Haber / Yorum / Bildiri

İşçi Sınıfının Öğretmeni Lenin ve Ekim Devrimi’nin İzindeyiz ! (II. Bölüm)

Lenin ve Proletaryanın Savaş aracı: Leninci Parti

1900 yılında Partinin örgütlenmesine İskra (Kıvılcım) ile başlayan Lenin, “Kıvılcım alevi ateşleyecektir” diyordu. İşçiler arasında lime lime olana kadar okunan İskra’yı bir işçi “bizim savaşımızı anlatıyor, bütün Rusya’nın savaşını. Parayla ölçülemeyen davamızı. Onu okuyunca jandarmanın, polisin biz işçilerden neden korktuğunu, bize önderlik eden aydınlardan neden çekindiklerini daha iyi anlıyorsunuz” diyordu. İskra’da oportünizm açığa çıkarılıyor, revizyonizme meydan okunuyor, sosyal reformistlere, ekonomistlere çatılıyor ve yeni tip proleter partinin nasıl olması gerektiği tartışılıyordu. Lenin, en önemli görevin sosyalist düşüncelerin proleter kitleler arasında yaymak olduğunu ve çalışan kitleler arasında işçi sınıfının öncü güç olarak onlara düşen somut görevleri belirledi. Parti programı taslağı hazırladı, partinin tüzüğünü belirledi. Programda ilk amaç, demokratik devrimle çarlığın devrilmesi, son amaç ise sosyalist devrimi başlatmak, proletarya diktatörlüğünü kurmak ve bu temel üzerinde sosyalizmi kurmaktı. Parti yapısında ve eyleminde birliği ve disiplini sağlayacak olan demokratik merkeziyetçilik ilkelerini sonuna kadar savundu. “Her parti üyesi partiden sorumludur ve parti, üyelerinin her birinden sorumludur” diyerek sorumluluk duygusunu vurguladı. İkinci kongre Lenin’in hazırladığı ideolojik, politik, örgütsel ilkelere dayanarak, Bolşevik yani Leninist işçi sınıfı partisi olma yoluna girdi. Lenin’in önderliğinde bu parti bütün düşman rüzgârlara göğüs gererek 1905 engellerini aştı ve 1917 Şubat Devrimi’nden geçerek Büyük Ekim Devrimi’nin zaferine ulaştı. O günden bu yana, kapitalizmden sosyalizme geçişte, henüz bilinmeyen yolları açmayı başardı. 2. Kongre hem Rus hem de uluslararası işçi hareketi için de bir dönüm noktası, çığır açıcı tarihsel bir dönüm noktası oldu. Uluslararası planda, eski tip sosyal demokrat partilerden yeni tip proleter partisine dönüşmesini ifade etmektedir. Ve bu dünyadaki Marksistlere örnek olan Lenin’in eseridir.

Lenin, Menşeviklerin saldırılarına karşı partiyi amansızca savunur, onların oportünizmini eleştirir ve yeni tip proleter partinin niteliklerini sıralar. Lenin’e göre, işçi sınıfı örgütlenmesinin en üst basamağı partidir ve parti, işçi sınıfının hem öncüsü hem de en yetkin savunucusudur. Aynı davaya inanmış insanların birliği olan proleter parti komünist ilkelere kendini adamış bilinçli işçileri ve emekçi kitlelerin diğer kesimlerinin en yetkin temsilcilerini kapsar. Parti çalışmalarını Marksizm rehberliğinde yürütür, çünkü toplum gelişmesinin kanunlarını bilimsel temeller üzerinde açıklayarak, çalışan kitleleri toplumsal ve ulusal baskılardan kurtaracak olan, sosyalizme ve komünizme ulaştıracak olan Marksizm’dir. Parti, Marksist metotlara ve Marksist öğretiye sıkıca sarılarak devrimci teoriyi kurar ve bunu yaratıcı biçimde çalışmalarına uygular.

