Sallanmaya başlayan Erdoğan iktidarı, yığınlar sallamadan, karizmasına atılan çizikler çoğalmadan düşmez!
Emel ÖZCAN
GÜNÜMÜZ burjuva demokrasilerinde diktatörce uygulamaların en korkuncu Türkiye’de Erdoğan rejiminde yaşanmaktadır. Artık Erdoğan Avrupa’da olduğu gibi demokrasi oyunlarıyla değil, faşizan baskı, zulüm, terör, savaş ve korkuyla, toplumda yaratmaya çalıştığı kutuplaşmayla iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. Ama Erdoğan da artık iktidarının sonunun yaklaştığını görmektedir. O bunu gördükçe, kendisine karşı tepkiler arttıkça, eleştiriler çoğaldıkça iktidarını korumak için cüret edemeyeceği hiçbir uygulamanın olmadığını ortaya koymaktadır. Seçimi kaybedeceğinden emin olduğu anda “bunlar daha iyi günleriniz” diyerek ülkeyi bir iç savaşa götürebileceğini yalnız ima etmiyor, değişik şekillerde SADAT’tan İŞİD’e kadar bunun koşullarını hazırlıyor. Kürtlere, komşulara karşı yıllardan beri yürütülen savaş buna zemin oluşturuyor. Savaş, kan, katliam, baskı, terör, korku, kutuplaştırma ve her türlü faşizan yöntem yıllardan beri Erdoğan’ı Erdoğan yapan uygulamalar olmuştur.
Ama Erdoğan bu uygulamalar sonucu esir aldığı Türk halkıyla, yarattığı milliyetçi şoven dalgayla, topluma saldığı korkuyla hâlâ daha bir süre iktidarda kalabileceğini hesaplamaktadır. Kendisini her eleştireni, politikasına her karşı geleni anında tutuklatmasının, hapsettirmesinin, yıllarca zindanlarda çürütmesinin, sürerekli insanları susturmaya ve sindirmeye çalışmasının nedeni, toplumda yenilmez, devrilmez güçlü lider izlenimi yaratmak ve iktidarı garantilemektir. Ama hava yavaş yavaş dönmeye, artık halkımız ve insanlarımız onun yarattığı korkuları yenmeye başladı. O, halkın sokağa çıkmasından şeytan görmüş gibi korkuyor. Artık halk sokağa çıkmaya başladı, İşçiler grevlere gidiyor, emekçi halk elektrik zamlarını, fiyat artışlarını meydanlarda protesto ediyor. Halk sosyal medyayı bir protesto platformu olarak geniş ölçüde kullanıyor, geceleri Erdoğan’ın uykularını kaçırıyor. Yasalar çıkarsa da, tehditler savursa da sosyal medyayı kontrol altına alamıyor, ülkeyi dikensiz gül bahçesine çeviremiyor. Her ne yapsa tutmuyor, halk susmuyor, özellikle kadınlar itaat ve biat etmiyor, direniyor. Erdoğan ile halk arasındakı “kavga” kızışıyor. O kızdıkça anayasa, yasa dinlemiyor, insanlık suçu işlemekten çekinmiyor. Baskı ve şiddete sarılıyor. Kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. İnsanları hapishanelerde çürüterek, Avrupa’ya meydan okuyarak karizmasını korumaya çalısıyor. Ama karizmasını eskisi gibi koruyamıyor, karizmasına ilk çizikler atılmaya başlandı. Bir yanda Erdoğan’ın fütursuz saldırıları, diğer yandan halktan ilk bilinçli çıkışlar. Kim kimi savaşı kızışıyor.
