Haber / Yorum / Bildiri

28 Kanunisani’yi Unutma!

Mustafa Suphilerin hesabı sorulacak!

(1. Bölüm)

Savaş YENER

Mustafa Suphilerin katli anlaşılmadan Türk devleti anlaşılmaz

TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve tarihini, bugün içinde bulunduğu sorunları ve çıkmazları anlayabilmek için Mustafa Suphilerin Mustafa Kemal tarafından Karadeniz’de hunharca katlettirilmesinin nedenlerini bilmek gerekir. Bu bilinmezse, devletin Kürtlere karşı hemen hemen tüm Cumhuriyet boyunca ve özellikle son kırk yıldır neden bir savaş sürdürdüğü, azınlıkların hâlâ neden baskı altında tutulduğu, ülkenin geri kalmışlığının, talan ve yağmasının sebebi olan emperyalizmle işbirliğinin nedenleri tam olarak anlaşılamaz. Suphilere karşı işlenen cinayet Kemalist iktidarın Osmanlı’dan devraldığı soykırım anlayışına dayalı işlediği ilk siyasi cinayettir. Bu cinayet ittihatçıların Osmanlı devlet politikası olarak Ermenilere ve diğer halklara karşı işlenen soykırımların bir devamı ve Kemalist Türk devletinin Kürtlere, Pontus Rumlarına, Çerkeslere ve diğer halklara karşı işlediği katliamların bir başlangıcıdır.

İttihatçılar ve Kemalistlerin hedefi tekçi bir Türk devleti yaratmak

Mustafa Kemal de İttihatçı bir Osmanlı paşasıydı. Onun da hedefi Anadolu’da Osmanlıdan arta kalan Türk ve Türkleşmiş veya Türkleştirilecek olan Müslüman halklardan bir Türk milleti yaratmak ve bir Türk devleti kurmaktı. İttihatçılardan farklı olarak O’nun bu devleti İngilizlerin ve Fransızların isteği yönünde padişahsız ve halifetsiz modern, batılı, bir burjuva devleti olarak kurma düşünce ve planıdır. İttihatçılara ve Kemalistlere göre Anadolu’da bir Türk devletinin kurulabilmesi için başta Ermeniler olmak üzere Rumların ve diğer Hıristiyan halkların imha veya yok edilmesi, Türk olmayan Müslüman halkların da Türkleştirilmesi gerekiyordu. Bugün halkımızı esir alan Türk milliyetçiliğinin veya Kemalist milliyetçiliğin, devlet aklının kökleri bu anlayışta yatar.

Mustafa Kemal için tek çare Sovyetlere yönelmek

Osmanlının Almanlarla birlikte 1. Dünya Savaşı’nda yenilmesi ve Sevr Anlaşması’nın imzalanmasıyla Anadolu’da bir Türk devleti yaratma hayalleri suya düşmüştür. Mustafa Kemal’inden, Rauf Orbay’ından, Kazım Karabekir’ine, İsmet İnönü’süne kadar Osmanlı paşaları İngilizlere, Amerikalılara yaltaklık, dalkavukluk etmişler, hatta ABD mandacılığını bile düşünmüşlerdir. Yeterki onlar Sevr’i uygulamasınlar, Anadolu’da bir Türk devletine izin versinler. Ama ne İngilizler ne de Amerikalılar onlara yüz verirler. Sevr’i uygulamaya koyarlar. Paşalar çaresizdirler. Onlara yardım edecek tek güç kuzeyde Moskova’da Lenin’in önderliğinde yaratılmakta olan yeni Sovyet iktidarıdır. Önlerinde emperyalizme karşı savaşan Sovyet iktidarı ile birlikte istemeyerek emperyalizme karşı savaşmaktan başka bir seçenek kalmaz. Bolşevik olmaya, komünist olmaya hazırdırlar. Sovyetler ise onlara haklı davalarını destekleyeceklerini, ama Ermenistan’da, Kürdistan’da ve diğer bazı bölgelerde referendum yapılmasının gerekliliğini söylerler. Paşaların tek hedefi vardır: Sovyet yardımı almak ve Anadolu’da ilk fırsatta bir burjuva Türk devleti kurabilmektir.

