Haber / Yorum / Bildiri

Fiyatlar uçuyor, zamlar bitmiyor! Bunun baş nedeni Kürtlere karşı savaş ve askeri harcamalardır!

(1. Bölüm)

BAYRAM geldi, gitti. Ama insanlar bir kat daha fakirleşti. Hali vakti biraz yerinde olanlar tatile çıktı, ama her yer ateş pahası. Elde avuçta bir şey kalmadı. Halkın büyük çoğunluğu ise doğru dürüst bir bayram alışverişi bile yapamadı. Çarşıda pazarda fiyatların yanına yaklaşılmıyordu, cep yakıyordu. Verilen bin liralık bayram ikramiyeleri anında uçtu gitti. 1000 liraya ne alabilirsin ki, kurbanlık mı, çocuklara bayramlık elbisesi mi? Bunlar eskidenmiş, şimdi bin liranın da bir kıymeti yok. Enflasyon denen canavar onu da yiyip bitirmiş.

Kaldırılan korona kısıtlamaları ve işçilerin, emeklilerin durumu

İşçilerin, emekçilerin ve emeklilerin durumu ise zaten daha 1 Temmuz’da iyice kötüleşmeye başlamıştı. 1 Temmuz’da kaldırılan korona pandemisi kısıtlamalarıyla birlikte işçi ve emekçiler için de yeni bir dönem başlamış oldu. Korona nedeniyle Nisan 2020’de konan işten çıkartma yasağı, tek taraflı ücretsiz izin düzenlemesi, kısa çalışma ödeneği ve nakdi ücret desteği gibi uygulamalar da 1 Temmuz 2021’de kaldırıldı. Böylece milyonlarca işçi işsiz kalmakla karşı karşıya kaldı. Pandemi boyunca zor durumda kalan, iflas eden veya kapanan işyerlerinin işçileri, çalışma ödeneğinin de kaldırılmasıyla kendilerini sokakta buldular. Bir yıldan beri işçi çıkartamayan işverenler yasağın kalkmasıyla işçi çıkartmaya başladılar. İşçileri bayram değil kara ve zor günler bekliyordu. Uçan fiyatlar, gelen zamlar onların hayatını cehenneme çeviriyordu. 

Emeklilerin durumu da daha farklı değildi. Türkiye’de emekli maaşlarına 1 Ocak ve 1 Temmuz tarihleri olmak üzere 6 ayda, bir yılda iki kez, TUİK tarafından açıklanan enflasyon rakamlarına göre zam yapılmaktadır. Bu Temmuz ayında emekli aylıklarına yapılacak zamlar için TUİK bu yılın ilk 6 ayında enflasyonun yüzde 8,45 büyüdüğünü açıkladı. Böylece emekli aylıklarına da yüzde 8,45 zam yapılacağı belirlenmiş oldu. Emekli maaşlarındaki bu artış ilk bakışta “yüksek” gelebilir. Oysa gerçek çok daha farklıdır. Hem enflasyon daha yüksektir, hem gaza ve elektriğe gelen zamlar emekli maaşlarına gelen zamları çoktan yutup gitmişti. Maaşlara zammın emekliye bir faydası dokunmamıştı.  

TÜİK’in talimatlı enflasyon rakamları

Her şeyden evvel 6 aylık gerçek enflasyon TÜİK’in açıkladığı %8,45’den çok daha yüksektir. Bu TÜİK’in yukardan gelen talimatlarla enflasyon rakamlarının “tıraşlamasından” bağımsız olarak böyledir, çünkü şu an mutfağa giren gıda maddelerinin cep yakan fiyatları gerçek enflasyonun TÜİK rakamlarından iki, üç misli daha yüksek olduğunu göstermektedir. Her sabah markete gidildiğinde bir başka fiyatla karşılaşılmaktadır. Sırf son bir ayda, Haziran ayındaki bazı gıda maddelerinde görülen artışlar bunu gözler önüne sermektedir. Son bir ayda 700 gramlık kaşar peynirinin fiyatı 27 liradan 34 liraya yükselmiş, yani %26 artmıştır. Tereyağının fiyatı 49 liradan 67 liraya, yani %37 yükselmiştir, beyaz peynir (500gr) 12 liradan 16 liraya, yani  %33, ayçiçek yağı (5kg) 48 liradan 68 liraya, yani %42, yumurta (1 adet) 55 kuruştan 67 kuruşa, yani fiyatı %22 artmıştır. Bu bir aylık fiyat artışları TÜİK’in açıkladığı 6 aylık enflasyon rakamından 3 ila 5 kat daha fazladır.

