Haber / Yorum / Bildiri

30 Ağustos Zaferi’nin 100. Yılı: Gerçekler, Çarpıtmalar, Yüzleşme?

Barış ALPER

Taksim’deki anıt

İSTANBUL Taksim’de bir anıt var: Cumhuriyet anıtı. 1928 yılında yapıldı. Yani Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet’in kuruluşuna olan anıların taze olduğu bir dönemde. Önde Mustafa Kemal Atatürk ve arkasında O’nun silah arkadaşları. Bu silah arkadaşları arasında “Türk’e” pek benzemeyen iki tane general var. Bunlar Türk değil, Sovyet generalleridir: Frunze ve Voroşilov. Lenin’in emriyle Kurtuluş Savaşına özel ilgi duyan ve dolaysız yardımda bulunan bu iki General Sovyetlerin Kurtuluş Savaşı’na yaptıkları yardımlara duyulan minnettarlığın simgesi olarak Mustafa Kemal tarafından oraya koydurulmuştur.    

Her gün binlerce insan bu anıtın önünden geçer. Kimi dönüp bakar, heyecanlanır, hüzünlenir, gururlanır, Sovyet generallerini ya tanır, ya tanımaz, geçer yoluna devam eder. Kimileri bakmadan geçer gider. Kimileri de bakar, görmezden gelir, bu anıtın burada ne işi var deyip kızarak yoluna devam eder. Çoğu orada iki Sovyet generalinin olduğunu bile bilmez. Bilse de tarihte kalmıştır deyip geçer gider. Sovyet yardımı olmasaydı Kurtuluş Savaşı’nın kazanılamayacağını çoktan unutmuştur. O zaman, 1928’de hatıralarda canlı olan o anıları bugün hatırlamak ve hatırlatmak isteyenler çok azdır. Tersine bu gerçeği unutturmak isteyenler çoktur. Bunlardan biri de Recep Tayyip Erdoğan’dır.  

100. Yıl Kutlamaları ve Yüzleşme

26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz 30 Ağustos 1922’de Yunan Ordusu’na karşı yapılan meydan muharebesinde kazanılan kesin zaferle Mustafa Kemal’in lehine dönmüş ve 9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşuyla sonlanmış ve Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanılmıştır. Şüphesiz Kurtuluş Savaşı’na eleştirel yanaşmak şarttır. Maalesef Anadolu’da iki halk, özellikle Müslüman ve Hıristiyan, Türk, Rum ve Ermeni halklar birlikte yaşamayı başaramamıştır. Burada emperyalist oyunların olduğu kadar İttihat-Terakki ve Kemalistlerin bir “Türk Yurdu” yaratma anlayışının da etkisi büyük olmuştur. Savaş sonunda yaşanan mübadele bir insanlık dramıdır. Bugün bunlar üzerinde duran ve konuşan çok azdır. Ama 30 Ağustos Zaferi “Türklere” göre Anadolu’da ulusalcı bir Türk devletinin ve Cumhuriyetinin kurulmasında önemli bir dönüm noktasıdır. Bu nedenle her yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlanır, Taksim anıtına çelenkler konur. Günün önemini belirten konuşmalar yapılır. Ama tarihle yüzleşilmez, hamaset ve milliyetçilik edebiyatı içinde çarpıtılan gerçeklerle yanlış ve yalanlarla halk yığınları manipüle edilmeye çalışılır.

Bu yıl 30 Ağustos 2022, Zafer’in 100. yıl dönümü idi. 100. yıl hep özel ve büyük kutlamalar için bir vesile olduğu gibi, yüzleşme için de, neden Ermeni, Rum ve diğer Hristiyan halklarla birlikte yaşayamadığımızı ve onları neden sürdüğümüzü, katlettiğimizi sorgulamak için de özel bir fırsattır. Ama burası Türkiye! Büyük bir zafer kazanılmıştır, zafer törenlerle kutlanır, yüzleşme de neyin nesiymiş denir. Bu yıl 30 Ağustos’un 100. yılında da bu öyle oldu. Yüzleşme değil çarpıtmalar ve hamasetlerle dolu kutlama törenleri yapıldı.

