Deprem ve Nâzım Hikmet’in Kara Haber’i
TÜRKİYE, Anadolu, Küçük Asya kıtası denizleri ve dağlarıyla, ovaları ve vadileriyle, nehirleri ve gölleriyle, bitki ve hayvan örtüsüyle dört mevsimin doya doya yaşandığı dünyanın en güzel ve en ender ülkelerinden biri. Ama bu güzelim ülke bir deprem ülkesi. Hemen her 20-30 senede bir büyük deprem ve her sene de sayısız küçük depremler meydana gelir. Büyük depremlerde binlerce, küçük depremlerde onlarca can kaybı yaşanır. Bunlardan ilk aklımıza gelen deprem 1939 Erzincan depremi, sonra da 1966 Varto ve 1999 Marmara-Gölcük depremleri. 1999 depremi birçoğumuzun hâlâ hafızalarımızdadır.
Bu büyük depremlerden en fazla can, mal, bina kaybının yaşandığı deprem Erzincan depremidir. Bu depremde can kaybı 32 bin 962 idi, yıkılan bina sayısı 116 bin 72’dir. Türkiye günlerce kaybettiğimiz canlar için yas tuttu. Şimdi yaşadığımız Maraş merkezli deprem, üzülerek söylemek zorundayız ki, hem can hem bina kaybı açısından Erzincan depremini geçeceği görülmektedir. Türkiye yine 1939, 1999’da olduğu gibi büyük bir yas içinde. Türkiye televizyon önlerinde yayınlara baktıkca ağlamakta, herkes elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışmaktadır.
Diğer yandan vatandaşlar kahrolmakta, hükümete, Erdoğan’a, devlete feryat etmektedir. Çünkü hükümet, devlet bu depremde yoktu. Depremzedeler acılarıyla, ölüleriyle, yaralılarıyla, enkaz altında kalan cesetleriyle kendi başlarına bırakıldı. Geçmişte de günümüzde de bu devlet gelmiş geçmiş tüm hükümetleriyle vatandaşı hep yalnız bırakmışlardır. 1939 Erzincan depreminde de vatandaşlar aynı durumdaydı. Erzincan depreminde vatandaşların durumuna yas tutanlardan biri de Bursa cezaevinde yatan komünist şair TKP üyesi Nâzım Hikmet idi. Nâzım Hikmet duygularını “Kesemden verecek şeyim yok; yüreğimden verdim.“ diye belirterek, şöyle dile getirir:
Kara Haber
Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yarim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy dağlar dağlar, dağlar…
Aldı ellerine kanlı başını
Karın ortasında Erzincan ağlar…
O ağlamasın da kimler ağlasın
Kar yağar lapa lapa
tipidir gelir geçer…
Yan yana sırt üstü yatan ölüler
akşam olur tandıramaz
ateşini yandıramaz
Gün ağarır şafak söker
kimsecikler gitmez suya
ezilmiş başlarıyla ölüler
vardılar uyanılmaz uykuya
Ses edip geceye beyaz taşından
kışlanın saati çaldı ikiyi.
Ne çabuk lahzâda bitti yaşamak
Kimisi altı aylık,
kimisi sakalı ak,
kimi on üç, on dört yaşında;
kimi yola gidecek
kimisi mektup bekler
yan yana, sırt üstü yatan ölüler…
Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
akpeynir torbaya koyulamadı,
hasret gitti ölüler
dünyaya doyulamadı…
Uyanıp kaçamadılar,
kuş olup uçamadılar
açıldı kuyular, kimse inemez
Erzincan Beygiri rahvandır amma;
ölüler ata binemez.
yan yana, sırt üstü yatan ölüler…
NÂZIM HİKMET