Gıda maddelerinin fiyatları sürekli artarken hükümet 1 Temmuz’da emekli maaşlarını artırmadan önce, Haziran sonunda acele tarafından doğal gaza, konut abonelerine yüzde 12, sanayi abonelerine yüzde 20 zam yaptı. Böylece doğal gazda konut abonelerine son 6 ayda yapılan zam yüzde 19’u buldu. Elektriğe ise ayırım yapmadan tüm abonelere yüzde 15 zam yapıldı. Bu zamlar emekli aylıklarına yapılan zamların gülünçlüğünü gözler önüne sermektedir. Bu fiyat artışları ve zamlar karşısında emekli, işçi ve memur yine zor durumdadır. Özellikle sanayide kullanılan doğal gaza yapılan %20 ve elektriğe yapılan %15 genel zam pandemi nedeniyle beli bükülmüş olan esnafın belini iyice büktü. Devlet çay kaşığı ile vermekte, kepçe ile geri almaktadır. Bu da Erdoğanvari yönetimdir.

Erdoğanlar: Porsiyonları küçültün

Bu zorunlu ihtiyaç maddeleri ve hizmetlere yapılan zamlar, artan fiyatlar karşısında halkın fakirleşmesi Erdoğan’ların umurunda değildir. Emine Erdoğan fiyatlardan dert yanan halka şöyle konuşmaktadır: “Gelin hep birlikte basit önlemler alalım; alışverişe çıkmadan önce alınacaklar listesi hazırlayalım, porsiyonlarımızı küçültelim.” Bu biraz, ekmek yoksa pasta yeyin diyen Fransız kraliçesini hatırlatmaktadır. Bırakın porsiyonları küçültmeyi, halk lokmayı sayarak yiyor ve akşamları pazar yerlerinde atılan ve dökülen çürükleri toplayarak bir tencerecik kaynatmaya çalışmaktadır. Yokluk ve yoksulluk halkın kapısına çoktan dayanmıştır. Erdoğanların bunu bilmemesi imkânsızdır. Ama bu onların umurunda değil.

Emine Erdoğan “porsiyonları küçültün” diyerek halka açlığı tavsiye ederken, kendisi ve eşi Tayyip Bey ise bırakın “porsiyon küçültmeyi” “itibarda tasarruf olmaz” diyerek sofrayı büyültmekte ve sarayın bilumum giderlerini artırmaktadırlar. Tayyip Erdoğan Haziran sonu yayınladığı bir genelge ile kamu kurumlarındaki taşıt sayısı, alım ve kullanım, hizmet binası, lojman ve dinlenme yerleri inşaa etme, alım ve kiralama konularında tasarrufa gidileceğini, taşıt sayısının %20 azaltılacağını açıkladı. Ama bu tasarruflardan Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı ile TBMM Genel Sekreterliği muaf tutuldu. Yani Saray’da ve Meclis’te tasarruf yok. Dendi ya, itibarda tasarruf olmaz. “Gerekirse” yeni uçaklar ve arabalar alınır.

