Haber / Yorum / Bildiri

İşçi Sınıfının Öğretmeni Lenin ve Ekim Devrimi’nin İzindeyiz ! (I. Bölüm)

BİZ komünistlere göre; soyut bir ahlaki ilkeden yola çıkarak değil, ilk kez işçi ve köylü geniş kitlelerin iktidarı ele geçirerek, onu elinde tutması ve toplumu daha yüksek bir aşamaya dönüştürmesiyle, Ekim Devrimi, insanlık tarihindeki en muhteşem bir olaydır. 

Bolşeviklerin iktidarı alması Ekim 1917’den çok önce başlayan ve ancak 1920 sonbaharında Güney Rusya’dan gelen son “beyaz” güçlerin devrilmesiyle tamamlanan uzun bir süreçtir. Lenin’de belirttiği gibi emperyalist dönemde “proletaryanın araçlarıyla kazanılan” 1905 burjuva devrimi 1917’de yine proletaryanın yarım bıraktığı işi tamamlayarak dünyanın ilk sosyalist ülkesi Sovyetler Birliğini yaratacaktı. 

Burjuvazinin zayıflığı nedeniyle proletaryanın öncülük ettiği 1905 burjuva devrimi 1917 Ekim Devrimi’nin de kaderini elinde tutmuştu. Yine burjuvazinin yokluğu nedeniyle 1908’de, Rusya’da Batıyı görmüş ve ülkesinin geri kalmışlığı nedeniyle çarın yetkilerini kısıtlamayı hedefleyen “Dekabristler”in kalkışmasına benzeyen Osmanlı Devleti’nde devrim yapan Avrupa’da eğitim görmüş Batı zihniyetli subaylar ve memurlar 1923’ün de kaderini elinde tutarak yine askerlerle, ittihatçı bir subay olan Mustafa Kemal öncülüğünde yukarıdan tekçi, inkârcı, Türkçü, adı laik kendi fanatik Sünni İslam’la, ikili eğitimiyle Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı Devleti gibi merkezin güçlü olduğu bir devlet olarak devamını sağlayacaklardı.

Hala bağımsız burjuvazinin yokluğu, proletaryanın silahtan yoksun oluşu iplerin değişen kukla iktidarlara rağmen gücün devlet aygıtında, şimdilerde tek adamda toplanması rejimin burjuva karakterini değil, devletin otokratik yönünü göstermektedir.

Batıda burjuvazinin ve proletaryanın öncülüğünde gerçekleşen burjuva devrimlerinin aksine Türkiye’de işçi ve köylüler iktidara gelmemiş, demokrasi kurumlaşmamış, özgürlükler yeşermemiş tam aksine her on yıllarda bir burjuvazinin doğumu, palazlanması için ebelik yapılmıştır. Türkiye’de hala girişimci, devletten bağımsız burjuva yoktur. Kendini devletten ayırmamış, işçi ve emekçi sınıfın birikmiş değerlerini yağmalayan, Batı’nın ürettiği yarı mamul malları çatıştırıp sanayi ithalinde 102. sırayı alan “zenginler” vardır.

Kapitalist gelişme yolunu seçen devletin kurucularıyla, Türkiye kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasından dolayı gelişmiş ülkelerin laboratuarına dönen ülkenin ekonomik gelişimi, kalkınması için değil dünya kapitalizminin ihtiyaçlarına göre kapitalizme eklemlenmiştir. Osmanlı’da adı Düyun-u Umumiye olan kurumun adı bugün “Yap, işlet, çalıştır”a dönmüştür. Yine az gelişmişlik kıskacında, yine Osmanlı gibi emperyal hayaller peşinde, 1908 öncesi gibi “yedi düvele kafa tutan” zihniyet, 1923’te emperyalistlerle birlikte kurguladıkları ama halklar cehennemine dönen ülkeyle hızla çöküşe gitmektedir. Bu nedenle Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi yol göstermeye, yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Ekim Devrimi’nden çıkarılacak dersler, önümüzde duran acil görevlerin de bilince çıkmasına ışık tutacaktır.