Erdoğan ve Kemalistlerin kutlamalarında inkâr edilen gerçekler

Kutlamalar Büyük Taarruzun yapıldığı 26 Ağustos’ta başladı, Erdoğan Türklerin Anadolu’ya gelişlerinin simgesi olan 26 Ağustos 1071’de kazanılan Malazgirt Savaşı’nı bahane ederek Kutlamaları 26 Ağustog 2022 günü Malazgirt’de yaptığı bir mitingle başlattı. 29 Ağustos’da Kütahya’da bir miting daha yaptı ve 30 Ağustos’da Beştepe’de bir kültür ve konser şöleniyle sonuçlandırdı. Erdoğan Kütahya’da yaptığı konuşmada Kurtuluş Savaşı’nın Hint Müslümanları’nın gönderdikleri 600 bin altın ile kazanıldığı çarpıtmasını yaparak şöyle dedi: “Gençler şunu unutmayın, Hindistan Müslümanlarının gizlice Ankara’ya gönderdiği 600 bin altın, Büyük Taarruz için gereken ekonomik kaynağı oluşturmuştur.”  Erdoğan’ın konuşmasında Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük bir rol oynayan ne Sovyet yardımlarından, ne Kuvay-ı Milliye ve Yeşil Ordu’dan ne de Yunan Ordusu’ndaki isyanlardan tek kelime vardı. Gerçekleri inkâr etmek ve çarpıtmak onun için halkı yanıltmasının ve aptallaştırmasının en iyi yöntemidir. Bu Göbels’in, faşistlerin yöntemidir. Erdoğan’a ve aralarında Fesli Kadir’in, eski Meclis başkanı İsmail Kahraman’ın da bulunduğu şürekâya göre Yunan’a karşı savaşılmasaydı, Kurtuluş Savaşı olmasaydı hâlâ İstanbul’da Padişah ve Halife oturur olacaktı. Unutulmamalı ki 100 yıl sonra buna inanan hiç de az değildir.    

Muhalefet, başta CHP, ulusalcılar ve Kemalistler olmak üzere Ata’nın izinde yürüyoruz diye 24 Ağustos’ta Dereçine’de düzenlenen bir kutlama etkinliği ile Kocatepe’den İzmir’e yürüdüler. Dereçine’de başlayan yürüyüş kolu 25/26 Ağustos’ta Kocatepe’ye ulaştı. Oradan Çiğiltepe’ye, Tınaztepe’ye, Yıldırım Kemal’e, Zafertepe ve Dumlupınar’a yürünerek 9 Eylül’de İzmir’e varıldı. 9 Eylül’de İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce büyük bir kutlama şöleni yapıldı. Yürüyüşün Kocatepe kısmına Kılıçdaroğlu da katıldı. 9 Eylül kutlamasında, 100 yıl önce Osmanlı yönetiminin “gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet” içinde olduğunu belirten bir konuşma yapan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Soyer, Erdoğan ve AKP’nin şimşeklerini üstüne çekti, hakaretlere uğradı. Bu “kayıkçı kavgası” içinde Kemalistlerin de tarihle yüzleşmedikleri kaynadı gitti. Zira ulusalcılar ve Kemalistler de Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında Yeşil Ordu ve Kuvay-ı Milliye’ye, Sovyet yardımlarına, Yunan Ordusu’ndaki başkaldırılara, mübadeleye, İzmir yangınına hiç değinmediler. Onlara göre Kurtuluş Savaşı Mustafa Kemal’in büyük askeri dehasıdır ve stratejik görüşleri sonucu kazanılmıştı. 30 Ağustos Zaferi tarihe altın harflerle yazdırılmıştı. Diğerlerine değinmeye gerek yoktu. Kayıkçı kavgaları dışında Erdoğan ile Kemalistlerin kutlamaları arasında özde bir fark yoktur.  