Erdoğan’ın uçak filosu ve tarifeli uçuşlarla yolculuk yapan devlet yöneticileri

Erdoğan dünyada en büyük uçak filosu ve araba parkı olan devlet başkanlarından biri. O’nun uçak filosu ve araba parkı hakkında birkaç bilgi bile devletteki israfın ve savurganlığın nerelere vardığını, boyutunu göstermeye yeterlidir. Erdoğan’ın emrinde 8 uçak (Kılıçdaroğlu’na göre 13), bakanlıklara tahsis edilenlerle birlikte 16 uçak bulunmaktadır. Emrindeki araba sayısı ise 268’dir. Bu araçlardan 2’sinin limuzin, 14 tanesinin zırhlı araç, 28 tanesinin 4×4 jip, 6 tanesinin ambulans, 30 tanesinin motosiklet, iki tanesinin itfaiye, 83 tanesinin Volkswagen, 10 tanesinin Audi, 33 tanesinin de Mercedes olduğu bildirilmektedir. Erdoğan’ın Cuma namazı konvoyu 117 araçtan oluşmaktadır. Erdoğan’a göre itibar ihtişamdadır. Şimdi O bu ihtişamı Kuzey Kıbrıs’a da götürmek istemektedir. Orada da yapılacak bir külliye ile Kuzey Kıbrıs’a devlet ihtişamı kazandırılacak ve böylece Kuzey Kıbrıs’ın uluslararası alanda tanınması sağlanacaktır. Bu olmayacak duaya âmin demekten de kötü bir durumdur. Kuzey Kıbrıs’ın külliyeye değil adada Rumlarla birlikte yaşamalarını sağlayacak çözümlere ihtiyacı vardır. Kuzey Kıbrıs Türk Devleti yerine Kıbrıs Türk Devleti dizerek hem iki toplumu birbirinden ayırmak hem de iki devletli bir çözüm önermek Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olduğu gibi iki toplumun çıkarına da aykırıdır.Ben yaptım oldu demek Doğu İslam aklıdır, Erdoğan aklıdır. Ve bu da Türkiye’ye ve Kıbrıs’a büyük zarar vermektedir.

Artık Türkiye böylesi bir israfı ve politikayı kaldıracak konumda değildir. Belki herkes diğer zengin Avrupa devletlerinin başkan ve başbakanlarının da böyle uçak filolarının ve araba parklarının olduğunu zanneder. Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya Şansölyesi’nin bir uçak filosu ve araba parkı yoktur. Şansölye ve bakanlar yolculuklarında Alman Hava Kuvvetleri’nin uçağını kullanırlar. Eğer bu uçak bozulursa tarifeli normal yolcu uçağını kullanırlar. Merkel 2018’de Arjantin’deki G20 toplantısına giderken Hava Kuvvetleri uçağı Madrid’de bozuldu. Merkel yola tarifeli İberia Hava Yolları uçağı ile devam etti. İtibarı ve ihtişamı eksilmedi, daha da arttı. Ayrıca Merkel’in konvoyu iki arabadan oluşur. Erdoğan’ın ki gibi 117 arabadan değil.

Yine 2015 senesinde Türkiye’yi ziyaret eden Finlandiya Cumhurbaşkanı Niinisto THY tarifeli uçağı ile İstanbul’a, oradan da aktarmayla Ankara’ya gelmiştir. Finlandiya’nın itibarında bir eksiklik olmamıştır. İktidara geldiklerinde cumhurbaşkanlığı uçak filosunu satacağız diyen Kılıçdaroğlu’na “tarifeli uçakla mı seyahat edeceksin?” diyen Erdoğan zengin Avrupa ülkelerine bir bakması gerekmektedir. Denebilir ki, Almanya ve Finlandiya zengin ülkeler olmasında “itibardan tasarruf” etmenin büyük katkısı vardır. Yani zenginleşmek için tasarruf etmek, israf ve savurganlığa son vermek gerekmektedir. O zaman enflasyon da azalır, halkın da refahı da artar… Almanya ve Finlandiya’da enflasyon %2’yi geçmez. Bunda bu ülke devletlerindeki tutumluluğun, “cimriliğin” büyük önemi vardır. Tutumluluk tepeden başlar. Erdoğan’ın yaptığı gibi cumhurbaşkanlığı muaf tutulmaz. Zaten yayınlanan “tasarruf” genelgesi de göstermeliktir. Hiçbir bakanlığın tasarruf etmeye niyeti yoktur. Hâlâ bakanlıklarda ve sarayda çalışan memurlar 3-5 yerden maaş almaktadırlar. İsraf ve savurganlık zirvededir. Bu gibi genelge ve açıklamalar “dostlar alışverişte görsün” diye halkın gözünü boyamak için yapılır, tasarruf için değil. Bir atasözü vardır, der ki: “Ayranı yok içmeye taht-ı revanla gider lavobaya.” Türkiye’nin içinde bulunduğu durum budur. Halk işsizlikten, yokluk ve yoksulluktan kırılmakta, enflasyon altında ezilmektedir. Yukardakiler saraylarda keyfi sefa sürmektedir. Bundan kurtuluş ise Erdoğan’dan kurtuluşla ve halka ekonomide planlı bir kalkınmayı sunmakla mümkündür.

