Haber / Yorum / Bildiri

8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü İşçi ve Emekçi Kadınların Eseridir!

Çiğdem ERKAN

İlk toplumsal yapı ilkel komünist toplum yüz binlerce yıl sürdü. Bu toplumda kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik farklılıklara bağlı bir iş bölümü vardı. Üretim araçlarının gelişimiyle kadınlarla erkekler arasında doğal iş bölümü meydana geldi. Erkek avcılıkla uğraşırken, kadın topraktan ve ağaçlardan bulduklarıyla klanı besliyordu. Bu durum tek başına kadın erkek arasında cinsiyet eşitsizliğine yol açmıyordu, çünkü toplumsal iş bölümü insan emeğini daha üretken hale getirmişti. Toprağa bağımlı olarak yaşanılan dönemlerde mutlak otorite olan kadın emeğinin yerini, hayvancılığa ve tarıma geçişle erkek aldı. Özel mülkiyetin ve sınıfların ortaya çıkmasıyla, bu ilkel komünal toplumdaki iş bölümü ortadan kalktığı gibi, kadınların ezilmesi ve baskı altında tutulmasının koşulları ortaya çıktı. Toplumun sınıfsal, kültürel, ideolojik olarak bireyleri kodlaması başladı ve bu bugün de derinleşerek devam ediyor. Yıllardan beri tartışılagelen kadın sorunu bu sınırlandırıcı bakışın bir sonucudur. Toplum içinde cinsel kimlik erkek dışında kalan cinsi geriye iter ve kendi erkek erkini kurar.  Bunun sonucunda arkadan yürümek zorunda bırakılan kadın kendi varlığını toplumsal algıyla mücadele içinde kurmak zorunda kalacaktır.

Burjuva toplumunda genel olarak kadın eve, ocakla çocuk arasına hapsedilmeye, erkeğe bağımlı hale getirilmeye çalışıldı. Kapitalist üretim ise kadını fabrikaya, çalışma hayatına çekmek zorunda kaldı. Böylece kapitalizm altında, kadınlar ve erkekler arasındaki iş bölümü, kadınların çifte baskıya uğramalarının maddi temelini oluşturdu. Kadınlara karşı baskı ve sömürünün temeli sınıf ilişkileri, kapitalist üretim koşullarıdır. Sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla birlikte kadınlara yöneltilen ön yargılar, ayrımcılık, fırsat eşitsizliği, eğitimsizlik, cinsiyetçi eğitim, ulusal ve dinsel baskı, işsizlik, partilerde, örgütlerde yeterince temsil edilmeme, eşit işe eşit ücret alamama, çocukların bakımı, dini gerici partilerin, tarikatların esareti kadınların özgürleşmesinin önünde duran en büyük engellerdir. Bir de bunların üzerine bu baskıyı pekiştiren işte, evde, okulda açık- gizli mobinge maruz kalma, cinsel tacize, şiddete uğrama gibi ideolojik baskı da vardır.

Çalışan bir kadının ev yaşamında da fazladan mesai yapması durumu tüm kesimlerde aynıdır. Çocuğu olan bir kadının bugün kendi hayatını bir erkek kadar rahat ve özgürce yaşayabilmesi hâlâ kabul edilebilir değildir. Boşanmayı tercih eden bir kadının normal olarak görülmesi yaşadığımız ülkede hâlâ zordur. Ahlâkın, namusun sorgulandığı tek cins kadındır. Erkeğe şeref, onur, haysiyet gibi büyük ve görkemli sıfatlar atfedilmiştir. Kadınların yiyeceği bir tokat göz yumulması gereken bir davranış olarak görülebilirken, bir erkeğin yediği tokadın boyutu daha farklı algılanır.

Üretici güçlerin gelişmesiyle birlikte, paylaşım savaşlarında fabrikalarda eksilen iş gücünün yerine kadınların doldurulmasıyla, kadınların eğitim alma, meslek sahibi olma, bilinçlenme olanakları gelişti. Böylece kadınlara yöneltilen baskıya ilişkin koşullar bozuldu. Derinleşen üretimin toplumsallaşmasıyla sermaye, kendisine yeni değerler katarak ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Üretimi ve yönetimi ulusal sınırların ötesine taşıyarak; küreselleşerek, dünya işçilerini birleştirip yakınlaştırırken, dünya işçi sınıfını büyütüyor ve bu durum daha çok kadının üretime girmesi anlamına geliyor. Bu gelişmeler, kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik koşullarını azalttığı gibi, sermayeye karşı dayanışma mücadelesi için daha elverişli koşullar yaratıyor. Diğer yandan çalışan kadınlar, sermayeye yönelik yedek emek gücü olarak işlev görmeye ve iş gücünün özel olarak çoğaltılmasının önemli bir kısmından sorumlu bulunmaktadırlar. Bunu, hala kadınların en az eğitim koşullarına sahip olma ve en az ücretli işlerde istihdam olma eğilimi izlemektedir.

