Haber / Yorum / Bildiri

Nâzım Hikmet 120 Yaşında

Suat AKIN

BÜYÜK komünist şair Nâzım Hikmet 120 yaşında. O bugün Türkiye işçi sınıfının ve Türkiye halklarının, dünya işçi ve emekçilerinin barış, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelelerinde yaşamaktadır. Onun şiirleri, özellikle türküleşmiş, marşlaşmış şiirleri yalnız Türkiye’de değil tüm dünyada sömürülen uluslararası işçi ve emekçilerinin, ezilen halklarının emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadelelerinde birer silah, geniş emekçi yığınlarını mücadeleye çeken ve çağıran birer bayrak olmuştur.

Şairlik ve komünizm Nâzım Hikmet’in şahsında birbirinden kopmaz bir bütündür. Onu dünya ölçüsünde şöhretli bir şair yapan onun komünistliğidir, TKP üyeliğidir, Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin, Sovyet iktidarının dünyada yeni bir çığır açtığını görmesi ve onun saflarında yer almasıdır, hayatının sonuna kadar Sovetler Birliği’ni, reel sosyalizmi, komünizmi savunmasıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın yalnız Sovyet desteğiyle başarıya ulaşabileceğini ve Türkiye’nin yalnız Sovyet yardımıyla kalkınabileceğini saptaması ve ardıcıl bir şekilde Türkiye-Sovyetler Birliği dostluğunu savunmasıdır. Nâzım için Türkiye işçi sınıfının ve halklarının, dünya işçi sınıfı ve halklarının bağımsızlığı ve özgürlüğü, baskıdan, sömürüden ve yoksulluktan kurtuluşu, barış, özgürlük ve demokrasi içinde eşit, kardeşçe bir arada yaşamaları ancak sosyalizmde ve komünizmde mümkündür. Nâzım şiirlerinde işçi ve emekçilerin, halkların bu uğurda verdikleri mücadelelerini, özlemlerini dile getirmiş, işçiler ve emekçiler, gençler ve kadınlar, aydınlar onun şiirlerini içselleştirmişler, onlarla devrimci ve komünist olmuşlar ve onları ellerinde silah yapmışlardır

Nâzım işçi ve emekçilerin, halkların bu mücadelelerini dile getirirken, bu mücadelelerin içinde yer alınması gerektiğini saptamış ve TKP saflarında yer almıştır. Şairlik ve komünistliği onun şahsında birleştiren onun TKP’liliğidir. O yaşamının sonuna kadar TKP saflarından ayrılmamış, bir nefer, bir yönetici önder olarak savaşmıştır. Bazı küçük burjuva aydınları sık sık onun şairliğini komünistliğinden, TKP’liliğinden koparmaya, ayırmaya çalışmışlardır. Ama bunu asla başaramamışlardır. Nâzım ve TKP’lilik bir simgedir, bunu kimse yok edemez.

Nâzım Türkiye’de Ekim Devrimi’nin, Sovyet iktidarının önemini ilk görenlerden ve bunu yaşamak için Moskova’ya ilk gidenlerdendir. O Moskova’da işçi sınıfı ideolojisi Marksizm-Leninizm’i öğrenip Türkiye’ye dönmüş ve işçi sınıfı saflarında mücadeleye başlamıştır. Mustafa Suphilerin katlinden sonra Türkiye’de parti içinde egemen olmaya başlayan Şefik Hüsnü’nün oportünist, Kemalist politikasına karşı Mustafa Suphilerin devrimci çizgisini savunmuştur. Partinin Viyana Konferansı’na katılmış, Şefik Hüsnü’nün adamlarından Vedat Nedim Tör’ün Kemalist uzlaşmacı tutumuna karşı çıkmıştır. Sonra 30’lu yıllarda Şefik Hüsnü’ye karşı açık mücadeleye geçmiştir. Partinin Marksçı-Leninci ilkelerde toparlanması için canla-başla mücadele etmiştir. Onu partisinden koparmaya çalışmışlar ama tutmamıştır. O partisinin önderi olarak işçi sınıfı ve halkı için verdiği mücadelelerden, yazdığı şiirlerden, çıkarttığı yayınlardan dolayı yaşamının 17 senesini hapishanelerde geçirmiştir. 1951 senesinde devlet hem Türkiye’de hem uluslararası alanda verilen dayanışma mücadeleleri sonunda Nâzım’ı serbest bırakmak zorunda kalmıştır. O da ilk fırsatta Moskova’ya, Sovyetlere gitmiştir.

