Haber / Yorum / Bildiri

Dünyada Trump’la değişen ne? ABD hegemonyasından ABD hakimiyetine, dominantlığına evrilen bir dünya!

Mümin TOPRAK

TRUMP’ın ikinci kez ABD başkanlığı görevine başlamasıyla dünya siyasetinde, ekonomisinde, askeri politikasında, savaş, barış, diplomasi kural ve çözümlerinde başdöndürücü gelişmeler yaşanmaya başlandı. Artık dostluk, müttefiklik, birbirine saygı, içişlerine karışmama, demokratik kurallar, uluslararası ilkeler, şimdiye kadar alışılmış her şey, tepetaklak edildi. Bunun son örneği Ukrayna ile ilgili gelişmelerde yaşandı. Amerika eski Amerika değildi. Gidişat herkesi ürküttü. Dünya nereye gidiyordu?

İlk uygulamalarıyla dünyayı şok eden bir Trump

Daha yemin edip başkanlık koltuğuna oturduğu ilk gün, 20 Ocak 2025’de imzaladığı 100’den fazla dekret (kararname) ve açıklamalarıyla Trump dünyayı şok etti. Önce bir NATO ülkesi olan “müttefiki” Danimarka’dan Grönland adasını istedi, askeri güç kullanma zorunluluğunda bırakılmamasını belirtti. Panama Kanalı’na el koyacağını, Gazze’yi Filistinliler’den “arındırıp” ABD himayesine alacağını, komşusu ve NATO “müttefiki” Kanada’nın ABD’ye katılması ve ABD’nin bir eyaleti olması gerektiğini beyan etti. Dünya’da diye güçlü bir çığlık yükselmedi. “Bu Trump’dır, istedi mi yapar” dendi, geçiştirildi. Küreselleşen neoliberal serbest dünya ticaretini “Amerika first” proteksiyonizmiyle “baltalayıp” ABD ekonomisini korumak için çevresine gümrük duvarları örmeye başladı. “Bu kadar olmaz!” dendi, ama yine de “bu Trump’dır, istedi mi yapar” dendi. Ama bunlar sırf Trump’ın isteğine mi bağlıydı?

Trump’ın Ukrayna politikası Avrupalılar için tam bir şokktu. Trump NATO ve Avrupa müttefiklerini hiçe sayarcasına Ukrayna’da savaşı bitirmek için Rusya Devlet Başkanı Putin ile ikili ilişkiye, görüşmeye geçti. Kendilerinin küçümsenmesini kabullenemeyen Avrupalılar “bizi saf dışı bırakamazsın!” diye feryat etmeye kalktılar, ama dinleyen olmadı. “Bu Trump’dır, ama bunu yapamaz!” dediler. Hatta Trump Ukrayna’nın 2014 öncesi sınırlarına geri dönemeyeceğini ve Ukrayna’nın NATO’ya giremiyeceğini açıklayıp, Ukrayna savaşının anlamsızlığını ortaya koyunca Avrupalılar tam bir şok yaşadılar. Son Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD heyeti Avrupalıların demokrasi anlayışını eleştirip, populizme, aşırı sağ milliyetçi partilere karşı duvar örülmesinin “yanlışlığını” vurgulayınca, bu yıllardır geçerli demokratik kuralların, içişlerine karışmama anlayışının çiğnenmesi olduğunu belirten Avrupalılar tam bir şaşkınlık yaşıyorlardı. Son olarak Suudi Arabistan Başşehri Riad’da başlayan Rusya ile birlikte Ukrayna’da savaşı sonlandırma görüşmelerine Ukrayna ve Avrupa’nın çağrılmamasına, Trump’ın “savaşın durmasını istemeyenlerin, körükleyenlerin görüşme masasında yeri yoktur” anlamına gelen açıklamaları Ukrayna ve Avrupalılara tam bir meydan okumaktı. Trump daha da ileri giderek Zelenskı’nin bir ditkatör olduğunu belirterek, Ukrayna’daki savaşın çıkmasından Zelenski’yi, dolayısıyla Avrupalıları sorumlu tuttu. Bunlar Avrupalılar için ABD’den beklenmedik çıkışlardı. Artık ABD-Avrupa Atlantik işbirliği sorgulanıyordu, gidişat ne olacaktı. 

