Haber / Yorum / Bildiri

128 milyar dolar nerede? Elbet bir bilen var!

Bir de Murat İde ve Fatih Altaylı’ya sormak gerek!

Mehmet ÇALIŞKAN

“128 milyar dolar nerede?” sorusuna bir türlü cevap verilmiyor. Artık bu soruyu sormak bile suç oldu, “vatan hainliği” ile eşdeğer görülmeye başlandı. Erdoğan soruların sorulmasını ancak böyle bir tehditle engellemek istiyor. Ama tutmuyor. Çünkü bu para Erdoğan’ın kendi parası değil. Daha tüyü bitmemiş yetimin parası, milletin parası. Türkiye bir gecede 128 milyar dolar satacak kadar zengin bir ülke değil. Bu para milletin aşından, ekmeğinden kesilerek kara günler için biriktirilmiş, duran paraydı. Özellikle bu salgın döneminde, vatandaşını virüsten korumak için aşılayacak aşı almaya gerekli dolar bulamayan Türkiye’de gayet tabii ki, sorunun gerçek cevabı verilinceye kadar 128 milyar doların hesabı sorulacaktır, Erdoğan’ın yakasına yapışılacaktır.  

Şimdiye kadar ortaya çıkan gerçek, Merkez Bankası’ındaki bu 128 milyar doların önce Hazine’ye aktarılmış, sonra da oradan satılarak eritilmiş, “buharlaştırılmış” olmasıdır. Ama bu kadar milyar doların kimlere satıldığı bir sır gibi saklanmaktadır. Saklayan da Cumhurbaşkanı Ertdoğan’ın ta kendisidir. Yani paranın nerede olduğunu bilen esasında Erdoğan ve damadı Albayrak’tır. Belki Sedat Peker de bilebilir. Çünkü o bir videosunda paranın Katar’da olduğunu ima eden sözler sarfetti. Ama o da açıklamaz, zira büyük bir ihtimalle parayı iç edenlerden biri de odur. Gerçekten de paranın Malta veya Man adası üzerinden Katar’a aktarıldığı ve orada da paraya ABD tarafından el konduğu söylentileri ortalıkta dolaşmaktadır. Erdoğan’ın da bunun için ABD’ye yanaşmaktan başka çaresi kalmadığı belirtilmektedir.  

Bu kadar para yurt dışına nasıl çıkar?

128 milyar doların kimlerde ve nerede olduğu açıklanmazken böyle büyük bir paranın yurt dışına nasıl kaçırılacağı da konuşulmaktadır. Bu kadar paranın gerçekten yurt dışına çıkıp çıkmadığı da bir sorundur. Erdoğan her ne kadar paranın Türkiye’de olduğunu belirtse ve “Nereye harcandı diye yaygarası yapılan 128 milyar dolar, ne buhar olmuştur, ne de haksız ve hukuksuz yere herhangi birinin cebine girmiştir. Bu para ve çok daha fazlası, ekonominin aktörleri ve vatandaşımız arasında dolaşıma girmiş, yani yer değiştirmiştir” dese de, paranın büyük bir kısmının Erdoğan ailesi ve çevresi tarafından yurt dışına çıkarıldığı tahmin edilmektedir. Ama bu kadar paranın yurt dışına çıkarılması da bir sorundur. Böylesine büyük bir paranın yurt dışına nasıl çıkarılabileceği konusunda 2018 senesinde Murat İde ile Fatih Altaylı arasında geçen bir tartışmaya bir göz atmak gerekir.

Türkiye’den halkın emeği, alın teri olan bu paraların, dolarların kaçırılması özellikle de Erdoğan döneminde hızla arttı. Yalnız Fethullahçılar değil Erdoğancılar da yurt dışında geleceklerini garanti altına alabilmek için milyar milyar dolarlar kaçırdılar. Erdoğan’ın yurt dışına aktardığı paranın 200-300 milyar dolar olabileceği tahmin edilmektedir. Bugünlerde Erdoğan’ın gitmekte olduğunu gören AKP’lilerin de yurt dışına para kaçırmaya başladıkları belirtilmektedir. İşte bu paraların yurt dışına nasıl kaçırıldığı konusundaki soruya bir cevabı, Murat İde ve Fatih Altaylı’nın 4-6 Eylül 2018 tarihleri arasındaki köşe yazılarında bulmak mümkündür.