Nâzım Moskova’da Bilen Yoldaşla birlikte yeniden parti saflarında çalışmaya, ülkeyle bağlar kurmaya, partiyi ayağa kaldırmaya çalışmıştır. Uzun yıllar partinin hem Türkiye’de hem uluslararası alanda “tek” sesi ve bayrağı olmuştur. Bilen Yoldaşla, Sertellerle birlikte Demokratik Alman Cumhuriyeti DDR’deki “Bizim Radyo” da çalışmıştır. Partinin 1962 Leipzig Konferansı’na katılmıştır. 1951/52 Tevkifatı sonunda partinin durum değerlendirmesinde aktif yer almıştır. Partinin devrimci bir politikada toparlanmasını, işçi sınıfı mücadelesiyle birlikte devletin Kürt halkına karşı uyguladığı baskı ve asimilasyona, inkâr politikasına karşı konulmasının önemini özellikle vurgulamıştır. Bunu 1961 senesinde Bedirhan’a yazdığı mektupta açıkça ifade etmiş, Kürt ve Türk halklarının ortak mücadelesini vurgulamıştır.

Uzun hapishane yıllarının onun vücudunda ve sağlığında yaptığı tahribat ve bıraktığı izler, dinmeyen kalp ağrıları onu 1963 senesinde aniden aramızdan aldı gitti. Ama O hâlâ dünya işçi ve emekçilerine, Türkiye işçi sınıfı ve halklarına malolmuş bir komünist ve enternasyonalist, bir TKP’li olarak aramızda yaşamaktadır. Bugün TKP’nin yine ayağa kaldırılmasında Nâzım’ın mücadelesi önemli bir rol oynamaktadır.  O’nun ve Bilen’in savunduğu Mustafa Suphi’nin Marksçı-Leninci çizgisinde TKP yeniden ayağa kaldırılacak, Nâzım’ın partisi TKP Türkiye işçi sınıfı ve halklarının mücadelesinde yerini alacaktır. Bu genç komünistlerin Nâzım’a sözü olsun.

1972 yılında Nâzım’ın 70. Doğum Günü münasebetiyle Y. Demir ve S. Üstüngel yoldaşların Yeni Çağ’ın Ocak sayısında yayınlanan yazıları O’nu en iyi tarif eden yazılardandır. Aşağıda bu iki tarihi yazıyı veriyoruz:

YAKUB DEMİR

«Yürüyen Adam»

«Yürüyor o

ıslıkla kızgın bir ölüm marşı çalarak.»

Nazım Hikmet sağ olsaydı şimdi yetmiş yaşında olacaktı. Yetmiş yaşı, içinde bulunduğumuz sosyal ve bilimsel devrimler çağının insanlığa getir­diği hayat nimetlerinden yararlanabilenler için pek de ihtiyarlık sayılmaz. Nazım Hikmet, uğrunda ölesiye savaştığı bu yeni çağın nimetleri içinde, ama eski düzenin cançekişme debelenmelerinden almış olduğu onulmaz yaralardan, daha altmış iki yaşına varmadan öldü- Büyük şair-komünistin bilinçli hayatı Büyük Oktobr Sosyalist Devrimiyle başladı; yaratıcı kişiliği bu devrimin yeryüzüne ve Türkiye’nin acı gerçekleri üzerine saldığı aydınlık içinde oluştu, savaş içinde gelişti.