Mustafa Kemal ve Mustafa Suphi: Birbirine zıt iki politik çizgi

Ama tam bu sırada Moskova’da 1915 senesinde İttihatçıların sürdüğü, Sinop kalesinden Rusya’ya kaçan, orada Bolşeviklerle tanışan ve Bolşevik olan, Ekim Devrimi’nden sonra esir askerlerle Rusya’da çalışan Türkiyeliler arasında ilk komünist birimleri kuran, bunlardan bazılarını emperyalistlere karşı savaşmak üzere İstanbul’a ve Anadolu’ya gönderen, Komintern’in ilk kongresine katılan Mustafa Suphi bulunmaktadır. Moskova’dan yardım almak için Mustafa Suphi ile anlaşmak, en azından iyi geçinmek gerekmektedir. Bunların, Mustafa Kemal’le Mustafa Suphi’nin politikaları ise birbirine zıttır. Daha başında Ulusal Kurtuluş Hareketi’nde iki politik çizgi, iki politik proje verdır. Biri Mustafa Kemal’ın diğeri de Mustafa Suphi’in projesidir. Mustafa Kemal’ın projesi: Ulusal kurtuluşu istilacılara karşı savaşla sınırlamak, savaş sonunda da burjuva ve ağaların desteğinde bir burjuva Türk egemenliği, cumhuriyeti kurmaktır. Mustafa Suphi’nin projesi ise, ulusal kurtuluşu sosyal kurtuluşla tamamlamak, işçi ve köylülerin söz sahibi olduğu, “özgür halkların özgür birliği” temelinde federatif şuralar cumhuriyeti oluşturmaktır. Her ne kadar bu iki çizgi birbirine zıt gözükse de, Sovyetlerin yardımıyla verilecek ortak bir antiemperyalist kurtuluş savaşı sonunda tüm halk kesimlerinin, sınıflarının ve halkların katıldığı, söz sahibi olduğu demokratik bir cumhuriyette anlaşılabilirdi. Sovyetlerle birlikte emperyalizme karşı savaşmak böylesine ortak bir cumhuriyetin yaratılmasını sağlayabilirdi. Sovyetler ile birlikte davrandığı sürece Mustafa Kemal zorunlu bir antiemperyalist olmak konumundaydı.

Ama Mustafa Kemal ikiyüzlüydü. İçi dışı ayrıydı. Bir yandan Sovyetlere yanaşıyor, antiemperyalistlikten, Bolşeviklikten, şuralardan dem vuruyor, Mustafa Suphi’den daha komünist geçinmek, Komintern’in gözünü boyamak için komünist partisi kuruyor, Mustafa Suphi’ye rakip olduğunu ima ediyordu. Ama Suphi’ye, Lenin’e de mektup yazmayı ihmal etmiyordu. Zira İngilizler kendisine yüz vermiyor, İngilizlerin desteğinde İzmir’e çıkan Yunanlılar hızla Ankara istikametine ilerliyorlardı. Mustafa Kemal’in tek umudu Lenin ve Mustafa Suphi idi. O’nun Yeşil Ordu ve Çerkez Ethem’le, Halk İştirakiyuncular’la birlikte çalışmaktan başka çaresi yoktu. Cephelerde çarpışan Kuvay-ı Milliyeciler bunlardı. Yozgat ve diğer yerlerde gericilerin isyanlarını bastıran Çerkez Ethem’di, Geyve ve Düzce’de Ankara’nın üstüne yürüyen Anzavur’u ve Hilafet Ordusu’nu durdurmakta zorlanan Ali Fuad Cebesoy’un yardımına yetişen komünist çetelerdi. Bunlar Mustafa Kemal’in “antiemperyalist” olduğu bu dönemlerdi. 