‘Durum’da bu konu daha önce de yazıldı. Çünkü Murat İde ve Fatih Altaylı yazılarında 20 milyar doların yurtdışına nasıl kaçırılabileceği üzerine tartışıyorlardı. İnsanlar açlıktan, yokluktan kırılırken, 5 meteliğe kurşun atarken, ömür eskirtirken, bazıları için 20 milyar “çekirdek parası” gibi uçurulmakta veya yüzdürülmektedir. Bunları duyunca insanın dudakları uçuklamaktadır. Günümüzde de 128 milyar üstüne tartışılırken bu paranın nereye ve nasıl gittiğinin bir habercisi olarak Murat İde’nin ve Fatih Altaylı’nın bundan 3 sene önceki yazıları bir örnek omaktan öteye büyük önem taşımaktadır.  

Murat İde 4 Eylül 2018’de “Dolar dolu uçak indirildi mi?” diye Yeniçağ gazetesindeki köşesinde bir yazı yayınladı. Yazıda Murat İde bir rüya anlatır. Rüyasında bir havalimanının hemen yanı başındaki bir kafede oturur ve uçakları izler. İnen kalkan büyük uçakların arasında, nispeten küçük özel bir uçak dikkatini çeker. Tam bu esnada yanı başında aksakallı bir dede belirir ve der ki; “Yolcularından biri bir iş adamı, diğeri bir siyasetçinin oğlu.” Muarat İde merakla bakınca aksakallı dede devam der: “Uçağın yolcu ve mürettebat dışında başka bir ağırlığı var biliyor musun? Bir gazeteciye milyonluk dava açmış olan iş adamına ait 20 milyar dolar… Para son yılların gözde bir şirketinin sahibine ait… Gerekli gereksiz, yeterli yetersiz onlarca ihaleyi alan firmanın başı bazı evraklar yüzünden de dertte.. Uzun zaman önce biri bu firmaya ve patronuna “Yürü ya kulum” demişti.. Kendi bünyesindeki şirketlerle girdiği ihaleler bile başlı başına fiyasko ama ne yaparsın, yol verildi mi böyledir bu düzende…” Murat İde bir ara uyanır, bir su içer, tekrar yatar, aksakallı dede yine başında dikilir ve “O uçak ne oldu biliyor musun?”  diye sorar ve devam eder: “Havalandıktan bir süre sonra, hava sahasından çıkmadan jetler yanında bitiverdi.. Zorla indirdiler..” Murat İde “Peki içindeki para ne oldu?” diye soracakken, dede bıyık altından gülerek gözden kaybolur.

Ertesi gün 5 Eylül 2018’de Fatih Alataylı Habertürk gazetesindeki köşesinde “Saçma bir rüyanın anatomisi” adlı yazısında Murat İde’nin rüyasını analiz eder ve der ki: “Murat İde’nin bu rüyası çok ciddiye alındı ve dün pek çok yerde “Kim bu işadamı” gibisinden sualler sorulduğunu gördüm. Murat bunu o kadar gerçekçi yazmış ki, olay gerçek gibi algılanmış. Kim bilir belki de Murat İde böyle anlaşılsın istemiş. Belki kendi de rüyasına inanmış. Bilemiyorum. Ancak size şunu söyleyeyim. Böyle bir şey en vahşi rüyalarda bile olacak iş değil. Neden mi? 20 milyar doların öyle bir kalemde bankadan çekilemeyeceğini, bunun bankacılık sisteminde çok ciddi bir alarma yol açacağını söyleyecek değilim. Daha fiziki bir durumdan söz edeceğim. Dolar banknotlarının her birinin ağırlığı 0,987 gramdır. Yani yuvarlak hesap dolar banknotları 1 gram ağırlığındadır. 20 milyar dolar, piyasadaki en büyük banknot olan yüz dolarlıklardan oluşursa eğer tam tamına 200 milyon adet 100 dolarlık banknottan oluşur. Yani 200 milyon adet 1 gramdır… yaklaşık 200 bin kilogram eder. Yani 200 ton.”

