Haber / Yorum / Bildiri

Anadolu’nun kutsalı zeytinlikler yok olma tehdidi altında!

Erdoğan rant adına doğaya, iktidarını koruma adına CHP’li belediyelere saldırıyor!

Mümin TOPRAK

HER ülkenin, her yörenin, her toplumun kendine göre bir kutsalı vardır. Bu kutsal olan şey özünde sıradan bir nesnedir. Bir ağaçtır, bir hayvandır, bir gök cismidir. Ama bu ağacın, bu hayvanın, bu cismin; o ülkenin, o toplumun yaşamında, geçmişinde ve günümüzde öylesine bir anlamı vardır ki, o artık o toplumla, o ülkeyle özdeşleşmiştir, onun bir simgesi haline gelmiştir. Çam ağacı hristiyan toplumuyla özdeşleşmiştir, Çam ağaçsız bir noel düşünülemez. Hilal ay İslam aleminin simgesi olmuştur. Doğu, İslam toplumu denince genellikle akla ilk gelen bir hilal ay simgesidir. Almanya’nın kutsalı meşe ağacıdır. Dayanıklılığın, sağlamlığın, birlikteliğin sembolüdür. Lübnan’ın kutsalı sedir ağacıdır. Bayrağında vardır. Ölümsüzlüğün, umudun, direncin sembolüdür, ismi Tevrat’da geçer. Her ülke ve toplumun buna benzer kutsalı, simgesi vardır.

Türklerin kutsalı Orta Asya’da Bozkurt, yaşadığımız Anadolu’ya gelince zeytin ağacı

Türklerin kutsalı kurttur, bozkurttur. Mitolojiye göre bir dişi kurt olan Asena yaralı bir genci alır, kurtarır, korur, büyütür ve bu genç Göktürklerin atası olur. Ki bu dişi kurt bir yenilgiden sonra Türk kavimlerini sığındıkları Ergenekon vadisindan kurtaran, özgürlüğe çıkaran kurttur. Bozkurt burada Türkler için koruyuculuğun, kurtarıcılığın, yılmazlığın, yeniden doğuşun sembolüdür. Günümüzde kendisine Bozkurt diyen “Ülkücüler” ise mitolojideki kurdun bu özelliklerini değil, kurdun saldırgan, parçalayıcı, yırtıcı, sürü olma özelliklerini taşıyan şovenist milliyetçi, faşist, emperyalist güçlerin vurucu gücü olan “sürülerdir.”

Bugün üzerinde yaşadığımız Anadolu’nun ise kutsalı tarih boyunca hep zeytin ağacı olmuştur. Medeniyetlerin beşiği olan Anadolu’da zeytin tarih boyunca barışın, bereketin, adaletin, bilgeliğin, erdemin, zaferin, aklın, arınmanın, yeniden doğuşun ve kutsallığın sembolü haline gelmiştir. Hititlerden Cumhuriyete kadar Anadolu’daki tüm medeniyetler “zeytin”i kutsal saymışlardır, koruma altına almışlardır. Anadolu’ya gelen Türk kavimleri ekmeğine katık, yemeğine yağ veren bu ağaçların berketine hayran kalmış, dalından, yaprağından, yağından ilaçlar üretmiş, onu gözbebeği gibi korumuş, artık zeytin ağacı onun da kutsalı olmuştur. Cennette akan 4 ırmaktan birinde akan yağ şüphesiz Anadolu’nun zeytin yağıdır.

Mitolojilerin, dinlerin kutsalı, barışın simgesi zeytin ağacı

Yalnız Anadolu’da değil, hemen hemen tüm Akdeniz bölgesinde zeytin ağacı kutsal kabul edilmiştir. Hem bölge mitolojilerinde, hem de kutsal kitaplarda zeytin ağacı önemli bir yer tutar. Eski Yunan`da Tanrıça Athena yabani zeytin ağaçlarını ıslah eder, kültürleştirir, bilgeliğin hediyesi olarak kutsallaştırır ve ona zarar vereni Atina’dan sürer. Olimpiyat oyunlarının birincisine zeytin yağı mükafaat olarak verilir. Roma mitolojisinde Roma’nın kurucusu Romulus ve Remus ikizlerinin bir zeytin ağacının dibinde dünyaya geldiklerini anlatır. Eski Mısır’da evlenen kadınlara yaşamın, gelişmenin ve yeniden doğuşun sembolü olarak zeytin dalı hediye edilir. Yunan ve Roma mitolojisinde Barış Tanrıçası Eirene ve Pax’ın işareti zeytin dalıdır.  Homer destanında zeytin ağacını barışın sembolü olarak yazar.  