Kurtuluş Savaşı nasıl kazanıldı?

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında şüphesiz Hint Müslümanlarının gönderdikleri yardımın bir katkısı, Atatürk’ün ‘’askeri deha’’sının belirleyici bir etkisi olmuştur. Hint Müslümanları adına Hint Hilafet Komitesi’nin Aralık 1921’den Ekim 1923 arasında gönderdikleri para Erdoğan’ın dediği gibi 600 bin altın değil, 130 bin 250 İngiliz Sterlini’dir. Erdoğan’ın belirttiği gibi bu paranın tümü değil, bir kısmı ordunun ihtiyacı için kullanıldı. Bir bölümü Osmanlı Bankası’nda tutuldu ve sonra İş Bankası’nın kuruluşunda kullanıldı. Nasıl mızrak çuvala sığmazsa gerçekte hiçbir şeye sığmaz. Erdoğan burada sanki 30 Ağustos Zaferi müslümanlar sayesinde kazanıldı gibi bir çarpıtma yapmaktadır. Gerçek ise Büyük Taarruz’un ekonomik kaynağını oluşturan ve onu zafere götüren yardımlar Sovyetlerden gelen yardımlardır. Bu asla Hint Müslümanlarının yardımını küçümsetmez, Türkiye halkları Sovyetlere olduğu gibi Hint Müslümanları’na ve diğer halklara büyük küçük yaptıkları tüm maddi ve manevi yardımlar için minnettardır.

Mustafa Kemal gerçekten de askeri bir dehaya sahipti, zaferi kazanmak için önce TBMM’ni açarak politik bir irade oluşturmuş, bitkin ve yorgun olan halkı seferber etmeyi başarmış, onun yokluk içinde büyük fedakârlıklarda bulunmasını sağlamış, cephede orduyu en uygun şekilde sevk ve idare etmişti. O günün koşullarında bunlar ülkeyi zafere götürten büyük hamlelerdi. Zaferi kazanan Sovyet ve diğer halkların yardımı sayesinde Anadolu halkları olmuştur. Ama bu yardımlar Mustafa Kemal’in ikiyüzlü tutumu nedeniyle çoğu kez tehlikeye de girmiştir. Mustafa Kemal askeri “dehası”nın yanı sıra aynı zamanda siyasi ve diplomasi alanlarında da kıvrak taktik ve stratejiler geliştiren ve değiştiren bir kişiliği vardı. Ankara’da Meclisi toplamış ama elinde askeri bir güç olmayan bir deha ne yapabilirdi? O hemen elinde askeri gücü olan Kuvay-ı Milliyeci Çerkez Ethem ve Sovyetçi komünistleriyle işbirliği yapma yoluna girdi. İngilizler dirsek çevirince kendine yardım edecek tek gücün Lenin ve Sovyet ülkesi olduğunu gördü, Sovyet yardımı için Bolşevik ve komünist olmayı bile kabul etti. Hatta Komintern’i kandırmak için Mustafa Suphi’nin TKP’sine rakip bir komünist partisi, TKP bile kurdurttu. İngilizlerden yüz bulduğu anda Sovyetlere ve komünistlere sırt çevirip emperyalistlerin yanına geçti. Hatta Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere ülkeye gelen TKP önderleri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını Karadeniz’de öldürttü. Sıkıntıya düşünce de yine Sovyetlere ve komünistlere dönmekte bir beis görmedi. Bu alanlarda çok “esnekti”. Onun hedefi Anadolu’da milliyetçi bir Türk devleti kurmaktı. Bunu başardığı için de ulusalcılar ve Kemalistler Kurtuluş Savaşı’nı “tarihe altın harflerle” yazılacak bir destan yaratan Mustafa Kemal’i kutsallaştırdı ve mutlaklaştırdılar. Kurtuluş Savaşını O’nun bir eseri olarak görürler. Oysa Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında Mustafa Kemal’in “dehası” ve halkın fedakârlığının yanısıra şu belirleyici üç faktörü sürekli göz önünde bulundurmak ve incelemek gerekmektedir.