Trump’ın çıkışları özel mülkiyetli toplumsal yaşamın son çırpınışları mı?

Trump’la baş etmek zordu. Ne yapılmalıydı? Trump bu açıklamaları neden yapıyordu, amacı neydi? Bunlar onun sübjektif çıkışları olamazdı. O zaman, Trump’ın bu çıkışlarının altında yatan objektif, maddi nedenler nedir? Bu soruları sormak gerekiyor. Sorunun cevabı ise sübjektif değil, objektifti. Sorun kapitalizmin, özel mülkiyetin “ilelebet” nasıl yaşatılacağıdır. Trump bunun şu an Çin’in yükselişinin durdurulmasıyla mümkün olacağını vurguluyor. Ona göre tüm dünyanın Çin’e karşı ABD öncülüğünde kenetlenmesi gerekmektedir.  

Avrupalılar ise buna yanaşmıyorlar. Onlar Çin’le ticarete devam etmek istiyorlar. Çünkü Çin onlar için büyük bir “Pazar”. Yalnız Çin’le değil, reel sosyalizmin yıkılmasıyla tüm dünyada başlayan küreselleşmenin yarattığı, neoliberalizme dayalı serbest ticaretin devamını istiyorlar. Trump ise bu dönemin kapandığını, proteksiyonizme, korumacılığa dönülmesini, dünyanın yeniden ABD hakimiyetinde dizaynını istiyor. O 1989’da reel sosyalizmin yıkılmasıyla elde edilen fırsatın kaçırılmasına asla müsaade edilmemesine inanıyor. 1989 kapitalizmin, geçici de olsa, dünyaya tek başına yeniden egemen olduğu yıldır, “tarihin sonudur.” Tump bu egemenliğin artık ABD hegemonyasında değil, ABD hakimiyetinde, dominantlığında devam edebileceğini belirtiyor, temsil ettiği sınıfın, burjuvazinin, kapitalizmin ancak böyle yaşatılabileceğine inanıyor.

Kapitalizm için 1989 karşı devriminin önemi

1989 gerçekten de kapitalizm için yeniden kazanılmış, ama geçici bir milattır. Geçicidir, zira bildiğimiz dünya tarihinde iki milat vardır. Biri insanlığın sınıfsız, mülkiyetsiz ilkel komünal toplumdan özel mülkiyetli sınıflı topluma geçişidir. Bazı bilim insanları 10-12 bin yıl önce Adem’le Havva’nın cennetten dünyaya sürülmesini bunun başlangıç tarihi olarak addeder. İkincisi ise Marks ve Engels’ın saptadıkları gibi insanlığın yeniden özel mülkiyetli, sömürücü ve baskıcı son sınıflı toplum olan kapitalist toplumdan özel mülkiyetsiz, sınıfsız, sömürüsüz, özgür sosyalist-komünist topluma geçişidir. Bunun başlangıcı da 1917’de Moskova’da Lenin öncülüğünde gerçekleştirilen Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’dir. Bunun öncüleri de Spartaküs hareketi, Paris Komünü’dür. 1917 Devrimi yarattığı Sovyet Sosyalıst İktidarı ile kapitalizmin, emperyalizmin dünyadaki tek başına egemenliğine son verilmiş, özel mülkiyetsiz, sınıfsız, sömürüsüz, baskısız yeni bir düzen kurulmaya başlanmıştı.

