Haber / Yorum / Bildiri

28 Kasım 2020: Engels 200 Yaşında! (I. Bölüm)

Marks ve Engels! Dünya Proletaryasının, işçi ve emekçilerinin, ilerici ve devrimcilerinin bilincine kazınmış unutulmaz iki isim! İşçi sınıfının burjuvaziyi yenip sosyalist devrimi gerçekleştirecek, sömürü ve baskıyı ortadan kaldırıp sosyalist düzeni getirecek sınıf olarak, onun bu tarihsel misyonunu bilimsel olarak açıklayan, bilimsel komünizmi kuran iki büyük düşünür, iki büyük bilim adamı, iki büyük devrimci! Lenin’in dediği gibi: “Marks ve Engels, işçi sınıfının, talepleriyle birlikte, modern ekonomik düzenin zorunlu bir ürünü olduğunu ve bu düzenin burjuvaziyle birlikte proletaryayı da kaçınılmaz olarak yaratıp örgütlediğini ilk defa ispat ettiler, bazı hayırsever kişilerin iyi niyetli girişimleri değil, örgütlü proletaryanın yürüteceği sınıf savaşının, insanlığı halen baskısı altında bulunduran felaketlerden kurtaracağını ortaya koydular. Marks ve Engels sosyalizmin hayalperestlerin bir uydurması değil, modern toplumdaki üretici güçlerin gelişmesinin son amacı ve zorunlu bir sonucu olduğunu eserlerinde ilk kez aydınlığa kavuşturdular.” Onlar Komünist Partisi Manifestosu’nun yazarları, 1. Enternasyonal’in yaratıcıları, proletaryanın yılmaz savaşçılarıdır.

Dünya proletaryası ve emekçileri, komünistleri ve sosyalistleri, ilerici ve devrimci güçleri büyük bir coşkuyla bundan iki sene önce 5 Mayıs 2018’de Karl Marks’ın 200. doğum yılını ve 22 Nisan 2020’de emperyalizm çağında Marksizm’i geliştiren Lenin’in 150. doğum yılını kutladılar. Şimdi de onlar aynı coşkuyla 28 Kasım 2020’de Friedrich Engels’in 200. doğum yılını kutluyorlar. Onlar bu kutlamalarda savaşlarını, yenilgilerini ve başarılarını gözden geçiriyorlar, onların eserlerini okuyorlar, deneylerinden ve öğretilerinden dersler çıkarıyorlar, onların metoduyla günümüzün zor koşullarını analiz edip onların açtığı yolda yeni savaşlara hazırlanıyorlar. Bu mücadelelerde pusulaları hep Marksizm-Leninizm’dir. Marksizm-Leninizm dün nasıl güncelse bugünde aynı şekilde günceldir.   

Engels 28 Kasım 1820’de Almanya’nın Wuppertal-Barmen şehrinde doğdu. Varlıklı bir aileden olmasına rağmen o yaşamını ve tüm varlığını proletaryanın mücadelesine adadı. 1844 yılında Paris’e gelerek Marks’la tanıştı, çünkü o Marks’ın görüşlerini kendi görüşlerine çok yakın buluyordu. İki büyük düşünür dost, yoldaş, iki yakın çalışma arkadaşı oldular, felsefe, ekonomi ve devrim konularında proletaryanın görüşlerini bilimsel olarak ortaya koymak için birlikte çalışmaya başladılar. Engels İngiltere-Manchester’deki işletmesinin geliriyle Marks’a destek çıktı ve onun bilimsel çalışmalarının maddi temelini oluşturdu.