Kavala ve Demirtaş’ı rehin tutmak için Erdoğan Anayasa’yı çiğniyor
Erdoğan istiyor ki, hak, hukuk, adalet, yargı, yasa ya rafa kaldırılsın ya da sırf kendisi için var olsun, kendisi için işlesin. Bu durum onun iktidarını korumak, onun iktidarı için tehlikeli olabilecek tüm kişi ve kuruluşları susturmak için kullanılmalıdır. Yargı onun talimatlarıyla hareket etmelidir. Güçler ayrılığı tek başına kendisinde birleşmelidir. Artık Erdoğan bunu büyük ölçüde başarmış durumda. Yasaları hiçe sayabilmekte, emirle yargıdan cezalar çıkartmakta, Anayasa’yı bile bir beis görmeden hiçe saymakta, çiğnemektedir. Faşist diktatörlerde olduğu gibi tüm yetkileri kendinde toplamak için hızla ilerlemektedir.
Bu sayede kendisine en çok rakip gördüğü Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’yı ve sayısız nice Kürt politikacısını ve bazı Türk demokratlarını hapishanede rehin tutabilmekte, bu konularda çıkan AİHM kararlarının kendisini bağlamayacağını ilan ederek hiçe saymakta, Anayasa’ya kendi koydurttuğu “uluslararası kurumların kararları bağlayıcıdır” hükmünü ulu orta çiğnemekte, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılmasını göze alabilmektedir. Onun için önemli olan Türkiye’nin çıkarları değil, kendi çıkarları ve iktidarının korunmasıdır. Ama hem Demirtaş’ın hem Kavala’nın ve diğer rehinelerin dik duruşları Erdoğan’ın hesaplarını taa zindanlardan bozmakta, zindanlardan verdikleri masajlarla halklarımızın ve demokratik güçlerin direnişine güç katmakta, umutlarını yükseltmektedir. Demirtaş’ın, Kavala’nın artık haksız yere Erdoğan tarafından kasten içerde tutulması, rehin alınması halkın vicdanını sızlatmaktadır. Bunların şahsında halk Kışanak, Yüksekdağ, Aysel Tuğluk, Sebahat Tuncel, Leyla Güven, Sedef Kabataş’tan İdris Baluken ve yerlerine kayyum atanan Belediye başkanlarına kadar nice Kürt ve Türk politikacı ve aydınlarının hapiste tutulmasının tek nedeninin Erdoğan’ın intikamından başka bir nedeni olmadığını her gün daha çok görmekte ve onların özgürlüğü için sesini yükseltmeye başlamaktadır. Artık Erdoğan’ın uygulamaları geri tepmektedir. İktidarı sallanmaktadır.
Erdoğan kurtuluşunu HDP’yi kapatmakta görüyor
Bu koşullarda Erdoğan çıkış yolları aramaktadır. Seçimli çıkış yolunu HDP’yi kapatmakta görmektedir. Zira HDP onun iktidarını sarsacak, hatta onu başkanlıktan indirebilecek en önemli güçlerden biridir. HDP şahsında bu güç Kürtlerdir. Bu nedenle Kürtler ve HDP onun hedef tahtasındadır. Kütrlerin üstüne bomba yağdırarak onları susturmaya, sindirmeye, onlara gözdağı vermeye çalışmaktadır. Ama Kürtler ona “artık karşında eline vurup ekmeğini aldığın, alavere-dalavere hadi nöbete dediğin eski Kürt yoktur, hakkını arayan ve senin diktatörlüğüne karşı direnen yeni bir Kürt vardır” diyor. Kürtler son olarak Erdoğan’ın Şengal’e, Mahmur’a yaptığı saldırılara karşı verdiği tepkilerle bunu bir kez daha gösterdi. Erdoğan’ın bombaları öldürüyor, ama Kürdün direnişini kıramıyor. Kürtler ulusal ve demokratik hakları için direnmekte, yalnız Türkiye’de değil tüm Ortadoğu’da beraber yaşamın ancak eşitlik, özgürlük, özerklik temelinde demokratik bir cumhuriyette mümkün olacağını söylemektedir. Türkiye’de bunu HDP’nin girişimiyle bir araya gelen sol, demokratik, yurtsever güçlerin başaracağını ilan etmektedir.
