkatini başka yerlere çekebilmek için Nisan ortasında Başur’a, Irak’ın kuzeyine, Güney Kürdistan’a havadan, karadan bir askeri operason başlattı. Gerekçe yine aynıydı: “Sınırlarımıza PKK’dan gelen tehdit!” İki aydan beri Zap, Avaşin, Metina bölgesinde PKK üslerine karşı yoğun bir savaş yürütülmektedir.   KDP’nin de desteğini arkasına alan Erdoğan kısa zamanda elde edeceği “zaferlerle” yaratacağı milliyetçilik ve hamaset edebiyatıyla halkın dikkatini ekonomik yıkımlardan dış olaylara çekeceğini umuyordu.

Ama bu umduğu gerçekleşmedi. Zira PKK görülmemiş bir direniş sergiledi. Türk Ordusu ve yedeğindeki ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) zafer değil, arka arkaya yenilgiler almaya başladı. Özellikle son günlerde gelen “kayıp” haberleri Zap’ta olayların çok iyi gitmediğini göstermektedir. Her gün hayatını kaybeden asker sayısı bir iki değil 5-6 olarak verilmektedir. PKK elinde 20’nin üzerinde asker cesedinin bulunduğunu kimliklerinin tespit edildiğini açıklamaktadır. Gelişmeler Başur’da işlerin, operasyonların iyi gitmediğini gösteriyor, Halk arasından tepkiler de gelmeye başladı. Erdoğan’ın acilen Kürtlere karşı yeni bir saldırı alanı yaratması gerekiyordu. Bu da Rojova’ya yeni bir saldırı olabilirdi. Rojova’ya saldırı Zap’a saldırıdan daha kolaydı. Zira Rojova’nın değişik yerlerinde hem Türk askeri hem de onunla işbirliği yapan ÖSO ve İŞİD’ci selefist birlikler bulunmaktadır. Ama Rojova’ya, Kuzey ve Kuzey Doğu Suriye’ye bir harekât gerçekleştirebilmek için ABD ve Rusya’nın izni gerekiyor. Bu izin olmadan oralarda uçak uçurmak, havadan ve karadan saldırmak mümkün değildir. Bu izni “koparmak” ise bu kez zor. Ne ABD ne de Rusya artık Erdoğan’ın daha çok Rojova’ya müdahale etmesini istemiyor. Zira bölge Erdoğan’ın her müdahalesinden sonra daha çok destabilize olmaktadır. Erdoğan Rojova’ya yeniden saldırmak için bir fırsat “kollamaya” başladı. Bu fırsat da Ukrayna savaşıydı.

Erdoğan Kürtlere karşı İŞİD’le birliğini ABD müttefikliğine tercih ediyor

Ukrayna savaşı patlak verince Rusya Suriye’deki birliklerinin büyük bir kısmını çekmek zorunda kaldı. Erdoğan bunu Rusya’nın Suriye’de etkisinin azalacağı yönünde yorumladı ve Rusya’ya daha kolay baskı yapabileceğini zannetti. Ama yanılıyor ve aldanıyordu. Zira Rusya için Suriye ve Esad rejimi Erdoğan’ın tahmin ettiğinden çok daha önemlidir ve kimsenin Suriye topraklarında kendi başına at oynatmasına müsaade etmeyeceğini düşünemiyordu. Rusya birliklerinin büyük bölümünü çekmişti, ama Suriye’deki varlığı hâlâ Erdoğan’ın tahmininden ve ona hareket alanı bırakmayacak kadar çok daha fazlaydı. Nitekim de öyle oldu ve Erdoğan’ın Suriye’ye müdahalesine karşı çıktı.