Tüm dini kutsal kitaplarda, Tevrat’ta, İncil’de, Kur’an’da zeytinden bahsedilir. Kur’an’ın birçok sure ve ayetinde ismi geçer. Mesela Kur’an-ı Kerim’in Tin Suresi’nde “ant olsun incire ve zeytine” diyerek incir ve zeytin yeminle onurlandırılır. Yine Kur’an’ın Nur Suresi 35. Ayeti’nde “ateşe değmeden bile ışık verir” diye belirtilir: “Allah göğün ve yerin ışığıdır. Onun ışığı kutsanmış bir ağaç, zeytin ağacı sayesinde yanan… bir lambanın ışığı gıbidir, ki onun yağı ateşe değmeden bile ışık verir” diye anlatılır Kur’an’da zeytin ağacı. İncil’de de zeytin ağacı barışın sembolüdür. İncil’de Nuh’un ve kavminin yaşadığı büyük tufandan sonra bir güvercin gagasında bir zeytin yaprağı ile Nuh’a geri döner ve bu Tufan’ın ve Allah’ın gazabının sona erdiğinin, yeni, barışçıl bir dönemin başladığının işareti olarak görülür. Bu nedenle güvercin ve zeytin dalı barış sembolü olarak sanatta, edebiyatta birlikte işlenir. Nâzım “Yaşamaya Dair” şiirinde Anadolu insanında zeytinle yaşamı bağlar:

“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

Yaşamak, yani ağır bastığından.”

Cumhuriyet zeytinlikleri koruma altına alır

Cumhuriyetin ilk yıllarında savaşlardan bitkin ve yorgun çıkan yoksul Anadolu halkına yaşam ruhu veren bereketin, yaşamın, yeniden doğuşun sembolü zeytin ağacı olmuştur. Daha Cumhuriyetin ilk yıllarında hükümet zeytinliklerin geliştirilmesi, zeytin ve zeytin yağı üretiminin arttırılması için büyük çabalar sarf etmiş, kanunlar yapmıştır. 1927 yılında çıkan “Zeytincilik Kanunu Lahiyası” ile devlet politikası olarak zeytinciliğe sahip çıkılmış, zeytinciliğin geliştirilmesi, zeytin ağacı dikilmesi ile ilgili önlemler belirlenmiş, İtalya’dan 6 bin zeytin fidanı ve uzmanlar getirtilmiştir. Yabani zeytin ağaçlarının verimli hale getirilmesi için uzman kişilerden oluşan bir komisyon kurulmuştur, Avrupa’ya zeytincilik hakkında ziraatçılar gönderilmiştir. 1937 yılında “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması” hakkında bir kanun çıkartılmış, İzmir Bornova’da zeytin fidanlarının yetiştirildiği bir “Zeytincilik İstasyonu” kurulmuştur.

Daha sonra da zeytincilik faaliyeti ara verilmeden sürdürülmüştür. 1950 yılında “Zeytincilik İstasyonu” Zeytincilik Enstitüsü’ne dönüşmüş, 1971 yılında da Zeytincilik Araştırmaları Enstitüsü adını almış, Anadolu’nun doğasında olan zeytinciliğin geliştirilmesi ve korunması bir devlet politikası olarak süre gelmiştir. Dünya çapında da zeytinin insanlığın ortak değerleri arasında yer alması ve barışın sembolü olması nedeniyle UNESCO 2019 yılında zeytinlik alanların korunmasına dikkat çekebilmek için 26 Kasım’ı Dünya Zeytin Ağacı Günü ilan etmiştir. Böylece zeytin ağaçlarının korunması hakkında bir farkındalık yaratılmak istenmiştir.

