Haber / Yorum / Bildiri

“Medz Yeghern” (Büyük Felaket)’in 110. Yılı: 24 Nisan 1915-2025

Erol BORA

24 Nisan 1915: Ermeniler için “Medz Yeghern”, yani “Büyük Felaket” günü. Acılarla dolu bir dönemin başlangıç günü. Sağ, muhafazakâr, milliyetçi Türk “aydını” için Tehcir, Deportasyon, devletin Ermenileri göç ettirmek zorunda kaldığı gün. Türk demokrat, devrimci, sol güçler için jenosid, Ermenilere soykırımın başladığı gün. 24 Nisan 1915 Osmanlı veya Türkiye tarihinde hâlâ inkâr edilen, yüzleşilmeyen kara bir leke. 

Ne olmuştu 24 Nisan 1915’de?

24 Nisan 1915’de İttihat ve Terakki hükümeti Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın “… emniyet güçlerince tanınan önemli ve zararlı Ermenilerin hemen tutuklanmaları, bulundukları yerlerde ikametlerinin devamında sakınca görülenlerin uygun görülecek yerlerde toplatılarak kaçmalarına meydan verilmemesi” emri gereği önceden hazırlanmış listelere göre içinde hekim, sanatçı, Meclis-i Mebusan mensubu, Mekteb-i Mülkiye hocası gibi 220 ünlü Ermeni aydınının tutuklandığı ve kaçamayacakları yer olarak Çankırı ve Ayaş’a sürüldükleri gündür. “Sürgünler” 25 Nisan’da Ayaş’a, 27 Nisan’da Çankırı’ya ulaştılar. Ne olacaklarını devletten başka kimse bilmiyor, hatta birkaçı serbest bırakılınca geri dönüş umutları da büyüyordu.

Ama gerçek bambaşkaydı. Osmanlı, İttihat ve Terakki bu Ermeni aydınlarının imhasını, katliamını öngörmüştü. Çünkü aydını yok edilmiş bir milleti yok etmek, imha ve asimile etmek, sürmek çok kolaydır. Bu nedenle halkının önderleri olabilecek bu aydınların Osmanlıya göre imha edilmesi gerekiyordu. Bunun içinde 24 Nisan’dan bir ay önce hapishanelerden “güvenilir” 249 mücrim, ağır suç işlemiş katiller seçilmiş ve bu aydınların üstüne salınması için hazırlanmıştı. Temmuz’da bu plan uygulamaya konuldu.

Ermeni aydınlarının insanlık dışı katliamı

5 Temmuz’da Teşkilat-ı Mahsusa mensubu Atıf Bey, Ankara Valisi Mazhar Bey’e Ermenilere ne yapılacağını sözlü olarak iletmek üzere Ankara’ya gönderildi. Anlaşılan bu hassas konuda sözlü iletişim tercih ediliyordu. Mazhar Bey işittiklerine inanamadı ve tepki gösterdi: “Hayır, Atıf Bey, ben valiyim, eşkıya değilim. Yapmamı istediğiniz şeyi yapamam. Ben koltuktan kalkayım. Siz gelir oturur, yaparsınız!” cevabını verdi. Nitekim öyle de oldu. Mazhar Bey 15 gün sonra emekli edildi, Atıf Bey de vali vekili olarak onun yerine oturdu.

Temmuz sonunda bu katil sürüsü mücrimler de Ankara yakınlarına getirilerek Ankara Vali Vekili Atıf’a bağlı çete grupları oluşturdular. Artık her şey hazırdı. Bundan sonrasında işlenen cinayetler anlatılamaz. Her biri kendi mesleğinde ün salmış, Osmanlı kültür, sanat, politikasına katkıda bulunmuş bu aydınların cani çeteler tarafından barbarca, balta ve kazmayla katli birer insanlık dramı. Türkler için de yüz karası, insanlık suçu teşkil etmiştir. Ama Mazhar Bey unutulmadı.