Az gelişmişliğin dezavantajları

Marksizm’in kurucuları, ilk sosyalist devrimin Rusya’da gerçekleşeceğini öngörmemişlerdi. Devrimi, kapitalizmin en yüksek seviyeye ulaştığı yerde, yani Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde bekliyorlardı.

1917’den önce Rusya durgun bir toplum değildi ve 1917’den önceki yıllarda devletin önderliğinde büyük ölçekli sanayileşme başlamıştır. Sadece 1900 ve 1913 yılları arasında kişi başına düşen sanayi üretimi neredeyse %50 oranında artmıştır. Sanayide ve işçi sayısında bu kadar büyüme olmasaydı Ekim Devrimi mümkün olamazdı. Fransız Devrimi’nde olduğu gibi, kötü bir yönetim için en tehlikeli an, gelişmeye başladığında ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Rusya’da devrim Lenin’in öncülüğünde onu yıkma kararlılığı ile gerçekleşmiştir.

Rus Devleti, Asya ve Avrupa kıtaları arasında ve bu kültürler arasında sıkışmış, Hıristiyanlığın Bizans tarafını seçmesiyle Rusları Katolik Batıdan kültürel, ekonomik ve siyasal farklılaşmasıyla Ortaçağ’da farklı sosyoekonomik süreçlere gebe bırakmıştır. Ancak Bizans’ın gerilemesiyle Batı ile ilişkilerini güçlendiren Rusya, Moğol-Tatar istilalarıyla Doğu’nun etkisine girerek, Avrupa ile bağlantısı kesilir, daha sonra ülkenin tarihine damga vuracak, kiliseyi de Avrupa’dan farklı olarak kendisine tabi kılmasıyla mutlak güce ve teröre dayalı Rusya’ya özgü karakteristik feodal düzenle; “Asyatik Despotizm”in, gericiliğin kalesi durumuna getirmiştir.

1633-1654 yılları arasında yaşamış olan “Korkunç İvan”ile aristokrat sınıf Boyarlar’ın bölgelerinde iktidarı tehdit edecek konuma gelmemeleri, güçlü siyasal kimlik kazanmamaları için, güçleri kırılarak Çarın hizmetine sokulmasıyla kentlerin yönetimi Avrupa’da olduğu gibi özerk yönetimlerin oluşamadığı komünler yerine prensler tarafından yürütüldü. Kilise de dinsel düşünüş sisteminde, ibadetlerde -Osmanlının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kur’an dili Arapçada ısrar etmesi gibi-Slav dilini kullandı ama çok az sayıda Hıristiyan metinleri, Latin metinleri ve antik felsefe Slav diline çevrilmedi, Ruslar bu metinlere yabancı kaldı. Kilise her zaman devletle işbirliği yaptı ama Çar kilisenin Avrupa’da olduğu gibi iktidara karşı yaptırım gücünü elinden alarak devletin önüne geçirmedi.

Ülkede ilk geniş ölçekli Batılılaşma 1689-1725 arasında başlatan, aynı zamanda otokratik Rus geleneğinin de kurucusu olan I. Petro döneminde Batı Avrupa’nın daha gelişmiş ülkelerinin etkisi altında alındı, ancak Rusya’nın ‘Avrupalılaşması’ Osmanlı Devleti ya da Türkiye Cumhuriyeti gibi onları taklide dönüşmedi. Bu, Rusya’nın Avrupa’daki endüstriyel kalkınmaya eşlik eden toplumsal gelişmeyi tekrarlamadan Batı sanayiciliğinin meyvelerini elde etme girişimiydi. Batılılaşma çabalarında Çar, dinsel havası olan Moskova’nın etkisini yıkarak, St. Petersburg’da bataklıkları kurutarak, Avrupa’dan getirdiği mimar ve mühendislerle 10 yıl içinde 35.000 bina inşa ettirerek Avrupa’nın metropolü haline getirdi. Kendisinin de inşaatlarda ve gemilerde en alt rütbede çalıştığı rivayet edilen Petro, üç yıl içinde yüz binlerce işçiyi şehrin inşasında Doğulu despot yöntemlerle sakat bıraktı ve ölümlerine neden oldu. Rus toplumunun diğerlerinden üstün olduğuna inanıyor ve Batı ülkelerini taklit etmek istemiyordu. I. Petro’nun diğer önemli reformlarından biri de patrikliği kaldırarak, kiliseyi propaganda aracı olarak kullanmış, kilisenin eğitim üzerindeki etkisinden yararlanarak, her bir Rus vatandaşının hükümdara mutlak itaatini sağlamak ve kilisenin eğitim kurumlarını laik kullanıma açmaya çalışmıştır.