Bu hesaptan sonra Altaylı ancak 20 TIR’la taşınabilecek böyle bir yükün bırakın bir özel jetin taşımasını yolcu uçaklarının bile taşıyamayacağını belirtir, bu yükü dünyada sadece 1 adet bulunan Antonov AN 225’in taşıyabileceğini söyleyerek Murat İde ile “dalga” geçer. Ama şimdi birde ortadan kaybolan 128 milyar doların kaç ton edeceğini ve bunun yurtdışına nasıl çıkarılabileceğini düşünün! İmkânsız değil. Biraz sonra sakallı dede bunu da söyleyecek. Ama önce Fatih Altaylı’nın bir cümlesi üzerinde durmak gerekiyor. Altaylı “20 milyar doların öyle bir kalemde bankadan çekilemeyeceğini, bunun bankacılık sisteminde çok ciddi bir alarma yol açacağını söyleyecek değilim” diyor. Yani 20 milyar dolar bankadan çekildiği zaman, o ülkede para sistemi altüst olur, “alarm” verir diyor Altaylı. 20 milyar dolar çekilince alarm verirse, 128 milyar dolar çekilince, yok olunca, uçunca ne olur diye sormaya gerek yok. Bunu Fatih Alataylı da sormadı. Çünkü bugün Türkiye’de yaşadığımız, içinde bulunduğumuz durum 128 milyar çekilince ne olacağının ispatıdır. Ülke iflasın eşiğinde, varlık yokluk mücadelesi içinde, insanları aç ve işsiz, yöneticilerin umurunda değil, onların tuzu kuru. Yurt dışına kaçırdıkları milyar dolarlarla 7 sülalesini besleyecek durumdalar. Acaba çimdi Murat İde ile dalga geçen, 200 tonu taşıyacak uçak arayan Fatih Altaylı dizini dövüyor mudur?

Aksakallı dede: bir de deniz yolu, gemiciklerle taşınanlar var

Ertesi gün 6 Eylül 2018’de Murat İde Fatih Altaylı’a verdiği cevapta “O kadar paranın bir uçağa sığmayacağını ben de biliyorum.. Ama bakıyorum herkes, o kadar milyar doların kaç kilo geleceğinden başlıyor, bankacılık sisteminden fark edilmeden çıkışının mümkün olmadığından yürüyor..” dedikten sonra “Türkiye “Olmaz” denilen her şeyin çatır çatır olduğu bir ülke… Türkiye’de yıllardır, doymaz bir iştahla sürüp giden yağmalar konuşuluyor… Türkiye, kara para aklayan, külçe altınları madende üretilmiş gibi piyasaya süren çetenin genç lideri Zarrab’a bile, “Hayırsever” diyenlerin yönettiği bir ülke” diye belirtiyor, AKP döneminde yapılan yolsuzlukları, her iş adamının villasındaki özel kasalarda 100 milyon dolarların bulunduğunu, yıllık dönen kayıt dışı paranın 300 milyar dolar olduğunu söylüyor, 20 milyar doların büyük para ama dönen dolaba göre ufak para olduğunu belirtiyor ve aksakallı dedenin “Mevzu sadece gökyüzünü ilgilendirmiyor… İşin deniz yolu boyutu da var..” dediğini açıklıyor. Artık söz konusu deniz yolu, gemiler olunca paranın tonajını hesap etmeye gerek kalmıyor. 20 milyar dolar da gider, 128 milyar dolar da! Binali’nin çocuklarının gemicikleri ne güne duruyor? Kokain de taşır, dolar da taşır. Bazen de Venezuella’ya “hayır” işleri için de “yük” taşır, hayırsever dokunulmazlığına sahip olur. Bu ülkede Erdoğan’a “hayırlı” işler yapıp “hayırsever” unvanına layık görülen tek kişi Rıza Zarraf değildi, bir dönem (2017’de) Sedat Peker de bu unvana layık görülmüş, kendisine “En Hayırsever İş Adamı” ödülü verilmişti. Rıza Zarraf İran’la Türkiye arasında valizlerle dolar ve altın taşımacılığı, “kaçakcılığı” yaptı, hayırsever oldu. Ama şu an ABD’de, “hapishanede”… Erdoğan hakkında ABD’ye ifşaatlarda bulunduğu söyleniyor. Peker kaçak, Arap Emirlikleri’nde. O da ABD kontrolünde Erdoğan’a karşı ifşaatlarda bulunuyor. Bunlar ABD karşısında Erdoğan’ın elini kolunu bağlıyor, ABD’ye teslim olmaktan başka çaresi kalmıyor. Burası Türkiye! Dünkü hayırseverle bugün düşman! 

