Haber / Yorum / Bildiri

Başyazı: (Bölüm-2)

İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırı seçimi kazanmak için Kürtlere karşı savaş vesilesi 

Şimdi de 7 Haziran- 1 Kasım 2015’de olduğu gibi Erdoğan yine Kürtlere karşı operasyonlar düzenler ve ülkede terör estirirse, hele “bir gecede aniden gireriz” dediği Kobane’ye ABD ve Rusya’dan bir izin koparıp girerse seçimleri yaratacağı hamaset duygularıyla, kabartacağı şoven milliyetçilikle mutlak kazanacağını hesap etmektedir, bunun planlarını yapmaktadır. Kamuoyunda da böyle yaygın bir kanı vardır. 13 Kasım 2022’de İstiklal Caddesi’nde 6 kişinin yaşamına ve yüze yakın insanın yaralanmasına neden olan patlama, bomba veya terör olayı ister istemez bu çağrışımı yarattı. Erdoğan Rojova’da YPG/SDG ve Başur’da PKK’ya saldırmak, ülkede ise milliyetçiliği kabartıp baskı ve terörü arttırmak için kullanacağı, böylece seçimi kazanacağı yaklaşımı hâkim oldu.

İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırıyı PKK ve YPG’nin reddetmesine rağmen Erdoğan ve hükümeti olayın PKK ve YPG’nin gerçekleştirdiği iddiasını sürekli yenilemektedir. Oysa olayın gerçekleştirilme biçimi, PKK “teröristi” denen Ahlam Albashır’ın anında bulunması ve tutuklanması, üzerindeki kıyafet, verdiği ifadedeki çelişkiler terör olayının PKK/YPG tarafından değil de İŞİD veya ÖSO tarafından yapılabileceğine işaret etmektedir. Buna rağmen başta Erdoğan ve Bahçeli olmak üzere İçişleri Bakanı Soylu ve Milli Savunma Bakanı Akar, AKP ve MHP yöneticileri, 6’lı masa muhalefet çevreleri ve Havuz Medyası İstiklal caddesi olayını PKK/YPG’nin üstüne yıkma ve bu yönde kamuoyu yaratma çalışmalarına devam ettiler. Amaçları dünya kamuoyunu etkilemek, Putin ve Biden’den Kobane’ye, Rojova’ya girmek için bir izin koparmaktı.

 Biden ve Putin Erdoğan seçimi kazansın diye Rojova’ya saldırmasına izin verdiler

Anlaşılan Erdoğan bu izni 15-16 Kasım tarihleri arasında Endenozya-Bali’deki G20 toplantısında Biden ile yaptığı görüşmede Biden’den “kopardı.” Bunun karşılığında da Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini bloke etmiyeceği sözü verildiği anlaşılmaktadır. Putin’den izin “koparmak” daha zordu. Zira Putin böyle bir izin için Erdoğan’a Esad’la görüşme ve Suriye ile ilişkilerin normalleştirilmesi şartını getiriyordu. Bu ise geçmişte Esad’a karşı söylediği seviyesiz laflar karşısında Erdoğan için zordu. Zira bu o söylediği sözleri yutmayı veya tükürdüğünü yalamayı gerektiriyordu. Gelmekte olan seçimleri de düşünen Erdoğan “Esad ile görüşme olabilir, siyasette küslük, dargınlık olmaz” diyerek tükürdüğünü yaladığını itiraf etmiş oldu. Böylece Putin’den de izin koparılmıştı. Artık Erdoğan Rojova’ya, Başur’a yeniden saldırabilirdi.