Rusya’da sanayileşme Batı’dan gelen askeri ve teknolojik baskının bir sonucuydu. Petro’nun modern Rusya yaratma atılımları, feodal düzeni kökten etkileyecek sonuçlar doğurmasa da, çok büyük emek sömürüsüyle halkın refahını düşürmüş, ölüm oranlarını yükseltmiş ama Rus Çarlığı Avrupa uygarlığının bir parçası olmuştur. “Deli” Petro’nun önderliğinde Rusya’da Batılılaşma, modernleşme yönetici sınıfın kontrolünde olmuştur.

Petro’nun saltanatında altı çizilmesi gereken diğer bir unsurda ticari sermayenin geliştirilmesi çabasıyla burjuva sınıfına verilen tam destekti. Açık denizlere ulaşmak amacıyla verilen destekle Rusya Asya’dan Avrupa’ya giden ticari yolların önemli bir kısmını ele geçirdi. Para ekonomisiyle birlikte, Batı Avrupa tarzı bürokrasi de Petro zamanına rastlar ve Rusya’nın ilk bürokratik kurumu Duma’nın (Çar Konseyi) yerini alan senatodur. Duma, Moskovalı gözde varsıllar kurulu iken Senato Petro tarafından atanan soy ya da toplumsal pozisyona bakılmaksızın burjuva karakteri taşıyan memurlardan oluşuyordu. Petro 1698 yılının Ekim ayında başarısızlığa uğrayan bir ayaklanma sonucu 700 insanı idam ettirmiştir. Petro öldükten sonra aristokratlar, oluşturdukları Yüksek Özel Kurul’a önemli yetkiler vererek Çarın otoritesini sınırlamayı başarsalar da bu durum çok uzun sürmemiştir. Aristokrasi geniş imtiyazlara sahip olmasına, yerel yönetimlere ortak olmasına rağmen devlet yönetiminde güç yaratma şansına sahip olmamışlardır.

Rusya’da hâkim sınıf olarak köylüler ülkenin kanayan yarasıydı. 20.yüzyılın başlarında bile Rus köylüsünün toplam nüfusa oranı %80’di.  17. ve 18. Yüzyılda tüm sistemi yerle bir etme potansiyeli taşıyan isyanlar; doğrudan kır ve kent aristokrasisi ve işbirlikçi idarecilere yönelmiştir. Devlet, din adamları ve muhafazakâr unsurları yanına çekerek köylülere boyun eğdirmiş, bundan sonra büyük isyanları imkânsız hale getirmiştir.

Rusya’da burjuvazinin ortaya çıkması ülke tarihinin erken dönemlerine tüccar olarak girdiyse de özellikle IV. İvan döneminde nüfuzu oldukça güçlüydü ve sınıfsal bir konumları vardı. Büyük Petro’da sıcak savaşlara yaptığı savaşlarda burjuvazinin çıkarlarını gözetmiş, burjuvazi rejimin mali aygıtı işlevini görmüştür. Batı Avrupa’da burjuvazi girişimci olarak gelişirken devlet desteğinden yararlanmış, fakat 18. yüzyılda kendisini mutlakıyetçi rejimden ayırabilmiştir. Rusya’da daha çok memur ve serbest meslek sahipleri olarak gelişen burjuvazinin otokrasi ile kurduğu ittifak 20. yüzyılın başına dek sürmüştür. Rusya’da kentlerin Avrupa’nın aksine idari ve askeri üsler olarak öne çıkmasıyla burjuva sınıfının toplumda belirleyici bir unsur olarak gelişmesini de engellemiştir.