  1. Yeşil Ordu ve Kuvay-ı Milliye
  2. Sovyet yardımları
  3. Yunan Ordusu’ndaki huzursuzluklar

Kurtuluş Savaşı’nın nasıl kazanıldığını anlamak için şimdi bunlara kısaca değinelim:

Yeşil Ordu ve Kuvay-ı Milliye

İngilizler 15 Mayıs 1919’da Yunanlıları İzmir’e çıkarttıklarında Mustafa Kemal daha İstanbul’da idi. Yunanlılar İzmir’e çıktıktan sonra hızla Anadolu’nun içine doğru ilerlemeye başladılar. Onları durduracak askeri bir güç yoktu. Zira Mondros Mütarekesi ile ordu dağıtılmış, Boğazlar açılmış, İstanbul işgal edilmişti. İş halkın başına kalmıştı. Başta Çerkez Ethem olmak üzere Kuvay-ı Milliyeci güçler, çeteler vurucu birlikler oluşturdular, Yunan’a karşı koydular. Sonra bunlara komünist çeteler de katıldı. Kütahya’da TKP üyesi Topçu İsmail Hakkı komutasında bir Bolşevik alayı kuruldu. Bunların sayesinde Yunanlıların ilerleyişi büyük ölçüde durduruldu. Millici güçler Yunan’a ve İtilaf Devletleri’ne karşı savaşabilmek için yukarıda Ekim Devrimi ile Çarı deviren Lenin ve Bolşeviklerle, Sovyet iktidarı ile ittifak kurmaktan başka çare olmadığını görüp Yeşil Ordu adı altında bir teşkilat oluşturdular. Yeşil Ordu’nun kalbi Çerkez Ethem ve komünistlerdi.

Bu ara Padişah ve İngilizler tarafından Anadolu’daki ayaklanmaları bastırmak, nizam ve düzeni sağlamak üzere Anadolu’ya gönderilen Mustafa Kemal Anadolu’ya gelince Anadolu’da Sovyet iktidarının etkisiyle esen devrimci rüzgârı gördü. Hemen Sovyet iktidarıyla ilişki kurdu. Anadolu’nun kurtuluşunda tek yardımın Sovyetlerden geleceğini gördü. Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra Ankara’ya geldi. Meclisi açtı. Politik iradeyi oluşturdu. Padişah hemen hakkında ölüm fetvası çıkarttı. Kendisine karşı isyanlar başladı. Bu isyanları bastırmak için Yeşil Ordu ve Çerkez Ethem’le, komünistlerle işbirliği yaptı. Padişahın fetvası ile Düzce’de ayaklanan Anzavur Ankara üstüne yürüdü. Anzavur’u durdurmak için savaşan Ali Fuat Paşa’nın yardımına koşan ve Anzavur’un tepelenmesini sağlayan komünist çeteler oldu.

Yeşil Ordu, Ethem ve komünistler ulusal kurtuluş savaşıyla birlikte sosyal kurtuluş savaşının da verilmesini istiyorlardı. Mustafa Kemal buna karşı çıkıyordu. O burjuvazinin tek başına iktidarı almasını istiyordu. Halk yığınlarını burjuva kurtuluş savaşının kuyruğuna takmaya çalışıyordu. Kızıl Ordu’nun Kafkaslara dayandığını gören İngilizler hemen politikalarını değiştirip Mustafa Kemal’le anlaşmaya geçtiler. Bunu fırsat bilen Mustafa Kemal Kuvay-ı Milliye ve komünistlerle ittifakı bozdu, onların üstüne yürüdü, onlara saldırdı. Yeşil Ordu’yu dağıttı, Halk İştirakkuyum Fırkasını kapattı, komünistleri hapse attırdı, Çerkez Ethem’in üstüne yürüdü ve dağıttı, 28 Kanunisani 1921’de Suphileri, 15’leri katlettirdi.  O artık İngilizlerin, emperyalistlerin safına geçmiş bir komutandı. Kurtuluş Savaşı artık antiemperyalist bir savaş değildi. Yunanlılarla Türkler arasında bir toprak savaşıydı. Londra Konferansı bu gelişmeye işaret eder.