Artık Kürdistan’da Erdoğan’ın hesapları tutmuyor, HDP’nin 2015 seçimlerine katılma kararı ve başarısıyla Erdoğan hem meclis, hem başkanlık seçimlerinde mutlak çoğunluğu sağlayamayacak duruma gelmiştir. HDP onun gözüne diken gibi batmaktadır. HDP’yi kapatmak ve Kürtlerden intikam almak onun iktidarda kalabilmek için temel politikalarından biri olmuştur. HDP’ye karşı, Anayasa Mahkemesi’nde kapatma ve 451 HDP’li hakkında siyaset yapma yasağı getirme davası sürmektedir. HDP’yi Meclis’te bitirmek için tüm milletvekilleri hakkında fezleke hazırlanmaktadır. Bu günlerde hızlandırılan Kobane duruşmalarında verilecek kararlar bu davaya gerekçe yapılmak istenmektedir. Ama bu davalarda savunmalar gösteriyor ki, yargılananlar HDP’liler değil, Erdoğan rejimidir. Anayasa Mahkemesi’nde sağladığı üçte iki çoğunlukla belki Erdoğan HDP’yi kapattırabilir, ama Kürt halkının ve Türkiye demokratik güçlerinin bağrında HDP her seferinde anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğacak ve Erdoğan’ın karşısına dikilecektir. Artık HDP’siz bir Türkiye olmayacaktır. HDP’ye açılan kapatma davaları tutmayacaktır.
Aysel Tuğluk’a ve hasta tutuklulara özgürlük
Erdoğan Kürtlerin ve HDP’nin direnişini ve gücünü kırabilmak için, sürekli aktif Kürtlere, HDP yöneticilerine, HDP binalarına saldırmakta, gece sabaha karşı HDP üye ve sepatizanlarının evleri basılmakta, çocuk kadın demeden terör uygulanmakta, işkence yapılmakta, birçoğu “terörist” suçlamasıyla tutuklanmakta, zindanlara atılmaktadır. Zindanlara atılanlar işkencelerden geçirilmekte, hücrelerinde çürümeye ve ölüme terkedilmektedirler. Erdoğan tüm yasaları çiğneyerek ağır hasta tutukluları tahliye ettirmemekte, onların cansız bedenlerinin tabutlarla hapishanelerden çıkmasını beklemektedir. Tutukluların aileleri, özellikle kadınlar ve anneler eşlerimizi ve evlatlarımızı ölü değil canlı isteriz diye günlerden beri direnmekte, hasta yakınlarının serbest bırakılmasını istemektedir. “Sağır sultan” bunları duyuyor, ama Erdoğan duymuyor. Erdoğan böylece büyük bir insanlık suçu işlemektedir. Ondan bu suçun hesabının sorulacağı günler uzak değildir.
Hasta tutuklulardan biri de ağır demans hastası olan Aysel Tuğluk’ur. Doktor raporlarına, tüm protestolara rağmen Aysel Tuğluk hâlâ içerde tutulmaktadır. Adli Tıp Kurumu (ATK) bir Erdoğan kurumu olmuş, tam teşkilatlı hastanelerin verdikleri doktor raporlarını saymıyor, başta Aysel Tuğluk olmak üzere ağır hasta tutukluları tahliye edilmesini engelliyor. ATK böylece Erdoğan’ın suç ortağı olmaktadır. Ve bunun hesabı da ondan sorulacaktır. O Aysel Tuğluk ki, ona yaşatılanları insan olan biri asla unutamaz. Ankara’da vefat etmiş annesinin defnedildiği mezardan çıkartıp Ankara’da defnini engelleyen, cenazeyi Dersim’e götürmek zorunda bırakan Erdoğan’ın yakasından Aysel’in ve insanların elleri asla inmeyecektir. Bu yaşanan olaylar Aysel Tuğluk’u derinden etkilemiş, onun hastalanmasında belirleyici rol oynamıştır. Aysel Tuğluk’un ölmüş annesinden korkan iktidar düşünün ki, demans da olsa yaşayan bir Aysel Tuğluk’un hapishaneden çıkmasından ne kadar korkmaktadır. Bu korkular Erdoğan’ın sonunu getirecektir.