Aydınlara yapılan bu katliamı örgütleyen Vali Vekili Atıf Bey, Atıf Bayındır, Cumhuriyet döneminde 1935, 39, 43’de İstanbul Milletvekili yapılırken, katliamı örgütlemediği için azledilen Hasan Mazhar Bey böyle mevkilere layık görülmedi. Ama Ermeniler de onu unutmadı. 27 Nisan 2015’de onun anısına 20. ve 21. yüzyıllarda insanlık değerlerini savunma cesareti gösterenleri onurlandırmak için kurulan Varşova’daki Ermeniler Bahçesine üzerinde adının olduğu bir taş yerleştirildi. Ermenilerin katliamına, tehcirine başka karşı çıkanlar da oldu. Bunlardan biri Kütahya Mutasarrıfı Ali Faik Ozansoy ve karşı çıkmanın bedelini hayatıyla ödeyen Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi Bey ve daha birçoklarıdır. Bunlar insanlık onurunu yüksek tutan ve her Türk gencinin kendileriyle onur duyacağı kişilerdir.

Tehcir: Deyr-i Zor’a ölüm yolculuğu

24 Nisan’da aydınların tehcir edilmesinden sonra artık daha büyük, tüm Ermenileri kapsayan bir tehcir başlatılabilirdi. Bu da 29 Mayıs 1915’de kabul edilen kanunla gerçekleşti. Kanun çıktıktan sonra Ermeniler evlerinden alınıp, belli yerlerde toplanmak üzere götürülmeye başlandılar. Canları ve maddi varlıkları helal kılınmış Ermenilerin yol boyunca öldürülüp soyulması İttihat-Terakki yönetiminin benimsediği bir imha yöntemiydi. Merkezi yerlerde toplanan Ermeniler de Suriye çölü Deyr-i Zor’a gönderilmek üzere yola çıkarılmışlardır. Tehcir resmi tarihte iddia edildiği gibi yalnız Ermenilerin Batı Ermenistan dedikleri Doğu Anadolu ile sınırlı değildi, Tüm Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeniler kastedilmişti.

Deyr-i Zor’a yaya yola çıkarılan kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden Ermenilerin “güvenliği” bir-iki jandarmaya ve çoğu zaman hapishanelerden çıkarılan suçlulara teslim ediliyordu. Bu ise onların yollarda öldürülmesine, maddi varlıklarına el konulmasına izindi. Hiçbir sağlık, barınma, içecek ve yiyecek önlemleri alınmadan çıkarılan bu ölüm yürüyüşlerinde yollarda hastalıktan, bitkinlikten ve bizzat kendilerini sözde korumakla görevli çapulcuların, haydutların ellerinde hayatlarını kaybettiler. Bu ölüm yürüyüşüne dayanabilenleri ise Deyr-i Zor çölüne ulaştıklarında bir “açık” toplama kampı bekliyordu. Bu kampta en az 250 bin Ermeni katledildi. Kurtulabilenler daha sonra çoğunlukla Avrupa’ya gittiler. Katledilen Ermenilerin sayısı 500 binle 1,5 milyon arasında değişmektedir. Sayı ne kadar olursa olsun, bir halkın kendi yaşam alanından başka bir yere sürülmesi, bir kısmının yok edilmesi, katledilmesi soykırım suçudur. Tek başına 220 Ermeni aydınının İstanbul’dan sürülüp katledilmeleri bile soykırım suçudur. Osmanlılar döneminde Türklük adına bu suç işlenmiştir. Bu yıl, 2025 yılı bu katliamın 110. yıl dönümüdür. Her Türkün bu katliamla yüzleşmesi gerekmektedir.

Deyr-i Zor Mutasarrıfı Salih Zeki

Ermeniler Deyr-i Zor’da katledilirken Deyr-i Zor’un Osmanlı, İttihat-Terakki mutasarrıfı daha sonra TKP üyesi de olacak olan Salih Zeki’dir. Katliam’dan sorumlu kişidir. Bu kişi Birinci Dünya Savaşı sonunda İngilizlerin eline düşmemek için Kafkaslara kaçar, oradan diğer İttihatçılarla birlikte Azerbaycan’a, Bakü’ye geçer. Bakü’de bunlar bir komünist partisi oluştururlar. Hedefleri Sovyetlerden yardım alıp Osmanlı devletini kurtarmaktı. Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen ve Antant Devletlerin işgaline uğrayan devletini kurtarmanın tek yolu Osmanlı aydınları için kuzey komşumuz Sovyet Rusya ile birlikte davranmak, onlardan yardım görmekti. Daha sonra Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal de bu yolu seçti, Moskova’ya heyetler gönderdi.

