Haber / Yorum / Bildiri

Erdoğan ve bakanlarının korktuğu eski DİSK ruhudur!

Ekrem EBEDİ

TÜRKİYE’de parlamenter demokrasi adı verilen ve yaklaşık bir asırdır devam eden siyasi sistemde, son yıllarda yapılan müdahalelerle, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen “ucube” bir sisteme dönüştürüldüğünü yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz.

Yapılan müdahalelerin, dün olduğu gibi yaşadığımız bugünlerde de, ülkenin kaynakları üzerine ağlarını atmış olan bir avuç sömürgen için yapıldığından kuşkumuz yoktu. Halkın büyük çoğunluğunun da bir şüphesinin kalmadığını düşünüyorum.

Bu, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin bir de çok çalışkan “bakanları” var ki; evlere şenlik. Bu bakanlar hiçbir işi kendi başlarına yapamıyorlar, işgal etmiş oldukları bakanlık adına yaptıkları her icraatta, yaptıkları konuşmalarda mutlaka “Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın tensipleriyle” veya “Cumhurbaşkanımız Sayın RTE’nin uygun bulmasıyla” diyerek cümlelerini bitiriyorlar.

Yani her iş ve uygulamanın, (hizmet demiyorum, çünkü AKP iktidarının halka hizmet diye bir düşüncesi olmadı) mutlaka Cumhurbaşkanı’nın tensibiyle gerçekleştiği belirtiliyor.

Bu hükümet sisteminin birbirinden renkli “bakanları” var: Her biri cihan parçası.

Bu “bakanlar” arasında biri var ki; gerçekten çok nezaketli ve kibar bir insan. Adeta endamından kibarlık dökülüyor. Bu “Bakanımız” Çalışma ve sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan. Bu bakan göreve geldiğinden beri çevresine ışık saçıyor. Âdeta, gemilerin kayalıklara çarpmasını engellemek için kayalıkların kıyısına inşa edilmiş fener gibi.

Yalnız bu çok “Sayın Bakan”ın bu kibarlığı bütün işçilere ve emekçilere yönelik değil tabii ki. Bakanın tüm nezaketi sermaye sınıfına, patronlarla birlikte, bunlarla iyi geçinen sendikacılara yönelik. “Bu patronlar nasıl dikensiz gül bahçesinde kazançlarını arttırsın?” diye gecesini gündüzüne ekliyor. Çalışıyor ve didiniyor. Mutlaka kendisi bu çalışmalarını, Cumhurbaşkanı’nın tensiplerini almadan yapmıyordur. Bunu yaparsa maddenin tabiatına aykırı olur. AKP’nin kuruluş felsefesine de aykırı olur.

Bu bakanımızın yaptığı bunca iş ve çalışmaya rağmen sanki bir şey yapmıyormuş gibi değerlendirmelere de çok üzülüyormuş!

Bakan Işıkhan “1 Mayıs’ı resmî tatil ilan eden, sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engelleri kaldıran, sendikal örgütlenmeyi teşvik eden, çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını geliştiren, güvenceli çalışma ve nitelikle kamu hizmetlerinden devrim niteliğinde değişiklikler yapan bir ülkeyi, çalışma hayatı bakımından kötü ülkeler arasında saymak büyük haksızlıktır!” demiş.

Bakan Işıkhan bu sözleri söylemeden önce çok düşünmüş ve Cumhurbaşkanı’nın tensiplerini de almıştır diye düşünüyorum.

Bakan Işıkhan bu sözleri, daha önceden sesi dahi çıkmayan, hiçbir kamu işyerinde ve kamu çalışanları içinde örgütlülüğü olmamasına rağmen, toplamda otuz veya kırk bin üyesi bulunurken, AKP iktidarı tarafından büyütülerek palazlandırılan, şimdilerde bir buçuk milyon üyeye merdiven dayamış, yandaş Konfederasyon’un ev sahipliği yaptığı toplantıda sarf ediyor. Memur Sendikaları Konfederasyonu (Memur-Sen) tarafından Ankara’da, uluslararası örgütlerin katılımıyla düzenlenen “Emek, Dijitalleşme ve Sosyal Adalet Uluslararası Kongresi”ne katılarak sarf ediyor.

“Bakan” Işıkhan haklı, zira gerçekten sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engeller, tabelalarında “sendika” yazan yandaş sendikalar için kaldırıldı. Bunun en somut örneği: Memur Sen. Verilebilecek örnek sadece bu yandaş konfederasyona bağlı sendikalar değil: Türk-İş ile Hak-İş’e bağlı sendikalar içerisinde AKP öncesi ve sonrası sendikaların üye sayılarındaki değişimlerine bakarak nasıl bir büyüme ve gelişme gösterdikleri görülebilir.