Örnek, sevgi ve saygı dolu, verimli bir dostluk

Marks, Engels’le ortak çalışmasının bu başlangıcını “Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı”ya “Önsöz”de şöyle anlatır:

“(Deutsch-Französische Jahrbücher’de) iktisadi kategorilerin eleştirisine katkının dâhice taslağını yayınlamasından beri yazışarak devamlı surette fikir alışverişinde bulunduğum Friedrich Engels, benim vardığım sonuca, başka bir yoldan (İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu adlı yapıtıyla karşılaştırınız) ulaşmıştı, 1845 ilkbaharında, o da gelip Brüksel’e yerleştiği zaman, birlikte çalışmaya ve Alman felsefesinin ideolojik bakış açısı karşısında bizim görüş tarzımızın uzlaşmaz karşıtlığını oluşturmaya karar verdik: bu, gerçekte, bizim geçmişteki felsefi bilincimizle hesaplaşmamızdı. Bu planımız (niyetimiz), Hegel sonrası felsefenin bir eleştirisi biçiminde gerçekleşti. Elyazması, formalar halinde, iki cilt olarak, Westfalya’daki yayınevi sahibinin elindeydi ki, yeni gelişmelerin yapıtın basılmasını olanaksız kıldığını öğrendik. Biz, görüşlerimizi açıklığa kavuşturmak olan başlıca amacımıza vardığımız için, elyazmasını, farelerin kemirici eleştirisine seve seve terk ettik. Bu dönemde çeşitli sorunlar üzerine görüşlerimizi kamuoyuna açıkladığımız dağınık çalışmalar arasında, yalnız Engels ile birlikte kaleme aldığımız Komünist Parti Manifestosu ile benim yayınlamış olduğum Serbest Ticaret Sorunu Üzerine’yi belirteceğim. Bizim görüş tarzımızın kilit noktaları, polemik tarzında olsa da, ilk defa olarak bilimsel şekilde 1847’de yayınlanmış olan ve Proudhon’u hedef tutan Felsefenin Sefaleti vb. adlı yapıtımda sunuldu. Almanca olarak yazılmış olan ve Brüksel’deki Alman İşçileri Derneğinde konuyla ilgili konferanslarımı toplayan Ücretli Emek, üzerine incelemenin basımı, Şubat Devrimi ve bunun sonucu olarak Belçika’dan sınır dışı edilmem yüzünden yarıda kesildi.” Bu dönemde Marks ve Engels’in en büyük ortak bir diğer eseri de “Genç Hegelcilerl”le hesaplaştıkları “Alman İdeolojisi” oldu.

Engels de, Marks öldükten sonra 1888’de Manifesto’nun İngilizce baskısına yazdığı önsözde Marks’la karşılaşması ve vardıkları teorik sonuçlar hakkında şöyle yazar:

„’Manifesto’ ikimizin müşterek çalışması olsa da, onun özünü oluşturan temel düşüncenin (fikrin) Marks’a ait olduğunu belirtmek zorunda olduğumu düşünüyorum. Bu fikir şundan oluşmaktadır:  Her tarihsel devirde, egemen olan iktisadi üretim ve mübadele (değiş-tokuş) biçimi ve bunun zorunlu sonucu olan toplumsal bölünme (örgütlenme), o devrin siyaset ve entelektüel (düşünce) tarihinin üzerine kurulduğu temeli teşkil ederler ve devrin kendisi de, ancak bu temele istinaden izah edilebilir; buna göre insanlığın tüm tarihi (toprağı ortak mülkiyet halinde tutan ilkel kabile toplumunun dağılmasından beri) sınıf savaşlarının, sömüren ile sömürülen, egemen ile ezilen sınıfların savaşlarının tarihi olmuştur; bu sınıf savaşlarının tarihi günümüzde, sömürülen ve ezilen sınıf – proletarya -, aynı zamanda tüm toplumu bir defada ve tamamıyla her türlü sömürüden ve baskıdan, her türlü sınıf ayrılıklarından ve sınıf savaşlarından kurtarmaksızın, kendisini sömüren ve egemen olan sınıfın – burjuvazinin – boyunduruğundan kurtaramayacağı bir aşamaya erişmiş olduğu bir gelişme dizisi teşkil eder.