Ülke politik, ekonomik olarak bunalırken bu zeytin ağacı hikayesi de nedir?

İşte kahvaltılarımızın sultanı zeytinin, yemeklerimizin tacı zeytin yağının ve barışın simgesi zeytin dalının hikayesi kısaca budur. Şimdi sorulabilir ki, her gün sabah şafak sökerken ülkede CHP’li belediyelere, gazetecilere, akademisyenlere, öğrencilere operasyon yapılırken, belediye başkan ve çalışanları tutuklanırken, ülke açık faşizan bir diktatörlüğe doğru sürüklenirken, Kürtlerle barış süreci sürekli engellenirken, halk pahalılık, zam ve enflasyon altında ezilirken bu zeytin hikayesi de nereden çıktı?

Bu soruya cevap vermeden önce bir gerçeği dile getirmek gerekir: Tarihte de otokratlar, diktatörler kendine rakip olacak, iktidarını tehdit edecek güçlü muhaliflerini, sosyal-politik grupları yok etmeden, ezmeden önce güçsüzleri ezer, doğayı yağmalar, talan ve tahrip eder. Buna karşı çıkanları şiddetle susturmaya, ülkeyi açık, büyük bir hapishaneye çevirmeye çalışır. Bunu başarınca sıra tabanları susturulmuş olan güçlü muhaliflere gelir. Sıra onlara geldiğinde artık çok geç kalınmış demektir. Geç kalmamak için otokrat ve diktatörler doğaya, suya, toprağa, ağaçlara, ormana, canlılara saldırırken, halklara, dillere ve dinlere, yaşam ve kültür biçimlerine karşı bir savaş yürütürken ulusal bir çığlık yaratılmamışsa, sıra kendini güçlü zannedenlere geldiğnde bir çığlığı yaratmak da çok zor olur. Hani Hitler faşizminin katoliklere, sosyaldemokratlara, komünistlere zulüm yaparken, tutuklarken susan ama tutuklama zamanı kendisine gelince dayanışma yapacak kimsenin kalmadığını farkeden protestan papazı Niemöller’in durumuna düşmek kaçınılmaz olur.   

Erdoğan’ı durdurmak ve göndermek için çok fırsatlar kaçırıldı

Eğer Kürt illerinde halkın iradesi seçimle gelmiş Belediye Başkanları tutuklanıp kayyım atanırken tüm ülkede “halkın iradesi gasp edilemez!” diye bir çığlık kopsaydı, Kürt belediye başkanları görevlerine geri döndürülebilseydi, bugün ne İstanbul, ne Adana, ne Antalya Büyükşehir Belediye Başkanları, ne Adıyaman ilinin ne de diğer İlçe Belediye Başkanları görevden alınabilir ve tutuklanabilirdi. O zaman Kürt belediyelerine yapılan suçlama, yolsuzluk PKK’ya para aktarmaktı. Ankara’dan görevlendirilen özel müfettişler bir tek yolsuzluk bulamazken, uydurma iftiralarla “PKK’ya para aktarılmıştır” denip “Belediye Başkanları görevden alınamaz, iftiralar delil olamaz”, diye tüm ülkede “hukuk çiğnenemez!” çığlığı kopsaydı, bugün Erdoğan, İmamoğlu ve diğer Belediye Başkanlarına iftira hukukunu işletemezdi. 2,5 milyon “mühürsüz” geçersiz oylar geçerli saydırıldığında, millet iradesine sahip çıkmak için ayağa kalksaydı, ne bu “Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi” başımıza gelirdi, ne “atı alan Üsküdar’ı geçer”di. Erdoğan da zaten çoktan gitmiş olurdu.