Sovyet yardımları

22 Ağustos-13 Eylül 1921 Sakarya savaşında kesin bir sonuç alınanaması üzerine daha büyük bir taarruza hazırlanmak gerekti. Ama nasıl. Ülke fakir, halk yoksul. Yardım eden ise yoktu. Ordu büyük bir taarruza ne ile hazırlanacaktı. Para gerek, silah gerek, cephane gerek. Bu çaresizlik içinde Mustafa Kemal yine kara gün dostu Lenin ve Sovyetlere yöneldi. Yardım ancak onlardan gelebilirdi. Bunun üzerine Lenin durumu yerinde tespit etmesi için General Frunze’yi Ankara’ya gönderdi. Mustafa Kemal’in Suphileri katledip İngilizlere yönelmesiyle Türk-Sovyet ilişkileri soğumuştu. Ama Lenin Ankara’nın tamamen Sovyetlere karşı bir İngiliz üssü haline gelmesini istemiyor, yine de iyi komşuluk ilişkilerinin sürmesini istiyordu. Bu zor koşullarda Frunze’nin bir görevi de bu iyi ilişkileri yeniden kurmaktı.

Frunze Aralık 1921’den Ocak 1922’ye kadar Ankara’da kaldı. Mustafa Kemal Frunze ile birlikte cepheleri gezdi. Ona ordunun zor durumunu gösterdi. İkisi iyi dostluk ilişkileri kurdular. Yapılacak taarruzun sevk ve seyri hususunda baş başa uzun görüşmeler yaptılar. Ordunun ihtiyaçlarını saptadılar. Frunze ayrılırken Mustafa Kemal Sovyet yardımını garantilemişti. Büyük Taarruza hazırlanabilirdi. Zaten taarruzdan bir gün önce Yunanlıları şaşırtmak için Sovyet Elçiliği’nde resepsiyon daveti olduğu duyuruldu. Sovyetlerin bu dostane tavrından sonra Mustafa Kemal komünistleri hapishanelerden serbest bıraktı ve onlar yeniden “legal” çalışma olanaklarına kavuştular. Bunu fırsat bilen komünistler yeniden örgütlenmeye ve partinin II. Kongre hazırlıklarına başladılar. En sonunda kongre yasaklandı, ama o illegal olarak Komintern’den gelen heyetin katılımıyla Ankara Bağlarında başarıyla yapıldı.

Büyük Taarruz’un dolaysız hazırlanmasını sağlayan ve taarruz öncesinde de yapılan Sovyet yardımları konusunda insanların bir fikir sahibi olmaları için işte bu yardımlardan bazıları şunlardır:

  1. Temmuz 1920: 100 bin altın ruble
  2. Ekim 1920: 100 bin altın ruble
  3. Mart 1921: 4 milyon altın ruble
  4. Nisan 1921: 1,4 milyon altın ruble
  5. Kasım 1921: 1,1 milyon altın ruble
  6. Aralık 1921: Frunze’nin yanında getirdiği 1,1 milyon altın ruble
  7. Mayıs 1922: 3,5 milyon altın ruble
  8. Bunlara ek Azerbaycan’dan gelen yardımler
  9. Laz kayıkçıların Batum’dan taşıdıkları Sovyet silahları.