Nazım Hikmet zulmün, haksızlığın, sefaletin ve bunları doğuran çağı geçmiş sömürü düzenlerinin, emperyalizmin amansız düşmanıydı; ilericiliğin, ve onun zorunlu şartı olan barışın en güçlü savunucusu Sovyetler Birliği­nin içten dostu, Türkiye’nin, çok sevdiği halkının mutlu geleceğinin müjdecisiydi.

O, bir sanatçı olarak, güzelliğin, doğruluğun bayraktarıydı. Ama hayatı bütün çirkinlikleriyle çırılçıplak ortaya koymayı bir sanat ödevi biliyordu. «Arık sanat», «sanat için sanat» görüşü ona yabancıydı. Ama kimse, düş­manları bile onun «ilham perisi»inde bir kusur gösteremiyordu. O, hayatın çirkinliklerini de sanatın prizmasından geçirmesini biliyor, çirkinde güzeli, doğruyu daha iyi tanıtacak, daha çok sevdirecek nitelikler bulabiliyordu.

Nazım Hikmet yaratıcılığının asıl gücünü emekçi sınıfların haklı dava­sına bağlılığından alıyordu. Onun yapıtlarında sömürülenleri, yoksulları acındırmak, sömürücülerde, varlıklı kişilerde filantropik duygu­lar uyandırmak, onları hayırseverce girişimlere çağırmak amacı yoktu. Ve o, savaşkan bir sanatçı, bir komünist olarak sömürülen, ezilen insanların sonsuz acılarını paylaşmak ve dile getirmekle, sömürü ve ezgi düzeninin içyüzünü ortaya koymakla da yetinmiyordu. Onun işi, hayatı sadece olduğu gibi göstermek değildi, bu hayatın değiştirilmesi gerekti­ğine inanmış, bunu amaç edinmişti. Sanatın’ ve hayatını bu amacın gerçekleştirilmesine vermişti. Okuyucularım, sömürülenleri, ezilenleri, kendisinin de aktif olarak katıldığı kurtuluş mücadelesine çağırıyordu. Onun hemen bütün dillere çevrilen şiirlerini, bütün ülkelerde serbestçe satılan kitaplarını kendi anayurdunda yasaklamak, yakmak gibi yüz kızartıcı bir yol tutanları korkutan işte budur.

Ama onun şiirlerinin elyazması kopyaları elden ele dolaşarak yurdun en ücra köşelerine yayılıyor. Onun savaş şarkılarını işçilerin, devrimci gençlerin ezberinden silecek kuvvet yoktur.

Halkımızın milli ve sosyal kurtuluş mücadelesine Nazım Hikmetin katkısı çok büyüktür. Bu katkı onun ölümüyle durmadı ve durmayacaktır. Onun halkımıza verdiği savaş silahı daha yepyenidir. Bu silah, son nefesini dudaklarında Nazımın bir mısrağıyla veren tütün işçisi komünist Baba Haydar’ın savaş arkadaşlarının elinde hiçbir zaman eskimiyecek, paslan­mayacaktır.

Nazımın yarattığı o heybetli devrimci tipi: “YÜRÜYEN ADAM» işçi sınıfımızın şahsında her zaman yaşayacak, son amaca ulaşıncaya kadar savaşacaktır.

YÜRÜYEN ADAM

Alnı yukarda

kırmızı boyun atkısı rüzgarda, yürüyor.

Yürüyor adım adım, yürüyor ağır ağır

yürüyor.

Rüzgar deniz gibi köpürüyor, esiyor deniz rüzgar gibi.

Akıyor iki yandan ışıklar düşen yıldızlar gibi.

Sesler geliyor derinden

kalbin uzak sahillerinden:

— Nereye gidiyorsun yavrum benim, nereye?

Dön sevgilim,

dön kardeşim,

dön evimin erkeği, dön geriye!

Yürüyor o,

ıslıkla kızgın bir ölüm marşı çalarak.

Yürüyor o

gövdesi bir gemi gibi yükselerek, alçalarak.