Bergama’da, Kaz Dağlarında, Erzincan-İliç’de altın arayan yabancı şirketler köylünün toprağını ve suyunu siyanürle zehirlerken, 301 madencisini kaybeden Soma’da madenci yakınları tokatlanıp tekmelenirken, Rize-İkizdere vadisi Cengiz Holding’in, Akbelen Ormanları ve zeytinlikleri LİMAK Holding’in yağmasına açılırken, toprağına, suyuna, ormanına, vadisine, zeytinliklerine sahip çıkan köylülerle ulusal bir dayanışma örgütlenip Erdoğan’ın doğaya saldırıları durdurulsaydı, O bugün muhaliflere, gazetecilere, öğrencilere belediye başkanlarına saldıramazdı, tutuklatıp hapse attıramazdı, demokrasi ve hukuku, çiğnemeye, özgürlükleri kısıtlamaya cesaret edemezdi. Ayakkabı kutularında dolarlar saklanırken, Hazineden 128 milyar dolar buharlaştırılırken yolsuzlukların üstüne gidilseydi, belki Erdoğan çoktan gitmiş olurdu. Ormanlar yanarken Türk Hava Kurumu uçakları uçamazken, yangın söndürülemez, ağaç ve canlılar yok olurken, halk Erdoğan’dan hesap sorsaydı, Erdoğan bugün halk arasına çıkamaz olurdu. Ve daha nice olaylar… 

Zeytinin hikayesi Erdoğan’ın Zeytinlikler yasasına bir cevap

Şimdi gelelim neden zeytinin hikayesini anlattığımıza: Bu kadar hem Anadolu’da, hem bölgede, hem dünyada barışın, bereketin, bilgeliğin, yeniden doğuşun simgesi sayılan, Kur’an’da üzerine yemin edilen, Allah tarafından “ateş değmeden ışık saçan” olarak kutsanan, Cumhuriyet’te geliştirilmesi için büyük çaba gösterilen, UNESCO tarafından korunması için farkındalık yaratılan Anadolu’nun kutsalı zeytin ağacı şimdi Anadolu’da ne Kur’an’ın, ne UNESCO’nun kutsadığını dikkate almayan Erdoğan tarafından acilen çıkartılmak istenen bir kanunla yok olmakla karşı karşıyadır. Şimdi komisyondan geçip Meclis Genel Kurulu’na gelen bu yasa ile Erdoğan Ege’de zeytinliklerin altında yatan linyit kömürünü enerji üretme amacıyla çıkartmak, yeni madenler bulmak için “5’li çete” firmalarına zeytinlikleri, yüzyıllık ağaçları kesme, yok etme olanağı vermektedir. Böylece kendisine ve çevresine en büyük rant sağlanmış olacaktır. Nerede kaldı Kur’an, nerede kaldı UNESCO?! Bu yasa uygulamaya geçtiğinde en az 40 köy kaybolacak. Köylüler Meclis’te haykırıyor: “çocuğumuz gibi büyüttük biz o zeytinlikleri. Zeytinime, havama, suyuma, toprağıma dokunma! Zeytin bizim hayatımız!” Ama dinleyen kim?

Son 19 yılda Erdoğan hükümetleri tarafından sekiz kez gündeme gelen zeytinlik alanların madencilik faaliyetlerine açılması ile ilgili yasal düzenlemeler şimdiye kadar gelen tepkiler nedeniyle Meclis’ten geçememişti. Ama bu kez AKP/MHP yasa tasarısını komisyondan hızla geçirdi, tatilden önce Meclis’ten geçmesi bekleniyor. Bu zeytinliklerin yağmalanması anlamına geliyor. Maden arama bahanesiyle iktidarın zeytinlik alanları yok etmekte ısrarı “5’li çete”den LİMAK Holding ve ortakları İÇTAŞ ve AYDEM isimli şirketlere büyük rant ve çıkarlar sağlamaktır. Hatta bu yasa bu şirketlere göre düzenlenmiş bir yasa konumundadır ve bir kişi veya şirkete ayrıcalık tanıyan yasa ise Anayasaya aykırıdır. Anayasayı dinleyen mi var sanki? Yasada öngörülen ve ne olduğu tam tarif edilmeyen “Stratejik ve Kritik Maden” tanımı ile acele kamulaştırmalar yapılabilecek, köylünün zeytinlikleri, toprakları gasp edilecek, hatta kaçak santrallara af çıkarılacaktır. Yasa bu şirketlere birçok kolaylıklar sağlamaktadır.