Erdoğan’ın Rojova’ya müdahalesine “kökten” karşı çıkan ABD ve özellikle de Biden yönetimidir. Biden daha Obama döneminde Başkan Yardımcısı iken Edoğan’a Arapların, Kürtlerin ve diğer Suriye halklarının Türkleri kendi ülkelerinde istemediklerini bildirmiş ve İŞİD’e karşı mücadelenin yerel halklarla yapılacağını açıklamıştı. Erdoğan kükredi, burada biz varız, NATO müttefikiyiz, biz sizin adınıza İŞİD’e karşı savaşı yürütür, onları temizleriz dedi. Ama Biden ve ABD’yi ikna edemedi. Zira ABD Erdoğan’ın niyetinin İŞİD ile mücadele değil Kürtlere, PYD ve YPG’ye karşı savaş olduğunu çok iyi biliyordu. Bunu Irak’ta Saddam’a karşı savaşta ve Suriye’de Esad’a karşı savaşın örgütlenmesinde yaşamıştı. İŞİD’den El-Kaide’ye kadar topladığı bütün cihatçılarla işbirliğine girdi ve onları Esad’dan çok Kürtlerin üstüne sürmeye kalkıştı. Amerikalılar Türklerin amacının ABD’nin yanında bir “müttefik” olarak savaşmak değil, Kürtlerin direnişini kırmak olduğunu gördü. Bu nedenle ABD İŞİD’e karşı mücadelede Erdoğan’a karşı PYD, YPG, YPJ ve SDG’yi tercih etti. Erdoğan bunu hiçbir zaman hazmedemedi. Rojova’ya girmek, orada oluşan demokratik yapıyı, Kantonları yıkmak için sürekli fırsat kolladı.

30 km derinliğinde “güvenli bölge”

Erdoğan İŞİD’e karşı savaşma adına ilk kez 2016’da Carablus ve El-Bab’a saldırdı. İŞİD’i buralardan çıkardım diyerek buralara yerleşti. Münbiç’e saldıracağı zaman ABD “dur, orada benim müttefikim SDG var!” dedi. Erdoğan bunu da hazmedemedi ve Biden’e iyice diş bilemeye başladı. Erdoğan daha sonra Rusya ile anlaşarak Afrin’e girdi. Bu ne yazık ki Rusların Erdoğan’ı ABD’ye karşı kullanmak ve SS-400’leri satmak için verdiği bir tavizdi. Trump ile birlikte Erdoğan Obama-Biden “zulmünden” kurtulduğunu zannetti ve Trump’tan aldığı destekle 2019’da Tel Abyad (Gre Sipi) ve Rus’ul Ayn’a (Sere Kaniye) girdi. Böylece Kobane ile Kamışla Kantonları arasındaki bağı kesmiş oldu. Ama Kürtler ve diğer halklar Erdoğan’ın saldırısına karşı güçlü bir direnişe geçti. Erdoğan’ın planlarını, özellikle onun Suriye’de sınırdan itibaren 30 km derinliğinde güvenli bölge oluşturma hedefini suya düşürdü, ama zorla da bölgeye yerleşmeye başladı.

Erdoğan Suriye’de 30 km derinliğinde “güvenli bölge” oluşturmayı sürekli gündemde tuttu ve tutmaktadır. Onun “güvenli bölge” dediği esasında bir “soykırım” bölgesi oluşturmaktır. Zira bu 30 km’lik bölgeden, Rojova’dan Kürtler sürülecek ve oralara ÖSO dediği İŞİD’ci, El-Kaideci selefist güçler gönüllü ve Türkiye’deki Suriyeli göçmenler de zorla yerleştirilecektir. Bir halkı topraklarından, yani Kürtleri Rojova’dan sürmek bir insanlık suçudur, soykırımdır. Türk halkı susarak, hatta destekleyerek Erdoğan’ın bu suçuna ortak olmaktadır. Şu bilinmeli ki, Erdoğan buralarda “güvenli bölge” değil, selefistlerden, cihatçılardan oluşacak daha şimdiden Türkiye’nin başına bela oluşturacak bir bölge yaratmaktadır. Susurluk, Ankara Garı ve diğer katliamlar bu belanın habercisidir. Ayrıca buralara yerleştirenler de “Türk sömürgeciliğine” karşı haklı olarak isyan edeceklerdir. Bunun nerelere varacağı en son Afrin’de elektrik zamlarına karşı halkın haklı tepkisinde görüldü. Halk Türk elektrik şirketi binasını ateşe verdi ve “Türkiye, Suriye’den defol” diye haykırdı. Erdoğan’ın kendi iktidarını sürdürmek için Rojova’ya saldırı ve yerleşme planlarının nerelere varacağı, Türkiye’nin başına ne gibi belalar örüldüğü mutlak görülmelidir. “Güvenli bölge” güvensizlik bölgesidir.