Kanımca, Darvin teorisinin tabiat bilimleri için yaptığının aynısını tarih bilimi için yapacak olan bu düşüncelere her ikimiz de 1845 öncesinde, yavaş yavaş yaklaşmaktaydık. Benim kendi başıma bu doğrultuda ne kadar ilerlemiş olduğumu en iyi ‘İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’ başlıklı yapıtım gösterir. Ama ben 1845 ilkbaharında Brüksel’de Marks ile yeniden karşılaştığımda, o bu fikri artık tamamen geliştirmiş bulunuyordu ve onu hemen hemen yukarda anlattığım kadar açık kelimelerle önüme seriverdi.”

Mark ve Engels’in bayrağını Lenin aldı

Marks Belçika’dan sınır dışı edildikten ve Almanya’dan da atıldıktan sonra temelli Londra’ya yerleşti. 1848 Devrimine katılan ve barikatlarda savaşan Engels de sonra İngiltere’ye geldi. Maddi nedenlerden Manchester’deki işletmede çalışmaya başladı. Bu işletmede çalışmak ona bir işkenceydi, Marks’ın deyimiyle “Mısırlı köle” idi. 1869’da işletmedeki hisselerini ortağına, Marks ve ailesinin yaşamını bir süre garantileyecek meblağa sattıktan sona “hurra, özgürüm” deyip 1870’de o da Londra’ya gelip yerleşti. Marks’la yoğun bir çalışma içine girdiler. Marks “Das Kapital” eseri üzerinde çalışırken Engels’de askeri teori alanında önemli çalışmalar yaptı ve bir çok konuda özelliklede felsefe alanında ünlü eserler verdi: Sosyalizmin Ütopyada Bilime Gelişmesi, Anti-Dühring ve Doğanın Diyalektiği gibi.

Marks 1883 senesinde öldükten sonra Marks’ın tamamlayamadığı “Das Kapital” eserinin 2. ve 3. ciltlerini Engels yayına hazırladı. O böylece yalnız insanlığa iki büyük eser kazandırmadı, aynı zamanda arkadaşına olan vefa borcunu yerine getirdi ve ona iki eser armağan etmiş oldu. Bu çalışmaların yanı sıra Engels “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”, “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu” gibi yapıtlarıyla hem o dönemdeki hem de günümüzdeki ideolojik mücadeleye, işçi sınıfının bilinçlenmesine, kendisini ve çevresini tanımasına, Marksizm’in ruhunu kavramasına büyük katkılar yapmıştır ve yapmaktadır. Engels 1895’de öldü. Alman Sosyal Demokrat Partisinde Bernstein gibi revizyonistler, Kautsky gibi, reformistler önce çıktı. Onlara karşı Marks ve Engels’in devrimci mirasını savunan Lenin oldu. Lenin’in yapıtlarıyla emperyalizm çağında Marksizm, Marksizm-Leninizm oldu. Reel sosyalizmin yıkılmasıyla dünya işçi ve komünist hareketi derin bir yara aldı, ama temelini Marks ve Engels’in attığı Marksizm-Leninizm günümüzde hâlâ işçi sınıfının bilimsel devrimci teorisi, pusulası olmaya devam etmektedir.

Marks ve Engels’in eserleri bir bütündür, birbiriyle bağlıdır. Lenin bu bağı şöyle ifade eder: “Engels’in proletaryaya neler kazandırdığını anlayabilmek için, Marks’ın öğretisi ve eylemlerinin modern işçi hareketinin gelişmesindeki önemini iyice bilmek gerekir.”

Şimdi bu bütünlüğe örnek olarak Engels’in 1878 yılında yayınlanan ünlü eseri “Anti-Dühring”in 90 yılı nedeniyle 1968 senesinde Yeni Çağ dergisinde bu konuyla ilgili çıkan bir yazıyı sunarak Engels’i anıyoruz.