Hak-İş, AKP iktidarı öncesi, en temel işkollarında sendikal faaliyet sürdürürken, sonrası bütün işkollarında sendika kurarak veya sendika transfer ederek (Oleyis, Liman-İş.vb.) bütün işkollarında faaliyetini sürdürüyor. Faaliyet sürdürdüğü işkollarında, bir iki sendikada, sendikacıların özel beceriksizlikleri hariç başarılı gözüküyorlar. Tabii bu başarıların temelinde, yandaş olmanın dokunulmaz ağırlığı olduğunu belirtelim.

Burada da bakan Işıkhan’ın hakkını iade edelim. Bu yandaş sendikacılara, sendikalarını büyütmek adına gerçekten ciddi bir teşvikte bulunuldu.

Bu teşvik kimi zaman, Çalışma Bakanları eliyle desteklerle sürerken, kimi zaman da, çalışanı sendika üyesi yapılacak kamu kurumunun, buralarda konumlandırılmış Bakan ve Yardımcıları, Genel Müdür, Daire Başkanı, Birim Müdürleri ile Bölüm şefleri vasıtasıyla sürdürüldü. Tek bir şartla, yandaşlığı tescil edilmiş bulunan, tabelasında “sendika” yazan ve içerisinde mescit bulunan sendika büroları için yerine getirildi.

Kimi zaman bu teşvikler, yine kurulu bulunan bu “sendika yöneticilerinin” dünya nimetlerinden faydalanmaları amacıyla, uluslararası proje ve çalışmalardan yararlanma şeklinde gelişti. Bu proje ve çalışmalara katılan sendikalar hem uluslararası çalışmalara katılarak AKP’nin borazanlığını yerine getirerek propagandasını yapmış, hem de kasalarına “üç” kuruş para girmiş oldu.

AKP iktidarının bu kadar rahat hareket etmesinin, sendikalara hükmetmesinin, yandaş sendikalar yaratmasının ve güçlendirmesinin hikmeti neydi? Bunun sırrı 12 Eylül faşizan darbesinde yatıyordu. 12 Eylül darbesinin ilk yaptığı işlerden biri DİSK’i yasaklamak ve başına kayyım atamak oldu. Çünkü DİSK Türkiye işçi ve sendikal hareketine yeni bir sendikacılık anlayışı, tabanın söz ve karar sahibi olduğu sınıf sendikacılığı anlayışını getirdi. DİSK demek işçinin ekonomik, sosyal ve politik haklarına sahip çıkması, bunlar için mücadele etmesi ve hakkını söke söke alması demekti. DİSK demek işçi sınıfının mücadele ruhu demekti. 12 Eylül sonrası DİSK’in yokluğundan ve kayyımın kalkmasından sonra DİSK’in uzun süren toparlanamamasından yararlanan devlet, iktidarlar TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve diğer yandaş sendikaları güçlendirdi. Buna AKP dönemi de dahildir. AKP kendine bağlı sendikalar yarattı, işyerlerine, fabrikalar ve sendikalara tarikatları soktu.

Yalnız Bakan Işıkhan döneminde değil, genel olarak Erdoğan ve AKP iktidarı döneminde işçilerin sendikal hak ve örgütlenmelerinde büyük gerilemeler oldu. Özgür örgütlenme ve sendika seçme, grev ve toplu sözleşme, gösteri ve protesto hakları geniş ölçüde kısıtlandı. 12 Eylül faşist askeri cuntasının sendika üyeliği için getirilen noter şartı yerine, e-devlet üzerinden sendika üyeliği getirilerek işçiler üzerindeki devlet kontrol ve baskı olanağı daha çok arttırıldı, işçilerin ilerici ve devrimci sendikalarda örgütlenmesi engellendi, DİSK üzerinde baskı yoğunlaştı. Bir siyasi partiye üye olurken bile bir form yeterli olurken, bir sendikaya üye olmak için neden noter veya e-devlet zorunluğu getiriliyor? İşçiler sendika kurmak ve seçmekte özgür olmalılar ve dolduracağı bir formla istediği sendikaya üye olabilmeli ve sendikadan çıkabilmeliler. Her e-devlet işlemi Erdoğan için bir kontrol demektir.

