Haber / Yorum / Bildiri

Yüzleşme: 9 Eylül Kurtulan ve Yanan İzmir

9 Eylül 1922’de İzmir’i kim yaktı?

Barış ALPER

BU yıl yalnız 30 Ağustos zaferinin 100. yılı değil, aynı zamanda zaferin bir sonucu olarak İzmir’in de kurtuluşunun 100. yılı idi. Ordu 9 Eylül’de 1922’de İzmir’e girmiş ve İzmir’i kurtarmıştı. Yani İzmir’in kurtuluşunun üstünden 2022 yılı itibarıyla tam bir asır geçmişti. Bu demektir ki, artık bu olay üzerine önyargısız çarpıtmalardan ve milliyetçi duygulardan uzak daha kolay, enine boyuna konuşulabilmesini gerektirir. Çünkü İzmir’in kurtuluşu ve kurtulduğu gün Rum ve Ermeni mahallesinde, yani Gâvur İzmir’de çıkan yangın hem ulusal hem de uluslararası düzeyde hâlâ sürekli tartışma konusudur. Yangını kim çıkardı? “Kaçan” Yunanlılar mı, yoksa “kurtaran” Türkler mi? Kurtuluşunun 100. yılını büyük bir şölenle kutlayan İzmir’in bu sorulara da yanıt araması, gerçekler ne ise ortaya çıkarması, bilimin ve gerçeğin sesine kulak vermesi, tarihiyle yüzleşmesi gerekirdi. Ama burası Türkiye, olmadı. 100. yılda yüzleşme yine gözardı edildi ve zafer kutlamaları belirleyici oldu. Ne yazık ki özellikle İzmir’de milliyetçilik hâlâ para etmektedir.

Gâvur İzmir

Yunan Ordusu’nu ve Rumları “denize dökerek” kurtuluşunu kutlayan İzmir yüzyıllarca Müslüman ve Hıristiyanların, Türk, Rum ve Ermenilerin beraberce “barış” içinde birlikte yaşamasıyla hep modern, liberal, hoşgörülü bir şehir olmuştur. Hem Osmanlı’nın hem yeni Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı olmuştur. Atatürk “inkılâplarının”, özellikle laikliğin İzmir’de kök salmasının onun geçmişten gelen bu kozmopolit, multi-kültürel, modern yapısından ileri gelmektedir. İzmir milliyetçidir ama bir o kadar da dini yobazlığa, gericiliğe, iktidarların, özellikle de AKP iktidarının onların yaşam tarzlarına müdahalesine kökten karşıdırlar. AKP’nin en az oy aldığı, belediyeyi CHP’den bir türlü alamadığı bir şehirdir. Bu tutumuyla İzmir, AKP ve onun lideri Erdoğan’ın gözüne batan bir diken olmuştur. Bu nedenle İzmir Erdoğan’a göre Gâvur İzmir’dir. Erdoğan Gâvur İzmir diyerek İzmirlilere saldırsa da, İzmirliler “Gâvur” denmesinden hiç te rahatsız değildirler, çünkü dünyaya açılan o modern İzmir yıllardan beri “Gâvurlarla”, Hıristiyanlarla birlikte ortak yaşamla elde edilmiş bir kazanımdır.

İzmir’in kurtuluşuna karşı çıkan diğer bir AKP politikacısı da eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman idi. 1969 Kanlı Pazar olaylarını düzenleyen bir faşist olan Kahraman’a göre her şehrin kurtuluşu kutlanmamalıdır. Fethedilen şehirlerin “kurtuluşu” kutlanmalıdır. 29 Mayıs İstanbul’un fethi gibi. Ayrıca İzmir’in kurtuluşu için İzmirliler tek kurşun atmamışlardır. O zaman onların İzmir’in kurtuluşunu kutlamaları da doğru değildir.