Rojovaya saldırı ve İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine veto

Erdoğan Rojova’ya saldırı için ABD’den izin koparma fırsatını Ukrayna savaşı ile Avrupa’da yaşanan gelişmelerde buldu. Şimdiye kadar dünyada tarafsız ülke olarak barışın ve gerginlikler anında diplomatik görüşmelerin yaşanmasında önemli bir rol oynayan ve saygınlık kazanmış olan iki ülke İsveç ve Finlandiya, Ukrayna savaşını bahane ederek tarafsızlıklarını bırakıp NATO’ya girme kararı aldılar. NATO kurallarına göre NATO’ya üye olacak yeni bir ülke için tüm NATO ülkelerinin onay vermesi gerekmektedir. Ama Erdoğan bu iki ülkenin üyeliğine onay vermeyeceğini ve veto edeceğini açıkladı.

Erdoğan’ın veto gerekçesi tek değil, çoktu. Bir taşla birkaç “kuş” vurmak istiyordu. Görünen gerekçesi bu iki ülkenin PKK’lılara kucak açması ve onların ülkelerinde barınmasına müsaade etmesi, “teröre destek vermesi” idi. Erdoğan bu “PKK’lıların” Türkiye’ye teslim edilmesini ve bundan böyle İsveç ve Finlandiya’nın “terörü” desteklemeyeceği, “teröristleri” barındırmayacağını bildiren “yazılı” garanti vermesini istiyordu. Erdoğan “AB üyeliği sürecimiz başta olmak üzere pek çok acı tecrübeyle belgeye bağlanmamış sözlere inanmamız asla mümkün değildir” diyerek kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu. Ama bunlar diplomasiden uzak “kaba” dayatmalardı, İsveç ve Finlandiya için kabul edilmez dayatmalardı. Erdoğan bu konuları bu ülkelerle konuşmayı bile redderek “rest” çekiyordu.

İlk kez Erdoğan Batı’ya meydan okuyacak tam aradığı bir fırsatı eline geçirmişti. Türkiye kamuoyunda Batı ile “7 düvel” ile savaşan, Türkiye’nin “çıkarlarını”, “güvenliğini” koruyan lider olarak görünmek, halkın dikkatini gerçekten dış sorunlara çekmek fırsatı bulmuştu. Erdoğan şimdi bu fırsatı “tepe tepe” kullanmaya çalışıyordu. Artık sorun çoktan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini aşmıştı. Sorun Rojova’ya bir askeri harekât için ABD’nin izin vermesine, ABD’nin SS-400’ler nedeniyle F-35 programından çıkarttığı Türkiye’yi yeniden programa alınması sorununa gelip dayanmıştı. Erdoğan Türkiye’nin “güvenliği” için Kuzey ve Kuzey Doğu Suriye’de, Rojova’da 30 km derinliğinde bir “güvenli bölge” zorunluğunu getiriyor, bunun yaratılması için girişeceği bir askeri harekâta ABD’nin müsaade etmesini istiyor, aksi takdirde İsveç ve Finlandiya’ın NATO üyeliğini veto edeceğini bildiriyordu. Bu tam Erdoğanvari bir şantajdı.