Bununla birlikte Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde, sermayenin kadınlara yedek emek olarak gösterdiği ilgi kadınların üretime katılmalarını engelliyor, bu da sermayenin ev işlerini toplumsallaştırmadaki ilgisini azaltıyor. Bu da yetmezmiş gibi kadınlar üzerindeki baskısını sürdürmek için kadınların kadınları ezmesini bir yöntem olarak kullanıyor. AKP’nin kadından sorumlu kadın bakanlarının kadını ve çocuğu aşağılayan duruşları veya iş yerlerinde kadın müdürlerin, sorumluların kadınları baskı altında tutmasıyla kadına baskının yeniden üretildiği durumlar ortaya çıkıyor.

Kadınlar kendi özgürlüklerini savunmaya başladıklarından günümüze kadarki süreçte birçok kazanım elde etmişlerdir. Bunu salt feminist çerçeve üzerinden değerlendirmek büyük bir açmazdır. Zira toplumsal olarak verilen cinsiyet mücadelesi başlı başına kazanılmaz, yani toplumun sadece kadın üzerinden kendini değiştirmesi beklenemez. Bu ancak sınıf mücadelesiyle birlikte yürütüldüğü zaman sağlam bir temele oturur. Üretim ilişkileri toplumu yapılandıran temel nokta ise kapitalizmin şiddet üreten doğasında keskinleşen kadın, eğitim, sağlık, barınma, işsizlik, evsizlik, Kürt sorunu açmazları ancak ona savaş açılarak, kadın erkek bütün işçilerin, emekçilerin bu bariyerleri yıkmasıyla savaşı ortaklaştırmasıyla mümkündür. Kürdistan’da yaşanan şiddetin, baskının öfkesi hem ulusal hem sınıfsal hem de cinsel ezgi altında yaşayan kadınları hem anne hem de kendi cinsel kimlikleriyle, erkeklerle omuz omuza sokağa taşırdı. Anadolu’da yaşanan savaşlarda kadınlar korkusuzca en önde olmayı seçti. Bugün hâlâ kendi adına büyük işlere imza atan kadınlar görmekteyiz. Ancak bunlar kadın sorununu çözmeye yetmez. Kadın sorunu sınıf mücadelesinin bir parçasıdır.

Kadın, toplumda yeri açıkça ifade edilmiş ve haddini bilmediği durumlarda korkutulan bir birey değildir. Var olan bu sorunun çözümü başta okuyan, eleştiren, kendini değiştiren insanlarla başlayacaktır. Kadınlar çocuğuna iktidarın ve gücün “baba” olduğunu öğretecek bir anne olmayı seçmediği zaman değişim olacaktır. Kendine aydın diyenlerin, İmam Hatipler‘de okuyan gençlerin içinde başörtülü ancak kendi mücadelesini veren bir kadın olduğunu gördüklerinde değişim olacaktır. Çalışan bir kadının eve geldiğinde ondan daha erken gelen erkeğin ev işlerini ortak yaptığı ve çocukla ortaklaşa ilgilendiği bir evde değişim olacaktır. Kadınların evlenmediklerinde evde kalan sıfatını almadıkları, özgürce kendi cinselliklerini yaşayabildikleri, evlilik içinde tecavüzü yaşamadıklarında değişim olacaktır. Bir kadının toplumsal rolü bir erkeğinkinden eksik ya da fazla olamaz.

Komünistler, sosyalistler, devrimciler, demokratlar kadını ve erkeğiyle kadınların kurtuluş mücadelesinden sorumlu olmalı, kadınlara yöneltilen özel baskılara, ön yargılara, şiddete karşı mücadele etmelidirler. Bu mücadele, işçi sınıfının demokrasi ve sosyalizm için verdiği mücadelenin bir parçasıdır. Kadınlarla erkekler arasındaki çelişkilerin derinleşmesi, farklı hayatlar, cinsler arası yabancılaşmayı kırmak, kadın-erkek dünyalarını ortaklaştırmak için mücadele edilmeli, bu baskıların bir kısmı kapitalizm koşullarında ön yargılarla, eşitsizlikle savaşılarak bilinç oluşumuna katkıda bulunulsa da ancak sınıfsız bir toplumda tümüyle ortadan kalkacağı bilinci unutulmamalıdır.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü İşçi ve Emekçi Kadınlara Kutlu Olsun!

Bir yanıt yazın