Öcalan’a tecride son
Geçtiğimiz 15 Şubat’ta Öcalan’ın uluslararası bir komployla Kenya’dan getirilip İmralı zindanına atılışının 23. yılı idi. Bir halkın önderi 23 yıldan beri rehin tutulmaktadır. Devlet Kürt sorununun ancak Öcalan’la yapılacak görüşmelerle çözülebileceğini bilmesine rağmen, son yıllarda Öcalan’a ağırlaştırılmış tecrit uygulanmaktadır. Ne ailesi ile ne de avukatlarıyla görüştürülmektedir. Sağlığı ile ilgili hiçbir bilgi verilmemektedir. Bu tüm uluslararası anlaşmalara aykırıdır. Ama Kürt halkı onu kalbinde yaşatmaktadır. Devran dönecek, gün gelecek, halk Öcalan’a yapılan hukuk dışı uygulamaların hesabını soracaktır.
Erdoğan ise bu tecritten yararlanarak Kürt Özgürlük Hareketi’ni bölmeye yeltenmekte, rehin aldığı diğer Kürt lideri Selahattin Demirtaş ile Öcalan arasında suni anlaşmazlık yaratmaya, Kürtlerin kafasını karıştırmaya kalkışmakta, Kürtlerden oy alma hesapları yapmaktadır. Erdoğan bir konuşmasında “Edirne’deki, en büyük hesabı İmralı’dakine verecek. Zannediliyor ki her yer şu anda tozpembe. Değil. Onlarında kendi içlerinde ayrı bir hesaplaşmaları var. Ve bu hesaplaşmayı da yapacaklar” dedi. Bunların hepsi Erdoğan’ın hüsnü kuruntusudur. Erdoğan hâlâ HDP’nin Kürt oylarını kazanmasını, kendisini başkan seçtirtmeyeceğiz sözünü, İstanbul belediye seçimlerindeki yenilgisini hazmetmiş değil. Hâlâ HDP’ye karşı bir kuyruk acısı var. Hâlâ Kürt oyları üzerinde oyun oynamaya kalkmaktadır. Ama bunlar boşunadır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde Erdoğan boyunun ölçüsünü aldı. Kaldı ki biz devrimcilerin yoldaşlarına, seçmenine, halkına hesap vermek görevidir ve bunu onlar seve seve yaparlar. Dicle kıyısında koyun güden çobandan İmralı’da rehin tutulan halk önderine varıncaya kadar yalnız Selahattin Demirtaş değil, tüm Kürt devrimcileri halkına hesap vermekten onur duyarlar. Aynı şekilde Öcalan da hem Edirne’dekine hem de Dicle kıyısındaki çobana hesap vermeyi onur sayar. Ama burada İmralı’ya hesap verecek biri varsa o da Erdoğandır. O İmralı’da uygulattığı tecritin ve baskının hesabını hem Öcalan’a, hem Demirtaş’a, hem de Kürt halkına bir gün verecektir. Ayrıca şunu Erdoğan da çok iyi biliyor ki, deve iğne deliğinden geçirilir ama Öcalan’la Demirtaş arasından su sızdırılamaz! Erdoğan eğer hesap vermekten kurtulmak istiyorsa acilen Öcalan üzerindeki tecriti kaldırmalı, ona özgürlük yolunu açmalı, Demirtaş, Kavala ve diğer tüm tutukluları serbest bırakmalıdır. Yıktığı barış masasını yeniden kuracağına, çözüm sürecine kaldığı yerden devam edileceğine söz vermelidir, bunun için İmralı’ya heyetler gidip gelmelidir. Bunları yapmak kendi çıkarınadır.