Yine Erdoğan iktidarı 12 Eylül faşizan rejiminin getirdiği 1 Mayıs yasağını 2010 yılına kadar sürdürdü. İşçiler yasağa rağmen 1977 Bir Mayıs’ında devletin saldırısıyla katledilen arkadaşlarını anmak için Taksim’e yürüdü. Erdoğan’ın polisi işçilere coplarla saldırdı. Buna rağmen küçük bir grup meydana girmeyi başardı. 2008’de bu kez farklı bir biçimde Taksim’e girmeye çalışıldı. Polisle çatışmalar yaşandı. Bu direniş karşısında Erdoğan 2009’da 1 Mayıs’ı resmi bayram ilan etmek zorunda kaldı.  Ama işçilerin Taksim’e çıkması yine engellendi. Polisle yine çatışma çıktı. Bu kez büyücek bir grup polis barikatlarını aşıp meydana girmeyi başardı. 2010 yılında hem Türkiye’de hem uluslararası alandaki baskının sonucu Erdoğan 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına müsaade etmek ve hatta sahip çıkmak zorunda kaldı. Ama 2013 senesinde yine yasakladı. Bu yasak bugüne kadar sürmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarının yasaklanmasıyla ilgili 12 Ekim 2023’de verdiği hak ihlali kararını hiçe sayan Erdoğan’ın bu inadını işçiler bir gün kıracak ve Taksim’i yeniden “zapt edecektir.” AKP’nin sakıncalı meydanlar kategorisine aldığı Taksim işçilerin meydanı olacaktır.

23 yıllık AKP iktidarında işçilerin belleğine kazınmış o kadar çok işçi ve sendikal haklara saldırılar var ki, bunların hesabı Erdoğan’dan bir gün sorulacaktır. Bunların en başında grev ertelemeleri ile haklarını arayan işçilere patronla birlikte polis saldırıları, tutuklanmaları ile işçilerin, iş cinayetlerinde katledilmeleri var. Açlık sınırı altında asgari ücretlerle yaşamaya mahkûm etmeleri var. Erdoğan da bakanları da Özal gibi fakiri değil zengini, işçiyi değil patronu seven bir cumhurbaşkanı ve bakanlardır.

Bu cumhurbaşkanının bakanları da kendisi gibidir. Yukarıda örnekleriyle anlattık. Bu bakanlar cumhurbaşkanının tensip ve talimatları olmadan iş yapamazlar. Cumhurbaşkanının sendikalar konusunda bir talimat ve tensibi Türk-İş, Hak-İş gibi yandaş sendikaları güçlendirmek, üye olanakları yaratmaksa, diğer tensip ve talimatı DİSK’i küçültmek ve güçten düşürmektir. Maalesef Işıkhan dahil Erdoğan’ın tüm çalışma bakanları bu politikayı “başarıyla” yürütmüşlerdir ve yürütmektedirler.

Türk-İş ile Hak İş hükümet desteği ile sürekli güç kazanırken, DİSK hâlâ 12 Eylül kayyum döneminin ve sonrası yaşanan zor baskı döneminin yaralarını sarmakla meşgul. Burada bazı DİSK yöneticilerinin uzlaşmacı, ürkek davranışlarının da rolü olmuştur. Sınıf mücadelesinin gerisinde kalmışlardır.

Oysa yalnız DİSK tabanında değil, diğer sendikaların tabanında da Kemal Türkler’in attığı tabanın söz ve karar sahibi olduğu sınıf esaslı sendikal mücadelenin izleri hâlâ yaşamaktadır. Şimdi sorun Kemal Türklerlerin cılız da olsa mirasını yaşatma ruhuna sahip kadroların DİSK’e sahip çıkmalarıdır. DİSK durağanlığın değil, atılım ve devrimci gelişimin, demokrasi ve özgürlüklerin sendikasıdır.

DİSK’in bu derece işçi sınıfında etkin olmasının nedeni, 70’li yılların hem Türkiye’de hem uluslararası alanda işçi sınıfı örgütlülüğünün ve mücadelesinin yükseldiği, enternasyonal komünist hareketin bir parçası olan Türkiye Komünist Partisi TKP’nin Türkiye işçi sınıfının ve halkların demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesine rehberlik ettiği bir dönem olmasıydı. Bu koşullarda DİSK de TKP de güçlenmiştir.

Türkiye işçi sınıfı 12 Eylül’ü, dünya işçi ve komünist hareketi reel sosyalizm yenilgisini yaşadılar. Sonuç zayıflama, dağılma, likidasyon oldu. Türkiye işçi sınıfının sınıf partisi Türkiye Komünist Partisi TKP üstündeki ölü toprağı atıp, toparlanıp ayağa kalkmış değildir. Bu başarıldığı anda DİSK’te, diğer ilerici sendikalar ve kuruluşlar da büyüyecek ve güçlenecek, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi yeni bir ivme kazanacak, sendikal ve ekonomik mücadeleler yükselecek, Işıkhan gibi bakanların ışıkları sönecek, Erdoğan’ın sonu gelecek, Taksim dahil tüm Türkiye’nin meydanları işçi sınıfı ve emekçilerin, devrimci ve demokratik güçlerin, halklarımızın olacaktır. Bir Mayıslar daha güçlü kutlanacaktır. “Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir, / haklı günler, büyük günler, /
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, / ekmek, gül ve hürriyet günleri.”

Bir yanıt yazın