19.yüzyıl Rusya’yı da etkileyen Fransa’da monarşinin yıkılmasına neden olan devrimle başladı. Napolyon’un 1804’de kendisini imparator ilan etmesi ve buna karşı oluşturulan bloğa Rusya’da katıldı. Napolyon’u yenen Rusya Avrupa’da prestijini güçlendirmiş, 1815 yılında Çar Aleksandr’ın önerisiyle Viyana Kongresi’nde Avusturya ve Prusya arasında “Kutsal İttifak” kuruldu. İncilin emirlerine göre davranmayı, birbirlerine yardım etmeyi taahattüt eden ittifak kuruldu ve Rusya Polonya’yı da krallığına katarak bu ittifaka kattı ve Batı ile özellikle Almanya ile ilişkilerini artırdı.

Ayaklanmalar

Fransız Devrimi’nin özgürlük ve adalet fikirlerinden esinlenerek ilk kez otokratik, despotik rejimi hedef alan, serfliğe karşı durarak askeri bir darbeyle anayasal bir rejim kurulmasını öngören bir programa sahip olan ilk devrim hareketi 1825 yılında 30 subay ve 3 bin askerin ayaklanmasıyla, tarihe Batıda eğitim almış aristokrat gençlerin başı çektiği ”Dekabristler” olarak geçen ve ezilen sınıflardan çok ayrıcalıklı kimselerden destek bulan ama sonunda bastırılan harekettir. 1812 Napolyon savaşları sırasında ülkelerinin Batıdan ne kadar geri olduğunun, adaletsiz ve kölelik koşullarında cehalet ve yoksulluk içinde kıvranan halkların ayrımına varan aristokratlar ve subaylar hareketin etkin kanadını oluşturdular. Ayaklanma hızla bastırıldı. St. Petersburg’da “Rus Şövalyeleri Tarikatı”, “Kamu Yararı Birliği” ve “Kurtuluş Birliği” gibi gizli örgütler kurdular. Rusya tarihinin en karanlık dönemlerinden birini kaplayan I. Nikola ise buna karşın 3. Bölüm adı verilen her yere sızabilen bir polis örgütüyle birlikte kurduğu özel jandarma birimi de bu paramiliter örgüt yürütme kolu işlevini görmüştür. Batıdan gelen fikirleri de yıkıcı bularak Rus tarihinde görülmemiş sansür uygulamasına giderek geniş muhbirler ağıyla desteklemiştir. “Ortodoksluk, otokrasi ve ulus” rejimin temel karakterini oluştururken ulusal şovenizm, Ortodoks inançla desteklenirken monarşiye kendini adama duygusuyla pekiştirilmiştir. Çar kendi ülkesiyle de yetinmeyip gericiliğiyle Macaristan’da patlak veren liberal hareketlere karşı Avrupa’nın polisliği rolüne de soyundu, Avusturya ve Prusya’ya tam destek oldu.

İngiltere’de Endüstri Devriminin başlamış olduğu, Batı Avrupa ve Amerika ekonomilerinin atak yaparak sanayileşme ve demiryolu inşalarının yoğunlaştığı dönemde I. Nikola serfliğin kaldırılması gibi reformcu önerilere sırtını dönmüş korkakça davranmıştır. İlkel ekonomik bir temelde güçlü bir savunmanın sürdürülme ihtiyacı Rusya’ya özel bir güç vermişti. Sürekli askeri modernleşmenin gerçekleştirilebilmesi için, ülkenin doğal, ekonomik kalkınmasını engelleyen ve batı tarzı ticari ve endüstriyel burjuvazinin ortaya çıkmasına engel olmasıyla birlikte nüfusa aşırı yükler getiriyordu. Rus çarı, sanayileşmenin geleneklere bağlı köylü toplumunu çözeceğinden ve otokrasinin konumunu zayıflatacağından da korkuyordu. Sanayinin gelişmesinin toplumsal değişime ve siyasi huzursuzluğa neden olduğunu Batı’da izlemişti. Ekonomik gelişmenin burjuvazi ve proletarya gibi sınıfları ortaya çıkardığını ve bu modern sınıfların iktidarla hesaplaştığını çok iyi biliyordu. Ancak büyüklüğü nedeniyle de, Rusya’nın endüstriyel kalkınma yoluyla, uluslararası alanda güç olma isteği de yatıyordu.