Erdoğan ve ulusalcılar, Kemalistler bunları bilmez mi? Bilirler, ama işlerine gelmez. İşte Büyük Taarruz’un ekonomik ve silah kaynağı bu Sovyet yardımlarıdır. Büyük Taarruz ve 30 Ağustos Zaferi ve İzmir’in kurtuluşu bu Sovyet yardımları sayesinde gerçekleşmiştir. Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’nda Atatürk’ün arkasında duran iki Sovyet generalinin nedeni belki şimdi bir kez daha anlaşılmıştır. Unutturulan veya üzerinde fazla durulmak istenmeyen bir başka konuda Çankaya eserinde Falih Rıfkı Atay’ın anlatımına göre o zamanlarda Sovyet Ekim Devrimi’nin İstanbul ve Anadolu’ya kazandırdıklarından dolayı İstanbul’a bir Lenin heykelinin dikilmek istenmesidir. O zaman dikilememesi, daha sonra bir gün dikilmemesi anlamına gelmez. Artık Türklerin tarihleriyle yüzleşmeyi öğrenmeleri gerekmektedir.

Yunan Ordusu’ndaki huzursuzluklar

Türkler tarafından az bilinen bir konu da Kurtuluş Savaşı’nın ve 30 Ağustos Zaferi’nin kazanılmasında Yunanistan’da ve Yunan Ordusu içinde İzmir ve Batı Anadolu’nun işgaline karşı olan tavır ve tutumun çok iyi bilinmemesidir. O zamanlar Yunanistan’da Anadolu’nun işgaline karşı en başta komünistler olmak üzere Kral taraftarlarından Metaksas taraftarlarına kadar her kesimden karşı çıkanlar olmuştur. Bunlar çıkartmanın sonucunun felaketle bitecek bir macera olduğunu söylüyorlardı. Her şeyden önce Yunan komünistleri bu maceranın emperyalistlerin bir oyunu olduğunu belirtiyor, 8-10 yıldır süren savaşlardan halkın bitkin ve yorgun düştüğünü söylüyor, çıkartmanın ülkeye sosyal ve ekonomik yıkımlar getireceğini açıklıyordu.

Yunanistan Komünist Partisi KKE Mayıs 1921’de Anadolu’yu işgale gönderilen askerler arasında “sivil itaatsizlik” örgütlemek için “Cephedeki Komünist Askerler Merkez Komitesi” diye üç kişilik bir komite oluşturdu. Bu komite yoğun olarak askerler arasında çalıştı. Anadolu’da Türklere karşı savaşmanın emperyalizme hizmet olduğunu yaydı. İşgal ve savaşın askerler arasında sorgulanmasını sağladı. Yunan Hükümeti 1922 yazında, Büyük Taarruz’dan önce KKE’nin Merkez Komitesi üyeleriyle Anadolu’da görev yapan aktif 22 komünisti tutuklatarak yargılattı. Yine bu dönemde Yunanistan’da başlayan demiryolu işçilerinin grevi hükümetin politikasına ve Anadolu’daki işgale karşı bir muhalefet hareketine dönüştü. Hükümet savaşı bahane ederek grevi yasakladı ve grevci işçilerden 300’ünü Anadolu’ya cepheye gönderdi. Bunların büyük çoğunluğu KKE üyesi ve savaş aleytarıydı. Bu işçilerin bir kısmı demiryollarında görevlendirildiği için onlar savaş karşıtı asker kaçaklarının Yunanistan’a dönmelerine yardımcı oldular.