Enflasyondan kurtulmak mümkün müdür?

İşçi ve emekçilerin, fakir halkın görünmeyen bir canavar olarak yaşadığı enflasyon kapitalist ekonomik ilişkilerin bir sonucudur. Ortaya çıkışında enflasyonun birçok nedenleri vardır, ama genel olarak esas nedeni kapitalist üretim sürecindeki anarşik gelişmelerdir. Genellikle plansızlık, talep sişkinliği ve üretimdeki kapasite yetersizliği veya maliyet masraflarındaki, girdilerdeki artış, yani ekonomideki arz ve talep dengesinin bozulması, dolaşımdaki para miktarının artması enlasyona neden olur. Bu talep ve maliyet yükselişine dayalı enflasyon tüm ülkelerde, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde görülür. Paranın bol üretimin kıt olduğu yerde veya işçi ücretlerinin, başta petrol olmak üzere hammadde fiyatlarının arttığı durumda enflasyon yükselir, kaçınılmaz olur. Bununla mücadelede merkez bankaları görevlendirilmiştir. Onlar ellerindeki daha çok faiz enstrümanıyla ekonomide istikrarı sağlarlar, enflasyonu sürekli %2’lerde tutmaya çalışırlar. Onların enflasyonla bu mücadelesi bitmez, çünkü enflasyon kapitalizmin tabiatında vardır.

Gelişmiş kapitalist ülkelerde enflasyonla mücadele böyle. Ya geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler enflasyonla ne yaparlar? Bu ülkelerde de talep ve maliyet enflasyonlarına ek olarak gelişememiş olmaktan, yeterli üretimsizlikten, dışa bağımlı kalmaktan, yüksek dolar, döviz ihtiyacından, yüksek ithalat zorunluğundan ve ihracat azlığından sürekli her yıl artan bir enflasyon yaşanır. Bu ülkelerde fiyatlar sürekli artar ve ülke parası sürekli değer kaybeder. Enflasyon onların alın yazısı, kaderidir. Kurtuluşun yolu kalkınmak, emperyalizme bağımlılıktan kurtulmaktır. Bunun da ilk adımı emperyalistlerle işbirliği yapan rüşvetçi, doymaz yiyici, asalak yöneticilerden kurtulmaktır.

Türkiye de bu ülkelerden biridir. Kalkınamadan, rüşvetçi yöneticilerden kurtulamadan enflasyon onun da alın yazısı olmakta devam edecektir. Geri kalmış, gelişmekte olan ülkelerde enflasyon genellikle yüksektir. Ama Türkiye’de enflasyonun çok yüksek olmasında kendine has daha iki önemli faktör vardır: Devlette israf ve savaş, askeri harcamalardır. Bunun için Türkiye’deki enflasyonu biraz daha büyüteç altına almak gerekiyor.

Türkiye’de düşmeyen enflasyon

Halk arasında yüksek fiyat artışlarının ve pahalılığın adı olan enflasyon, genel olarak mal ve hizmet fiyat düzeyinin yükselmesiyle paranın değer kaybetmesinin veya paranın satın alma gücünde meydana gelen düşüşün adıdır. Diğer dünya halkları arasında bu düşüşü her yıl en somut yaşayan da bizim halkımızdır. Bir sene önce pazarda fileyi 50 TL ile doldururken, aynı fileyi aynı mallarla bir sene sonra hemen hemen 100 TL’ye doldurabilmektedir. Bu ise paramızın değerinin %100 kaybolması demektir. Yani enflasyon %100’dür. Türkiye’de fiyat artışları ve paranın değer kaybı %100’e yakındır. İşte buna örnek son bir senede temel gıda maddelerinde görülen fiyat artışıdır. 