Erdoğan saldırıda gecikmedi. Yıllardan sonra ilk kez 20 Kasım 2022 günü sabaha karşı 33 Türk savaş uçağı Kobane ve çevresini bombalamaya başladı. Harekâtın adına “Pençe-Kılıç” dendi. Bombalanan yerler arasında hastaneler, köyler ve sivil yerleşim yerleri vardı. Ölen ve yaralananlar arasında sayısız çocuk, kadın ve yaşlı bulunuyordu. ABD ve Rus yetkilileri utanmadan “Türkiye’nin ‘teröre’ karşı meşru haklarından” bahsediyor, ama “İŞİD’le mücadeleyi engellemesin” istiyorlardı. Oysa PKK/YPG İstiklal Caddesi’ndeki saldırıyla ilişkileri olmadığını açıklamasına ve tüm kovuşturma ve soruşturmanın İŞİD ve ÖSO’yu işaret etmesine rağmen ABD ve Rusya’nın bu açıklamaları büyük bir aymazlıktı. Buralardan güç alan Erdoğan, “Hava harekâtını başlattık, şimdi de kara harekâtına başlayacağız” diye açıklama yaptı ve halka “terörü” yok etme adına büyük bir zafer vaadetti ve bu “zaferle” halkın oylarını yeniden alıp seçimleri kazanacağını ima etti. Hele seçimlerden önce Esad’la anlaşıp Suriyeli mültecilerin bir kısmını geri gönderebilirse seçimi kendine çevirmekte büyük bir başarı olacağını hesap etmektedir. Bunun için tabii ki edilen laf da yutulur, tükürükte yalanır.

Rojova’ya askeri bir harekât Erdoğan’ın sonunun hızlandıracaktır

Erdoğan bu hesapları yapadursun. Ama bu hesaplar tutmayacaktır. Ama kara harekâtı hava harekâtına benzemez, zordur. Bunun zorluğunu 17 Nisan 2022’den beri Metina, Zap ve Avaşin-Baysan bölgelerinde yürütülen “Pençe-Kilit” operasyonunda yaşanan başarısızlıklar göstermektedir.  “Şehit” olan askerlerin sayısını kimse bilmiyor. Özellikle kimyasal silah kullanma ve çatışmada hayatını kaybeden Türk askerlerin cesetlerini topluca yakma iddiaları bu başarısızlıkların boyutunun nereye vardığını ve varabileceğini göstermektedir. Benzer olayların Rojova’da da yaşanmayacağının garantisi yoktur. Zira Pençe-Kilit harekâtı başladığı zaman Akar, “Irak’ın kuzeyinden halkımıza ve güvenlik güçlerimize yönelik terör saldırılarını bertaraf etmek” ve “hudut güvenliğimizi sağlamak”tan bahsediyordu. Aradan 6 aydan fazla zaman geçti. Ne “terör saldırıları bertaraf” edildi ne de “hudut güvenliği” sağlandı. Ortaya çıkan bir gerçek varsa, o da “bertaraf” edilemeyen PKK’nın direnişi oldu. Aynısının Rojova’da da yaşanabileceğini kestirmek için kâhin olmaya gerek yok. Zira Rojova’da Başur’da olduğu gibi Türk ordusuna destek verecek bir Barzani yok. Tam tersine Rojova’da TSK’ya karşı savaşmaya hazır bir halk var ve İŞİD’e karşı iyi eğitilmiş güçlü bir SDG ordusu var. Rojova’ya kara harekâtı hangi akla hizmettir, anlamak mümkün değildir. Erdoğan şunu bilmeli ki, Rojova’da bir yenilgi, büyük bir ihtimalle kendisinin seçim yenilgisi de olabilir.

Şu da hemen belirtilmeli ki, sol ve demokratik güçler aman Erdoğan Rojova’ya girsin, seçimlerde yenilsin diye ne sevinirler ne düşünürler. Rojova’ya girmek savaştır, biz sosyalist ve komünistler savaşa karşıyız. Savaş binlerce suçsuz insanın ölümüdür, sorunun çözümü değildir. Çözüm müzakere ve barıştır. Savaş alanlarında ölüm üzerinden ne kazanılan zafer zaferdir, ne de yenilgi sevinilecek bir yenilgidir. Erdoğan’ın seçimlerde yenileceği yer Türkiye’dir, halkımızın işçi ve emekçilerin, gençlerin ve kadınların, köylülerin ve esnafın, aydın ve sanatçıların sokaklarda ve meydanlardaki eylemleridir. Bu nedenle sol ve demokratik güçler Rojova ve Başur’a karşı yapılacak hem hava hem kara harekâtına karşı gelmelidir. Bu insanlığa karşı bir görevdir.