Salih Zeki’nin İttihatçılıktan Komünistliğe geçişi o dönemin koşullarını ve gelişmelerini inceleyecek olan tarih bilimcilerinin işidir. Ama bu konuda bilinenler şunlardır: Bakü’deki İttihatçı komünist grup Azerbaycan’da Sovyet güçlerinin, Kızıl Ordu’nun kansız bir şekilde iktidarı almasında büyük rolü olmuş, özellikle Salih Zeki dahil bu grubun Ermeni komünisti ve daha sonra SSCB Yüksek Sovyet Prezidyumu Başkanı olacak olan Mikoyan’la birlikte Sovyet karşıtlarına karşı savaşmış, Kafkaslar’da Sovyet İktidarının zaferi için çalışmışlardır. Salih Zeki 1919’dan Sovyetlerde öldüğü 1940 yılına kadar Bolşevik Partisi’nin üyesi olmuştur. Haklı olarak “nereden nereye?” diye sorulması gerekir.

Salih Zeki Sovyetler’de yayınladığı biyografilerinde hayatında iki dönem olduğunu, birinci dönemin 1916’da bittiğini (1916’da İstanbul’a döner), ikinci dönemin 1919’da başladığını yazar. Birinci döneminde burjuvaziye hizmet ettiğini, kendini hiç iyi hissetmediğini, bir mutasarrıf olarak bu iğrenç işten kendini de suçlu bulduğunu itiraf eder ve pişmanlığını bildirir. İkinci dönemde kendisini iyi hissettiğini, çünkü proletaryaya hizmet verdiğini belirtir. Yine bu gibi açıklamaların doğruluğunu tarihçilere bırakmak gerekmektedir.

Mustafa Suphi Mayıs 1920’de Bakü’ye geldiğinde ittihatçıların kurduğu partiyi hemen dağıtır. Parti Mustafa Suphi yönetimindeki örgüttür. Sovyet yoldaşların tavsiyesi ve kendi gözlemleri sonucu bunlardan bazılarını partiye alır. Bunlar arasında Salih Zeki de vardır. Zeki 1920 yıllarında Anadolu’ya geçerek Erzurum, Bayburt, Trabzon şehirlerinde parti şubelerini kurar. Ama Ermeni katliamında “parmağı” olduğu ortaya çıkınca 1923 yılında partiden uzaklaştırılıyor. 1925 yılında Sovyetlerin tavsiyesi ile yine partiye alınır. Ama evraktaki “Ermeni katliamında parmağı var” nitelemesi daha yüksek pozisyonlara gelmesine hep engel olmuştur. Salih Zeki çelişkili kişiliği ve tarihte farklı aşamalarda oynadığı rollerle hep tartışılan bir kişi olarak kalacaktır. Partimiz bu kişiye hep eleştirel olarak yanaşacak ve 1915-16 yıllarında işlediği cinayetlerden sorumlu tutacak ve onu sürekli yargılayacaktır. Salih Zeki’nin yaşamının ikinci döneminde proletaryaya, Sovyet iktidarına yaptığı hizmet, yardım ve katkılar yaşamının ilk döneminde Ermenilere yaptığı katliamı asla affettiremez.  