ABD askeri harekâta onay vermiyor

Erdoğan aklınca ABD’ye şantaj yapıyor, ama ABD Erdoğan’a hayır diyor, bir harekât yaparsa sonuçlarına katlanacağını açıklıyordu. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Türkiye’yi Suriye’nin kuzeyine askeri operasyon düzenleme planları konusunda uyararak böyle bir adımın bölgeyi riske atacağını, Türkiye’yi 2019 yılında ABD ile varılan mutabakatta belirlenen ateşkes hatlarına riayet etmeye çağırıyor ve olası bir operasyonla ilgili olarak da şöyle diyordu: “Bu, karşı olacağımız bir şeydir. Endişemiz, yeni herhangi bir askeri operasyonun bölgedeki istikrarı zayıflatması, kötü niyetli aktörlere istikrarsızlıktan yararlanma fırsatı yaratmasıdır.”

Blinken’in burada kastettiği İŞİD’e karşı mücadeledir. ABD ise bu mücadeleyi SDG ile yapmakta kararlıdır. Blinken SDG ve YPG’nin ismini vermeden, “Suriye içinde İŞİD’e karşı savaşı partnerler yoluyla etkili bir şekilde sürdürüyoruz ve IŞİD’i içine tıktığımız kutuda tutmak için gösterilen çabaları tehlikeye atacak hiçbir şey görmek istemiyoruz” diyerek ABD’nin Erdoğan’ın Rojova’ya yapmayı planladığı harekâta kesinkes karşı olduğunu açıklamış oldu. Blinken isim vermiyordu, ama burada “partnerler” dediği SDG ve YPG’dir. Erdoğan SDG ve YPG, YPJ’yi “terör” örgütü olarak göstermeye çalışmakta, ama dünyanın hiçbir ülkesi bunu kabul etmemektedir. Hatta bu örgütler günümüzde insanlığın baş düşmanı haydut İŞİD’i yenen örgütler olarak dünya kamuoyunda büyük bir saygınlık görmektedirler. Bu gelişmeler bile Türk komuoyunun Kürt düşmanlığının bir yere varmayacağını görmesi ve Kürt sorununa barışçıl bir çözüm araması için bir neden olmalıdır. Erdoğan’ın körüklediği Kürt düşmanlığına artık itibar edilmemelidir.

Erdoğan geri adım atmak zorunda kalıyor

Bu koşullarda Erdoğan geri adım atmak zorunda. ABD ve Rusya’dan izin çıkmadan Suriye’de Rojova’ya saldırmak mümkün değildir. Bunu Erdoğan da biliyor. Ama O Batı’ya, ABD ve NATO’ya meydan okuyan lider görünerek kendi kamuoyunda puan toplamaya çalışmaktadır. İktidarda kalmak, seçim kazanmak için her yol mübahtır. Onun için önemli olan Türkiye’nin çıkar ve itibarı değil, kendi çıkar ve iktidarıdır.

ABD ve Rusya’nın tutumu karşısında görülen o ki, Erdoğan Rojova’ya büyük bir harekât yapmayacak, küçük operasyon ve harekâtlarla durumu idare etmeye çalışacaktır. Nitekim son konuşmasında Erdoğan şöyle diyordu: “Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinliğinde güvenli bölge oluşturma kararımızın yeni bir safhasına geçiyoruz. Tel Rıfat ve Münbiç’i teröristlerden temizliyoruz. Ardından da aşama aşama diğer bölgelerde aynısını yapacağız.” Bu arada Erdoğan hem sınırdan top atışları hem de Rojova’daki ÖSO birliklerini harekete geçirmeye başladı. Münbiç’e saldırdı, ama ABD Münbiç’de devriye gezmeye başlayınca yine geri adım atmak zorunda kaldı. Görülen o ki, Erdoğan böylesi saldırılarla Türk kamuoyunu “Suriye’de 30 km’lik güvenli bölge oluşturuyoruz” diye milliyetçi duyguları kabartacak ve bunu seçim malzemesi olarak kullanmaya çalışacaktır.