Frederik Engels’in “Anti-Düring” adlı eseri 90 yıldır aynı canlılıkla mücadelesine devam ediyor

 İrving Nivins

Vladimir İliç Lenin, “Anti-Dühring”i  “insanı şaşırtacak derecede özlü ve öğretici bir kitap” olarak nitelemiş ve devamla şöyle demiştir: “Bu eserde, felsefenin, tabiat biliminin ve sosyal bilimlerin en önemli konuları incelenmiştir.”

F. Engelsin bu kitabında, Marksizm’in üç temel taşı olan felsefe, ekonomi politik ve sosyalizm, ayrı bölümler halinde ele alınıp, karşılıklı bağlantıları içinde gözden geçirilmektedir.

«Anti-Dühring» ilk defa 1878 yılında, Leipzig’de kitap halinde yayınlandı ve kısa zamanda ilerici işçiler arasında en fazla okunan bir eser haline geldi, proletarya ideolojisinin gerçek bir ansiklopedisi değerini kazandı. O zamandan beri dünyada çeşitli dillerde aralıksız olarak yayınlanıp okunmaktadır.

«Burjuvazinin kellesine fırlatılmış güllelerin en müthişi olan «Kapital»’ den sonra yazılan «Anti-Dühring», ilk satırından son kelimesine kadar, bir bütün halindeki, ahenkli ve alabildiğine bilimsel Marksizm teorisini, öncelikle küçük burjuva özüne uygun türlü türlü felsefi, ekonomik ve politik fikir, görüş ve anlayışlardan meydana gelen karmakarışık eklektik felsefeyle çürütme yeltenişlerine karşı amansız mücadele dinamizmiyle yüklüdür. Bu kitapta, küçük burjuva ideoloğu E. Dühring ve Alman sosyal demokrasisindeki taraftarları şiddetle eleştirilmektedir. Engels, Dühring’le sadece tartışmakla yetinmemekte, aynı zamanda, Marks’ın ve kendisinin yıllarca emek sarf ederek meydana getirdikleri öğretinin, felsefe, ekonomi politik ve bilimsel sosyalizmin bir bütün halinde kaynaştıkları öğretinin, proletaryanın yegâne güvenilir fikir silahı olan Marksizm öğretisinin temel görüşlerini sistemli bir şekilde aydınlatmaktadır.

Şüphesiz ki, bu 90 yıl içinde hayatta büyük ilerlemeler olmuş, birçok yeni problemler ortaya çıkmıştır. Lenin, Marksist-Leninistler, bütün kardeş Marksist partiler, proletaryanın yüce bilimini, zemin ve zamanın konkre şartlarına göre geliştirmişlerdir ve geliştirmektedirler. Fakat Engels’in bu kitabında, reformizme, anarşizme ve küçük burjuva «devrimciliği»nin diğer çeşitlerine, materyalist diyalektiği ve bilimsel sosyalizmi bayağılaştırma ve basitleştirme çabalarına karşı ortaya konan temel deliller bütün canlılığını korumaktadır. «Anti-Dühring», Marksizm’in dayanaklarını yıkma yeltenişlerine karşı, bilimsel dünya görüşünü savunmak ve geliştirmek için sistemli ve prensipli bir mücadele yürütmüştür. Onun asıl amacı da budur.