Kapitalizm 1917 Sovyet iktidarının kendi sonunun başlangıcı olduğunu görüyor ve bunun mutlak sonlandırılması için tüm gücüyle savaşıyordu. 1989’da bunu maalesef başardı. Ona göre 1917’nin bir daha yaşanmaması gerekiyordu. Ama insanlığn ikinci miladı 1917’de başlamıştı. 1989 bir yenilgiydi, geçiciydi, zira sınıf savaşı devam ediyordu. Tarihin gidişatını durdurmak imkânsız, engellemek ise zordu. Trump’ın çırpınışları bunu başarmak içindir. Ama nasıl? Bunu cevaplamak için de önce 1989 sonrası dünyadaki gelişim ve değişimlere bir bakmak gerekmektedir. Bugün ABD’ye artık dünyaya hegemon olmak yetmiyor, o tüm dünyaya tek başına hâkim olmak, dominant olmak ıstiyor. “Çin’e karşı savaş ancak böyle kazanılır” diyor. Günümüzde yaşananlar ABD’nin dünya hegemonyasından dünya hakimiyetine geçişin sorunlarıdır. Bu burjuva kapitalist toplum için niteliksel bir sıçrama olacaktır. Trump’a göre artık ABD dünyaya tek başına hakim olmalıdır. Trump belki bunu geçici olarak başarabilir, 1989 zaferini ilelebet devam ettiremez. Insanlığın sosyalizme yürüyüşü “kaçınılmazdır.”

1989 sonrası ABD’nin dünya üzerindeki hegemonyası

Reel sosyalizm döneminde kapitalist dünyanın lideri ABD idi. Tüm kapitalist ülkeler sosyalizme karşı ABD etrafında onun birer müttefiki olarak kenetlenmişlerdi. NATO bu ortaklığın en önemli askeri örgütüydü. ABD genellikle NATO’daki müttefikleriyle birlikte istişare ederek ekonomik ve askeri gücüyle onlar üzerinde hegemonyasını gerçekleştiriyor ve onlar da ABD’nin liderliğini, antikomünizm ve antisovyetizme dayalı önderliğini “sorgusuzca” kabul ediyorlardı. Komünizme ve Sovyetlere karşı savaş ancak böyle kazanılırdı. 1989’da reel sosyalizmin yıkılmasıyla yeniden oluşan kapitalist dünyanın dizaynını ABD üstlendi. Bunu eski ve yeni tüm kapitalist ülkeler kabul etti. ABD küreselleşme, globalizm adı altında neoliberalizme dayalı serbest piyasa ekonomisinin, burjuva demokrasi ve özgürlüklerinin, insan haklarının savunucusu ve koruyucusu olarak kabul edildi. NATO bu değerlerin hamisi oldu. Özünde bu reel sosyalist ülkelerin talan ve yağmasına dayanan bir düzendi. Genel olarak ABD hegemonyasında küreselleşme denen tek kutuplu kapitalist bir dünya yaratılmıştı. ABD yine müttefik ülkelerle görüşerek, istişare ederek bu yeni hegemonyasını uyguluyordu.

Reel sosyalist ülkelerin yağma ve talanına dayalı küreselleşme, serbest ticaretle tüm dünya bir zenginleşme yaşadı. Batı Avrupa, Rusya ve Çin’le ticaretten en kârlı çıkanlar oldu. Rusya da, Çin de kısa zamanda kendilerini toplayarak ekonomik ve teknolojik olarak, (özellikle Çin) hızla güçlendi. Tek kutuplu dünya yerine çok kutuplu dünya istemeye başladılar. Bu açıkca ABD’nin dünya hegemonyasına bir meydan okumaktı. Küreselleşme, serbest ticaret ABD için artık bir sorundu, işine yaramıyordu. Bu ABD’den çok Çin’e Rusya’ya, Avrupa’ya ve Hindistan gibi “Üçüncü Dünya Ülkeleri”ne yarıyordu. Buna son vermek gerekiyordu. Ama ABD’nin en eski müttefiki Avrupalılar buna karşı çıkıyorlardı. Onlar serbest tıcaretin devamında direttiler. Bu ABD öncülüğü, liderliğindeki istişareye dayalı ortaklığın, ABD hegemonyasının bitmiş olması demekti. ABD ise bunu kabul edemezdi. O zaman ABD ne yapacaktı? “Müttefiklerini nassıl dizginleyip yola getirecekti. Bu kolay gözükmüyordu. Ama söz konusu olan kendi hegemonyasıydı.