Semra Güzel ve gerilla ile her ilişkiden korkan Erdoğan
Ama Erdoğan buna yanaşmak istemiyor. O yalnız Öcalan’la değil Kürtlerin, Türk demokratik güçlerin bir gerillayla kurulacak ilişkisinden de korkmaktadır. Erdoğan bu ilişkiden öylesine korkmaktadır ki, bunu önlemek onun en önemli hayati meselelerinen biridir. Bunun son örneği Semra Güzel olayıdır. HDP’den milletvekili olan Semra Güzel’in sözlüsünün ölmüş de olsa, bir gerilla olması ve Semra Güzel’in onunla çözüm sürecinde hatıra fotoğrafı çektirmesi hem Erdoğan hem de Cumhur ve Millet İttifakı partilerini birdenbire ürpertti. Onlar için sanki gerilla Meclis’e girmiş oturmuştu. Hep birlikte Semra Güzel’in üstüne çullandılar. “Gereği yapılsın” diye ayaklandılar.
Oysa Semra Güzel Kürt sorununun barışçıl, demokratik yollardan çözülmesi, Barış masasının yeniden kurulması için canla-başla çalışan, “savaş bitsin, barış olsun, ben kavuşamadım ama halklarımız özgürlüğüne, herkes sevdiğine kavuşsun” diyen bir Kürt kızıdır. Sevgi, barış, demokrasi, özgürlük duygusu onu HDP saflarında daha aktif çalışmaya ve savaşmaya itmişti. Hem Erdoğan’ı hem de Cumhur ve Millet İttifakını korkutan Semra Güzel’de yükselen bu duygulardır. Semra Güzel ister Meclis içinde ister dışında olsun onun bu duygularını kimse alamayacaktır. Onun çektirdiği hatıra fotoğrafları sürekli Erdoğan’ın kâbuslu rüyaları olacaktır. Zira Semra Güzel’in yüreğine gömdüğü sevgi, doğmakta olan barışın, özgürlüğün ve demokrasinin güneşidir. Kürt halkının gerilla, gerillanın da Kürt halkıyla et tırnak olması yalnız Erdoğan’ın değil Türk devletinin de korkulu rüyalarıdır. Erdoğan’ın bu korkulu rüyasına CHP’de katıldı. Bugünlerde Meclis komisyonlarında görüşülen Semra Güzel hakkındaki fezleke ile ilgili olarak CHP “terör bizim kırmızı çizgimizdir, fezleke Meclis’e gelince gereğini yapacağız” açıklamasında bulunarak Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasını onaylayacaklarını bildirdi.
Bu CHP ki, Erdoğan’ın “terör örgütü kurma” ile suçladığı Selahattin Demirtaş hakkındaki fezlekeyi “Anayasa’ya aykırı” olduğunu bilerek onaylamış ve Selahattin Demirtaş’ın 5 yıldan beri Edirne’de rehin tutulmasına neden olmuştur. Şimdi de Semra Güzel’i hapishaneye yollamaktadır. Sormak gerekir ki, CHP “terör kırmızı çizgisi” ile yüzleşmeden önümüzdeki seçimlerde Kürtlerden hangi yüzle oy isteyecektir. Artık CHP’de bilmeli ki, Kürt sorununun çözümünde açık konum almayana Kürtlerden oy da yoktur. Kürt oyları “cepte keklik” değildir. Eğer CHP İstanbul belediye seçimlerinde olduğu gibi Kürlerin oyunu bekliyorsa, kendi kendini aldatıyor demektır. Yok, bu konuda ciddiyse, “Selahattin Demirtaş oylamasından gereken dersi çıkarttık, Semra Güzel fezlekesini reddeceğiz” demesi gerekir. Demezse kendi bilir. O zaman Kürtler de nasıl davranacaklarını bilir. Erdoğan’ı devirmek Kürt sorununda net tavır almayı gerektirir. Bu da tekçi politikaları reddetmeyi, Diyarbakır’dan geçecek olan demokrasinin tüm Türkiye halklarının kendilerini eşit, özgürce ifade ettikleri demokratik bir cumhuriyet gerçeğini kabul etmeyi gerektirir. Şimdiye kadar CHP bunu yapmadı, ama oy istiyorsa bu konuda bir çıkış yapması gerekir. Yaparsa hem kendisi hem Türkiye için iyi olur. Yapmazsa “eski tas eski hamam” demektir. Kendi tercihidir. 6 Parti ile birlikte seçimi şimdiden kaybedeceğinin ilanıdır.