İsveç’le Finlandiya’nın NATO üyeliği konusu da herhangi bir şekilde Erdoğan’ı “incitmeden” diplomasi yolu ile halledilecek ve “zevahir” kurtarılacaktır. Zaten NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, “Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İsveç, Finlandiya liderleriyle yakın temas halindeyim” diyerek bunun yolunu yapmaktadır. Erdoğan da “arayan arayana” diyerek Türk kamuoyuna, kendisinin Batı’da aranan saygın bir lider olduğu izlenimi vermeye çalışmaktadır. Maalesef Erdoğan bu konularda halkın milliyetçi duygularını okşayarak başarılı da olmaktadır. Halkı bu yönde uyarmak Türk sol ve demokratik güçlerinin görevidir.

Erdoğan’a askeri harekât desteği muhalefete seçim kaybettirir

 Altılı masa etrafında toplanan muhalefet ve kendisine aydın diyen ulusalcı kesimler Erdoğan’ın Batı’ya, “emperyalizme” bu meydan okuyuşunu tasvip etmekte ve Erdoğan’ın olası bir askeri harekâtını destekleyeceklerini açıklamaktadırlar. Bu da tam Erdoğan’ın istediğidir. Bu, HDP ve demokratik güçler dışında tüm muhalefeti arkasına almış, takmış bir Erdoğan’a kamuoyunda yeni puanlar kazandırmak demektir. Rojova’ya askeri harekâtla Erdoğan, muhalefeti yumuşak karnından vurmaktadır. Erdoğan, Türkiye’de olsun, Irak’ta olsun, Suriye’de olsun Kürlere karşı yapılan saldırı ve savaşlara karşı çıkmayan, Kürt sorunu konusunda barışçıl bir çözüm öneremeyen bir muhalefetin kendisi karşısında hep yenik konumlarda olacağını ve muhalefetin bu tutumuyla Erdoğan karşısında seçimi kaybetmekle karşı karşıya kalacağını çok iyi bilmektedir. Muhalefet Kürt direnişi bastırsın diye Erdoğan’a her türlü desteği vermekte de bir beis görmüyor, tersine bunu Türkiye’nin bekası için gerekli görüyor. Kürt sorunu konusunda susan, İmralı’da Öcalan’a uygulanan tecrit’e karşı çıkamayan, hele hele Demirtaş “inşallah” hapisten çıkar diyemeyen bir muhalefet ne seçim kazanabilir, ne de Türkiye’yi gerçek bir demokrasiye kavuşturabilir. Bunu yapacak olan HDP ile birlikte Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri. Türk demokratik güçleridir. Erdoğan’ı geriletecek ve ona seçimi kaybettirecek en önemli adım, ardıcıl bir şekilde acilen Erdoğan’ın Rojova’ya yapmayı planladığı büyük veya küçük tüm askeri operasyonlara karşı çıkmaktır, aktif eylemler yapmaktır. Bakur ve Başur’da Kürtlere karşı yürütülen savaşlara, operasyonlara karşı çıkmaktır. Başlamakta olan seçim kampanyalarının ana konusunu “Kürtlere karşı savaşa hayır, hemen diyalog ve barış!” olmalıdır. Türkiye toplumunu için için yiyen, Erdoğan’a iktidarda kalma olanağı sağlayan bu savaşlardır. Savaş bir ülkenin tüm kaynaklarını, ekonomisini yer bitirir, toplumu kolayca kutuplaştırır, yozlaştırır ve çürütür. Demokrasi ve özgürlükleri, hak ve adaleti işletmez, baskı ve zulmü artırır. Erdoğan’ı yenmenin, ona seçim kaybettirmenin yolu, Türkiye demokratik güçlerinin HDP ile birlikte Türk komuoyunu aydınlata aydınlata savaşa karşı mücadeleye çekmektir, savaşla hayat pahalılığı arasındaki bağı kurmaktır. Yalnız ekonomik sorunlara, zam ve enflasyona dayalı bir kampanya ile seçim kazanılmaz. Bunu Türk kamuoyuna anlatmak komünistlerin, devrimcilerin, demokatların ana görevidir, Erdoğan’ı yenmenin yoludur.

Bir yanıt yazın