Kapitalizmim emperyalizm aşamasında işçi sınıfının örgütlü müfrezesi olan bu yeni türden parti, gücünü ideolojik ve örgütsel birlikten, tüm parti örgütlerinin ve üyelerinin karar ve eylem ortaklığından alır. Böyle bir parti, demokratik merkeziyetçilik ilkeleri üzerine kurulur; demokratik merkeziyetçilik ilkeleri bir yandan parti içi demokrasiyi, üyelerin parti sorunları ile aktif biçimde ilgilenmelerini ve kolektif liderliği, diğer yandan merkezi yapıyı, parti çalışmalarının tek bir merkezden yönetilmesini bütün üyeleri bağlayan bilinçli ve sıkı bir disiplini ve azınlığın çoğunluğa, alt örgütlerin üst örgütlere bağımlılığını ifade eder.

Yeni tipte Leninist parti ideolojide ve eylemde bütünüyle enternasyonalisttir. Lenin’in partisi her ulustan bilinçli proleterleri saflarında toplayarak, katıksız proleter enternasyonalistlerinin partisi olarak doğdu ve gelişti. Lenin, bu partinin başarısının bütün işçi sınıfıyla ve genel olarak emekçi kitlelerle yakın bağlar kurmak ve sürdürmek olduğuna dikkati çekmişti. Partinin sadece adıyla değil, gerçekten komünist olması gerektiğini vurgulamıştı. Bu partinin yapısına, yöneten kişilere ve parti eylemlerinin içeriğiyle, politik taktiklerine bağlı olduğunu ve bunlarla partinin proletarya partisi olup olmadığı belirlenebilir demişti.

III. Aleksandr’ın ölümüyle en son çar II. Nikola tahta geçti. Nikola tahta geçtiğinde parlamentosu olmayan iki Avrupa ülkesi kalmıştı: Rusya ve Osmanlı Devleti. II. Nikola dönemi ülke hızlı sanayileşme ve bununla paralel toplumsal hareketliliğin devrimci bir yapı kazanarak sistemi alt üst etmesidir. Sanayileşme hamlesinde devlet Avrupa’dan farklı olarak güçlü ve bağımsız burjuvazinin yokluğundan dolayı sanayileşmede öncülüğü üstlenmiş, hem süreci denetleyerek hem de gerekli sermayeyi sağlayarak kontrolü elinde tutmuştur. Sanayileşmenin başlangıcında ortaya çıkan az sayıdaki kapitalistler, mutluluklarını onları yaratan devletle yakın işbirliğine borçluydular. Ancak kapitalistlerin bağımsızlıklarının eksikliği, piyasa anarşisi ve kaotik fiyat dalgalanmalarına neden olmuştur. Rusya az gelişmişliğin üstesinden gelmek için 5,10 ve 15 yıllık planlar biçiminde ekonomiyi yukarıdan örgütlemeye çalışmıştır. Öte yandan sermayedarlar, ekonomik yaşamın artan tekelleşme ve kartelleşmesinden ve sıkı devlet korumacılığından yararlanarak devletle el ele özellikle Fransa, İngiltere ve Belçika’ya önemli yatırımlar yaptılar.

Ancak 19. Yüzyılda geniş ölçekte kullanılan kredi Rusya’yı en çok dış borcu olan ülke konumuna getirmiştir. Hızlı sanayileşmenin yükünü taşradaki sınıflara ağır vergi yüklenmesi tarımsal krizi artırmış, köylülerin proleterleşmesine hizmet etmiştir. Proletaryanın büyümesi Narodniklerin ütopik sosyalizminin tersine Marksistlerin önderi durumundaki Plehanov’ın kitlesel tabanının büyümesine yaramıştı. 1890’da artan grevler karşısında çar grevcilerin içine işbirlikçiler yollayarak grevleri kırmayı hedefliyordu. Ancak 1905’de bu silah geri tepti ve işbirlikçi papaz Gapon öncülüğünde, kışlık saraya çardan merhamet dilenmeye gelen, içlerinde kadın ve çocukların bulunduğu yığınlara ateş açılması, “Kara Pazar” olarak anılan bu katliam çarın sonu oldu.