Yürüyor adım adım yürüyor ağır ağır

Yürüyor

Kimbilir,

belki bir daha sokmıyacak parmaklarını dizi dibinde dikiş diken kardeşinin sarı saçlarına,

ve belki bir daha altında yatıp

güneşe giden yeşil bir yola bakar gibi bakmıyacak

gürgen ağaçlarına                                           •

Yürüyor o, yürüyor.

Açık geniş adımlarla arşınlıyor yolları. Ağır iki balyoz gibi sallanıyor kolları. Kıllı göğüsü bir kalkan gibi kabarık .

İşitmiyor artık

hep aynı tahta masanın başında akşamlıyan hasta topal dostların

kalbe karanfil ruhu gibi damlıyan sözlerini.

Çıplak

iki bıçak

gibi çekmiş yüzünde gözlerini, yürüyor düşmana doğru.

Yürüyor adım adım Yürüyor ağır ağır

yürüyor

1929

S. ÜSTÜNGEL

Nazım Hikmet

Nazım Hikmet 70 yaşında. Olümlüydü o da herkes gibi. Ölümsüzdür o halkımızın savaşında, yaşamında. Ona böylesi bir boyut veren TKP`dir. Nazım: «önce, komünistim, sonra şairim» derdi, Bu bir övünme, bir abartma değildi. Ömrünün 40 yılını, bilinçli, savaş dolu kesimini Komünist Partisi’nde, onun savaşları içinde geçirmiştir. O, böylesi bir er meydanında yetişmiş, yoğurulmuş, böylesi bir ateşte, böylesi bir örste dövülmüş, çelik­leşmişti. Komünist Partisi böylesi bir savaş eri, evrensel ölçüde böylesi bir ozan yetiştirmekle kıvanç duyuyor.

Nazım, bugün de, partisinin savaş saflarında, ön sıralardadır. Devrim­ciler, yurtseverler, komünistler askersel faşist biçimi diktaturaya karşı. Amerikan köleliğine karşı Nazım’ın türlüklerini, destanlarını, şiirlerini haykırarak savaşıyorlar. Nazım, ulusal bağımsızlık uğrunda, mutlu bir Türkiye uğrunda savaşan halkın, işçilerin, köylülerin, aydınların yanın­dadır. Onun sıcak, taptaze şiirleri, kıvıl kıvıl savaş destanları işçilerin, halkın yayan ekmeğine katık oluyor.

Yaşam savaştır. Nazım bu savaşın, sınıf savaşının dışında ele alınamaz. Memlekette faşist biçimi askersel bir yönetim kurulmuştur. Sıkıyönetim, sert terör var. Zorbalık kolgeziyor. Toplu, yığınsal baskınlar zincirleme gidiyor. İstanbul, 1971 yılı içinde, biri «yıldırım», biri «fırtına» parolasıyla iki büyük baskın° uğradı. I. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı General Türün, 100 bin kişilik silâhli birliklerin’ sürdü Istanbul’un içine. 2,5 milyon yurttaş evlerine kapatıldı, aç, susuz bırakıldı. «Fırtına» taramasında 500 bin ev basıldı, gecekondu semtleri Hak bullak edildi, Mezarlar açıldı, ölülerin tabutları arandr. Bütün bu baskınlarda, polis, ele geçirdiği, kitaplıklarda, sandıklarda, raflarda bulduğu Nazım’ın yapıtlarını, kitaplarını oracıkta, sokaklarda yaktı. Faşizm ölülere, dirilere birlikte saldırıyor. Sınıf savaşı böylesine keskinleşiyor.

Nazım, TKP’nin yürüttüğü savaş süreci içinde yoğuruldu, özleşti, savaşkan formunu aldı. Olgunlaşması, Leninci formasyonu böyle gelişti. Nazım TKP’nin dışında düşünülemez. Nazım, komünist duyusunun en ince tel­lerine kadar titrer TKP’nin üstüne. Ve bunu:

«Türkiye Komünist Partisi,

T. K. P’em benim,

seni düşünüyorum.

Sen dünümüz, bugünümüz, yarınımızsın, en büyük ustalığımız,

en ince hünerimizsin,

sen aklımız, yüreğimiz ve yumruğumuzsun.»