Marksizmin bilimsel karakteri

Dühring’in «sistem kurucu» bir öğreti yaratma eğilimlerinin temelsizliğini ispat eden Engels, aynı zamanda, gerçekten bilimsel materyalist dünya görüşünün sağlam dayanak noktaları olan en önemli fikirleri aydınlığa kavuşturmaktadır. Dühring, «her bilgi ve iradenin prensipleri»ni kapsayan yeni bir felsefi sistem yaratmak iddiasındaydı. Ona göre bu sistem, materyalist temellere dayanan «tabii bir sistem» di, «hayatın felsefesi»ydi. Gerçekte Dühring’in filozofluğu, türlü öğretilerden ve bu arada idealizm felsefesinden devşirilmiş birbirine zıt hükümlerin rastgele bir araya getirilmesinden başka bir şey değildi. Marksizm’in yaratıcıları, kendilerinin meydana getirdikleri bilimsel işçi sınıfı ideolojisinin prensiplerine sadakate büyük bir önem veriyorlardı ve bu prensiplere ihanet edenleri yahutta geçici çıkarlara uyarak teori ve politikanın temel meselelerinde uyuşma yoluna sapanları sistemli bir tenkide tabi tutuyorlardı. Gotha programında bilimsel sosyalizmden uzaklaşma karşısında Karl Marks’ın bu programa karşı olumsuz tutumu hatırlardadır. Dühring’in felsefi eklektisizmini ve Alman sosyal demokrasisi içinde İ. Most gibi savunucularının tutumunu, F. Engels de aynı şekilde sert eleştirmelerle karşılamış ve şöyle demiştir: “Tabiat ve insanlık, prensiplere göre hareket etmez. Bunun tam tersi, prensipler, tabiata ve tarihe uygun olduğu derecede doğrudur. Nesne (şey) hakkındaki yegâne materyalist anlayış budur. Dühring’in görüşü, bunun tam zıddıdır ve bu anlayış idealistliktir, gerçeği baş aşağı çevirmekte ve gerçek dünyayı düşünceler, çok eskiden, daha dünyadan önce mevcut şemalar, hayaletler veya kategoriler üzerine kurmaktadır.”

Felsefede iki doğrultunun, iki partinin – materyalist ve idealistik olarak açıkça görülmesi lüzumunu belirten Engels’in bu talimatını çağımızın ideoloji mücadelesi şartlarında daima göz önünde bulundurmak son derecede önemlidir. V. I. Lenin, idealizmle materyalizm arasındaki karşıtlığı ortadan kaldırdıklarını iddia eden Mahistlerle yaptığı tartışmalar sırasında, felsefenin temel meselesinin «Anti-Dühring» teki çözümünü, birçok defa gerçek bilimselliğe örnek olarak göstermiş ve bunda objektivizmle parti prensiplerinin kaynaştığını belirtmiştir. Batıda, felsefede iki partinin varlığı türlü şekiller altında inkâr olunmakta ve bunlar arasındaki mücadelenin geçmişte kaldığı, zamanımız şartlarına uymadığı iddia edilmektedir. Neopozitivizm, neorealizm, kritik realizm ve diğer bazı felsefi akımların taraftarları bu gibi görüşleri savunmaktadırlar.

Bilimsel ilerleme, sınıf ve devrim savaşı, tarihin gidişatı materyalizmin çağdaş biçimi olan Marksizm-Leninizm felsefesinin doğruluğunu şüphe götürmez bir şekilde ortaya koymuşlardır. Buna rağmen idealizm akımının birçok filozofu, bilimsel ilerlemeyi de kendi mevzilerine uydurmaya çalışarak, durumlarını savunmaya çabalamaktadırlar. Öte yandan, XX yüzyılın idealizm felsefesinde irrasyonel akımın şu veya bu biçimi daima varlığını korumuştur, kapitalist toplumun fikri hayatı üzerindeki etkisi bir hayli kuvvetlidir ve durmadan anti-materyalist yönde saldırılarda bulunmaktadır. «Hayat felsefesi» ve onun değişik şekilleri olan egzistansiyalizm, pragmatizm, neotomizm, diyalekti k «teoloji» v.b. bunlardandır.