  1. Nikola sadece ezilen sınıfların durumlarını kötüleştirmekle kalmamış, kurduğu baskı rejimi burjuvazinin yanı sıra aristokrat sınıfın liberal eğilimli kesimini de muhalefetin yanına çekmişti ve bir kesim liberal sosyalist hareketle işbirliği yaparak meşruti rejime geçmenin önkoşulu yaratılmıştı. Egemen sınıfların da gözünden düşen Çar, 1905 yılında tabandan gelen ‘’Ekim genel grevinde dayanaksız kalarak Duma’yı göreve çağırmak zorunda kaldı ama eski düzene geçmek için elinden geleni yaptı. Japonya ile savaşın bitirilmesi, Fransa’dan alınan borçla ekonomik krizin bertaraf edilmesiyle ortaya çıkan güven ortamında 1905 yılı sonlarına doğru devrimci basını yasakladı, devrimci örgütlerin faaliyetlerini kısıtlamaya çalıştı ve toplu tutuklamalara başladı ama Duma’ya dokunmaya cesaret edemedi. Duma ona tehlike yaratacak durumda da değildi. 1905 öncesinde illegal faaliyet gösteren iki parti vardı: Sosyal Demokrat Parti ve Sosyalist Devrimciler. Ekim Bildirgesi’nden sonra monarşistlerin ‘Rus Halkının Birliği Partisi’, monarşiyi koruyan ancak sınırlamalar getiren aydınların partisi “Anayasal Demokrat Parti” (Kadet), daha az gericilerin partisi ise “Oktobrist Parti”idi.

1905 ile Çarlık’ı alaşağı edecek Ekim Devrimi arasında gericilik her yere hâkim oldu. 1914’de başlayan I. Dünya Savaşı’nda Rusya’nın yenilmesi, Çar II. Nikola’nın saltanatına son verdi. Ve bundan sonra Bolşevikler iktidarı aldı. Ve devasa imparatorluğun yıkıntıları üzerinde dünyada ilk kez sosyalist bir devlet, SSCB yükseldi.

1905 yılı

Lenin’in yazılarında sürekli belirttiği halk devrimi 1905’te St. Petersburg’da patlak verdi. Çarın askerleri Kanlı Pazar diye anılan sessiz yürüyüş yapan işçilerin üzerine ateş açtı ve bu olay ülkede iki yıl süren devrimci kalkışmanın başlangıcı oldu. Bu sırada Cenevre’de bulunan Lenin emperyalist çağda oluşan ilk burjuva demokratik devrimi olan 1905 ayaklanmasının özünü araştırıyor, Bolşevik strateji ve taktiklerinin tanımını yaptıktan sonra Menşevik oportünizmine saldırıyor, çarlıkla anlaşma olanakları arayan burjuva liberalizmini deşifre ediyor, Sosyalist Devrimcilerin eylemlerindeki serüvenciliğe ve ideolojik tutarsızlıklarını gösteriyordu. Londra’da toplanan partinin 3. Kongresinde ve kısa süre sonra yazdığı “Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği” kitabında yazdığı gibi Bolşeviklerin devrimin gelişmesinde izlemesi gerektiği yolu gösteriyordu. Marks’ın “dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir” saptamasıyla Marks’a akıl danışıyordu. Marksist devrim kuramını geliştirerek şu önemli sonucu çıkardı: toplumsal gelişme sürecinde işçi sınıfı, sayısal gücünün çok üstünde bir güce sahiptir. Devrimlerde proletaryanın öncülüğü üzerinde durarak, demokratik ve sosyalist devrimler arasındaki ilişkiyi tanımladı. Emekle sermaye arasındaki karşıtlığın en uzlaşmaz noktasına varmasıyla belirlenen emperyalizm altında, burjuvazi gerici akımlarla birleşince, ancak işçi sınıfı demokrasi mücadelesini tutarlı bir biçimde yürütebilir, devrimi zafere ulaştırdıktan sonra da sosyalist devrime dönüşecek biçimde gelişmesini sağlayacak potansiyele sahiptir. Bu aşamada proletaryanın en yakın müttefiki toprak ağalığını ve feodal kalıntıların tümünü kaldırmak isteyen köylüdür. Burjuvazinin iktidara yanaşması değil, işçi ve köylü diktatörlüğünün, devrimci demokratik otoritenin kurumlaşmasıyla demokratik devrimin tam zafere ulaşması için gereken koşulları yaratır ve hemen sosyalizme geçiş için zemini hazırlar. Lenin, bu devrim sırasında kurulmuş olan işçi, asker ve köylü Sovyetlerini gerçek halk iktidarının çekirdekleri olarak tanımlar. 1917 Ekim Devrimi’nde “Tüm iktidar Sovyetlere” haykırışı tesadüf değildir.