2018 yılında 20 milyar dolar kaçırılırken kamuoyu uyanık olup “ne oluyor?” diye sorsaydı, hesap verilmesini isteseydi, Merkez Bankası’na, Hazine’sine sahip çıkabilseydi 128 milyar dolar belki “buharlaştırılmazdı”. Belki diyoruz, çünkü Erdoğan için önemli olan ne Türkiye’nin iflası, ne halkın yoksulluğudur. Onun için önemli olan rant, saray ve 7 sülalesine yetecek bir servete sahip olmaktır. Sonunda oldu da! Osmanlı hanedanlığının bile yuırt dışında bu kadar servetleri olmamıştır. Hatta birçoğunun yurt dışında yoksulluk çektikleri de söylenir. O da bir gün o sarayı bırakıp kaçacaktır. Ama Erdoğan onların durumuna düşmek istemiyor. Bunun için servetine servet katmaya, dışarıya para kaçırmaya doymuyor.

2011’de yakalanan 150 milyar dolar 17-25 Aralık yolsuzluğunun habercisiydi

Erdoğan ilk büyük vurgunu (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemini saymazsak) 2005-2013 yılları arasında İran’da Cumhurbaşkanı olan Ahmedinejat döneminde bu ülkeyle yapılan yasak ve kaçak ticaretten, kara para aklamaktan vurdu. O dönemde de İran’a uluslararası ambargo uygulanıyordu. Erdoğan bu ambargoyu deldi. Bu iş için Rıza Zarraf denen 25 yaşlarında bir genç “iş adamını” kullandı. İran petrollerini pazarladı, yasak ticaret yaptı, parayı da Halk Bank üzerinden akladı. Bugün ABD’de Halk Bank’a karşı yürüyen dava bu uluslararası kara para aklama davasıdır. Büyük bir ihtimalle Türkiye ve Erdoğan bu davadan mahkûm olacaklar. Erdoğan Trump döneminde bu davayı sürekli erteletti, ama Biden bu davayı Türkiye’nin ve Erdoğan’ın üstünde Demoklesin kılıcı gibi sallamaktadır. Sonucun ne olacağı önümüzdeki günlerde, belki de 14 Haziran’daki NATO toplantısında Biden’la yapılacak görüşmede ortaya çıkacaktır.

Bu uluslararası kaçak ticaretten ve kara para aklamaktan yapılan vurgunun boyutu, 17-25 Aralık 2013’de ABD destekli Fethullahçıların Erdoğan’a karşı ilk darbe girişiminde ortaya çıkmıştı. Ayakkabı kutularında saklanan dolarlar, bakan çocuklarının evlerindeki para sayma makinaları, Erdoğan’ın oğlu Bilal’ın eritemediği 30 milyon doları ne yapacağını babasına sorması gibi olaylar ve Zarraf’ın bakanlara yaptığı “hediyeler” çarşaf çarşaf ortaya o zaman saçılmıştı. Olayların merkezinde olan Zarraf kendisini “Türkiye bütçesinin % 25’ni ben karşılıyorum”diye savunmaya kalkmıştı. O zaman bir “Allahın kulu” çıkıp “sen ne diyorsun?” diye tek kelime söz edemedi. Çünkü bu iddianın gerçek bir yanı vardı. Türkiye o dönem gereksinim duyduğu dövizi bu kara para aklamasından sağlıyordu. Bunun için de döviz kurları, faizlerle fazla oynamıyordu, görece düşük ve stabildi. Bu “avantanın” yarattığı böylesi bir “durumdan” herkes de memnundu. Bugün böyle bir avanta yok. Türkiye’ye dışardan döviz girmiyor. Olanlarda buharlaştırılıyor. Döviz girişi olmayınca, sürekli buharlaşma olunca kurlar ve faiz sürekli yukarılara fırlıyor, Türkiye çıkılmaz girdapların içine sürükleniyor.