Hem Erdoğan’ın hem Kahraman’ın hem de İzmir’in kurtuluşunu bir hamaset sarhoşluğu içinde kutlayan Kemalistlerin bu yaklaşımı Türklerin Anadolu’da diğer halklarla ortak eşit, özgür, demokratik, barış içinde yaşamlarını engellemektedir. Fethetmek, zapt etmek, işgal etmek anlayışı halkların birlikte yaşamlarını zehirlediği gibi o toprakların vatan olmasını da engeller. Bir asırdır bunları tekrarlayarak, milliyetçilik ve hamaset edebiyatı yaparak hem ülke içinde hem komşularla sürekli savaş ve gerginlik yaratıldı. Eğer Anadolu’da diğer halklarla birlikte yaşamak istiyorsak, bu tutumların terkedilip tarihimizle yüzleşmeye başlamamız gerekmektedir. İşte yüzleşilmesi gerken bir konu da İzmir’in kurtulduğu gün yangını kimin, nasıl ve neden çıkardığı konusudur.

9 Eylül 1922’de Gâvur İzmir’i kim yaktı

Bir asırdan beri Türk okullarında Yunanlıların Ege’den çekilirken şehir ve köyleri yaktığı, İzmir’i de ateşe verdiği öğretilir. Savaş her zaman kirlidir. Yangın, katliam ve tecavüz içiçedir. Günümüzde de Türk-Kürt savaşında, Rus-Ukrayna savaşında utanç verici sayısız suçlar işlenmektedir. Anadolu’dan çekilen Yunan ordusunun da benzer fiillerde bulunduğundan hareket edilebilinir. Ama burada İzmir yangını ayrı bir yer tutmaktadır. Yangın 9 Eylül’de İzmir limanının tarihi Rum ve Ermeni mahallesinde çıkıyor ve tüm mahalle duvarlarına kadar yanıyor; bir tarih, bir kültür, bir yaşam kayboluyor. Yangının söndürülmesi için bir şey yapılmıyor. Neden? Bilinmiyor. Türkler yangını biz çıkarmadık, İzmir’den kaçan Rumlar ve Yunan askerleri, Ermeniler çıkardı diyor. Yunanlılar ve uluslararası kuruluşlar yangını Türklerin kasten, Yunanlılardan intikam almak, İzmir’de Rum ve Ermeni kültürünün izlerini silmek için çıkarttığını iddia ediyorlar.

İzmir yangını da Ermeni sorunu gibi zaman zaman Amerikan Temsilciler Meclisi’nin gündemine gelmekte, Amerikan filmlerinin konusu olmakta, Avrupa’da bu konuda araştırmalar yapılmakta, kitaplar yazılmaktadır. Her seferinde Türk kamuoyu ayağa kalkmakta, Türk düşmanlığı yapıldığı ileri sürülmekte, ama sorunun araştırılmasına yanaşılmamaktadır. Bir seferinde Balkan Harbi ve Kurtuluş Savaşı hakkında belgeler hazırlayan gazeteci Taha Akyol “Ben bu konuyu araştıracağım, gerçeği ortaya çıkaracağım” demesine rağmen bugüne kadar bir açıklamada bulunmadı.

Falih Rıfkı Atay: İzmir’i yakan Sakallı Nurettin Paşa mı?

İzmir yangını sırasında İzmir’de ve yangın alanının içinde bulunan Falih Rıfkı Atay bu konuda “Çankaya” adlı eserinde bazı ipuçları vermektedir. Bir gazeteci olan Falih Rıfkı Atay Yakup Kadri Karaosmanoglu ile beraber 9 Eylül’de İzmir kurtulur kurtulmaz hemen Mustafa Kemal’le görüşmek üzere İstanbul’dan İzmir’e gelir. Önce limanda, Gâvur İzmir’de Kramer Palas Oteli’ne yerleşirler ve görüşmek üzere Mustafa Kemal’in karargâhına giderler. Mustafa Kemal karargâhını rıhtımdan kaçmış bir Rum’un evinde kurmuştur. Bundan sonra sözü Falih Rıfkı Atay’a bırakalım (Çankaya, sayfa 372-376, (Zafer Sonrası bölümü), baskı Kasım 2012):