Yine bundan iki yıl önce Ayvalık bölgesi vakıf zeytinliklerinin geleceğiyle ilgili benzer bir olay yaşanmıştır. Bu kez yasayla değil, Vakıflar Genel Müdürlüğü kararıyla bu havzada bir rant yaratılmaya çalışılmaktadır. Erdoğan iktidarı Ayvalık bölgesinde Edremit’ten Dikili’ye kadar yol boyunca sağlı-sollu Burhaniye, Havran, Küçükkuyu, Altınoluk çevresini de kapsayan 14 bin dekar arazide yaklaşık 165 bin zeytin ağacının bulunduğu yemyeşil zeytinlikleri işleten Ayvalık Vakıf Zeytinlikler İşletme Müdürlüğü tasfiye edildi ve ona bağlı üretim yapan fabrikalar kapatıldı. Nedeni bilinmiyor, tahmin ediliyor: Erdoğan Ege’nin en güzel turistik yerleri olan buraları ranta açacak. Onun için önemli olan tüketiciye uygun ve kaliteli zeeytin ve zeytiyağı sunan bir vakfın yaşaması değil, kendisine ve çevresine rant getirecek arazilerin yaratılmasıdır. Talan ve yağma artık Erdoğan iktidarının temel politikası haline gelmiştir. Anadolu yağmalanmaktadır, yaşanmaz hale getirilmektedir. Bu iktidarın umurunda değildir.

İktidar için halkın besin ve ülkenin gelir kaynağı değil rant önemlidir

İktidar “maden bulunacak” diye halkın büyük bir besin ve ülkenin büyük bir gelir kaynağı olan zeytinliklere göz dikiyor ama, özünde toprağın altındaki bu madenlerden ve kömürden elde edilecek ekonomik fayda toprağın üstündeki zeytinliklerden sağlanacak faydanın yanında devede kulak gibidir. Bunlar altın ocaklarında açık olarak yaşandı. Erzincan-İliç’te milyonlarca ton kayalar tahrip edilirken, doğa ve çevre mahvolurken yabancı şirketin hem de siyanürle, zehirle ürettiği altın 120 tondu. Bunun Türkiye’ye bırakılan kısmı %5, yani 6 tondur. Bir sefer elde edilen bu altına karşı kaybedilen İliç çevresinde her yıl üretilen 120 ton baldır. Hangisi daha kıymetli, bir seferde elde edilen 120 ton altın mı, her yıl üretilen ve üretilecek olan 120 ton bal mı? Yine bir kömür ocağının ömrü azami 100 yıldır. Bir zeytin ağacının ömrü 3000 yıla kadar varmaktadır. Ocaktan çıkacak bir ton kömür 400 dolardır. Bir ton zeytinyağı 10 bin dolardır. Hesap ortada! Anadolu toprağının bu talanı kasti değilse nedir? Eğer ülke geçmişte Erdoğan tarafından böylesine küçük bir grubun çıkarı, rantı uğruna yağma ve talan edilirken susulmasaydı, Erdoğan 19 yıldır çıkaramadığı “zeytinlikler yasası”nı bir hamlede komisyondan geçirip Meclis’e getiremezdi. 

Erdoğan bu ara yalnız zeytinliklerin yağma ve talanını sağlayacak bir yasa değil, çevrenin kirletilmesini sağlayacak bir yasa da çıkarttı. İsmi “İklim Yasası”! Esasında Paris İklim Anlaşması’na göre hükümetin 2053’e kadar sıfır emisyon hedefine ulaşmak için çıkartması gereken bir kanun bu: “Emisyon Ticareti Sistemi Kurma Kanunu”. Bu kanuna göre bir dalda emisyonları farklı olan işletmelerin CO2 (Karbondioksid) salımını azalmak amacıyla kendi aralarında yaptıkları bir ticaret. Erdoğan iktidarının çıkarttığı yasa ise “İklim Yasası”, sanki Erdoğan iklimle ilgili bir şeyler yapıyor izlenimini verecek olan bir isim. Yasa özünde ise “Emisyon Ticaret Yasası”. Yasadaki temel anlayış ise “Emisyon vergisi neyse öde, çevreyi istediğin gibi kirlet” anlayışı. Bundan böyle işletmeler, “Sana ne? Kirletirim, parasını da öderim” diyeceklerdir. Bundan böyle patronlar Marmara’yı müsilajla, nehirleri ve toprakları siyanürle, filtresiz bacalardan çıkan CO2 ile havayı kirletmeyi kendine bir hak sayacaktır. Erdoğan’da uluslararası alanda biz İklim Yasası çıkardık diye hava atacaktır. Ülke mahvolmakta, herkes de maalesef bakmaktadır.