Ayrıca Erdoğan’ın Esad’la görüşmesi, Sisi ile el sıkışması desteklenecek bir girişimdir. Bu Erdoğan’ın lafını yutmasından, tükürdüğünü yalamasından, Putin’in ve Biden’nin baskısından bağımsız olarak böyledir. Uluslararası alanda, özellikle komşularla ilişkilerde esas olan saldırı, çatışma, kışkırtma değil, diplomasi, müzakere ve barıştır. Eğer bu girişim Erdoğan’a seçimlerde 1-2 puan getireceği söylense bile Esad ile görüşmelerin hemen başlamasını alttan zorlamak gerekir. Önemli olan Erdoğan’ın buralardan kazanacağı puanlar değil, bizler; sol ve demokratik güçler için önemli olan içerde Erdoğan’ın savaş ve ekonomik yıkım politikalarına karşı verilecek mücadelelerle kaybettirilecek puanlardır.   

Erdoğan’ın seçimi savaş, baskı, şiddet ve manipülasyonla kazanma planları

Tüm bu gerçeklere rağmen Erdoğan halkı savaşla, şiddetle korkutup, yükselecek şoven milliyetçilikle tepkisini bastırıp seçimleri kazanmayı planlamaktadır. Zira ona göre korkan, bastırılan, sinen halk kitleleri genellikle güçlüyü tercih eder. Erdoğan’ın hesabı budur. Amma bu hesabı bozan bir gelişme var. O da halkın artık Erdoğan’ın baskılarından korkmamaya başlaması ve çoğunlukla İstiklal Caddesi’ndeki saldırıyı PKK/YPG’nin yapmamış olduğuna inancının artmasıdır. Bu Erdoğan ve Bahçeli, Soylu ve Akar tarafından her terör eyleminin PKK/YPG’ye yıkılmasının, onun sorumlu tutulmasının kolay olmayacağını ortaya koymaktadır. Tersi ise, bu olayların derin devlet tarafından mı düzenleniyor şüphesi hızla yayılmaktadır. Bu gelişmelerin Erdoğan’ın seçim planlarını altüst etmeye başlamıştır. Bu gelişmeler karşısında Erdoğan’ın savaş ve şiddet politikasından vazgeçeceğini sanmak saflık olur. Ama savaş ve şiddet politikasına paralel olarak o başka etken sivil yöntemlerde düşünmektedır. Bu manipülasyon ve para silahıdır.

Seçimi kazanabilmek için Erdoğan uyguladığı savaş ve şiddet yönteminin yanı sıra sıkça manipülasyon ve para dağıtma yöntemine başvurmaktadır. Manipülasyon yöntemini son zamanlarda özellikle muhalefetin güçlü olduğu toplum kesimlerine uygulamakta, onları yalan ve hileyle aldatmaya, bölmeye, parçalamaya ve oralardan oy toplamaya çalışmaktadır. İkinci yöntemi pahalılık altında ezilen halk kitlelerine: işçi, emekçi, emekli gibi kesimlere değeri pula dönmüş Türk parasını basıp dağıtma planıdır. Eğer Erdoğan’ın bu planları deşifre edilmezse, onun buralardan alacağı oylarla seçimi kazanma ihtimali asla küçümsenmemelidir.

Erdoğan’ın ilk aldatmaya çalıştığı toplum kesimi yine Aleviler ve Kürtler oldu.

Türkiye’de genellikle Erdoğan’a oy vermeyen veya Erdoğan’ın en az oy aldığı toplum kesimi Aleviler ve Kürtlerdir. Genellikle Aleviler CHP, HDP ve sol partilere, Kürtlerde HDP’ye oy verirler. İktidarda olduğu 20 yıldan beri Erdoğan bu gerçeği bir türlü değiştiremedi. Tam tersine bu kesimlerden sürekli oy kaybetti. Çünkü o iktidarının ilk yıllarında yaptığı Kürt ve Alevi Çalıştayları ile bu kesimlerin istemlerine cevap vereceği, Alevi ve Kürt sorununu çözerse Erdoğan çözer izlenimini yarattı. Alevi ve Kürtlerin talepleri ise açıktı: İkisi de eşitlik ve kimliklerinin tanınmasını istiyordu. Aleviler Aleviliklerinin ve Cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasını, Kürtler de Kürtlüklerinin ve Kürdistan’ın özerkliğinin tanınmasını istiyorlardı. Ama kısa zamanda ortaya çıktı ki, Erdoğan’ın bunları tanıma diye bir niyeti yok, tersine onun esas hedefinin Alevileri ve Kürtleri Türk-İslam sentezi içinde asimile etmek olduğu ortaya çıktı. Bu ise Cumhuriyet’in başından beri Kemalisti ve İslamcısıyla Türk devletinin uyguladığı politikaydı. Aleviler ve Kürtler için değişen bir şey yoktu. O günden beri Erdoğan ve AKP ile Alevilerin ve Kürtlerin araları açık. Özellikle Kürtlere karşı savaş tüm barbarlığı ve kirliliği ile sürdürülmektedir.