Daha 14 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkacak birliği götüren kruvazörde komünist asker ve subaylar tarafından ilk isyan manifestosu kaleme alınıyordu. Bu manifestoda şöyle deniyordu:

“Anadolu’nun işgali Britanya emperyalizminin bir oyunudur. Britanya mazlumların kanıyla yeni sınırlar çiziyor. Biz bu oyuna alet olmayacağız. Anadolu halkı bizim kardeşimiz… Biz onları öldürmeyeceğiz” Bu manifestoyu 200 Yunan subay ve askeri imzalamıştır. Asker artık neden, kim ve ne için Anadolu’da öleceğini sorguluyordu. Daha işgalin ilk gününde bu sorgulama Yunan askerleri arasında hızla yayılıyordu. (İnsanın, böyle bir sorgulamanın Kuzey, Güney ve Batı Kürdistan’da Kürtlere karşı savaşan Türk askerleri arasında neden çıkmadığını sorması gerekmez mi acaba?) Bayı kaynaklar bu 200 askerin tutuklanıp hapsedildiğini, sonra da Balçova’da kurşuna dizildiğini yazar. Bazıları bunun bir efsane olduğunu söyler. Efsane de olsa yapılması gerekeni anlattığı için bir gerçektir.

Ordudaki bu direnişlere bir de Bursa’dan Haymana’ya, oradan Afyon’a kadar uzanan merkez İzmir’den uzak geniş bir cephe’deki askerin kopan ikmal sorunları eklenince Yunan askeri arasında savaş morali tamamen düşmüştü. Bu koşullarda Yunan Ordusu Sakarya savaşında kritik bir gecede geri çekilmek zorunda kalmıştı. Sakarya Zaferi de böyle kazanıldı. Aynı atmosfer Yunan Ordusu’nda Büyük Taarruz’dan sonra da doğdu. Büyük Taarruz esnasında esir düşen Yunan Ordusu Komutanı Nikolaos Trikupis hatıralarında şöyle der:

 “Piyadelerimiz topçularımızın etrafını sarmış, Türklere ateş açtıkları takdirde kendilerinin de bizim topçulara ateş edeceğini söylemişlerdi… Küçük birlikler komutanlarına askerleriyle birlikte sonuna kadar mukavemet için derhal mevzilere girmelerini emrettim. Fakat istisnasız bütün subaylar bana askerlerinin savaşmak istemediğini, mücadelenin boş olduğunu söylediler.”

Hayatının sonuna doğru kendisiyle röportaj yapan gazeteci Hıfzı Topuz’a Trikupis şunları söylüyordu: “Bizim Anadolu’da ne işimiz vardı, ne diye bizi oralara gönderdiler? Şimdi itiraf ediyorum, bizim Anadolu savaşından hiçbir çıkarımız yoktu. Yabancı devletlere alet olduk.” 

 100. yılında Kurtuluş Savaşı’nın bu yanını da incelemek, zaferde savaş ve işgal karşıtı Yunan halkının ve komünistlerin mücadele ve fedakârlıklarını da anmak gerekir. Hamaset edebiyatını bırakıp gerçeğin her yanını irdelemek ve bugünler için dersler çıkarmak gerekmektedir. Belirleyici olan savaş, işgal ve ilhak değil; barış, birlikte yaşamak ve bölüşebilmektir. Bunu başaracak olan sol, devrimci ve komünist güçler olduğunu bundan 100 yıl önce Yunan komünistleri ispatlamışlar, kardeşçe birlikte yaşamın temelini atmışlardır. Anadolu çok halklıdır, medeniyetler beşiğidir, binlerce yıl halklar bu topraklarda birlikte yaşamışlardır. Türklerin de şimdi Anadolu’daki halklarla birlikte yaşamayı öğrenmesi gerekmektedir. Böyle düşünüldüğünde Kürtlere karşı savaşın anlamsızlığı da ortaya çıkar. Kürtlerle ve diğer halklarla eşit, özgür ve özerk barış içinde birlikte yaşamak mümkündür. Yunan savaş aleyhtarlarının ve komünistlerinin Anadolu’ya çıkan askerler arasında yürüttüğü mücadele Türk devletinin Kürtlere karşı açtığı savaşta Türk savaş aleyhtarlarına ve komünistlerine örnek olmalıdır. 100. yılında Kurtuluş Savaşı’ndan çıkarılacak bir ders de budur. Resmi tarihle yüzleşmenin zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.

Bir yanıt yazın