Derken bize duyuruyor, gözlerimizin önünde canlandırıyor.

Burjuvazi, işçi sınıfının, Komünist Partisinin düşmanları, Nazım’ı halk yığınlarından, işçi sınıfından, devrimci hareketten koparmak için her aracı, en aşağılık provokasyon oyunlarından en sert ve kaba baskı biçimlerine, yöntemlerine kadar her şeyi kullandı. Komünist Partisi’nin düşmanları, hâlâ bugün de, Nazım’ı yığınlardan, ulusal bağımsızlık, demokrasi, barış ve sosyalizm için olan savaştan koparmak için her şeyi yapıyor. Gerici, halk düşmanı hükümetler, Nazım’ı sağlığında zindanlara takmak, yapıtlarını, şiirlerini yasaklamak yoluyla onu devrimci eylemden izole etmek istediler. Ölümünden sonra, burjuvazi yasakları sürdürmek, provokasyon ve iftiraların, yalanların arkasını kesmemek, Nazım’ın yapıtlarını sokak­larda yakmak «yoluyla» onu halk yığınlarına unutturmak çabasındadır. Ama bu faşist yöntem burjuvazinin ulaşmak istediğinin tam tersi sonuçlar vermektedir. Komünist Nazım yaşıyor savaş alanında, yığınların yürek­lerinde.

Düşmanlar Nazım’ın gücünü biliyor, onun savunduğu devrimci ülkülerin yığınları gittikçe daha kuvvetle sardığını görüyor. İşbirlikçi, karşı-devrimci çevreler, bunların hükümetleri bu gelişmeyi körletmek, önlemek için kuduruyor, Bunun başka türlüsü de olamaz. Bu olay keskin sınıf savaşının bütün sertliğiyle açığa vuruşudur.

İşçi sınıfının, Komünist Partisi’nin düşmanları saldırılarını bir de en sinsi yöntemlerle yürütüyor. Komünist Partisine dost görünüp onu arkadan hançerliyenler az değildir. Düşmanlar Nazım’a karşı aynı yöntemleri kullanıyor. Faşistler, bağnaz gericiler, işbirlikçiler Nazım’a açıktan saldırıyor. Ama bunun yanı sıra, her boydan ve her soydan sağ, «sol» oportü­nistler, bozguncular, kendilerine «devrimci» süsü veren provokatörler Na­zım’ı yığınların gözünde küçük düşürmek için en kirli ve sinsi oyunlara başvurmaktan geri durmuyor. Kendilerine «MDD»ci diyenler Nazım’ı sev­mezler, ateşten korkarcasına ondan kaçarlar. Maocu başıbozuklar, Pekin’de, alanlarda Nazım’ın da kitaplarını, yapıtlarını ateşlere attılar, yaktılar. Türkiye’de Maoculuğu destekliyenler bu faşist barbarlığa karşı, sahte «kültür devrimi» yaftasıyla işlenen bu uluslararası zorbalığa karşı, Türkiye halkının ulusal onurunu, kültür değerlerini böylesine ayaklar altına alan alçaklığa karşı seslerini çıkarmadılar.

Nazım, şiirlerinde, destanlarında, türkülerinde, yapıtlarında yüreğinin en ateşli duyularıyla, bilincinin bütün gücüyle Marks’ı, Engels’i, Lenin’i Türkiye proletaryasına, devrimcilerine, halkımıza anlatmıya çalışmıştır. Nazım, dünya emekçilerinin büyük önderlerini Türkiye proletaryasına, halkına bütün yönleriyle tanıtmaktan geri durmamıştır. Bununla, bu davranışıyla Nazım, proletaryamn, işçi sınıfının, Komünist Partisinin elinde en keskin savaş silahı olan Marksizm-Leninizmi, bu en devrimci ilkeleri yaymaya çalışmıştır. Nazım, kıvrak, usta bir dille, bütün komünist sevgisiyle bu ülküleri halkımıza aşılamak için savaşmıştır. Böylesi birTextfeld: 62 davranış, savaş zorunluktu, bugün de, yarın da zorunluktur. Nazım, Marksizm-Leninizm düşmanlarını, ideolojik her alanda ortaya çekip çekip pataklamıştır, bunların iç yüzlerini açığa vurmuş, maskelerini düşürmüştür.