“Büyük yangın günü idi. Ateş mahalleleri sardıkça halk rıhtım üzerine koşuşuyordu. Bir iki saat sonra otele gitmeyi bile ihtiyatsız bulduk ve karargâhta kaldık. Bu evin sahibi son dakikada kaçmış, Mustafa Kemal’in kaldığı yatak odasının başucu masasında bir açık kitap bırakmış. Bir Fransız’ın Mustafa Kemal aleyhinde yazdığı eser!.. Kalabalık arttıkça arttı. Bazen binlerce kişinin arasından bir çığlık kopuyordu… Denize atılanlar, sandalla donanmaya sokulanlar vardı… Yüreğim titreyerek eşsiz trajediyi seyrediyorum. Mustafa Kemal’in yalçın ve yırtılmaz sakinliğine bakıyordum… İzmir yanmakta, şehrin içinden ve savaş boyundan akıp gelen Rumluk, ilk medeniyetlerin halkı, ortaçağı Müslümanlarla beraber geçirerek, yurtlarında ve yuvalarında rahatça yaşayan, İzmir ve Batı Anadolu’nun tarımını, ticaretini ve bütün ekonomisini ellerinde tutan, saraylar, konaklar, çiftlikler içinde ömür süren halk, yirminci asrın yirmi ikinci yılında bir daha dönmemek üzere ayrılıp gitmek için bir tekne parçasına can atmakta idi.

Yangın yaklaştığı için yaverleri ve dostları telaşta idi. Mustafa Kemal kendisine evden çıkmayı kim teklif etmişse terslediği için bize geldiler: ‘İstanbul’dan yeni geldiniz. Belki sizi paylamaz. Bir de siz söyleseniz…’ dediler… Tehlikeyi biz de anlıyorduk. Fakat Mustafa Kemal’e öğretmek için İzmir’e gelmemiştik.

Nihayet yangının kızıl ve korkunç dili, hemen önümüzdeki binaların çatılarını yalamaya başladı. Çıkmak lazımdı. Fakat nasıl? Mustafa Kemal İzmir’e geldiği vakit, bir Türk evine misafir olmasını isteyen Latife Hanım, Göztepe’deki aile köşkünü onun emrine vermişti. Mustafa Kemal oraya gidecekti. Biz de Kramer Palas yangın içinde olduğundan, Karşıyaka’da galiba Kral Konstantin’in kalmış olduğu bir eve yerleşecektik… Karşıyaka’daki evimize gittik ama üstümüze giymiş olduklarımızdan başka hiçbir eşyamız yoktu. Kramer Palas gerçi çok sonra yandı, fakat oraya kadar sokakları sökebilmek ihtimali yoktu.

Yangın sonuna kadar yaktı ve doyarak dindi… Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti.”

Yangından sorumlu olanlar Ermeniler mi, Nureddin Paşa mı?

Falih Rıfkı Atay yangından kimin sorumlu olabileceği hakkında da ipuçları vermekte ve bu konuyu da tartışmakta ve şöyle yazmaktadır:

“Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte ordu Komutanı Nureddin Paşa’nın hayli marifeti olduğunu da söyleyenler çoktu. Atatürk’ün Nureddin Paşa’yı eskiden beri sevmediği “Nutku”nda görünür. Zafer sırasında Birinci Ordu’nun başında bulunması da tesadüf eseri idi… Atatürk, Ali Fuad ve Refet Paşalara komutanlığı teklif etmiş, ikisinin de ‘kıdemsiz’ İsmet Paşa’nın emrine girmek hoşlarına gitmeyerek, reddetmesi üzerine Nureddin Paşa hatıra gelmişti. Kibirli, dar kafalı, zulüm ve ceberut düşkünü bir kimse idi… Nureddin Paşa’nın biri İzmir’de, biri İzmit’de tertip ettiği iki lincin hikâyesi gene o vakitler, bizi ikrah içinde bırakmıştır. Bunlardan biri İzmir Metropoliti Meletyos, öteki de Peyam-ı Sabah yazarı Ali Kemal’dir.”

Falih Rıfkı Atay “Çankaya” eserini bir anı şeklinde çok sonraları yazmıştır. Ama bu yangın konusunda gerçeği tam olarak aktarabilmek için o zamanlar aldığı notlara başvurur ve “Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum” der ve aldığı notu kitabına aktarır. Not şudur:

İzmir’i niçin yakıyorduk?

“Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden subay, bütün taarruz harpleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi’ne Ermeniler tehcir olduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumaya kâfi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nuredin Paşa olmasaydı, bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon’dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affetmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi.”

1922 Eylülü’nde, yangın sırasında sıcağı sıcağına Falih Rıfkı’nın tuttuğu bir hesaplaşma, bir yüzleşme, bir özeleştiri niteliğinde olan bu notlar hem yangını kimin ve neden çıkarttığına ışık tutuyor hem de araştırılması gereken yeni sorunlar ortaya atıyor. Falih Rıfkı için İzmir’i kimin yaktığı açık: Türkler! Büyük bir ihtimalle bunu Nureddin Paşa yaptırttı. Neden yaptırttı? Onun hem mizacı buna elverişlidir hem de Afyon’dan İzmir’e gelirken gördüğü Yunan mezaliminin intikamını alma hissinin sonucuydu. Ama bu argümanların Falih Rıfkı için yeterli olmadığı görülüyor. Falih Rıfkı İzmir yangınının altında Türklükle ilgili daha derin sorunlar görmektedir. Bu sırf “tahripçilik” hissiyle açıklanamazdı. Bu Türklerin Hristiyanlar karşısında aşağılık duygusu, azınlıklardan kurtulamama korkusu ile bağlıydı. Hristiyanları, azınlıkları Anadolu’dan çıkarma arzusu! Neden bu korku? Neden bu arzu? İşte yüzleşmemiz gereken de tam bu konu. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu en büyük sorun da bu: Diğer halklarla, azınlıklarla eşit, özgür, barış ve demokrasi içinde birlikte mi yaşayacağız ya da onları zorla asimile ve yok mu edeceğiz. Biz sol ve demokratik güçlerin Anadolu’daki tüm halklarla eşit, özgür, barış ve demokrasi içinde birlikte yaşamamız yönünde irade beyan etmemiz ve bunun için mücadeleyi yükseltmemiz gerekmektedir. Bu hem Erdoğan’ı hem 6’lı Masayı yenecek olan iradedir. Falih Rıfkı tam kanayan yaraya parmak basmış.

Falih Rıfkı sorunlar da ortaya atıyor. İster Türkler, ister Rumlar veya Ermeniler, ister Nureddin Paşa yangını çıkartmış olsun veya yangın kazayla tesadüfen çıkmış olsun! Şehrin yarısı yanıyor. İnsan harekete geçmez mi, bir şey yapmaz mı? Hem Falih Rıfkı hem Atatürk bakıyor, yangını seyrediyorlar. Falih Rıfkı’nın yüreği titriyor, Mustafa Kemal bir “yalçın ve yırtılmaz” sakinlik içinde. Yangın karargâh’ın kapısına kadar dayanıyor. Yangını söndürmek için kimse kılını kıpırdatmıyor. Subaylar yağmaya gidiyor, yangını körüklüyor, kimse ses çıkarmıyor. Bu durumu görenler “Türklerin yangından çıkarı var ve yangını Türkler çıkardı” der. Korkmadan geçmişteki hatalarımızın, yanlışlarımızın, zulüm ve katliamlarımızın üstüne gidelim, onlarla yüzleşelim ve hesaplaşalım. Anadolu’da eşitlikçi, özgürlükçü, barışçıl, demokratik yeni bir yaşamın temellerini atalım. Falih Rıfkı’nın sorduğu soruların daha daha fazlasını soralım. Yüzleştikçe, hesaplaştıkça Türkler kaybeden değil kazanan olacaktır. İzmir’in kurtuluşunun 100. yılı buna bir vesile olabilirdi. İzmir Belediyesi yanan İzmir’den kaçan Yunan, Ermeni, Hiristiyan hemşerilerini anabilir ve onlardan yakılan mahalleri için özür dileyebilirdi. İyi bir başlangıç olurdu. Olmadı, ama bu olmayacak demek değildir. Bu yazı bir başlangıç olsun.

Bir yanıt yazın