Bu devrim günlerinde Lenin, Sol Cephe düşüncesini ortaya attı: Başarılması gereken kendi sözleriyle “Gerçek devrimci güçlerin, halen devrimci yöntemlerle çalışan tüm güçlerin birleştirilmesi”ydi. Ve Sovyetlerde yalnız işçilerin değil, denizcilerin, askerlerin, köylülerin, devrimci burjuva aydınların, memurların kısaca emekçi kitlelerin daha iyi bir yaşam sürmesi için demokratik mücadeleye hazır olan halkın her kesiminin de temsil edilmesi gerektiğini söylüyordu.

Lenin, proletaryanın ve proletarya partisinin, gençliği işçi sınıfı öncülüğünde yürütülen devrimci hareket içine çekmek için gösterilen çabalara büyük önem veriyordu. “Devrimci Gençliğe Düşen Görevler, Öğrenci Hareketleri ve Bugünkü Politik Durum” yazılarında komünistlere çağrılar yaparak ancak işçi sınıfı önderliğinde, öğrenci hareketleri tutarlılık kazanabilir. 1905 Devrimi sırasında Lenin ülke çapında özgün koşullar altında, silahlı bir halk ayaklanmasının çarı devirebileceğini, çarlığın bürokratik aygıtı polisi ezebileceğini ileri sürüyordu. Politik kitle grevleri, politik gösteriler gibi mücadele biçimlerinin gerekliliğine işaret ederken, grevle silahlı ayaklanma arasındaki ilişkiyi analiz ediyordu.

Menşevikler ise Batı Avrupa burjuva devrimlerinde olduğu gibi devrime burjuvazinin öncülük edeceğine ve burjuvazinin zaferiyle sonuçlanacağına inanıyorlardı. Köylülerin devrimci rolünü kabule yanaşmıyorlar, proletaryanın egemenliği düşüncesini itiyorlar, silahlı ayaklanmaya karşıydılar ve bunun burjuvaziyi devrimci eylemin dışında bırakacağını iddia ediyorlardı.

Silahlanma yarışı

  1. Dünya Savaşı’na giden silahlanma yarışı, Rusya’da silahlı kuvvetlerin derhal güçlenmesini gerektiriyordu. Hükümet, sanayiye yapılan yatırımı artırmak yerine, Rusya bu silahları henüz üretemediği için dışarıdan doğrudan silah alımları için giderek artan bir oranda dış kredi kullanmak zorunda kaldı.

Rusya’daki köylüler hükümetin “ülkeyi geliştirmeye” başladığını düşünmüyordu ve toprağa açtılar. Üstelik Rusya’da kırsal nüfus 1861 ve 1914 yılları arasında iki katına çıkmıştı. Yine de, ulusal sanayi yatırımları için vergilerdeki sürekli artışa katlanmak zorunda kaldılar. Kötü geçen yıllarda ailelerinin açlıktan ölmek zorunda kaldığı anlamına gelse de köylüler tahıllarını satmak zorunda kaldılar. Tahıl dünya pazarına gönderildi ve 1913 yılında Rusya dünyanın en büyük tahıl ihracatçısı oldu. ‘Güçlü’ köylüler bile nadiren çiftliklerini modernize etmeyi başarabildi, çünkü diğer engellerin yanı sıra yüksek gümrük tarife nedeniyle tarım makineleri çok pahalıydı.

Kırsal kesimdeki yüksek nüfus baskısı yeni sanayi işçilerini ortaya çıkarıyordu, ancak kentleşmenin kapsamı köylünün toprak eksikliğini telafi edemeyecek kadar küçüktü. Asillerin mülkleri kamulaştırılsa bile, bu sorunun tam olarak çözülebileceği söylenemezdi. Şehirleri ve sanayi bölgelerini arayan köylüler işçiye dönüşmeye başlamış ama vasıfsız işçiler olarak; çok yetersiz geçim kaynakları ile bir aileyi bile geçindirmekten yoksundular. 