Nord-Stream-2 havaya uçurulunca ABD’ye itaat ve biata başlayan Avrupa

ABD ile Avrupa’nın arası geçmişte sık sık gerilmiştir. Ama her seferinde bir çıkış yolu bulunmuştu. Bu ABD’de demokrat başkanlar döneminde istişarelerle çözülmeye çalışılırken cumhuriyertçi başkanlar döneminde kopma noktasına kadar gelmişti. İlk sorun Rusya ile ilişkiler konusunda çıkmıştır. Her ikisi de Rusya’yı sömürmekte ve zayıf tutmakta anlaşmışlardı. Eski Varşova Paktı devletlerinin büyük kısmını NATO’ya aldılar, eski Sovyet cumhuriyetlerinde, özellikle Ukrayna ve Gürcistan’da turuncu devrimler başlatarak onları ele geçirmeye çalıştılar. Rusya özellikle bu konularda sessiz kaldı. Safça kendisinin de NATO’ya alınacağını ve Batı kapitalist dünyasının bir parçası olacağını zannediyordu. Diğer yandan Batı Avrupa ile yaptığı ticaretle ülke ve halkın ekonomik durumunu düzeltmeye çalışıyordu. Putin’le birlikte bu hız kazandı. 2000 senesinde Rusya’nın 278 milyar dolar olan gayrısafi milli hasılası Putin’le birlikte artarak 2013’de 2 Trilyon 200 milyar dolara yükseldi. Ukrayna’da Batının örgütlediği Maydan olayları ile Donbas ve Kırım’a Rusya’nın müdahalesi ile başlayan Batı yaptırımları ve sürekli hale gele savaş nedeniyle Rusya’nın gayrısafi milli hasılası hep 2 trilyon civarında kaldı, gelişemedi. Ama Rusya’nın gücü ekonomiden çok doğa kaynaklarına ve nükleer silahlara dayanıyordu.

Rusya’daki bu “ölçülü” ekonomik düzelme bile ABD’nin gözüne batıyordu ve Avrupalılardan, özellikle Almanlardan Rusya ile başta gaz ve petrol alımı olmak üzere ekonomik ilişkilerini kesmesini istedi. Avrupalılar, başta Almanlar ABD’yi, ne Trump’ı (2017-2021 ilk başkanlık dönemi) ne de Biden’i (2017-2025 arasındaki başkan) dinlemediler, Baltık Denizi altına Nord-Stream-1’in yanısıra Nord-Strem-2 boru hattını döşemeye devam ettiler. Bunu Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya girmesine aldırış etmeden yaptılar. Artık Avrupa üzerinde ABD hegemonyası tam işlemiyordu. Avrupalılar hâlâ Rusya ile ticareti devam ettirmek, ABD yaptırımlarına uymamak ve Nord-Stream-2 boru hattını işletmeye açmak, kendi istedikleri gibi hareket etmek istiyorlardı. ABD Avrupalıların kendisini hâlâ dinlemediğini görünce Eylül 2022’de önce Nord-Stream-2’yi sonrada Nord-Stream-1’i havaya uçurdular. Gaz ve petrol akışını durdurdular. O zaman Avrupalılar işin ciddiyetini anlayıp ABD’ye “itaat ve biat” etmeye, koşulsuz Ukrayna savaşını desteklemeye başladılar. En azından ilk adımı attılar. Gazı çok daha pahalıya ABD’den almaya başladılar. O zaman Biden başkan olduğu için bunun koşulsuz bir itaat ve biat olduğu tam anlaşılamadı.