Haziran 2023 seçimlerinin kendidi için çok kritik olduğunu gören Erdoğan “oy koparma” ümidiyle Alevilere ve Kürtlere yöneldi. Kesenin ağzını açıp onları bu kez de parayla, göstermelik yatırımlarla satın almaya kalktı. Erdoğan önce Alevilere yöneldi.

Türkiye’de tüm camilerin giderleri devlet tarafından, yani Alevi, Sünni, Hıristiyan vatandaşların verdiği vergilerle karşılanırken, bırakalım kiliseleri, Cemevlerinin giderleri devlet değil, kendi cemaatleri tarafından karşılanmaktadır. Son aylarda arka arkaya elektriğe, gaza, suya yapılan zamlarla ödeme sıkıntısına giren Cemevlerinin zor durumunu kullanıp, sanki kendi cebinden ödeyecekmiş gibi onlara yardım vaadetti. Aleviler ise “iane” istemediklerini, Cemevlerinin camiler gibi ibadethane olduklarını, devletin eşit davranıp camilere yapılan yardım gibi Cemevlerine de yardım yapılmasını talep ettiler. Bu talebi gözardı eden Erdoğan hemen Kültür ve İçişleri Bakanlıklarımızın koordinasyonunda yürürlüğe koyduğu bir çalışmayla 1585 cemevi ziyaret edildi, onların talepleri dinlendi, binalarındaki, tadilat, ısıtma, aydınlatma, su sorunların çözümü için adımlar atıldı. Bu “çalışmalardan” sonra Erdoğan Şahkulu Sultan Dergâhı ve Cemevi’ni ziyaret ederek burada düzenlenen Cemevleri Temel Atma ve Toplu Açılış Töreni’ne katıldı. “Belki” bu Erdoğan’ın ilk kez bir Cemevi ziyaretiydi. Erdoğan burada yaptığı konuşmada mide bulandıran “müjdeler” verdi. Cemevlerini kastederek, “Mekânların tüm meselelerinin devlet nezdinde takibini yapacak kurumsal bir yapı kuruyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığımız bünyesinde Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, cemevlerinin tamamının yönetimini yürütecektir. Tüm çalışmalar bu kurumsal yapı altında, kamu güvencesi desteği ve denetimiyle yürütülecektir. Böylece cemevlerinin aydınlatma, içme ve kullanma suyu, bakım giderlerinin karşılanması ve imar planlarındaki yeriyle ilgili tüm sorunlar çözülmüş olacaktır. Alevi- Bektaşi inanç önderlerinden talep edenlere de bu kurumsal yapı bünyesinde kadro verilecektir” dedi.

Alevi derneklerinin büyük bir kısmı Erdoğan’ın bu “menfur müjdesi”ne eski inkârcı ve asimilasyoncu anlayışının bir devamıdır, devlet Alevilerin özerkliğine el koyuyor ve onları kontrol altına alma istiyor diye karşı çıktı ve “Alevilik bir tarihi eser mi ki Kültür Bakanlığı’na bağlıyor?” diye tepki gösterdiler. Devletten Cemevi yapmasını değil Cemevlerine de camilere davranıldığı gibi davranılmasını, eşitlik istediklerini beyan ettiler.

Erdoğan bu girişimiyle Alevilerin pek az bir kısmını belki satın alabilir, ama Alevi toplumunu istediği gibi bölemeyecek ve umduğu oyu alamayacak. Aleviler ona seçimlerde büyük bir ihtimalle gereken dersi verecektir.