Rusya’da hızlı sanayileşmenin nedeni sadece devletin aktif rolü ve kaynakların sıkı bir şekilde tahsis edilmesi değil, aynı zamanda sanayileşmenin bu kadar geç başlamasıydı. Rusya, üretici güçleri ve örgütlenme biçimlerinin gelişiminin -Avrupa’da uzun yıllar almasına rağmen- erken aşamalarını atlamış ve Batı sanayisini mümkün olan en modern biçimiyle aktarabilmiştir. Bu da, daha en başından nispeten az ama büyük birimlerde yüksek bir tempoyla mekanize üretime izin veren “az gelişmişlik ayrıcalığı”nı kullanmasıydı.

Birkaç on yıl içinde, Rusya dünyanın en büyük beşinci endüstriyel gücü statüsüne ulaşabilir. Ancak bu koşullar, işçi sınıfının bileşimini ve karakterini de etkilemeliydi. İşçilerin çoğu doğrudan topraktan fabrikalara akan köylülerdi.  Yalnızca eski sanayi bölgelerinde ikinci kuşak işçiler önemli bir grup oluşturdu. Proletarya İngiltere’de olduğu gibi yüzyıllar boyunca yavaş yavaş değil, tüm eski bağlarını koparıp, tamamen yeni ve yabancı bir ortama girişi gerektiren hızlı bir sıçrayışla büyüdü.

İşçilerin köksüzlüğü, radikalleşmelerine son derece uygundu. Hala nüfusun %80’ini oluşturan köylülere rağmen 1917’de sanayi işçilerinin sayısı yaklaşık 3.5 milyondu, bu önemsiz görünebilirdi. Ancak Moskova ve Petrograd gibi büyük sanayi merkezlerinde ve siyasi başkentlerde toplandıklarını düşündüğümüzde önemi daha büyüktü. Tarım toplumundaki bu “adacıklarda” sanayinin yoğunlaşması ve bir yığın işçinin tek bir çatı altında toplanması, az gelişmişlik ayrıcalığının bir sonucuydu. Kapitalistlere, yerleşik formlara bağlanmadıkları için organizasyon ve teknolojideki en son yenilikleri ithal edebilme avantajını vermişti. Ama aynı zamanda, Rus işçi sınıfını da en devrimci biçimiyle sosyalizme açık hale getirdi.

İlk uyarı hükümete 1905 devrimi tarafından verilmişti ki burjuvazi aksak bir halde hayatta kalmıştır. Bunu izleyen yıllarda tüm işçi ayaklanmalarının acımasız bastırılması, 1912’de Sibirya’daki Lena Nehri’nde altın madencileri katliamında zirveye ulaştı. Bu yeni grev hareketi Bolşevikler için ilerlemeyi tetikledi. Aynı yıl Duma seçimlerinde Bolşevikler 9 işçi bölgesinin 6’sında birinci oldular ve 1914’te St. Petersburg ve Moskova’daki sendikaların çoğunu kontrol edebildiler. Temmuz ayında genel grev ilan edildi. Barikatlar kuruldu ve polisle kanlı çatışmalar yaşandı. Ancak Rusya I. Dünya Savaşına katıldığında Petrograd ayaklanması yenilgiye uğratıldı.

Savaş ve devrim

Hükümet, savaşın Rusya’daki devrimi önleyeceğini veya ilerleteceği sorununu tartışmıştı. Çar’a çelişkili tavsiyeler verildi ama savaşın her iki yönde de işlediği ortaya çıktı. İşçiler ilk başta anavatan sevgisine kapılarak barikatlardaki yaşamı “çar için yaşamla” değiştirmişlerdi. Ancak savaş uzadı ve ilk zaferlerin yerini uzun bir yenilgi serisi aldı. Savaşın yarattığı ekonomik çöküş, yeni huzursuzlukları körükledi. Savaş üretimine geçiş, iç pazar için üretimde keskin bir düşüşe yol açtı, çünkü savaş endüstrisi tüm mali kaynakları, metalleri, kömürü ve emeği emdi. 1916’da kritik bir noktaya yaklaşmaya başlayan şehirlerdeki gıda kıtlığının nedeni, üretimin bu yeniden yapılanmasına bağlıydı.