Ermeni komünistleri ve Paramaz 

Ermeni aydınlarının sürüldüğü ve Ermeni soykırımının başlama tarihi olarak kabul edilen 24 Nisan 1915’den sonra Ermeni komünistlerine de yönelik bir katliam başlar. Hedef toplumda en örgütlü kesimi yok etmektir. 1914 yılının Haziran ayında Talat, Enver ve Cemal Paşalara suikast yapılacağı ihbarı üzerine, Meclis-i Mebusan’da legal bir parti olan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nden, yani Ermeni Komünist Partisi’nden 120 kişi gözaltına alınır. Bir yıl süren sorgulamadan sonra 10 Mayıs 1915’de Divan-ı Harp’te yargılanmaları başlar. Yapılan suçlamalar bugün Kürtlere yapılan suçlamaları hatırlatır cinstendir: “Özgür ve bağımsız bir Ermenistan kurma amacıyla silahlı eylemlerde bulunmak, yabancı devletleri Osmanlı’ya karşı kışkırtarak devletin bölünmez bütünlüğüne yönelik tehlikeli planlar yapıp, Osmanlı halklarından bir kısmının Osmanlı hâkimiyetinden ayrılıp kendi başlarına devletler yaratma amaçlı, değişik yerlerde alenen ve gizli toplantılar gerçekleştirmek, basın-yayın yoluyla bu amaçların propagandasını yapmak ve kışkırtıcı çalışmalar örgütlemek” olarak belirlenir. Yargılanma sonunda 71 kişi serbest bırakılır, 22’si hakkında idam cezası verilir, geri kalan sürgüne gönderilir. 22 kişiden ikisi yakalanamadığından 20 kişi 15 Haziran’da Beyazıt Meydanı’nda idam edilirler. Aralarında Paramaz da vardır. Onlar ölümün üstüne korkusuzca, dimdik yürürler. Paramaz darağacındaki yoldaşlarına şöyle selenir: “Yoldaşlar yiğitçe, başımız dik gideceğiz ölüme, bize yakışır şekilde”der. Asılanlardan Doktor Benner ise: “Biz 20’leri asıyorsunuz, ama arkamızdan 20 binler gelecek!” diye haykırır. Paramaz son kez: “Siz sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandığımız fikirleri asla…” der ve son nefeslerinde hepsi birden “Yaşasın Sosyalizm!” diye haykırırlar.

Ermeni komünistleri Osmanlı toplumunda halkların eşitlik, kardeşlik ve birlik içinde yaşamalarından yanadır. Bunu en açık şekilde Van’daki bir yargılamada Paramaz savunmasında şöyle yapar: “Bizim istediğimiz eşitlik, biz katı milliyetçi değiliz, bizim talebimiz Ermeni, Türk, Kürt, Alevi, Laz, Yezidi, Süryani, Arap ve Kıptilerle birlikte eşit koşullarda kardeşçe yaşamaktır. Bir devrimci olarak bu hedefe ulaşacağımıza inanıyorum. Ama Osmanlı devletinin tutumu onu Türkçülüğe götürüyor. Yüzlerce yıl önce bu topraklara geldiğiniz noktaya, Türkçülüğe geri dönüyorsunuz…” der. Paramaz’ın bu söyledikleri 110 yıl sonra Kürtlerle nasıl yaşanılacağını da göstermektedir. Ama o zaman da, şimdi de Osmanlı’da ve Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet aklı hep inkâr, imha, asimilasyon ve soykırımdır. Bu akıl aşılmadan halklarımızla birlikte yaşamak maalesef imkânsız kılınmaktadır. Şimdi bu devlet aklının nereden geldiğine bakalım.

Neden geliyor bu inkâr, imha, soykırım politikası?