Erdoğan Diyarbakır’dan, Kürtlerden de eli boş döndü

Erdoğan 23 Ekim 2022’de de Diyarbakır’a gitti. O Kürtleri satın alamayacağını ve onlardan daha çok oy koparamayacağını biliyordu. Onun hedefi şimdiye kadar Kürtlerden aldığı oyu stabilize etmekti. Zira Türkiye’nin her tarafında olduğu gibi Kürdistan’da da seçmen tabanı eriyor ve oy kaybediyor, özellikle müteddeyin Kürtler Erdoğan ve AKP’ye sırtını dönüyordu. Çünkü artık karşılarında “Kürt sorunu benim de sorunumdur” diye, Kürt sorununu müzakere ile barışçıl yoldan çözme iddiasında olan bir Erdoğan değil, tersine “Kürt sorunu yoktur” diye, “Barış masasını” deviren, Kürtlere savaş, operasyon, top, bomba, şiddet, baskın, hapis reva gören bir Erdoğan vardı. Artık Kürtler Erdoğan’a ilgi göstermiyordu. İstasyon Meydanı’nı doldurmak için Kürdistan’ın dört bir tarafından insanlar taşıdılar.

Hedefi kaybetmekte olduğu oylarını partisinde tutmak ve geri kazanmak olan Erdoğan, bugün bedeli 5 milyar 125 milyon lirayı geçen 140 eserin açılışını gerçekleştirip, Diyarbakır’a “dev hizmetler” yaptıkları izlenimini uyandırmaya, Diyarbakır Cezaevi’nin müze olacağını söyleyerek halkın gözünü boyamaya kalktı. Halk bunlara itibar etmedi. Erdoğan’ın açacağı müzeye de susarak tepki gösterdi. Kürtlere vereceği bir vaadi olmayan Erdoğan en azından kendi tabanını PKK ve HDP’ye karşı konumlandırmayı, kışkırtmayı denedi. Kandil’dekileri, İmralı’dakini, Edirne’dekini, Meclis’teki HDP’lileri kastederek şunları söyledi:

 “Kardeşlerim bunların adı Kürt, kendileri Kürtlükle alakası yok. Kürt kardeşlerime en büyük zulmü yapan bunlardır. Kandil’e benim Kürt kardeşlerimin çocuklarını kaçıranlar bunlar değil mi? Onlara oralarda zulüm edenler bunlar değil mi? Her türlü tacizi yapan bunlar değil mi? Öyleyse işte 7 ay var. 7 ay sonra yapılacak seçimlerde bunlara bütün bunların hesabını sormaya var mıyız?

Şu anda Edirne Cezaevi’nde olan zatın Kürtlükle alakası var mı? Bu adam Kürt değil. Ama Kürt kardeşlerimi sömürüyor. Bunun hesabını Kürt kardeşlerim sormayacak mı? Soracak. Şu anda bir eş başkanları var. Kürt mü? O da değil. O da Kürt kardeşlerimi sömürüyor. Bunların oyununa gelmeyeceğiz. Bunların hesabını ben inanıyorum ki benim Diyarbakırlı kardeşlerim soracaklar.”

Evet, Diyarbakırlılar bir hesap soracaklar, ama Kandil ve Edirne’den değil, Ankara’daki Erdoğan’dan soracaklar. Açılışları daha önceki yıllarda yapılan kuzey-güney çevre yollarının, bazı tekstil fabrikalarının ve tesislerin açılışını yeniden bir daha yaparak Kürtlerin gözünü boyayacağını, aldatacağını zannediyorsa yanılıyor, bunlarla Erdoğan ancak kendini aldatır. Kürtler kendi kimliğini inkâr eden Erdoğan değildir. Onlar her millet gibi kendi kimlikleri Kürtlükleriyle gurur duyarlar. Edirne’de rehin tuttuğu Selahattin’e “Bu adam Kürt değil” demenin hesabı Erdoğan’dan er geç sorulacaktır. PKK ve HDP saflarında mücadele edenlerin hepsinin Kürt olmadığı, aralarında Türklerin, Arapların ve diğer halklardan devrimcilerin olduğu bir sır değildir. Bunlar birer enternasyonalistirler ve Kürt halkının haklı davası için Erdoğan’ın ve Türk devletinin inkâr ve imha politikasına karşı mücadele etmektedirler. Kürt halkı bunlarla gurur duymaktadır. Bunlara dil uzatan Erdoğan’a gereken ders Haziran 2023 seçimlerinde verilecektir. Bunun için HDP ve DBP aktif olarak çalışmaktadır. Kürdistan’da Erdoğan umduğunu bulamayacaktır.