Erdoğan’ın karizmasına atılan ilk çizikler: Sezen Aksu ve Tarkan
Erdoğan diktatörlüğünü, karşı gelinmez faşizan tek adam rejimini oluştururken uyguladığı en etken yöntemlerden biri, kendini eleştiren, itaatsizlik eden, kafa tutmaya kalkan herkesi mahkemeye vermek, tutuklatmak, hapse attırmak veya onlara karşı tazminat davası açmak olmuştur. Erdoğan cumhurbaşkanlığı döneminde hakaret etti diye vatandaşına karşı en çok dava açan cumhurbaşkanıdır: Erdoğan döneminde tam 160.169 kişiye hakaretten soruşturma açılmış, bunlardan 38 bin 608 kişi hakkında dava açılmış, yargı önüne çıkarılmıştır;12 bin 881’i mahkûm olmuştur. Bunlar arasında 12-17 yaş arasındaki çocuklar da bulunmaktadır. Erdoğan’dan öce Evren ve diğer cumhurbaşkanları döneminde, Özal’dan Gül’e kadar açılan dava sayısı 1716’dır. Süleyman Demirel döneminde açılan dava sayısı 158, Evren döneminde 340, Özal döneminde 207’dir.
Erdoğan’ın bu kadar dava ve soruşturma açtırmaktan nedeni lider, reis eleştirilemez, ona saygısızlık yapılamaz, reis dokunulmazdır, itaat ve biat tartışılmaz anlayışını yerleştirmek, bu şekilde oluşturduğu karizmasına çizik attırmamaktır. Erdoğan şimdiye kadar açılan davalarla, “kazandığı” tazminatlarla, tehditlerle (ananı da al git), bilfiil şiddetle (Soma işçilerine tekme-tokat) karizmasını korudu. Ama son zamanlarda Erdoğan karizmasını koruyamaz oldu. Özellikle Merkez Bankası’ında buharlaşan 128 miyar dolar, hızla artan enflasyon ve hayat pahalılığı, cep yakan pazar alışverişi, en son gelen elektrik faturaları Erdoğan’a, politikasına eleştirileri, saldırıları arttırdı. Vatandaş itaat etmez oldu. Sokakta protestolara, fabrikalarda grevlere başladı. Artık Erdoğan’ın yarattığı korku duvarları tek tek yıkılıyor.
Buna rağmen Erdoğan hâlâ iplerin elinde olduğu izlenimini yaratmaya çalıştı. Bunun için halkı kutuplaştıracak, kendi seçmenini stabilize edecek, ama karşı tarafın da ses çıkartamayacağı olaylar aramaya başladı. Bunlardan bir tanesi de Sezen Aksu’nun bundan 5 yıl önce söylediği bir şarkıydı. Sezen Aksu “Şahane Bir Şey Yaşamak” adlı bu şarkısında yer alan “Binmişiz bir alamete. Gidiyoruz kıyamete. Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e…” sözlerini Erdoğan topluma yeniymiş gibi sundu, Sezen Aksu’ya haddini bildirtmek, toplumda infial uyandırmak için bir cuma namazının ardından mihraba çıkarak cemaate şöle konuştu: “Hakaretlerin bini bir para. Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz. Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir.”