Üç kıtada, Asya, Avrupa ve Afrika’da büyük topraklar zapt eden Osmanlı, kapitalist gelişme aşamasına bir türlü geçemedi. Hızla gelişen Avrupa ülkeleri karşısında geriledi. Hükümranlığı altında olan Avrupa-Balkan ülkelerinde Fransız devriminin de etkisiyle milliyetçilik ve bağımsızlık hareketleri güçlendi. Bunlardan bazıları Osmanlıdan koptu. İmparatorluk parçalanmaya, çökmeye başladı. Avrupa’ya gidip oraları gören Osmanlı aydınları Devlet-i Ali’yi nasıl kurtaracakları konusunda fikir yormaya başladılar. İlk çıkan akım “Yeni Osmanlıcılık” oldu. Buna göre nasıl ABD’de farklı milletlerden gruplar Amerikan vatandaşlığı altında toplandılarsa, Osmanlı’da da tüm halklar Osmanlı tebaası altında toplanmalıydılar. Bunun tutmayacağı açıktı. ABD’deki kapitalist gelişme Osmanlı’da yoktu. Balkan halklarında ise Osmanlı mezaliminden kurtulma eğilimi çok yüksekti. Avrupa’daki Hristiyan halklar İmparatorluk’tan koptukça İmparatorluk Müslüman halklardan ibaret hale geldi. Bu kez de Pan-İslamizm hareketi doğdu. Osmanlı padişahları aynı zamanda halife idi. Tüm Müslüman halkların halife etrafında toparlanması hedeflendi. Ama bu da tutmadı, zira Arap halkları da Osmanlı’dan ayrılmak istiyordu. Geriye Pan-Türkizm kalmıştı. Bunun uygulanması ise çok zordu. Türk vatanı olarak düşünülen Anadolu hâlâ çok milletli, çok kültürlü, çok dinli, çok dilli bir topraktı. Soru Anadolu’nun nasıl Türkleştirileceği sorunuydu. İttihat-Terakki’nin planına göre Anadolu önce Hristiyanlar’dan arındırılmalı, Müslümanlaştırılmalıydı. Sonra tüm Müslümanlar da asimilasyon yoluyla Türkleştirilmeliydi. Planın ilk aşaması en büyük Hristiyan grup olarak Ermeniler’e uygulandı. Bu uygulamanın sonucu Ermeniler büyük ölçüde Anadolu’dan soykırım yoluyla temizlendi. Ermeniler’le birlikte Asuriler, Keldaniler, Ezidiler, Süryaniler de soykırıma uğradılar. Daha sonra Anadolu’daki Rumlar mübadele ile temizlendiler. Böylece Anadolu Müslümanlaşmış oldu. Ama ağırlıklı olarak iki Müslüman halktan oluşuyordu: Türklerden ve Kürtlerden. Cumhuriyetle birlikte sıra Müslümanların, daha çok Kürtlerin Türkleştirilmesine geldi. Türkleşmeyi kabul etmeyen Kürtlerin direnişi günümüzde hâlâ sürmektedir.   

İttihatçıları planı büyük ölçüde Sevr ile suya düşmüştü. Zira Sevr’e göre Doğu Anadolu Ermenilere, Güneydoğu Anadolu Kürtlere, Ege Yunanlılara öngörülmüştü. Ama yukarıda kuzeyde Çarlık Rusyası’nın yıkılması, onun yerine Sovyet iktidarının kurulması, Beyaz Ordunun yenilmesi ve Kızılordu’nun zafer kazanması emperyalistlerin, en başta İngilizlerin oyununu bozdu. Artık emperyalistlerin çıkarı Sevr’e göre paramparça olmuş bir Anadolu değil, Mustafa Kemal’in yönetiminde Anadolu’da Sovyetlere karşı tampon bir Türk devletinin kurulmasıydı. 1921’de yapılan Londra Konferansı bunun habercisiydi. İngilizler Anadolu’nun Doğusunu, Güneydoğusunu, Güneyini ve Kuzeyini Mustafa Kemal’e terk etti. Mustafa Kemal de bunun karşılığında Suphileri katlettirdi. Anadolu’da oluşan Türkiye Cumhuriyeti Moskova’da Sovyet iktidarının kesin zafer elde etmesinin bir sonucudur. Bu Cumhuriyet Lozan Anlaşmasıyla uluslararası alanda tescil edilmiştir. Bu nedenle Ermenilere, Rumlara, Kürtlere ve diğer halklara karşı işlenen cinayetler, katliamlar ve soykırımlar ya hep unutturulmaya, inkâr edilmeye ve çarpıtılmaya çalışılmıştır. Artık bu dönemin bitmesi ve yüzleşmenin başlaması gerekmektedir. Son yıllarda hem Ermenilere hem Kürtlere ve diğer halklara yapılanlar uluslararası alanda gündeme gelmeye ve tartışılmaya başlanmıştır. Bir halka yapılan katliam, jenosid asla unutulmamalıdır.  