Asgari ücret artışı, EYT’lilere ucuz vaatle ne emekçileri ne de emeklileri kandırabilirsin

Erdoğan ve AKP’ye sırtını en çok dönen kesim işçiler, emekçiler ve emeklilerdir. Çünkü Erdoğan’ın uygulattığı ekonomi politikadan, pahalılıktan, zamlardan, enflasyondan en çok mağdur olan bu işçi, emekçi, emekli dar gelirlilerdir, asgari ücretle çalışanlardır. Temmuz başında yapılan zamlarla şu an Türkiye’de asgari ücret 5 bin 500 lira. Türkiye’de yaklaşık 10 milyon işçi asgari ücretle çalışmaktadır. Türk-İş’in hesaplarına göre Türkiye’de açlık sınırı 7 bin 425 TL’dir. Yani asgari ücret açlık sınırından 1925 TL daha az. Yoksulluk sınırı ise 24 bin 186 TL’dir. Bunun asgari ücrete olan farkı ise bir uçurum. Bu Türkiye’de işçi ve emekçilerin ne kadar ezildiğinin ve sömürüldüğünün bir göstergesidir. Erdoğan ihracaat yapabilmek amacıyla üretim maliyetini ucuz tutmak için asgari ücreti açlık ve yoksulluk sınırının kat ve kat altında tutmakta, işçileri ucuz işgücü olarak ezmektedir. Türkiye’de ihracatı sağlayan, patronların kârına kâr katan bu insafsız emek sömürüsüdür.

Emeklilerin durumu ise daha içler acısı. Milyonlarca emekli en düşük emekli maaşı olan 3 bin 500 lira ile geeçinmek zorunda. Türkiye’de 14 milyon emekliden 8 milyonu açlık sınırının altına aylık almaktadır. Bu maaşla geçinmenin bir muamma olduğunu herkes kabul ediyor. Emeklilerin birçoğu Pazar yerlerinin dağılmasını bekliyor. Pazar yerlerinde çöp bidonlarına atılanlar arasından yenebilecek sebze ve meyve topluyor. Birçoğu elektrik, gaz ve su faturlarını ödeyemiyor. Bunlar Erdoğan’ın ülkeyi sürüklediği yokluk ve yoksulluk manzaraları. Bunlara bir de emekliliğini bekleyen ama yaş haddi nedeniyle emekli olamayan 6,3 milyon EYT’lide katılırsa ülkede açlık ve yoksulluk sorununun boyutu tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır.

Sayıları hemen hemen 25 milyonu bulan bu işçi, emekli, EYT’li kesim büyük bir seçmen kitlesi oluşturmaktadır. Bunların büyük bir kısmı Erdoğan’a çoktan sırtını döndü.  Erdoğan bunları tekrar kazanabilmek için daha şimdiden 1 Ocak’tan itibaren asgari ücret ve emekli maaşlarının en az yüzde 50 artacağını müjdelemektedir. Asgari ücretin en az 8-9 bin lira olacağı yayılmakta, EYT sorununun çözüleceği açıklanmaktadır. Bunlar işçileri, emeklileri, EYT’lileri kandırmak için yapılan propagandalardır. TÜİK’e göre resmi enflasyon %85’dir, bunun yılsonuna kadar yüzde yüz olacağı söylenmektedir. Bu enflasyon karşısında bu ücret artışları devede kulaktır, resmi enflasyonu bile karşılamamaktadır. Gayrı resmi enflasyon ise şu an yüzde 185, yılsonuna kadar yüzde iki yüzleri buması beklenmektedir. Bu koşullarda Erdoğan’ın işçi ve emeklilerden oy beklemesi bir hayaldir. Ama yılbaşında asgari ücrete gelecek güçlü bir zam birçok işçi ve emeklinin aldanmasına neden olabilir. Onun için Erdoğan’ın yapacağı zam “furyasına” karşı şimdiden işçi ve emekliler sürekli uyarılmalıdır, Erdoğan’ın oyunlarına aldanmamaları gerektiği anlatılmalıdır.

Ne yapmalı?