Bugün, memlekette, ideolojik alandaki savaşlar keskinleşmiştir. Ulusal bağımsızlık, kurtuluş hareketinin, komünist hareketin ideolojik — politik gelişmesine, eylemlerine temel olan Marksizm-Leninizme yapılan saldırılar en keskin biçimlerde ortaya çıkmıştır. İşbirlikçi burjuvazi, her Soydan ve her boydan oportünist akımları, görüşleri ideolojik savaşta destekliyor, bunlara önemli rol veriyor. Sağ «sol» oportünistler, bozguncular, «MDD’­ciler», bu Maocular, Türkiye de devrimci hareketin içine sızmakta ayak direyenler’ burjuvazinin «Truva atları»dır. Bu «beşinci kolun» elebaşıları, en çok gençlere musallat olmuşlardır. Maocu «sollar» gericidirler. Maocular, Mao’nun kendisi, yer yüzünde emperyalizminin baş jandarmalığını yapan, Çin-Hindi halklarının başına yıllardır napalm bombaları yağdıran ve Türkiye’nin başına ağa kesilen Amerikalılarla, çağımızın barbarlarına baş­buğluk eden Niksonlarla kucaklaştılar. Maocular ulusal bağımsızlık hareketlerinin can düşmanlarıdır, açıktan açığa karşı devrimcidir.

«MDD’ciler» Maocular yuvarlak, boş «sol» laflarla, çeşitli kışkırt­macalarla, özellikle yurtsever gençleri şaşırtıyor, burjuvazinin, polisin tuzağına düşürüyorlar. Gençlerin çoğu tecrübesizdir. Bunları uyarmak, korumak komünistlerin savaş ödevidir. Işçi sınıfı, onun savaşkan öncü kolu olan Komünist Partisi, bugün Türkiye toplumu içinde halk düşmanı rejime karşı savaş eğilimi gösteren, ama bu savaşın yollarını, yöntem­lerini bilmiyen grupları kendi savaşından yana çekmek zorundadır. Bu tür eğilimler orta tabakalar arasına yayılıyor. «MCC’ci» Maocular da en çok buraya dadanmışlardır. Bu alanda, bunlara karşı savaşta amansız olmak gerek.

Önemli başka bir olayı da belirtmek gerek. Kimileri Nazım’ın «eski dost», «eski arkadaşı», «yakını» olduklarını ileri sürüyor. Ama bunlar, TKP üyesi Nazım’ı olduğundan büsbütün başka göstermek çabasındadırlar. Kimisi, Nazımın TKP’ye geliş yolunu, onun devrimci oluşumunu, bunun aşamalarını tam tersine veriyor, gösteriyor. Kimisi onu, bir tür «gül — bülbül» ozanı kılığına sokuyor. Kimisi, neredeyse Nazım’ı ben «yetiştir­dim» demeye getiriyor. Bir eski provokatör, Nazım’ın devrimci oluşumunu tepe takla gösteren bir kitapçık sürdüydü piyasaya. Ve: «Bu dünyadan Nazım geçti» dedi. Bu zokanın ucundaki yeme vuranlar olmadı değil. Nazımın kimi «dostları» mal bulmuş Mağribi gibi sarıldılar bu sahte slogana. Bu gibiler, daha çok, Nazım’ın yapıtlarından çöplenmek, onu bir arpalık yapmak istiyenlerdir. Nazımın sırtından hem dünyalık, hem kariyer yapmak için en bayağı dalaveralara başvuranlar da vardır, Bu gibilerin maskelerini düşürmek şarttır.