Geçtiğimiz bir sene içinde kuru fasulye ve kırmızılâhana yüzde 96, ıspanak ve karnabahar yüzde 94, kivi yüzde 92, yer fıstığı ve beyaz lahana yüzde 89, mısırözü yağı ve kuru kayısı yüzde 88, makarna ve mercimek yüzde 87 zamlandı. Şehriye ve fındık içinde yüzde 86, bulgurda yüzde 85, salça, tablet çikolata, kek, ay çekirdeği ve armutta yüzde 84, ayvada yüzde 83, tavuk eti, yumurta ve kakaolu toz içeceklerde yüzde 81, mandalinada yüzde 78, balık ve tulum peynirinde yüzde 77 fiyat artışı yaşandı. Vatandaşın mutfağına giren 116 temel gıda maddesinden 45’inin fiyatı yüzde 70’ten, 81’inin fiyatı da yüzde 50’den fazla arttı. Aynı dönemde sadece nohut ve leblebinin fiyatı düştü.

Bazı mal ve hizmetlerin fiyatının yüksek olmasına enflasyon denmez. Sürekli bazı malların fiyatları artar, bazılarının da düşer. Enflasyon olması için genel olarak fiyat düzeyinin yükselmesi gerekir. Bu da halkın en önemli ihtiyaç maddelerinin oluşturduğu mal ve hizmet sepetiyle ölçülür. Yukarıdaki veriler Türkiye’de fiyatların genel olarak çok yükseldiğini, enflasyonun çok yüksek olduğunu göstermektedir. Bu nedenle TÜİK’in açıkladığı %17,53 enflasyonun halk nezdinde bir inandırıcılığı olmamaktadır. Talimatla bu sayıları açıklatan Erdoğan’ın kendisi de bu sayılara inanmamaktadır. Gerçi “tıraşlanmış” olan %17-18 enflasyon da Avrupa ülkelerindeki %2 enflasyona göre çok yüksek. Bir yerden sonra bu enflasyon Erdoğan’ın talimatlarını da dinlemeyecek, %100’lere varan mecrasına oturacaktır. Zira Türkiye’de enflasyon yapısaldır, ekonomisi zayıftır, üretimi yetersiz ve dışa bağımlıdır. Dövize ihtiyacı yüksektir. Döviz girdisi durdu mu veya azaldı mı, ekonomi de durur, enflasyon başlar yükselmeye. Türkiye Cumhuriyet kurulduğundan berı değil, daha Osmanlılar’dan beri yüksek enflasyonla, döviz sıkıntısıyla boğuşmaktadır. Enflasyon hep %50, hatta %100 civarında olmuştur. Erdoğan’ın iktidara geldiği başarılı denen ilk yıllarında enflasyonun %125’lerden tek haneye, yani %5-6’lara düşmesinin nedeni ülkeye akan Avrupa dolarıydı. 10 sene Türkiye rahat etti, enflasyon bu yıllarda %10’un altında kaldı. Ama 2012 senesinden sonra resmi dolar akışı hissedilir şekilde durunca Erdoğan illegal yollardan Rıza Zarrab’a veya Sezgin Baran Korkmaz’a kara para aklatarak veya Katar’a bir şeyler satarak durumu bir müddet idare etti. Şimdi bunlar da ortalığa saçıldı. Kaynak kesildi. Döviz girmeyince cari açık arttı, enflasyon da yükselişe geçti. Bir asırdan beri Türkiye böyle bir kısır döngü içinde bulunmaktadır. Buna bir de devletteki israf ve Kürtlere karşı yapılan savaşın masrafları eklenince enflasyon uçmaktadır.

Bir yanıt yazın