Serflik kaldırılıyor ve köylüler proleterleşiyor

1815 Viyana Kongresi ile başlayan diplomasi geleneğini bozan Rusya Avrupa’nın hasta adamı Osmanlı Devleti’ne saldırmasıyla dengeyi bozan İngiltere ve Fransa Rusya’nın karşısında Osmanlı Devleti’ne yardım etti. Kırım Savaşı’nın yenilgisi (1854-55), Rusya’nın ekonomik ve askeri olarak tüm dünyaya zayıflığını gösterdi ve Nikola’dan sonra iktidara gelen II. Aleksandr kırsal kesimdeki huzursuzluğu ve aydınlardaki büyüyen muhalefeti ve ekonomik istikrarsızlığı görerek taşradaki toprak sahiplerinin zarar görmeyeceği biçimde 1861’de derhal serfliğin kaldırılması gibi reform programını hayata koymak gibi bir zorunlulukla karşı karşıya kaldı.

Serfliğin kaldırılması köylülerin isyanı sonrası olmadı, ama serfliğin varlığı Rusya’nın kapitalist düzene geçmesi için bir engeldi. Köy halkı toprağa bağlı kaldığı sürece sanayinin ihtiyaç duyduğu işçileri bulmak imkânsızdı. Zaten, ülkenin sanayileşme hızını artırmak ve dış yatırımı çekebilmek için köylülerin paylarına düşen toprakların yetersizliği, artan aşırı vergiler ve arazilere çok yüksek tazminat bedelleri biçilmesiyle köylülerin yaşam standardı düştü ve kentlere göç hızlandı. Köylüler haklarını almış ama aşırı ödeme yükümlülükleriyle yeni bir boyunduruk altına girmişlerdi, akın akın şehirlere göç etmekten başka çareleri kalmamıştı. Emek sömürüsüyle kârlarını artıran küçük toprak beyleri için de serflerini kaybetmek aleyhlerine sonuçlar üretti. Bu reformlardan en çok aristokrat sınıf kârlı çıkmıştı. Çarlığın aristokratları otokrasinin temel toplumsal sınıfı olarak görmesine, onlarla kader birliği yapmasına rağmen, kapitalist temelde mülklerini işletemeyen birçok aristokrat mülklerini sattı, pazar ekonomisinde bocaladılar ama otokrasiye karşı genel bir muhalefet oluşturmadılar.