Ukrayna konusunda Avrupa’yı devre dışı bırakan Trump ve ABD hakimiyeti

ABD, Avrupa ile kurduğu NATO, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Güney Kore ve diğer ülkelerle Pasifik’te kurduğu ittifaklarla hegemonyasını sürdürmenin zor olduğu gerçeğini uzun zamandan beri yaşamakta ve uluslararası alanda çözülecek sorunları kendine “itaat” edecek “istekli” ülkelerle çözmeye kalkışmaktaydı. Bunun ilk örneği Saddam’a karşı Körfez savaşında yaşandı. O zamanki Başkan G.W. Bush BM ve NATO’yu bir yana bırakıp kendi politikasını destekleyen ülkelerle birlikte bu savaşı yürüttü. Obama döneminde Türkiye ABD’ye rağmen Irak’ta Kürtlere, PKK’ya karşı operasyonlara girişince, bunu yapan subayların başına çuvalı geçirdiğinde Türkiye bir şok yaşamıştı, ABD ile kurallara göre oyun oynanması gerektiğini öğrenmişti. Trump’ın ilk döneminde Türkiye, Erdoğan ile birlikte Suriye’de Avrupa ile istişare etmeden yaptığı girişimleri eleştiren Fransa Devlet Başkanı Macron “NATO’nun beyin ölümü” yaşadığını belirtmiş, ABD ile Arupa arasında koordinasyonsuzluktan dert yanmış, “ne oluyor?” sorusunu daha o zaman sormuştu. Şimdi Trump ikinci döneminde Avrupa’nın önüne tek seçenek sunmaktadır: İstişare, ittifak, hegemonya dönemi kapanmıştır. Politikayı ABD saptar, herkes buna uyar, ABD’nin aldığı kararlar sorgusuzca uygulanır. ABD dünyada tek başına hakimiyetini kurmaktadır. Hakimiyet her devletten itiraz ve her devletle istişare değil, her devletten itaat ve biat ister. Tabii ki bu Türkiye’de olduğu gibi körü körüne itaat ve biat değil, her devletin ABD’nin attığı adımın gerekliliğini ve zorunluluğunu kavrayarak, sınıfsal olarak başka türlü davranılamayacağını anlayarak ABD’nin yanında yer almasıdır, doğrunun “tekelinin” ABD’de olduğunu kabul etmesidir.

Trump AB politikasındaki bu değişikliği ikinci dönem başkan olur olmaz yaptığı açıklamalarla haber vermişti, ama bunun ilk uygulamasını Ukrayna savaşını bitirmek için Rusya ile yapmakta olduğu görüşmelerde ortaya koydu. Trump’a göre Rusya’ya yeteri kadar ders verilmiştir. Bundan sonra Rusya kendini zor toplar. Rusya ile savaşı bititrip, daha büyük bir tehlike olan Çin’e yönelmek gerekmektedir. Avrupalılar ve Ukrayna ise, “Rusya oldukca zayıflamıştır, onu yenmek, en azından zorla masaya oturtmak mümkündür” diyorlar. Avrupalılar Ruslardan II. Dünya Savaşı’nın rövanşını almak istiyorlar. Trump için ise bu gerçekçi değil. Aynı zamanda Ukrayna’nın NATO’ya alınması, 2014 öncesi sınırlara dönülmesi de gerçekci değildir. Gerçekci olan Ruslarla hemen masaya oturmak, hep birlikte Çin’le bir kapışmaya hazırlanmaktır. Bu yapılmazsa Çin’in yükselişinin durdurulması mümkün olmayacaktır. O zaman ne ABD’nin ne de Avrupa’nın dünyada ne hegemonyası ne de hakimiyeti kalacaktır, dünyaya Çin egemen olacaktır. Sayılar bunu göstermektedir. Çin’in gayrısafi milli hasılası 2000 yılında 1 trılyon 200 milyar dolarken 2010’da 6 trilyona, 2023’de 18 trilyon dolara yükselmiştir. ABD’nın gayrısafi milli hasılası 2010’da 15 trilyon, 2023’te de 28 trılyon dolar olmuştur. ABD’nin önceliği Çin’in bu yükselişini durdurmak, Avrupa’nın önceliği ise Çin’le ticareti sürdürmektir. Bu yaklaşım ise ABD’nin politikasına uymamaktır. ABD de bu politikaya Avrupalıları uydurmaya çalışmaktadır. Bunun ilk adımı Ruslarla yapılan Ukrayna görüşmelerine Avrupa’yı ve Ukrayna’yı çağırmamak olmuştur. Trump’ın Avrupalılara verdği mesaj çok açıktır: “İstişare, hegemonya dönemi bitmiştir, dünyada ABD hakimiyeti kuruluyor. Buna ya uyarsınız, ya da önemsizliğe itilir gidersiniz” demek istiyor.