Bu yüzden, idealizm ve burjuva ideolojisiyle, ne biçimde belirirlerse belirsinler, çetin bir mücadele yürütmenin gerekli olduğu hakkında «Anti Dühring»te varılan temel sonuçlardan biri, bugün de bütün önemini korumaktadır. Atom kuvvetine hâkim olan, uzayın sonsuzluklarına giren, enformasyon verme ve işleme kanunlarını keşfeden, hayattaki olayların nedenlerini öğrenen XX. yüzyıl bilimi, tabiat bilimiyle materyalist diyalektik arasındaki birliğin her yönden kuvvetlenmesinin kaçınılmazlığı hakkında ortaya koyduğu teşhisi doğrulamıştır. Engels, tabiat bilimine ve felsefe tarihine ait bir yığın delili tahlil ettikten sonra şu sonuca varmaktadır: “çağdaş bilimin ve toplumsal pratiğin gelişme seviyesine uyan tek felsefe, diyalektik materyalizmdir.”

«Anti-Dühring» yazarı şöyle diyor: “İnsan, tabiat biliminin yığmış olduğu delillerin zoru ile tabiatı diyalektik anlamaya varabilir. Fakat tabiat bilimi delillerinin diyalekti k karakterini diyalektik düşünüm kanunlarıyla anlamaya çalışırsa, buna daha kısa yoldan ulaşır. Tabiat bilimi şimdi o derecede ilerlemiştir ki, artık diyalektik genelleştirme kaçınılmaz bir hal almıştır”. XX. yüzyılın başlangıcında, tabii bilimlerin gelişme sonuçlarını Lenin genelleştirmiştir. Bugün Marksizm’in bilimselliğini, bilimsel-teknik devrim çağında yalnız tabiat biliminin gelişmesi değil, aynı zamanda ve öncelikle tarihi toplumsal mücadele pratiği doğrulamaktadır: Sosyalizm sisteminin ve anti-emperyalist güçlerin zaferleri, emperyalizm cephesinin zayıflaması, işçi sınıfının ideolojisini bozmaya kalkışanların yenilgisi Marksizm’in bilimselliğini ispat etmektedir. Marksizm’in alabildiğine bilimsel olduğunu, onun toplumu devrimle yeni baştan kurma yollarına dair kanunlarla ilgili öğretisi açıkça ortaya koymaktadır. «Anti-Dühring» te, sınıflı toplumun belirmesinden sosyalist toplum kuruluculuğuna kadar toplumsal gelişmenin en önemli meseleleri son derecede parlak bir şekilde aydınlatılmaktadır. Marksizm’in çıkış noktası şudur: “Bütün toplumsal ve politik değişimlerin ilk sebeplerini insanların başlarında ve ebedi doğruluk ve adalet hakkındaki artan bilinçlerinde değil, üretim ve ticaret usullerinin değişmesinde aramalıyız; bunlar, felsefede değil, şu veya bu devrin ekonomisinde aranmalıdır”.

Tarih hakkındaki materyalist görüş, toplum ve insanla ilgili görüşlerde idealizmin egemenliğine son vermiş, sosyolojiyi gerçek bir bilim haline getirmiştir. Çağdaş sınıflı toplumun kökenlerinin materyalist görüşle izahı.  Dühring’in, bütün reel toplumsal ilişkiler sisteminden tamamıyla koparak ele aldığı Robensoniyada görüşlerine ağır bir darbe indirmiştir. Onun teorisi, toplumu, aralarında objektif toplumsal bağlar bulunmayan, birbirinden tecrit edilmiş bireyler yığını olarak tasvir etmektedir. Bu teoriye göre, toplumda bireyler arasında beliren bağlar ve ilişkiler sadece manevi hukuki karakterdedir. F. Engels, Dühring’in Robensoniyada’sını eleştirirken, sömürücüler toplumunda sınıf dışı, soyut bireylerin bulunmadığını belirtmektedir. Bu yüzden, toplumsal değişimlerin amaçlarını ve bu değişimleri yapacak araçları göstermek görevini üzerine alan her bilimsel sosyal teori, her şeyden önce, birinci, toplum hayatında objektif maddi şartların önceliğini, ikinci, sınıfların ve çeşitli, bu arada birbirine zıt sınıfsal çıkarların varlığını kabul etmek zorundadır. Bazı çağdaş teorisyenler, Marksizm’in sınıfsal, ideolojik karakterini tanımanın onun bilimselliği ile bağdaşamayacağını ispat etmeye çalışmaktadırlar. Onlara göre, dış dünyayı objektif olarak kavramlar sistemi halinde yansıtan bilimden farklı olarak ideoloji, belirli sosyal grupların çıkarlarını (bu çıkarlar gerçekle çelişme halinde olsalar dahi) savunmak ve esaslandırmakla görevlidir. Kişilere, sosyal grup ve sınıflara sosyal yön verme aracı olan ideolojinin çağımızda önemini kaybettiğini iddia eden bu teorisyenler, toplumsal hayatın ve sosyal bilimlerin «deideolojizasyonu» tezini savunmakta, insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerin «gerçekten bilimsel», «objektif» usullerle organize edilip yönetilmesi gerektiğini ileri sürmektedirler.