Rusya sanayi temellerini bu dönemde attı. Napolyon’un uyguladığı “Kıta Bloku” politikası sonucu dış dünyadan izole olan Rusya’da iç pazarın ihtiyacını karşılamak üzere tekstil fabrikaları kuruldu. Sınaî sermaye önceli olan ticari sermayeye oranla iktidarla yoğun bir bağımlılık ilişkisi kurdu. Sanayileşme Çarlığın prestijine ve askeri amaçlara hizmet edecek şekilde yukarıdan biçimlendirildi. Bugün Türkiye’de olduğu gibi sanayi burjuvası uygun vergi yükümlülükleri ve dış rekabeti önleyici korumacı tarifelerle devlet tarafından sıkıca desteklendi. Fabrikalarda çalışan işçiler, gelirlerinin bir kısmını toprak beylerine ödediği için işçi aylıkları yüksekti. Serf sahipleri de köylülerin nafakasını en aza indirerek iç piyasanın gelişmesini engellediler. Bu nedenle serfliğin kaldırılması burjuvazinin gelişmesi içindi. Buna rağmen iktidarın sanayi desteğinde tutarlı politika izlememesinden dolayı çok büyük bir sınaî kalkınma gözlenmedi. Çar yine de Kırım Savaşı’nın yaraları sarılır sarılmaz İç Asya’yı ele geçirmek için seferler düzenlendi ve hem ticari hem de sınai sanayinin çıkarlarını gözetti. Otokrasi ve sanayiciler arasında çok sıkı bir ittifak söz konusuydu. Otokrasi de sınai kalkınma olmaksızın büyük devlet olarak kalmanın imkansızlığını fark etmişti. Yabancı sermayenin yerli sermaye birikimini hızlandıracağından hareketle dışarıdan krediler bulunmasına öncelik verildi. 1897’de parada altına geçilmesi dış kaynakların ülkeye akışını kolaylaştırdı. Trans Sibirya ile Uzak Doğu ile ekonomik bağları güçlendirmek ve pazar ağlarını genişletmek için demiryolu inşa ağlarının genişletildi. Rusya-Çin ilişkilerinin güçlendirilmesi İngiltere’nin Çin pazarından uzaklaştırılması, 1871’den itibaren emperyalist yayılmacılığa Rusya’nın da katılmasını öngörüyordu.1905 yılına gelindiğinde toplam demiryolu ağı 40.000 mili bulmuştu.

Rus sanayileşmesinde görülen diğer bir özellikte devletin sanayi yatırımlarına katılımıydı. Sadece sanayileşme sürecini kontrol etmekle kalmıyor, hiçbir ülkede görülmeyen ulusal ekonomiye nüfuz ediyordu. 1899’da devlet tüm metalürji üretiminin hemen hemen üçte ikisinin alıcısı durumundaydı. Demiryollarının %70’ini devlet işletiyordu. Devletin bu yoğun katılımı özel teşebbüsçüleri St. Petersburglu otoritelerin eline bırakıyordu ki burjuvazinin bu pasif tutumundan dolayı 19. Yüzyıl boyunca liberal hareket burjuvazi tarafından değil, girişimci karaktere sahip zemstvo ve dekabrist örneğinde olduğu gibi aristokratlar tarafından yürütülmüştür. 1870’lerden itibaren proletarya siyasal olarak örgütlenmeye başlamıştı, ama otokrasi ile açık biçimde çatışmaya girmemeye gayret eden burjuvazi ise ilk siyasal partisini 1905 devriminden sonra kuracaktı. Burjuvazinin Batıdakinin aksine bu denli devlete bağımlı olması Rus kapitalizmini ve özgürleşmeyi engelleyen en önemli unsurlardan biri oldu. Batıdaki orta sınıfların yararlandığı özgürlük onları dinamik ve öncü konuma getirirken Rusya’da böyle gelişmedi. Rus burjuvazisi hiçbir zaman yozlaşmış, çürümüş otokrasinin yapılarını alt üst edecek kadar radikal ve bağımsız hak arama mücadelesine girişmedi. Ancak 20. Yüzyılda anayasal bir yönetimin ne denli kendi çıkarlarına olacağını sezmeye başlayınca muhalif hareketlerle bütünleşmeye başladılar, hatta devrimci örgütleri materyal anlamında destekleyecek kadar ileri gittiler.