Kızıl Ordu’nun zaferi: İngilizler Sevr’den vazgeçiyor

Bu durum 1920 Aralık ayına kadar sürdü. Beyaz Ordu’yu yenen Kızıl Ordu Aralık 1920’de Kafkaslar’a dayandı. Anadolu’ya kadar önünde onu durduracak bir güç yoktur.  Anadolu’da ise artan bir Sovyet hayranlığı egemendir. Beyaz Ordu’nun yenilgisi ve Kızıl Ordu’nun zaferiyle Moskova’da Ekim Devrimi, Sovyet iktidarı, proletarya diktatörlüğü de kesin zafere ulaşmıştır. Artık emperyalizmin dünyadaki tek başına egemenliği sona ermiş, birbirine zıt iki sistemli, iki kutuplu bir dünya oluşmuştu: Sosyalist dünya, kapitalist dünya. Bu koşullarda İngilizlere göre Anadolu’nun kesinkes Sovyet etkisi altına girmemesi ve Anadolu’da Sovyetlere karşı tampon bir devlet kurulması gerekiyordu. Bu devlet de Mustafa Kemal yönetiminde bir Türk devleti olabilirdi. İngilizler hemen Mustafa Kemal’le ilişkiye geçtiler. Londra’da Sevr’i görüşmek için bir konferans toplamaya karar verdiler. Artık onlar için Ermeni soykırımı, Kürtlere ve diğer halklara muhtariyet ikincil sorundu. Birincil sorun Kızıl Ordu’nun Sovyet iktidarını ilerleyişini durdurmaktı. Bu da Anadolu’da parçalı değil tek güç bir devlet gerektiriyordu.

Mustafa Kemal İngilizlerin safına geçiyor, komünistlere saldırıyor

Mustafa Kemal hemen doğan fırsatı kaçırmadı. Zorunlu olan Sovyet ittifakından, antiemperyalistlikten vazgeçti, İngilizlerin safına geçti. İngilizlere Bolşevik ve komünistlere karşı olduğunu ispatlamak için de harekete geçti. Önce Yeşil Ordu ve Çerkez Ethem’in üstüne yürüdü. İnönü savaşları Çerkez Ethem’e karşı imha, yok etme savaşlarıdır. Ondan sonra Halk İştirakiyun Fırkası’na saldırdı. Partiyi kapattırdı. Aralarında Salih Hacıoğlu ve Tokat Mebusu Nazım Bey’in de bulunduğu parti yöneticilerini ağır hapis cezaların çarptırttı. İşte tam bu sırada 28 Aralık 1920’de Mustafa Suphi 14 yoldaşıyla birlikte Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Kars’a geldi, Kazım Karabekir tarafından karşılanıp beklemeye alındı. Artık Mustafa Kemal’in Mustafa Suphilerle ittifaka ihtiyacı kalmamıştı. Ankara’da işçi ve köylülerin de söz sahibi olduğu ortak bir iktidara, özgür halkların özgür birliğine dayalı federatif bir şuralar cumhuriyetine de gerek kalmamıştı. Artık İttihatçıların temelini attığı soykırımcı bir burjuva Türk devletini kendi yönetiminde kurma olanağı doğmuştu. İktidarı kimseyle paylaşmadan bu işi İngilizlerle kotarmalıydı. Bunun için de Suphilerin geldikleri gibi geri gönderilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal bu işi Kazım Karabekir’e havale etti. 29 Aralık’ta Mustafa Kemal Kazım Karabekir’e çektiği telgrafta şöyle diyordu:

Mustafa Kemal’in Suphileri katlettirme planı

“Ankara’da komünist akımlar arzuya aykırıdır. Bakû Türk Komünist Fırkası Başkanı Mustafa Suphi’nin bu akımları körüklemesi sakıncası akla gelmektedir. Kendisini gördükten sonra devletlerinin görüşlerinin bildirilmesini rica ederim”

Mustafa Kemal daha sonra Meclis’te Erzurum mebusu Hüseyin Avni’ye cevap verirken de şöyle der:

“… Hüseyin Avni Bey biraderimiz Kazım Paşa’yı azarında hatalıdır… Mustafa Suphi geliyor. Bir kere Mustafa Suphi’yi doğuda herkesten ve Hüseyin Avni Bey’den de önce ortaya çıkaran Kazım Karabekir Paşa’dır… Bu adamın ülkeye girmesinin zarar vereceğini takdir eden Kazım Karabekir Paşa’dır ve bunun ülke dışına kovulması gerekeceğini bilen ve bunun planını yapan da Kazım Karabekir Paşa’dır. Yoksa Erzurum Valiliğiniz değildir. Biz değiliz efendiler. Akıllıca yapmış olduğu; gerekli kişileri herkesten önce işe sevkeden yine Kazım Karabekir Paşa’dır… Bilmem Bolşeviklere eğimliymiş, Mustafa Suphi’nin bilmem nesiymiş… Herkesten önce güçlü önlemler alan Kazım Paşa’dır.” 