ABD’nin dünya hegemonyasından dünya hakimiyetine geçiş sancıları

Trump, Avrupa’nın ABD hegemonyasından sonra, ABD hakimiyetini kabul etmekten başka çaresi olmadığını çok iyi bilmektedir. Çünkü Avrupa’nın hâlâ ABD’nin askeri, özellikle de nükleer silah korumasına ihtiyacı vardır. Fransa ve İngiltere’nin nükleer silahları yeterli değildir. Ayrıca Avrupa ABD’nin askeri gücü olmadan bir savaş yürütecek güçü yoktur. Hem Yugoslavya hem Ukrayna savaşı bunu kanıtlamıştır. Şimdi Avrupa ABD desteği olmadan yeni bir silahlanma hamlesine girişiyor. Böylece ABD ile eşdeğer duruma gelmek istiyor. Ama bu kolay başarılacak bir girişim değildir. Bu hem zaman isteyen, hem de halkın refah düzeyinden kesip askeri harcamalara kaynak aktarmak gerektiren bir süreçtir. Üç yıllık Ukrayna savaşına ayırdığı kaynak, Avrupa’yı hissedilir şekilde fakirleştirdi. Askeri harcamalara, silahlanmaya Trump’ın istediği gibi gayrısafi milli hasılanın yüzde 5’i ayrıldığında halktan gelecek tekpiler kestirilemiyor. Şu an bile Avrupa ancak gayrısafi milli hasılasının yüzde 2’sini askeri harcamalara ayırmakta zorlanmaktadır. Savaş her zaman halkın yaşam kaynaklarını savaşa heba edilmesi demektir. Türkiye halkları bunu 40 yıldır yaşamaktadır. Onun için sorunlar savaşla değil barış ve müzakere yollarından çözülmelidir.

Ama kapitalizmde sorunların çözümü maalesef savaştır. Güçlü olan gücünü ancak savaşla ispatlamakta ve hegemonya veya hakimiyetini savaşla kurabilmektedir. Şimdi ABD, Trump bunu yapmaktadır. Esasında bu Trump’ın kişiliğinden bağımsız olarak böyledir. ABD şu an kendi dünya liderliğini Çin’e karşı ispatlamak zorundadır. Bunun için müttefiklerinin kendine zorluk çıkarmadan itaat ve biat etmesini istemektedir. Bunu Avrupalıların kabul etmesi biraz zaman alacaktır. Şüphesiz Trump ve ABD de Avrupalıları yola getirmek için onlara zaman zaman değişik tavizler verecek, onların ABD hakimiyetini kabul etmesini kolaylaştıracaktır. Bazı doğum sancıları yaşanacaktır. Sonunda Avrupalılar ABD’nin dünya egemenliğini kabul edecek, Çin’e karşı birleşeceklerdir. İşte o zaman bir dünya savaşı kaçınılmaz olacaktır.

ABD, Çin ve sosyalizme giden yol

Eğer ABD Çin’i durdurursa dünyada yeniden hegemonyasını kuracaktır. Kapitalizm bir müddet için bir soluk alacaktır. Ama sınıf savaşı devam edecektir. İnsanlık sosyalizme doğru adım adım da olsa yol alacaktır. Eğer ABD Çin’in yükselişini durduramazsa, Çin dünyaya hâkim olursa, o zaman insanlığın sosyalizme doğru yürüyüşü kısalabilecektir. Tabii Çin egemenliği ile insanlığın sosyalizm yürüyüşüne engel olmaya kalkmazsa. Eğer kalkarsa ve Çin’de kapitalist ilişkiler üstün gelirse, sınıf savaşı daha da uzun sürecek, sosyalizme varış uzayacak demektir. Şu an insanlığın görevi ABD’nin Çin’e karşı yapacağı bir savaşı önlemektir. Şu an yapılacak olan savaşlar sosyalizme giden yolu uzatacaktır. İşçi sınıfının ve emekçi yığınların kapitalist düzen içindeki savaşı devrime dönüştürecek bir gücü yoktur. Böyle bir güçleri olduğu zaman da, bu gücü, savaşa yol vermeden sosyalizme gidecek yolun önünü açmak için kullanacaklardır.

Bir yanıt yazın