İşçi sınıfı tarih sahnesine çıkıyor

İşçi sınıfının sınıfsal karakter kazanması serfliğin kaldırılmasından sonra olmuştur. İşçiler serflik kaldırılmadan önce fabrikadaki kazançlarının bir kısmını beylere ödediği için ekonomik ve hukuki olarak bağlarını köyden koparmamışlardı. Serfliğin kaldırılmasıyla oldukça düşük hayat standartlarında yaşamını sürdürdü. Sanayileşmenin ilk evrelerinde işçiler 12-14 saat çalışıyorlardı ve savaş araçları olmadığından dolayı bu durum her yerde aynıydı ve işverenin insafına kalmışlardı. Bölgeler arası ücret farklılıkları vardı, ücretlerin ödenmesi işverenin keyfine kalmıştı, aşırı kesintiler söz konusu olabilirdi. Ancak 1886’da çıkarılan kanunla işçilerin refahını artırmaya engel kesintiler ve anlaşmadan düşük ücretler ödenmesi yasaklandı. 1897’lerde St. Petersburg’da işçilerin çalışma saatlerinin kısaltılması için yaptıkları grev sonuç vererek erkekler için 11,5 olurken, çocuklar için 9 saatlik çalışma süreleri belirlendi. İşçilere bu haklar kendiliğinden verilmedi, işçiler grevlerle bu hakları elde ettiler ve işçiler sendikal hakkı da 1906 yılında elde etti. 1905 yılına değin işçiler otokrasi ile değil işverenlerle mücadele ettiler. 1900’den itibaren devrimci çalışmaların genişlemesiyle siyasallaşan işçi sınıfının illegal örgütlere sempati göstermesi hükümeti tedirgin etti ve polis sosyalizmine benzer uygulamaları devreye soktu ancak bununla 1905 devrimine zemin hazırlamış oldu. 1890’lara dek Rusya’da sanayileşmenin ağır aksak gitmesi nedeniyle işçi sınıfının genişlemesi de yavaş oldu. 1905’e kadar işçilerin sayısı 2.700.000’e ulaşmıştı. İşçilerin köylere bağımlılığı nedeniyle sanayi üretiminin önemli bir bölümü mevsimlik işçilerle sağlanıyordu. Bu işçiler harman zamanı köye gidiyor, ölü mevsimlerde fabrikalara dönüyorlardı. Bu durum işçilerin bağımsız sınıfsal bilinç kazanmalarını engelleyici bir durumdu. Rus sanayisi yüksek seviyede merkezileşmiş, 1895’de binden fazla işçi çalıştıran işletmelerin oranı Almanya’da %13 iken bu oran Rusya’da %31 idi ve bu durum işçi örgütleri ve siyasi propaganda için oldukça uygun bir ortamdı.

1850’lerde sansür gevşetildi. 1861’de Serfliğin kaldırılmasıyla idari ve adli yenilikler çerçevesinde otokratik bir devlet olan Rusya’da anayasal rejimden uzak “zemstvo” adı verilen Batılı karakter taşıyan öz yönetim birimleri oluşturularak kamu yaşamının bazı alanlarına özerklik unsurları kazandırıldı. Zemstvoların eğitimin yaygınlaştırılması, tarım, ticaret ve sanayinin geliştirilmesi, yolların inşası ve temel gıda temini gibi görevleri vardı. Baskı eskisi gibi kalırken Zemstvolar daha sonraki toplumsal mücadelelerde önem arz etmiştir. Üyelerinin %42’si asillerden oluşan zemstvo kurulları bürokratik kontrolden kısmen uzak özerk örgütlenmeler olarak 1890 larda ulusal konularla da ilgilenmeye başlamışlar, kısmen de olsa otokrasiye muhalif ‘’zemstvo hareketi’’olarak, liberal muhalif hareketi ortaya çıkmıştır. Zemstvolar 1900 yılına dek illegal konferanslar düzenledi, ancak bu tarihten sonra kendilerini açığa çıkardılar.