Kazım Karabekir “önlemleri” aldı. Suphileri önce Erzurum’a gönderdi. Vali Hamid’e yobaz gericileri örgütletti ve Suphilere saldırttı. Suphileri oradan Trabzon’a, Maçka’ya yollattı. Orada da Teşkilat-ı Mahsusa’nın adamlarından kayıkçılar kahyası Yahya’yı harekete geçirdi. Suphileri Batum’a göndermek üzere yola çıkardı. Arkasından Yahya ikinci bir motörle kendi adamlarını saldı. Bundan sonrasını Nazım 28 Kanunusani’yi Unutma şiirinde şöyle anlatır:

burjuva kemal’in omuzuna binmiş

kemal kumandanın kordonuna

kumandan kahyanın cebine inmiş

kahya adamlarının donuna

uluyorlar

…….

– ikinci motör birinciye yetişti

…..

iki motörde iki sınıf çarpışıyor

– biz

 onlar!
– biz silahsız onlar kamalı

– tırnaklanmız

– kavga son nefese kadar

– kavga

– dişlerimiz ellerini kemiriyor

kamanın ucu giriyor

– girdi…

– yoldaşlar, ey!

artık lüzum yok fazla söze:

bakın göz göze

– karadeniz

on beş kere açtı göğsünü,

on beş kere örtüldü.

onbeşlerin hepsi

bir komünist gibi öldü

15’lerden Suphi Yoldaş’ın eşi Maria’yı Yahya esir aldı, insanlık dışı barbar muameleler yaptı. Maria ilk fırsatta hayatına kıydı, zulme son verdi. 15’lerin hesabı Kemalistlerden, egemenlerden sorulacak, 28 Kanunisani 1921 asla unutulmayacak.

Mustafa Suphilerin kaybı genç Türkiye işçi sınıfı ve genç komünist partisi ve hareketi için büyük bir kayıptı. Onlar daha oluşum halindeyken politik ve ideolojik Marksist-Leninist en yetişkin önderlerini, en mücadeleci ve tecrübeli kadrolarını kaybettiler. Bu kayıpların sonuçlarının etkisi aradan yüz yıl geçmesine rağmen bugün bile hâlâ görülmektedir.

Suphilerin katli, yalnız komünistler için değil Türkiye için büyük bir ayıp

15’ler yalnız komünistler için değil tüm Türkiye halkları için de büyük bir kayıptı. 15’lere karşı işlenen cinayetle hesaplaşılmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin neden ve nasıl kurulduğu, bugüne kadar işlenen siyasi cinayetler ve katliamlar anlaşılmaz. Moskova’da Sovyet iktidarının kurulmasıyla Anadolu halklarının özgürce birlikte yaşayabilecekleri demokratik bir cumhuriyetin önü açılmıştı. Ama Mustafa Kemal İngilizlerle birlikte bunu engelledi. Kızıl Ordu’nun Beyazlar’a karşı zaferinden sonra, başta İngilizler olmak üzere emperyalist güçler Sovyetlere karşı antisovyetik politikalar uygulamaya geçtiler ve bunun ilkini Türkiye’de uyguladılar. Mustafa Kemal emperyalistlerin himayesinde Anadolu’da tekçi, milliyetçi, Sünni Müslüman bir Türk devleti kurabilmek için her şeyi yapmaya, her cinayeti işlemeye hazırdı. Mustafa Suphilerin katliyle artık ne Mustafa Kemal 7 düvele karşı savaşan antiemperyalist bir devlet adamıdır ne de Ulusal Kurtuluş Savaşı antiemperyalist bir savaştır. Bu savaş Ege’nin kimde, Yunanlılarda mı, Türklerde mi kalacağına dair iki komşu ülke arasında yapılan bir toprak savaşına döndü. Mustafa Kemal’e ve Ulusal Kurtuluş Savaşına yakıştırılan antiemperyalistlik Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nın başında kısa bir dönem Sovyetlerle ve Suphi ile kurduğu ilişkilere dayanır. 28 Kanunisani’de Karadeniz’de boğdurtulan, katledilen yalnız Suphiler değildi, aynı zamanda doğmakta olan antiemperyalist demokratik Türkiye Cumhuriyeti idi. Suphilerin katliyle Mustafa Kemal emperyalistlerin takdirini aldı. Londra Konferansı’na davet edilmeye hak kazandı. Emperyalistler de ona soykırımlarla, katliamlarla, asimilasyonlarla Anadolu halklarının inkâr ve imhasına dayalı bir politikayla zorla Sünni, milliyetçi, tekçi bir Türk devleti ve cumhuriyeti yaratma yolunda devam etmesini sağladılar. Bugünkü tekçi cumhuriyet ve onun devlet aklı denen zihniyet böyle doğdu.