Paşinyan’ın girişimi

Bu kadar sancılı ve kanlı doğan bir cumhuriyetin önünde, tarihi doğru okuyup, geçmişiyle yüzleşmesi, günümüzde de hem ülke içinde kadim halklarla, hem ülke dışında komşularla yeni bir barış süreci başlatma görevi durmaktadır. Burada hep “haklı benim” anlayışıyla değil, “bizim de hatalarımız var, biz de suçluyuz” anlayışıyla hareket edilmelidir. Ermeni sorununda sorun, Ermenilerin özellikle Doğu Anadolu’da devlete karşı başkaldırması, “katliamlarda” bulunması değil, Türklerin Anadolu’da etnik temizlik yapma kararlılığı olduğu görülmeli ve kabul edilmelidir. Aynı şey Kürt sorunu için de geçerlidir. Sorun Kürt ağa ve şeyhlerinin laik cumhuriyete başkaldırması değil, Türk devletinin Türkleştirme, inkâr, imha ve asimilasyon uygulamalarına karşı başkaldırması, dilini ve kimliğini istemesi sorunudur. Eğer böyle yaklaşılırsa sorunların çözümünde, içte kendi halklarıyla, dışta komşularıyla barış sağlamada yeni sayfalar açılabilir. Bu konuda Ermenistan Cumhurbaşkanı Paşinyan’ın son yaklaşımı son derece ilginçtir.

Paşinyan Erivan’da uluslararası bir basın toplantısında ilginç önerilerde bulundu: Paşinyan, soykırım konusunun Ermeni kimliğinin ve geçmişinin parçası olmaya devam edecek olmasıyla beraber, dış politikada başka ülkelerin parlamentolarında soykırım kararı çıkarılmasının Ermenistan için öncelik olmadığını, önceliğin komşular ile normal ilişkiler kurmak olması gerektiğini söylüyor. Bu günümüz için doğru bir yaklaşımdır. Özellikle ABD ve Avrupa parlamentolarında tartışılan ve kabul edilen “1915 olaylarının soykırım olduğu” kararları daha çok kamuoyunda bu sorunun bilince çıkması için yapılan çalışmalardı. Bu genel olarak yerini buldu. Türkiye’de de artık Ermeni soykırımı tartışılır bir konu oldu. Sorun Ermenistan’dan soykırımı dillendirmemesi, unutması, reddetmesi değil, Türklerin “1915 olaylarıyla” yüzleşmesidir. Bu da artık günümüzde ilişkileri normalleştirmekle olur. Paşinyan önemli bir adım atmıştır. Şimdi sıra Türkiye’dedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da 1915 “olaylarının” 110. yıldönümü nedeniyle Türkiye Ermenilerine hitaben bir mesaj yayınladı. Mesajında Erdoğan “Ermeni Toplumu’nun geçmişte yaşadığı acıları samimiyetle paylaştığı”nı yineliyor, ama bu acıların “Osmanlı İmparatorluğu’ nun son dönemlerinde yaşanan isyanlar, artan çete hareketleri, silahlı grupların gerçekleştirdiği bozgunculuk eylemleri ve salgın hastalıklar”dan kaynaklandığını belirtmesi ise bir çarpıtma yapıyor. En azından “hiçbir isyan, çete olayının yüzbinlerce Ermeniyi toplayıp Deyr-i Zor çölüne sürülmesini haklı çıkaramaz!” denmesi gerekir. Maalesef devlet aklı hâlâ gerçeklerle yüzleşmekten uzak! Partimiz dahil tüm sol ve demokratik devrimci güçler Ermeni soykırımıyla yüzleşilmesini ve Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesini savunmalı ve halklarımıza anlatmalıdır. Kürtlerle başarılacak olan bir barış sürecinden sonra Ermenilerle de bir barış ve normalleşme süreci başlatılmalıdır. Bunun ilk adımı olarak Alican karayolu ve Kars demiryolu kapılarının açılması, halklarımızın birbirlerine gidip gelmesi, barışı ve normalleşmeyi halkların kendilerinin yaratması sağlanmalıdır. Barış süreçleri, hem Türkiye’yi, hem Ermenileri, hem Kürtleri daha da güçlendirecek, Orta Doğu’da barışı garantileyen güçler yapacaktır.

Bir yanıt yazın