Marksizm işçi sınıfı bilimi olarak işçileri bilinçlendiriyor

Reformların içinin boşluğu 1870’lerde daha çok hissedilir olmuştu. Köylülerin yaşam seviyesi düşüyor, kentlerdeki emekçiler artan sömürüyle silahsız karşı karşıya, basın ve düşünce özgürlüğü kısıtlamaları nefes aldırmıyordu. Batı Avrupa’da ise yoğun sınıf çatışmaları sürüyor, işçi sınıfı Marksizm rehberliğinde siyasal örgütlenmesini gerçekleştirme yolunda “Paris Komünü”ne yürüyordu. Sansürlerden dolayı düşünsel ve soyutlama geleneğine sahip, Rusya’nın bu durumdan etkilenmemesi mümkün değildi. 1861’de “Genç Rusya”, 1862’de “Toprak ve Özgürlük” gibi illegal örgütler otokratik rejimi yıkmak için Rus devrimcilerini bir araya getirdi. Köylülerin bilinçsizliği, cahilliği, işçi sınıfının zayıf olması ve burjuvazinin etkisiz ve bağımlı olması, kendilerinin ideolojik yetersizliği bu örgütleri terör yöntemlerini kullanmaya itti. 1860’lı yıllar bu örgütlerin suikast ve terör olaylarına sahne oldu. ‘Toprak ve Özgürlük’ hareketinden çıkan ‘Narodnaya Volya’ (Halk Hareketi) örgütü 1879-1881 yılları arasında terör olaylarını Çarı öldürerek sonlarını hazırladılar. Liderleri idam edilerek hareket yok edildi. Çarın yerine geçen oğlu III. Aleksandr devrimci hareketleri kökünden kazımayı amaçladı. Milliyetçilik I. Nikola dönemini aratmayacak şekilde güncelleştirildi, dinsel ve etnik zulüm Polonya’da Katoliklere baskı yapılırken eğitim dili bile Rusça yapılmıştı. Baltık eyaletlerinde Lutherciler, Transkafkasya’da Müslümanlar ağır baskılar gördüler. En zalim ayrımcılık Yahudilere uygulandı.

Ama 1892-92 yılları arasında baş gösteren kıtlık Rusya’nın aciz durumunu bir kez daha gözler önüne serdi. Kıtlık hem reformist hem de devrimci hareketin gelişmesine uygun bir zemin hazırladı. 1872 yılında Marks’ın “Kapital”i Rusçaya çevrilmişti ve 1883’te Plehanov  “Emeğin Kurtuluşu” örgütünü kurmuştu. III. Aleksandr döneminde başlayan sanayileşme hamlesiyle ortaya çıkan proletarya devrimin ordusunu oluşturmak için gelecek vaat ediyordu.1880’li yıllarda Çarlık rejiminin askeri ihtiyaçlarını karşılamak için girişilen sanayi hamlesi yabancı sermayenin de yardımıyla işçi sınıfını ortaya çıkardı. Köylülüğe bel bağlamış olan Narodniklerin bu potansiyeli görememeleri onları ütopik sosyalist olarak geride bırakırken, Plehanov kapitalizmin çelişkilerinin daha üst seviyeye varabilmesi için otokrasinin yıkılmasıyla mümkün olabileceğini ve Rus kapitalizminin otokrasinin temellerini sarsacak denli gelişmiş olduğunu ileri sürmekteydi. Otokrasiyi devirmek için Plehanov burjuvazi ve proletarya dışında bir güç görmüyor, köylülüğü küçümsüyordu. Sınıfsal çatışma konusunda proletaryanın eğitilmesi gerektiğini, yukarıdan empoze edilen devrim fikirlerinin sosyalist ideallere ihanet olarak gördü, işçilerin sosyal demokrasi çatısı altında mücadeleye girmelerini ve bağımsız bir güç olarak kendi çıkarları için savaşım vermelerini savundu. Lenin’in aksine burjuvaziyi dışlamadı. “Kanlı Pazar” olayına kadar “ayrı yürü, birlikte vur!” sloganını benimseyecekti. 1880’lerde Marksist düşünce henüz sanayi işçilerine ulaşmış değildi. Marksizm üniversite öğrencileri arasında büyük ilgiyle karşılanıyordu. 1884’de Çar’ın fermanı ile öğrencilere ve akademisyenlere düşünce özgürlüğü sınırlamaları getirilirken, tüm öğrenci etkinlikleri yasaklandı. Buna rağmen öğrenciler 19. Yüzyılın ikinci yarısında da devrime inançlarını koruyabilmişlerdir. 1890’ların başından itibaren Marksist sınıf mücadelesinin basitleştirilmiş biçimi küçük sanayi işçilerince de benimsendi.

Bir yanıt yazın