Elbette, seferberliğin milyonlarca köylüyü insansız ve atsız bırakması, tarımsal üretim için talihsiz sonuçlar doğurdu, ancak pazarın çökmek üzere olması da kendi kaderiydi. Hükümet, savaşın ihtiyaçlarına göre tüm endüstriyel üretimi kontrol etmeye başladıkça, köylülere sermaye ve tüketim malları sunması gittikçe azaldı, paranın değeri gittikçe düştü. Çiftçiler, karşılığını hâlâ almadıkları halde pazara tahıl göndermeyi de anlamsız buldular. Petrograd’da gıda fiyatları şaşırtıcı yükseklere ulaştı. İşçilerin eşleri yiyecek bulmak için her gün birkaç saat sırada beklemek zorunda kalırken kendiliğinden ayaklanmalar oldu. Fabrikalarda kömürün olmaması nedeniyle işçiler soğukta ve rutubetli havada durmak zorunda kalmış ve orduya verilen siparişleri tamamlamak için zorunlu fazla mesai ile çalışma temposu artmıştı. Savaşın üçüncü kışında başkentteki koşullar böyleydi ve bir polis raporu “sanayi işçileri kitlelerinin en vahşi kıtlık ayaklanmalarına çıkmaya hazır olduğunu” belirtiyordu.

Yine de Şubat 1917 devrimi bir sürpriz oldu. Sosyal Devrimci liderlerden biri, “Devrim bizim için büyük ve hoş bir sürpriz oldu” derken bir Menşevik, “Büyük ayaklanmaya hiçbir parti hazırlanmadı” diyordu. Beş gün içinde hükümeti ve çarı deviren grev hareketine katılan bir Bolşevik, “Hiç kimse bu kadar acil bir devrim olasılığını düşünmedi” demişti. Şubat Devrimi kendiliğinden oldu. Hiç kimse bunu gerçekten planlamamıştı.

Şubat Devrimi’ni tetikleyen, 8 Mart’taki Dünya Kadınlar Günü’nün kutlanmasıydı. Fabrikalardaki konuşmaları dinledikten sonra çalışan kadınlar, Petrograd’ın en büyük işçi bölgesi olan Vyborg semtinin sokaklarına akın etti. Burada binlerce Putil hukuk çalışanı da onlara katıldı.

Güçlü gösteri diğer işçileri cesaretlendirdi ve ertesi gün göstericiler iki katına çıktı. Üçüncü gün genel grev başladı. Ertesi gün göstericilere ateş açıldı ve 150 kişi hayatını kaybetti. Petrograd garnizonundaki bir isyan girişimi önlendi ve hükümet iktidarını korudu. Başbakan Golitsyn daha sonra küstahça Duma’nın feshedilmesini emretti. Ama Rusya, Fransa ve İngiltere’nin yanında I. Dünya Savaşı’na girmesiyle birlikte ağır yenilgiler aldı, binlerce asker kaçtı, ordu dağıldı. Savaş gerilimleri artırırken, devrim yeniden patlak verdi.

Rusya’nın I.Dünya Savaşı’na girmesiyle birlikte gelişme durdu. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın yanında Almanya ve Avusturya-Macaristan’a karşı savaştı. Yetersiz donanıma sahip Rus ordusu savaş sırasında ağır yenilgiler aldı, binlerce asker kaçtı ve ordu dağıldı. Savaş, iç cephede ekonomik krize yol açtı ve gıda tedarik ve ulaşım sistemi tamamen çökerek sosyal gerilimleri artırdı. Savaş, Rus toplumunun zayıflıklarını acımasızca açığa çıkardı ve 1917’de devrim yeniden patlak verdi. Bu kez Rus Çarlık rejimi hayatta kalamadı. 1886’da üniversite yıllarında devrimci bir eylemde tutuklanan Lenin’e polis şöyle demişti: “Boşuna isyana kalkışıyorsun, oğlum! Görmüyor musun önünde koca bir duvar var!” Lenin’in yanıtı şu olmuştu: “Evet ama duvar çürümüş. Şöyle sıkı bir omuz verdin mi baştan aşağı yıkılacak!”

Ve sonunda Lenin’in dediği gibi duvar yıkıldı!

Bir yanıt yazın