Türkiyede sınıfsal ideolojik savaş, her alanda olduğu gibi, kültür ve edebiyatın her dalında bütün hızıyla gidiyor. Nazım bu alandaki savaşın borazanı, bayraktarı, başbuğudur. Yeni ozanlar, yeni kuşaklar, yazar olsun, sinemacı, tiyatrocu olsun Nazım’a özeniyor. Bu süreç doğaldır, normaldir. TKP’nin 52 yıllık bir geçmişi var. Bu savaşta, partinin militanlarından olan Nazım, 40 yıl boyunca gürç sallamıştır. Nazım yepyeni tip bir ozandı. Nazım şiirlerini ulusal renklerle, motiflerle, halkımızın savaş gelenekleriyle işlemiştir. Bunların, özü, içerikliği, devrimcidir. Yeni kuşak­lar Nazım’ın deyiş biçimleri, tekniğini alırken onun yapıtlarındaki içerikliği de özümsemek, benimsemek zorunluğunu duyuyorlar.

Nazım evrenseldi. Dünyada işçi hareketleri, devrim hareketleri, halk­ların kurtuluş, bağımsızlık savaşları üstüne, her dalda yazardı. Bir bakar­sınız Nazım Viyetnam’da, savaşların içinde, Hoşimin’le hoş hoş konuşur, Amerikan barbarlarına saldırır. Bir bakarsınız o Kore’de, Memetçiğe tüfe­ğinin namlusunu Amerikalı’ya çevir, der. Bir de bakarsınız Suveyş’te: «Ya ayni, ya habibi» türküsünü söyler Arap gönüllüleriyle bir ağızdan, omuzo­muza savaşır Mısır Cumhuriyeti’ne saldıran emperyalistlere karşı. Nazım’ı nerelerde görmezsiniz! O, Madrit kapılarında: «Geçemezsiniz!» deyip kar altında nöbet tutan İspanya cumhuriyetçilerinin yanına koşuyor, Türk halkını faşizme karşı ölüm, kalım savaşı yürütenlerin yardımına çağırıyor. O, Habeşistan dağalarında Musolini’nin «kara gömleklileriyle» çarpışan «Taranto Babu»yu kucaklıyor. Nazım Küba’da. Oraya gitti, şeker kamışı harmanında şiirler okudu imecelere. Nazım Afrika’da. Darüsselâm’a uçtu. Forumlara katıldı, zenci bacılarla, kardeşlerle kucaklaştı. Nazım Mısır’da, Asuan barajı üstüne, çağımızın yepyeni, Sovyet dostluk yapıtlarından biri olan bu ehram üstüne-reportaj yapıyor. Nazım Dünya Barış Konseyi’nde. Savaşıyor barış için. Savaşıyor «bulutlar adam öldürmesin» diye, «çocuklar şeker yiyebilsin» diye. Nazım Viyana’da, Paris’te, Roma’da, Stokholm’de, Helsinki’de: Barış savaşı alanlarında. Nazım Japon balıkçılarının yanında. Amerikan emperyalistlerinin Hiroşima barbarlığını anlatıyor dünyaya, yıl­dırımlar yağdırıyor Trumanlara. Nazım Tuna ırmağı kıyısında durmuş, Petöfi’nin anıtıyla konuşuyor: «Hoş geldin Macar toprağına» diyorlar ona. Nazım Varna’da. Komşumuz Bulgaristan’da gür sosyalist kuruculu­ğuna, renklerine, güzelliklerine bakıyor. Ve: «islâh be islâh» deyip seviniyor.

Nazım, II, Dünya savaşını Türkiye zindanlarında geçirdi. Ama yüreği, aklı, fikri, acısı, sevinci, duyguları Hitler ordularına karşı kıyasıya savaşan Sovyet halkının, Kızıl ordunun yanındaydı. Bursa cezaevinde: «Moskova senfonisi»ni, zafer türküsünü, destanını Çaykofski’nin müziğiyle eşliyor, yoğuruyordu, Nazım Sovyetleri, Lenin’in toprağını canı kadar seviyordu. «Toprağı çekmişti» derler. Ama o, şiirleri, destanları, yapıtları, savaşları, her şeyiyle, boydan boya Anadolu’da yatar. Onun salkım söğütleri «saç­larını» başı ucundan akan Kızılırmak, Yeşilırmak, Fırtına deresi sularında yıkar.