Sezen Aksu’nun Erdoğan’a cevabı
Bir sanatçının, hele Sezen Aksu gibi şarkılarıyla milyonların kalbinde taht kurmuş sevilen, sayılan bir sanatçının “dilini koparmak” veya zaten bunu yapmaya hazır fanatik bir cemaati göreve, Sezen Aksu’ya haddini bildirmeye çağırmak toplumda bardağı taşıran damla oldu. Halk bu kadar da olmaz dedi ve toplumda sessiz ama yükselen bir çığlık koptu. Toplum Sezen’ine sahip çıktı. Erdoğan’a “yapamazsın!” dedi. “O bizim umudumuz, bize yaşam ufku veren hayalimiz, bize güç veren direncimiz, bizim her şeyimiz, biz O’yuz, O da biziz, O Türkiye’dir, halktır, o halkın onurudur” dedi. Halktan gelen bu dayanışma karşısında Sezen Aksu da yazdığı bir şiirle gereken cevabı verdi, Erdoğan’a meydan okudu, hadi sıkıysa yap dedi. Aksu şiirinde şöyle diyordu:
“AVCI
Sen beni üzemezsin
Zaten çok üzgünüm
Nereye baksam acı
Nereye baksam acı
Ben avım sen avcı
Vur bakalım…
Sen beni sezemezsin
Dilimi ezemezsin
Nereye baksam acı
Nereye baksam acı
Kim yolcu kim hancı
Dur bakalım…
Beni öldüremezsin
Sesim, sazım, sözüm var benim
Ben derken ben herkesim
Sonuç olarak 47 yıldır yazıyorum….
Yazmaya da devam edeceğim.
Sezen”
Sezen Aksu’nun bu cevabından ve halktan gelen tepkiler sonunda Erdoğan Sezen Aksu’nun kolay yutulacak bir “lokma” olmadığını gördü geri adım atmak zorunda kaldı. Erdoğan şöyle konuştu:
”Benim oradaki hitabımın muhattabı Sezen Aksu değildir. Şarkıları ile insanlarımızın duygularına tercüme olmuştur. Ben ülkenin cumhurbaşkanı olarak insanımızın hangi inançtan olursa olsun hakaret edilmesine müsaade etmem. Sadece Havva ve Adem değil, Meryem annemize de hakaret var. Dilini koparma ifadesini bir kişiye değil, kutsallarımızı korumak için dedim. Bir millet olarak kardeşçe yaşamımız teminatı birbirimize saygılı olmalıyız.”
Evet, Sezen Aksu Erdoğan’ın süngüsünü düşürmüştü, karizmasına ilk çiziği atmıştı. Artık Erdoğan dokunulmaz değildi. Sezen Aksu karşısında geri attığı adım onun politik yaşamında bir dönüm noktasına işaret eder. Artık Erdoğan iktidarıyla birlikte düşüşe geçmiştir. Bundan sonra onun karizmasına daha çok çizikler atılacak, şimdiye kadar verdiği acıların hesabı sorulacaktır.
Tarkan’ın çıkışı
Sezen Aksu’nun şiirinden sonra Tarkan’ın da bir şiir ve şarkısı gündeme “bomba” gibi düştü. Tarkan da Sezen Aksu gibi halkın içindeki sıkıntılara tercüman oluyor, onları dillendiriyor, bu sıkıntıların geçeceği ve biteceği umudunu halka aşılıyordu. Tarkan’ın şarkısındaki şu sözler sanki halkın beklediği özlemdi:
“Gitçek gitçek geldiği gibi gitçek
Her şeyin bir sonu var, bu çile de bitçek
Oh oh zilleri takıp oynayacağız o zaman
O çiçekten günler çok yakın inan”.
…
“Çok uzattın vallahi bıktık
Bi durmadın vermedin ki aman
Hadi artık fena bunaldık
Düş babam artık düş yakamızdan”.