Erdoğan seçimi kaybetmemek için şimdiden harekete geçmiş durumda. Halkta hamaset duygularını, şoven milliyetçiliği kabartmak için Rojova’ya bir kara hareketine hazırlanıyor. Halkı korkutmak sindirmek için daha şimdiden terör eylemlerini başlatmış durumda. Kendi nizami ve gazrı nizami güçleri pusuda, her an harekete geçmek için beklemekte. Manipülasyon ve para yoluyla belli halk kesimlerini, işçi ve emekçileri, emeklileri aldatmaya, satın almaya kalkmaktadır. Bir de bunun yanında ABD, Rusya, AB gibi büyük devletlerden destek almaktadır. Zira Erdoğan onlar için hâlâ en kullanışlı liderdir. Hele zayıflamış, güçten düşmüş Erdoğan daha kullanışlıdır.

Erdoğan’ın tüm bu çabalarına rağmen kendi eski seçmenleri de dâhil olmak üzere halk yığınlarının büyük bir kısmı Erdoğan’a sırtını dönmüş, onun gitmesini istemektedir. Yığınlardaki bu istek iyi bir umut, iyi bir başlangıçtır. Ama bu isteğin harekete geçirilmesi, “Erdoğan gitsin!” diye bir harekete dönüştürmek gerekmektedir. Eğer bu yapılmaz, başarılmazsa yığınlar tekrar geri dönüş yapabilir. Yığınları harekete geçirmek ve onları Erdoğan’ın karşısına dikmek başta sol ve demokratik güçler olmak üzere tüm muhalefetin önünde duran görevdir. Bu başarılamazsa kabahati yığınlarda değil kendimizde aramak gerekecektir. O zaman bu nasıl başarılacak?

Taktik ve strateji arasındaki bağ iyi kurulmalıdır

Bugün Türkiye’de demokrasinin, özgürlüklerin, adaletin, barışın, ekonomik kalkınmanın, halkın huzur ve refahının gelişmesinin önündeki en büyük engel Erdoğan’dır, Erdoğan’ın kurmaya ve yerleştirmeye çalıştığı İslami, gerici faşizan iktidardır, tek adam rejimidir, Erdoğan’ın yarattığı korku imparatorluğudur. Halkın nefes alması, içindeki korkuyu atması, demokrasi ve özgürlüğü, adaleti ve insan haklarını bir nebze olsun tekrar tatması için Erdoğan’ın devrilmesi, gitmesi gerekmektedir. Bunu Erdoğan ve Bahçeli’nin, AKP ve MHP’nin başını çektiği Cumhur İttifaki dışında tüm burjuva muhalefeti, sol ve demokratik güçler, işçiler ve emekliler, köylüler ve esnaflar, aydınlar ve akademisyenler, yazar ve sanatçılar, gençler ve kadınlar, Kürtler, Aleviler, diğer halklar ve inanç grupları Erdoğan’ın artık gitmesini istemektedir. Bu isteğin eyleme dönük bir iradeye dönüşmesi nasıl olacaktır?

Bugüne kadar Erdoğan’a karşı birçok muhalefet odağı, güç birlikleri, ittifaklar oluşmuş durumda. Ama bunlar Erdoğan’a karşı olmakla birlikte aralarında derin fikir ve görüş farklılıkları var. Hepsinin ayrı ayrı birbirleriyle çelişen hedefleri var. Kimi burjuva düzenini korumak, kimi aşmak istiyor. Kimi güçler ayrılığını korumak, kimi bunları yükseltmek istiyor. Kimi cumhuriyeti korumak, kimi daha da demokratikleştirmek istiyor. Kimi burjuva demokrasi ve özgürlüklerini mutlaklaştırıyor, kimi demokrasiyi ve özgürlükleri demokratikleştirmek istiyor. Kimi halklar, çevre, iklim, kadın, ciniyet eşitliği sorunlarını gündeme alıyor, kimi bunlara karşı geliyor. Burada sorun taktik ve stratejik konuları birbirine karıştırmaktır.