1950’lerden beri Türkiye yuvarlandığı bu girdaplardan kurtuluşunun yolu; tasarruf, yatırım, üretim ve ihracattır, “itibarda tasarruf olmaz” anlayışının yıkılması, devlette istaf ve savurganlığa son verilmesi, her doların 10 kere çevrilerek harcanmasıdır. Bu ise Erdoğan ile olmaz. Erdoğan iktidarda kaldığı sürece ülkenin başı dertten kurtulmaz. Halkın, her meteliğin hesabını sorar duruma gelmesi, her bir doların ülkeye nasıl ve niçin girdiğini sorgulaması, “avantadan” mı, alın teriyle kazanılarak mı, yatırım için mi geldiğini ve nerelere harcandığını bilmesi gerekmektedir. Yolsuzlukla mücadele her meteliğin hesabı sorularak başlar.

Eğer Türkiye’de kamuoyu 2011 senesindeki bir haberin üstüne ardıcıl olarak gitseydi 17-25 Aralık 2013 yaşanmayabilirdi, 128 milyar kasada kalabilirdi, Erdoğan’ın defteri çoktan dürülmüş olabilirdi. 15.04.2011 tarihli Habertürk gazetesinde yayınlanan bir fotoğrafta Reza Zarraf’ın şoförü ve kuryeleri balya balya dolarlarla görülmekte ve bunların Rusya üzerinden kara para trafiği yaptıkları haberi verilmekteydı. Maalesef o zaman bu haberin üzerine kimse gitmedi. Zarraf ve ilişkileri sorgulanmadı. Bu kara para aklamasından Erdoğan ve çevresinin milyar dolarlar “kazandığı” ortaya çıkınca herkes şaştı ama feryat etmedi. Hesap sormadı. Ve Erdoğan da sarayda yaşamını sürdürmeye, Merkez Bankası ve Hazine’yi talan etmeye devam etti. Devletin kokain ve silah ticareti gibi karanlık işlere nasıl bulaştığını, nasıl vurgunlar vurulduğunu bugünlerde Sedat Peker videolarıyla ortaya dökmektedir. O zaman da bugün de insanlar seyretmekle, “vay anasını” demekle yetiniyor, ama harekete geçmiyor. Halkın beli bükülüyor, Erdoğan ve çevresi milyar dolarları götürüyor. Onlar insanları milyar dolarların “buharlaşacağına’’ alıştırmaktadırlar.

Sokağa çıkmadan tek adam düzeni değişmez  

Eğer bundan hemen hemen üç sene önce ülkenin dövizleri, yani halkın alın teri ile kazanılan paralar valizlerle, uçaklarla, gemilerle milyar milyar dolar olarak kaçırılırken ülkenin her tarafında bir feryat bir çığlık kopsaydı, yolsuzlukların üstüne gidilebilseydi, kayıt dışı paralar kayıt altına, rantlar, döviz hareketleri kontrol altına alınabilseydi, bugün 128 milyar dolar Merkez Bankası ve Hazine’den kolayca kaybolamazdı. Halk kendi ürettiği değerlere, Merkez Bankası ve Hazine’sine sahip çıkmadan, sol ve demokratik güçler bu konularda halka öncülük etmeden, bir çığlık yaratılmadan bu düzeni değiştirmek çok zor olacaktır.

Eskiden 60’lı ve 70’li yıllarda halk, sol ve demokratik güçler yolsuzluklar konusunda çok duyarlıydılar. O zamanki yolsuzlukların boyutları da küçüktü, milyonlardı. Şimdi ise milyarlar. O zaman bu yolsuzluklar sol ve demokratik güçlerin gündemindeydi. Halk duyarlıydı. Bu duyarlılığın nedeni halkla bütünleşme idi. Bugün de önümüzde duran görev halka bütünleşebilmektir. Bunun için halk arasında çalışmak, onun günlük çıkar ve sorunları temelinde örgütlenmesini ve bu sorunların çözümü için sokağa çıkmasını, mücadeleye geçmesini sağlamaktır. Halkı pasiflikten, seyretmekten, edilgen olmaktan çıkarıp aktif, etken duruma getirmek sol ve demokratik güçlerin önde duran görevlerdir. Bu başarıldığı ölçüde Erdoğan’ın iktidarına, onun gerici faşizan tek adam rejimine de son verilecektir.

Bir yanıt yazın