Bu sözler hem Erdoğan’ı hem AKP yöneticilerini görülmemiş şekilde kızdırdı, onlar hop kalkıp, hop oturdular. Tarkan’a bir şey söyleyemediler. ”Dilini koparırız” diyemediler. Tarkan gibi halkın gönlünde taht kurmuş bir sanatçının çıkışını yutmak zorunda kaldılar. Sezen Aksu’nun şiiri dünyada 35 dile çevrildi, her tarafta okunur oldu. Tarkan’ın şarkısı her tarafta dinlenir oldu. Her taraftan Erdoğan’ın iktidarına “şamarlar” yağmaya, dünyanın yakında bir otokrattan kurtulacağı izlenimini yaratmaya başladı.
Sanatçının gücü halkının vicdanı olabilmesidir. O şiir ve şarkılarıyla toplumu bir adım ileriye götürüyorsa, ona baskı ve zulme karşı direnme azmi aşılayabiliyoprsa bu işlevini yerine getiriyor demektir. Ama bunun başarılı olabilmesi için halkın direniş azmiyle sanatçının sözlerinin üst üste düşmesi gerekir. Hen Sezen’in hem Tarkan’ın şarkıları tam da halkın Erdoğan’a karşı direnmeye başladığı, sokaklara çıktığı, grevler yaptığı bir döneme rastgelmiştir. Bu kadar paylaşılması ve sahiplenilmesi halkta yükselmekte olan direnişle orantılıdır. Bundan3-5 yıl önce bunlar zaten yazılamazdı, yazılmış olsaydı da bu etkiyi vermezdi. Sağol Sezen ve Tarkan, tam zamanında bir çıkış yaptınız, halkın umut ve azmini bilediniz, iktidara korku saldınız.
Şimdi ne yapmalı?
Erdoğan’ın üstüne çizikler atılmaya başlandı. Ama Erdoğan daha yerinde duruyor. Gücü yettiklerine saldırmaya devam ediyor. Gazeteci Sedef Kabaş’ın bir televizyon programında söylediği “Taçlanan baş akıllanır… Büyük baş hayvan bir saraya girdiğinde o kral olmaz, o saray ahır olur” Çerkes atasözünü hakaret sayıp hemen tutuklattı ve hapse attırdı. Toplumda Kabaş’la da büyük bir dayanışma ortaya çıktı. Maalesef Kabaş’da diğer birçok tutuklu gibi uzun yıllar zindanda tutulacaktır.
Bu olaylar da gösteriyor ki, kim kimi savaşı daha ortada. Şimdi tüm sol ve demokratik güçler bir yandan HDP’nin oluşturmaya çalıştığı Demokratik ittifak içinde yer alırken, diğer yandan da yığınlar içinde çalışmaya ağırlık vermelidir. Halkın pahalılığa karşı mücadelelerini, işçilerin grev ve direnişleri kalıcılaştırmak ve Erdoğan’a karşı bir harekete dönüştürmek için sol ve demokratik güçlerin direnişlerde onların yanlarında olması, onlarla uzun erimli bir çalışmaya girmesi, bu mücadelelerin Kürtlere karşı yürütülen savaşla bağını kurması gerekmektedir. Bu ne kadar ardıcıl yapılırsa Erdoğan da bir o kadar gerilitilir ve kim kimi savaşı işçiler ve emekçiler tarafa dönmeye başlar. Aksi takdirde Erdoğan rejimine son vermek zordur! Unutulmamalı ki, Erdoğan’ı ayakta tutan en önenli etmen Kürtlere karşı savaştır, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını tanımamaktır ve bunun üzerinden Türk halkı arasında yarattığı milliyetçilik ve şovenizmdir. Ekmek mücadelesiyle Kürt sorunu hakkında bağlar kuruldukça, yığınlar bu yönde kazanıldıkça Erdoğan’dan kurtuluş günleri de kısalacaktır.