Türkiye’ye en zor durumunda yardım eden hep Sovyetler oldu

Genç Sovyet iktidarını bu gelişmeler şaşırtmadı. Bir Osmanlı Paşası olan Mustafa Kemal’in ikiyüzlülüğü, politikası belliydi. Moskova’da Sovyet iktidarının kesin zaferiyle dünyada yeni bir kamplaşma olacağı, emperyalistlerin Sovyetleri dört bir yandan saracağı, kuşatacağı, yaşatmamak için elinden geleni yapacağı açıktı. Emperyalistler Sovyetlere karşı ambargolar uygulamaya, sabotajlar düzenlemeye başladılar. Mustafa Kemal’in de son haddede emperyalistlerle bir olacağı sır değildi. Bu koşullarda Sovyetler Türkiye’yi kendilerine karşı bir tampon devlet olarak kurmayı düşünen emperyalistlerin mümkün olduğu kadar Türkiye’yi kendilerine karşı kullanmalarını engellemek istiyor ve taa Türkmenistan’a kadar güney sınırında belli bir ölçüde sükûnetin sağlanmasını düşünüyordu. Hem dünya devrimi hem ulusal devrimler için genç Sovyet devletinin yaşaması şarttı. Bu nedenle Türkiye ile iyi geçinmek, iyi komşuluk ilişkileri kurmak gerekiyordu. Bunun için olanaklar da doğuyordu. Zira emperyalistlerin Mustafa Kemal’in her istediğini vermeyecekleri, her beklentisini yerine getirmeyecekleri görülüyordu. Bu çelişkilerin iyi değerlendirilmesi gerekiyordu. Öyle de oldu. Sovyetler Mustafa Kemal’in tüm ikiyüzlülüğüne rağmen Türkiye ile ilişkilerini iyi tutmaya, yaptığı yardımlarla Türkiye halkına gerçek dostun emperyalistler değil Sovyetler olduğunu, Türkiye’nin emperyalistlerin değil, ancak Sovyet yardımlarıyla kalkınabileceğini göstermeye çalıştı. Bunu hem Ulusal Kurtuluş Savaşı, hem de 30’lu yıllarda ve daha sonra 60’lı-70’li yıllarda yaptığı somut maddi ve mali yardımlarla gözler önüne serdi. Bu Sovyet yardımları halk arasında öylesine etkili oldu ki, Türkiye kalkınırsa ancak Sovyet yardımıyla kalkınır anlayışı halk arasında karşılık bulmaya başladı. Bu dönemde, 60’lı ve 70’li yıllarda, emperyalizmin işbirlikçisi Demirel hükümetlerinin serbest piyasalı kapitalist kalkınma politikasına karşı sol, sosyalist ve demokratik güçlerin Sovyetlerden gelecek karşılıklı yarar esasına dayalı yardımlarla kendi yağında kavrularak planlı kalkınma projesi geniş halk yığınlarında kabul görmesi Sovyet politikalarının bir sonucuydu. Bu modelin serbest piyasa ekonomi modeline bir alternatif oluşturmasının arkasında Sovyetlerin Suphilerden ve Mustafa Kemal döneminden gelen Türkiye’ye karşı uyguladıkları yardım ve iyi komşuluk politikaları bulunmaktadır. 1980 faşizan askeri darbesiyle boğulan, aynı zamanda Sovyet yardımlarıyla kendi yağında kavrulmaya dayalı planlı kalkınma projesinin halk yığınlarında yarattığı yükselen dalga olmuştur. Ancak bu darbeyle emperyalistler ve işbirlikçileri neoliberal ekonomi politikalarını halka dayatabilmişlerdir.

Bir yanıt yazın