Nazım çok yönlüydü. Ustalığı da öyleydi, Taklitçi, basma kalıpçı değildi. Hep yenilik arardı. Devrimciydi. Dili temizdi. Bir kuyumcudan çok daha ince işlerdi şiirlerini, yapıtlarını. Bir elektronik uzmanından çok daha ince hesaplardı şiirlerinin inceliğini, satırlarının boyunu, deyimlerinin biçim­lerini. İşlediği konuları müziğin en ince, en gür, en bileşik sesleriyle ayar­lardı. Nazımın lirizmi kadife kadar yumuşak, çelik kadar sertti. O, doğumu davulla duyurur, yaşama, savaşa salar. O, savaşta «Kerem gibi» yanar. Politik havanın, sosyal ortamın memlekette kurşun gibi ağır olduğunu belirtir. Sınıf savaşında, kurtuluş savaşında halkı kurşun eritmeye çağırır. Ve, «hava toprak gibi gebe» der. Yeniyi, doğacak olan yepyeni Türkiye’yi müjdeler.

Nazım yapıtlarını, destanlarını işçinin, köykinün, halkın dertleriyle, kaygılanyla, savaşlarıyla, öfkesi, nefretiyle, sevdaları ve adlarıyla böyle­sine yoğurmuştur. Nazım, halkımızla et ve kemik olmuştur.

Nazım şiir olsun, iş olsun diye hiçbir şeycik yazmamıştır. Nazım, TKP Merkez Komitesi üyesiydi. Öyle öldü. Parti işlerinde, görevinde disiplin­liydi. Nazım, bir demirciden, en ağır işlerde çalışan bir işçiden daha az çalışmazdı eline aldığı yapıtların üzerinde. Çok çalışırdı. Çok verimliydi. Onun uzmanlığını, yatkınlığını geliştiren, bu ustalığa öz veren komünist oluşudur, Marksçı-Leninci oluşudur, Her şeyi çabuk kapar, kafasında şimşek şimşek, hemen yoğururdu. «Beynimiz bol yoğuran bir kovan, ona balı dolduran arıdır hayat», der. Nazım savaşla taşıdı savaş çiçeklerinden balını, savaşla yoğurdu bunları.

Nazım, işçi sınıfının savaşına, devrimci savaşa kendisini bütün varlığıyla vermiştir. Onu, lstanbul’da Haliç işçilerinin grevinde: «Ayvansaray içinde kanlı bir değirmen var» türküsünü grevcilerle, hep bir ağızdan söylerken görüyoruz. Onu, İzmir tütün işçilerinin grevinde görüyoruz. Nazım, baştan-başa halkın içinde, kurtuluş savaşının içinde, «İnsan manzaraları»nda..

Nazım, Ferhat’la dağ deliyor, Şirin’le su içiriyor kuraklıktan yanan Anadolu köylüsüne. Nazım güzelliği, çirkinliği, gaddarlığı, gücü, sevdayı, hepsini döküyor sınıf savaşı alanına. Nazım, Türk halkının, emekçilerinin savaş geleneklerini sürüyor savaş alanına. O, Ankarada «Ahilerle beraberdik», der . . Sonra, Bedrettin’le konuşur derin derin. Ve de, Börklüceler’le, Torlaklar’la dalar yalın kılıç padişah ordularının ormanına. Daha sonra — Istanbul’da, Beyazit meydanında, kanları kaldırım taşlarına «şıp şıp damlıyan» Turan Emeksizler’in yanındadır. Bu savaş, bu alanı zapte­dene kadar sürecektir, der. Nazım, Amerikan köleliğine, faşist düzene, zorbalığa karşı dövüşenlerle omuz omuzadır.

,Nazım iyimserdi. Bu iyimserliği, Leninizme, TKP’ye, işçi sınıfının gücüne dayanıyor. Nazım o gür sesiyle haykırıyor: «Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler … »

Bir yanıt yazın