Hâlbuki «Anti-Dühring» kitabının yazıldığı çağda olduğu gibi şimdi de ideolojik faktörler, güç ve önemlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir. Dünyada, insanın insanı sömürmesine dayanan ilişkilerin ortadan kaldırılması, bu ilişkilerin doğurduğu sosyal ve ulusal eşitsizliğin yok edilmesi uğrunda, barış, demokrasi, sosyalizm için ve burjuva ideolojisine karşı mücadele devam ettiği sürece, ilerici güçlerin, bu mücadelenin ödevlerini belirleyen, kendi çıkarlarını dile getiren ve son amacı gösteren programa ihtiyaçları olacaktır. Böyle bir ideoloji programının bilimsel temeli Marksizm’dir. Çünkü işçi sınıfının tarihsel rolünü bilimsel olarak aydınlatan, bu sınıfa, toplum hayatı hakkında bilimsel bilgiler vererek politik yön gösteren tek öğreti Marksizm’dir.

Engels, bilimsellikle işçi sınıf ideolojisinin Marksizm’de organik bir şekilde birleşip kaynaştığını «Anti-Dühring»in birçok yerinde izah etmektedir. Bilimsel sosyalizm kurucularından öncekiler, kendi görüşleriyle konkre tarihsel şartlar arasındaki bağları kavrayamamışlar ve bu görüşleri zaman dışı mutlak gerçekler düzeyine yükseltmişlerdi. Buna karşılık, kendi çağlarının toplumunu objektif tahlilden geçiren Marks ve Engelsin dayanak noktaları, işte bu tahlillerdi. Engels şöyle diyordu : “Zamanımızın sosyalizmi, muhtevası bakımından, her şeyden önce, bir taraftan bugünkü toplumda mülk sahipleriyle mülksüzler, burjuva ile ücretli işçiler arasında hüküm süren sınıfsal çelişmelerin, öte yandan da üretimde hüküm süren anarşinin incelenmesinin bir sonucudur .” Daha sonra da şunları ekliyordu : “Sosyalizmin bilim olabilmesi için ilk önce reel bir zemin üzerine oturtulması lazımdır.” Bu ödev, Marks’ın iki büyük keşfi ile yerine getirildi: Tarihi materyalistçe anlamak suretiyle ve doğrudan artık-değerin keşfi sayesinde kapitalist üretimin sırlarını açıklamak yolu ile. Bu keşifler sayesinde sosyalizm bilim haline geldi. Yeni tarihsel şartlar içinde Lenin tarafından yürütülen çetin mücadele içinde doğruluğu ispat edilen, kardeş komünist ve işçi partileri tarafından geliştirilip uygulanan Marksizm, zamanımızda dünyanın dört bir bucağında milyonlarca emekçinin dikkat ve ilgisini çekmektedir.

Bir yanıt yazın