Her şeye rağmen, hiçbir şeyde geç kalınmış değildir

Erdoğan bugün belediyelere saldırırken, aynı hızla doğaya, suya, toprağa, ormanlara, zeytinliklere de saldırmaya devam etmektedir. Bunlar Erdoğan için birbirinin tamamlayıcısıdır. Doğaya saldırı, doğanın talan ve yağması onun ve çevresindeki 5’li çetenin rant ve vurgun, soygun ve yolsuzluklar kaynağıdır. Belediyelere, gazetecilere, öğrencilere, sanatçılara saldırı iktidarı koruma ve savunma yöntemidir. Erdoğan ve çevresi için vatan toprağı, suyu zehirlenmiş, ormanları yanmış, vadileri kurumuş, iklim değişmiş umurunda değildir. Bu talan ve yağma onlara rant getiriyorsa, gerisi teferruattır. Talan ve yağmanın devamı için şart olan ölünceye, “emr-i Hak vaki oluncaya” kadar iktidarda kalmaktır. Geçmişte bu Kürt belediyelerine kayyım atayarak, PKK iltisaklılığı ile sağlanıyordu. Son günlerde Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çıkışı ve PKK’nın silah bırakma kararı ve Süleymaniye’de gerçekleştirilecek ilk silah bırakma töreniyle “PKK iltisaklılığı” ile iktidarı sürdürmek olanaksız hale geldi. Şimdi iktidar Erdoğan için CHP’ye ve CHP’li belediyelere saldırılarak devam ettirilebilir. İstanbul BB Başkanı İmamoğlu’ndan, Adana BB Bakanı Karalar’a kadar CHP’li belediyelere yapılan saldırılar açıkça CHP’yi susturarak, parçalayarak kendi iktidarını sonuna kadar sürdürme çabalarıdır.

Geçmişte birçok fırsat kaçırılmış olmakla beraber, Erdoğan’ın bu saldırılarını durdurmak, gidişatı geri çevirmek için vakit hiç de geç değildir. Aksine yığınlarda yükselen bir hareketlilik görülmektedir. CHP kendisine yönelik saldırılara karşı yığınları harekete geçirmiş bulunmaktadır. Kürt yığınlarının silahlar bırakıldıktan sonra demokratikleşme mücadelesini yükselteceği görülmektedir. İklim ve çevre hareketi, Erdoğan’ın doğaya saldırısına karşı çetin bir mücadeleye hazırlanıyor. Kadınlar durmayan saldırılara karşı sürekli sahadalar. Gençler ülkeyi terk etmemek, iş sahaları yaratılması için teyakkuz halinde. İşçi sınıfının sendikal mücadelesi, enflasyona, pahalılığa, soygun ve vurguna karşı mücadelesi canlanmaktadır. Şimdi yapılacak olan şey tüm bu güçlerin eylemliklerinin birleştirilmesidir. Burada CHP’ye yöneltilen İmamoğlu merkezli eylemlere yapılan eleştiri yerindedir. Bundan böyle yapılacak eylemler birlikte olmalı ve sayılan 6 hareketin sorunları dillendirmeli, Erdoğan’a karşı büyük bir ulusal cephe ve hareket hayata geçirilmelidir. Bu ortak mücadelenin gerçekleştirilmesinde sol, demokrati, devrimci, sosyal demokrat, sasyalist ve komünist güçlere büyük görevler düşmektedir. Demokrasiye gidiş bu güçlerin yaratacağı geniş bir cepheyi beklemektedir.  

Bir yanıt yazın