Hedef Erdoğan’ın gitmesi olmalıdır

Erdoğan’ın gitmesi için tüm Erdoğan karşıtı güçlerin açık veya zımnen birleşmesi, ”Erdoğan gitsin” diye bir ittifak veya hareket oluşturması gerekir. Bu taktik bir sorundur. Burada stratejik hedefler farklı güçlerin bir masa etrafında buluşmasına engel olabilir. Onun için bir masada oturmaları şart değildir. Her birinin ilk hedefimiz Erdoğan’ı devirmektir diye kampanyalar yürütmesi yeterlidir. Demokrasi ve özgürlüklerin derinleştirilmesi, cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, burjuva düzeninin aşılması ise stratejik sorundur. Burada taktik sorunla stratejik sorunları birbirinden ayırmak gerekir. Erdoğan’ı devirme taktik sorunuyla stratejik sorunlari birbirine şart koşmamak gerekir. Ama bunlar birbirinden kopuk da değildir. Erdoğan bugün her şeyin önünü öylesine tıkamıştır ki, o gitmeden stratejik konuları ele alıp işlemek, geliştirmek mümkün değildir. İnsanlar eylemlerinde kendilerini taktik sorunlarla sınırlamamalıdır, onların altında yatan stratejik derinliği gözden kaçırmamalıdır. Erdoğan gittiği zaman başta Kavala, Demirtaş, Öcalan olmak üzere tüm politik tutuklular serbest kalacaktır. Bu taktik bir sorundur ama etkisi ise derindir. Bürokraside, yargıda, poliste, orduda geçmişte görevini suistimal etmiş olanlar temizlenecektir. Bu taktik bir sorundur, ama etkisi geniştir. Anayasa değiştirilecek, güçler ayrılığı daha işler bir hale getirilecektir. Bu taktik bir sorundur. Ama Anayasa’nın ilk 4 maddesine dokunmayacaklar, çünkü bu stratejik bir sorundur, toplumda daha büyük bir dönüşüm iradesinin oluşmasını gerektirir. Kürtlere karşı baskı ve saldırılar durmayacaktır, çünkü Kürt sorunu stratejik bir sorundur. Ama Erdoğan’ın gitmesiyle bu stratejik konular için daha “özgür” tartışma ortamı doğabilecektir. Bu nedenle taktik ve tratejik hedefler hem ayrılmalı hem birbirlerini nasıl etkilediği görülmelidir.

Taktik sorunlar bile Erdoğan’ın devrilmesiyle otomatik olarak gerçekleşmeyecektir. Bunun için daha seçim kampanyası sırasında yığınları harekete geçirmek siyasi tutukluların serbest bırakılması, devletten Erdoğan’ın adamlarının temizlenmesi gibi taktik konularda yığınlarda güçlü iradeler oluşturmak gerekir. 1973 senesinde 12 Mart döneminden çıkarken Ecevit-Erbakan hükümetinin siyasi tutukluları serbest bırakması yılları alan mücadeleyi gerektirmişti. Şimdi de benzer mücadele büyük bir ihtimalle gerekli olacaktır. Onun için daha seçim kampanyası sırasında yığınları somut taktik istemler etrafında, özellikle stratejik hedeflerin önünü açacak savaşa karşı barış, barışçıl yol gibi hem taktik hem stratejik içeriği olan istemler etrafında harekete geçirilmelidir.

Erdoğan’a karşı yığınları harekete geçirmek solcuların görevidir Haziran 2023 seçimlerinde Erdoğan’ı göndermenin ilk ve en önemli koşulu yığınları örgütlemek, sokaklara, meydanlara çıkarmaktır, doğru taleplerle harekete geçirmektir. Bunu burjuva muhalefeti yapmayacaktır. Bu sol ve demokratik güçlerin ana görevidir. Onlar şimdiden yığınlar içinde çalışmalarını hızlandırmalılar, yığınları örgütlemeliler, onların somut taleplerle seçim kampanyasına katılmaları sağlanmalıdır. Seçim sonrasında gelen yönetime demokratik adımları attıracak olan yığınların bu hareketliliği olacaktır. Yeni yönetim gelir gelmez sol ve demokratik güçlerin demokrasi ve özgürlüklerin derinleşmesi için bu yığın hareketlerine ihtiyacı olacaktır. Yığınlar harekete geçirilmeden hiçbir şey elde edilemez ve hiçbir şey dönüştürülemez. Kendi çıkarlarını elde etmek için harekete geçmeyen yığınlar kabahatlidir, ama onu harekete geçirmeyen sol ve demokratik güçler ondan çok daha fazla kabahatlidir. Yığınlarda Erdoğan’a karşı böylesine bir tepki varken, eğer yığınlar yine Erdoğan’ı seçerse bilelim ki, kabahat onda, işçi ve emekçilerde değil, oma yol gösteremeyen bizde, sol ve demokratik güçlerdedir. Erdoğan’ı devirmek sol ve demokratik güçlerle yığınların buluşmasından geçmektedir.

Bir yanıt yazın